ANALIZ - Islamofobi Ile Küresel Mücadelede Öncü Rol Türkiye'nin
Küresel düzeyde Islam düsmanligiyla mücadelenin ilk adimlari Türkiye öncülügünde atilmaya baslandi. Kurumsal ve küresel düzeyde Islam düsmanligiyla mücadelenin Türkiye’nin liderliginde yürütülmesi tesadüf degil. Zira Türkiye pek çok nedenle Islam düsmanligiyla mücadelede kilit bir role sahip Türkiye’yi Islamofobi ile mücadelede merkeze oturtan diger bir etken de Islam düsmanliginin çogu zaman “Türkofobi” seklinde tezahür etmesidir. Bunda elbette tarihi nedenlerin yani sira Avrupa’da yasayan Müslümanlarin büyük çogunlugunun asimilasyona dirençli Türk varligindan olusmasi etkili Islamofobi sinirli radikal gruplarin marjinal söylemleri veya terör eylemlerinden ibaret olmayip, Avrupa meclislerine tasinmaya baslanmis durumda. Pek çok Avrupa ülkesinde Müslümanlari ötekilestiren ve yasam pratiklerini sinirlayan yasalar çikarilmaya baslandi Islamofobi ile mücadelede ilk adim neyle karsi karsiya oldugumuzun iyi anlasilmasi olmali. Islam düsmanliginin Müslümanlarin dini inançlarindan çok, onlar hakkinda olusturulan Müslümanlik imajlariyla ilgisi var
Öte yandan, Islamofobi kavramindan baslayarak Müslümanligin hedef alindigi saldiri ve düsmanligin hem akademik çevreler hem de medya tarafindan tartisilmaya baslanmasi sevindirici bir gelisme. Zira bu mesele Bati’da uzun süredir arastirmalara konu olmasina ragmen Türkiye’de bu hususta akademik düsünce ve söylem üretiminin henüz çok yeni oldugu gözlemleniyor.
Nasil ki Islam düsmanligi Avrupa’da giderek kurumsallasiyorsa Islamofobi ile mücadelenin de kurumsallasmasi gerekiyor. Alman polis teskilati ve ordusu içerisindeki Islam ve Türk düsmani aglar, Avusturya hükümeti tarafindan Müslümanlarin kuruluslarini ve Müslüman akademisyenleri hedef alan bir Islam dokümantasyon merkezinin kurulmasi, yine benzer sekilde Avrupa’daki köklü Islami kuruluslarin yerlerine ikame edilmek üzere Avrupa’nin Protestan ve reformcu Islam tasavvuruna uygun merkezlerin kurulmaya baslanmasi bunlara örnek gösterilebilir.
Diger yandan siyasi ve medyatik Islamofobik söylemlerin de ötesinde Fransa ve Almanya’da ögrenci ve memurlara yönelik getirilen dini sembol (basörtüsü) yasaklari da Islam düsmanliginin yasa düzeyinde kurumsallastigini gösteriyor. Tüm bu gelismeler düsünüldügünde rahatlikla Islam düsmanliginin söylem, kurum ve yasa düzeyinde kurumsallasarak "mesru" bir zemin kazandigini ve hatta yasalastigini söylemek mümkün.
- Islam düsmanligiyla mücadele kurumsallasiyor
Küresel düzeyde Islam düsmanligiyla mücadelenin ilk adimlari Türkiye öncülügünde atilmaya baslandi. Kurumsal ve küresel düzeyde Islam düsmanligiyla mücadelenin Türkiye’nin liderliginde yürütülmesi tesadüf degil. Zira Türkiye pek çok nedenle Islam düsmanligiyla mücadelede kilit bir role sahip.
Türkiye’de geçmistekilerin aksine kendi degerleri ve kimligiyle kavga etmeyen bir siyasi iradenin iktidarda olmasi Islamofobiyle mücadelede Türkiye’nin elini güçlendiren bir faktör. Nitekim Malezya-Pakistan-Türkiye arasinda Islamofobiyle mücadelede isbirligi anlasmasi imzalandi. Bu anlasma Islamofobiyle mücadelenin Türkiye öncülügünde ve uluslararasi düzeyde kurumsallasmaya basladiginin ilk göstergesi olmasi bakimindan önemli. Bu kurumsal mücadele çerçevesinde Cumhurbaskani Erdogan’in Birlesmis Milletler (BM) Genel Kurulu’nda Islam düsmanligina vurgu yaparak 15 Mart'in BM tarafindan “Islam Düsmanligina Karsi Uluslararasi Dayanisma Günü” olarak ilan edilmesi çagrisinda bulunmasi da meselenin lider seviyesinde sahiplenildigini gösteriyor.
