'Gençlik, Türk Musikisi'nden Mahrum Edildi'
Üsküdar Musiki Cemiyeti Başkanı, bestekar Amir Ateş, gençliğin Türk Musikisi'nden mahrum edildiğini belirterek, "Biz gençlere ne verdik ki ne bekliyoruz. Bütün çevrilen filmler, şu anda televizyonlarda gösterilen skeçler, oyunlar bed seslerle güya hafif müzik adı altında, pop müzik adı altında, biz bile dinleye dinleye ara sıra onları terennüm eder hale geldik. İşte gençlerimize bunlar aşılanıyor" dedi.
AA muhabirine açıklamada bulunan Ateş, 1959'da Üsküdar Musiki Cemiyeti'nde eğitim almaya başladığını kaydederek, merhum Emin Ongan'ın öğrencisi olduğunu, bir ekol haline gelen Üsküdar Musiki Cemiyeti'nin, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Türk Musikisi Konservatuvarı'nın kuruluşunda örnek teşkil ettiğini anlattı.
- "Üsküdar Musiki Cemiyeti'nden birçok ünlü isim geçti"
Ateş, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde, her sınıftan insanın musiki eğitimine katıldığını, çok farklı mesleklerde şöhret bulmuş kişilerin de buradan yetiştiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Benim çocukluğumda İzmit Kandıra'dan geldiğim yıllarda İstanbul'un nüfusu yedi-sekiz yüz bin civarındaydı. Üsküdar bilindiği üzere sanatın, sanatçının, manevi dergahların, sadece İstanbul'a ve ülkemize değil, dünyaya nam salmış büyüklerin mekanı olarak vasıflandırmamız gereken bir mekandı. İşte böyle bir atmosferde biz de musikimizin nadide eserlerinden meşk yoluyla yudumlamaya, tat almaya başlamış ve zaman zaman, 'acaba bu güzelliklerden bazı özelliklere biz de imza atabilir miyiz' duygu ve düşüncesiyle ta o yıllardan daha yeni yeni makamın ne demek olduğunu, usulün ne demek olduğunu, şiirin, güftenin ne demek olduğunu öğrenmeye başladığımız yıllardı. Üsküdar Musiki Cemiyeti'nden Zeki Arif Ataergin, Burhan Felek, Selahaddin Pınar, Müzeyyen Senar, Avni Anıl, Arif Sami Toker, Şekip Ayhan Özışık gibi birçok ünlü isim geçti."
Yetişen gençliğin Türk Müziği'ne olan ilgisizliğinde gençlerin bir suçu olmadığını ifade eden Ateş, "Gençlik, Türk Musikisi'nden mahrum edildi. Biz gençlere ne verdik ki ne bekliyoruz. Bütün çevrilen filmler, şu anda televizyonlarda gösterilen skeçler, oyunlar bed seslerle güya hafif müzik adı altında, pop müzik adı altında, biz bile dinleye dinleye ara sıra onları terennüm eder hale geldik. İşte gençlerimize bunlar aşılanıyor” diye konuştu.
Osmanlı döneminde edebiyat ve sanat alanındaki başarının cumhuriyetten sonra kaybolduğunu savunan Ateş, sözlerine şöyle devam etti:
"Şükürler olsun, Türkiye'de Allah demenin bile yasak olduğu günlerde biz kellemizi koltuğumuza aldık 'ya Allah ya bismillah' diyerek Amir Ateş korosuyla radyolarda bu programları yapmaya başladık. Ben ne tenkitler aldım, ne tehditler de aldım hatta. 'Siz tekrar irticayı hortlatmak mı istiyorsunuz' falan gibi pek çok şeylere muhatap oldum. Sonra yıllarca devam etti bu, o zamanlar tek kanal vardı, TRT vardı sadece. Daha sonraları yavaş yavaş tek tük ilahi çalışmaları başladı. Bizim talebelerimizdi ilk başlayanlar. Sonraları çoğalmaya başladı fakat öyle şeyler okumaya başladılar ki ne ilahi ile ne sanat ile uzak yakın alakası olmayan şeyler ile milleti 'aa ne kadar da güzel' dedirtecek hale geldiler. Hasılı aynen sanat müziğinde