Yine bu konuda Cumhurbaskanligi Iletisim Baskani Fahrettin Altun da bu ülkelerle koordinasyon içinde, merkezinin Istanbul oldugu bir televizyon kanali projesi planlandigini ve teknik düzeyde çalisma toplantilarinin halihazirda yürütüldügünü açikladi. Son olaraksa Anadolu Ajansi bir “Islamofobi Izleme Birimi” kuracagini açiklayarak bu mücadelenin Türkiye’deki medya ayagina sahip çikacaginin isaretini verdi.
Türkiye’yi Islamofobi ile mücadelede merkeze oturtan diger bir etken de Islam düsmanliginin çogu zaman “Türkofobi” seklinde tezahür etmesidir. Bunda elbette tarihi nedenlerin yani sira Avrupa’da yasayan Müslümanlarin büyük çogunlugunun asimilasyona dirençli Türk varligindan olusmasi etkili. Bu baglamda bütüncül bir bakis açisiyla Türk kimligine, diline ve kurumlarina yönelik ayrimcilik ve asimile etme çabalarinin da Islamofobik oldugu ifade edilebilir. Zira pek çok Islamofobi arastirmacisinin belirttigi gibi Islamofobi bir irkçilik türüdür. Burada bir din (Islam) veya bir kültür Müslümanlik/Türklük/Araplik çesitli yaftalarla damgalanmakta ve kültürel irkçiligin araçlari kullanilarak hedefe oturtulmaktadir.
Diger yandan Islamofobiye sadece Bati’da veya Çin’de degil, nüfusunun büyük kismi Müslüman olan Türkiye, Cezayir, Misir ve Tunus gibi ülkelerde de rastlanmakta. Daha geçtigimiz haftalarda sadece basörtüsü taktigi için bir kisi tarafindan darp edilen Nese Nur Akkaya vakasi bunun son örnegi oldu. Bu nedenle Türkiye’nin çift yönlü, bir yüzü içerideki diger yüzüyse küresel düzeydeki Islam düsmanligina bakan bir strateji olusturmasi gerekiyor.
Türkiye’de ve Avrupa’da gözlemlenen Islam düsmanliginin birbirine benzeyen ve birbirinden ayrilan yönleri, araçlari ve hedefleri iyice incelenerek ikisi için mücadelede kapsamli ancak bu farkliliklari da gözeten bir yol izlenmeli.
- Mücadelenin yöntemleri
Avrupa siyasetinin tipki eskiden bir “Yahudi Sorunu” icat ettigi gibi günümüzde de bir “Müslüman Sorunu” icat ettigi görülüyor. Islam düsmanligi Avrupa’nin siyasi, ideolojik ve ekonomik krizinin basat göstergelerinden biri haline gelmis durumda. Islam düsmani söylemlerle Avrupa’nin Müslüman dünyaya müdahalelerini mesrulastiran bir dis politika araci olarak disarida bir dis düsman ve iç siyasetteki basarisizliklarin üstünü örtmek için Müslümanlar hedef gösterilerek içeride de bir iç düsman yaratilmak isteniyor.
Avrupa’da son dönemde merkez siyaset ve ekonomik sisteme yönelen öfke, günah keçisi olarak seçilen Müslümanlara kanalize edilmeye çalisiliyor. Fakat Avrupa’nin sömürge dönemi ve sonrasinda antisemitizmle devam eden irkçi uygulamalari incelendiginde, bunun sadece basit bir siyasi araçsallastirma olmadigi ve meselenin çarpik bir “paradigmaya” isaret ettigini görmek mümkün. Bu yönüyle kendinden olmayani seytanlastiran kibirli bir bakis bu paradigmada mündemiçtir.
Geçmiste Antik Yunan’da insan yerine konulmayan kadinlarin, sömürgeci dönemde zencilerin ve yakin tarihte Yahudilerin basina ne gelmisse Müslümanlarin basina da bugün o gelmekte. Bu nedenle “Bati paradigmasinin” bu kodlari iyi okunmali, özellikle yakin tarihte sahit olunan Yahudi tecrübesinden dersler çikarilmalidir. Bunun yani sira Islam düsmanliginin küresel boyutu da dikkate alinmali. Zira dünyanin farkli cografyalarindaki Islam düsmanliginin tezahürleri, araçlari ve söylemlerinin birbirine çok benzedigi görülüyor.
Islamofobi sinirli radikal gruplarin marjinal söylemleri veya terör eylemlerinden ibaret olmayip, Avrupa meclislerine tasinmaya baslanmis durumda. Pek çok Avrupa ülkesinde Müslümanlari ötekilestiren ve yasam pratiklerini sinirlayan yasalar çikarilmaya baslandi.
Bu yönüyle “Islam’in uluslastirilmasi” siyaseti “Avrupa Islami”, “Alman Islami”, “Fransiz Islami” gibi projeler üzerinden yürütülüyor. Islam düsmanliginin araçlarindan biri de bu siyasi ve toplumsal mühendislik denemeleridir. Müslümanlarin kamusal görüntülerini hedef alan bu “deneyler” belli bir toplumsal grubu; özgür ve bir özne olarak bizzat Müslümanlarin varliklarini hedef aliyor.
Burada Müslümanlar üzerinden devlet-sivil iliskileri, uluslasma ve bu dönüsüm süreçlerine kimlerin dahil edilecegi veya edilmeyecegi yeniden tanimlanmakta. Islamofobi teorisyenlerinden Salman Seyyid’in de dikkat çektigi gibi Islam düsmani siyasi söylem ve kisitlamalar sadece Müslümanlari ilgilendirmiyor, devlet-vatandas iliskisinde devlet lehine yeni bir “format” da getiriyor.
Anayasal haklarin Müslümanlar özelinde yönetmelikler eliyle daraltilmasi sadece Müslümanlarin degil, tüm vatandaslarin ve sivil unsurlarin aleyhine isleyen bir süreç olarak okunmali.
- Ne yapmali?
Islamofobi ile mücadelede ilk adim neyle karsi karsiya oldugumuzun iyi anlasilmasi olmali. Islam düsmanliginin Müslümanlarin dini inançlarindan çok, onlar hakkinda olusturulan Müslümanlik imajlariyla ilgisi var. Nitekim Müslümanlari hedef alan Islamofobik terör saldirilari bu algi ve imajlarla hareket etmekte; gerçekte dini olarak Müslümanlarin neye inandiklariyla ilgilenmemektedir. Burada mesele esasen Islam’in veya Müslümanlarin ne oldugundan çok, nasil algilandiklari ve yansitildiklariyla ilgili. Tam da bu nedenle Müslümanlarin kendilerini suçlayarak kendilerini açiklama ve savunma çabalari veya Islam’i anlatma gayretlerinin bu baglamda bir karsiligi bulunmuyor. Müslümanlar, sürekli tepkiye zorlanan bir nesneden kendi hikâyelerini kendi kavram ve araçlariyla hikâye eden bir özneye dönüsmeliler.
Ortada algi düzeyinde üretilen bir “Müslüman sorunu” olduguna göre, bununla mücadelenin de yine algi düzeyinde yönetilmesi gerekiyor. Bunun için kavram ve söylem üretme, karsi hikâye ve algi olusturma ve bunlari özellikle Bati baglaminda insan haklari veya devlet-sivil iliskisi ile çerçevelemek gerekiyor. Avrupa medya-siyaset ve entelektüel elitlerinin Müslümanlara dair her meseleyi Islam’a fatura etme gayretlerinin aksine mesele teolojik zeminden sosyolojik, ekonomik ve politik zemine çekilerek bu türden analizlerle çerçevelenmeli.
Bu noktada Islamofobi ile mücadele, bilhassa Avrupa’da irkçilik karsiti cepheyi de içine alacak sekilde yürütülmeli. Islam düsmani eylem ve söylemelere girisenlerin Avrupa’da herkesin kaçindigi “marka bir suç” olan irkçilik suçlamasiyla karsilasacaklari bir atmosfer olusturulmali. Islamofobi’nin Avrupa baglaminda “kültürel irkçilik” veya “Müslüman karsiti irkçilik” olarak çerçevelenmesi dogru bir stratejidir. Nitekim Avrupa Irkçilik ve Yabanci Düsmanligi Izleme Merkezi (EUMC) tarafindan 2015’te yayimlanan Islamofobi Raporu’nda ise Islamofobi “Müslüman karsiti irkçilik” olarak tanimlanmistir.
Bu Islam düsmani terör saldirilarini ve siyasi-medyatik söylemleri kayda geçirme, ifsa, hesap sorma ve karsi hikâye (narrative)/ söylem olusturma seklinde tedrici olarak yürütülebilir. Islam düsmani algiyi bosa çikaracak karsi hikâyeler hem toplum vicdanina hitap etmeli hem de kendi kavramlarimizla hikâye edilmeli. Bu “karsi hikâyenin” bir tepki-reaksiyon olmamasi ve “tanimlama üstünlügünün” ele alinarak kendine güvenli bir biçimde üretilmesi önemli.
“Adalet” kavrami Islam düsmanligiyla mücadelede saglam ve ortak bir zemin sunacaktir. Müslümanlarin yasadiklarini anlatmaya baslamalari ama bunu hak dilenen bir magdur gibi degil, hiçbir vicdanin yadsimayacagi bir biçimde hakli ve asil bir çigliga dönüstürmeleri gerekiyor.
[Sarkiyatçilik, Avrupa ve Müslüman toplumlarda azinliklar, Islamofobi ve Almanya’nin dis siyaseti konularinda çalisan Zeliha Eliaçik SETA Brüksel Ofisi’nde arastirmaci olarak görev yapmaktadir]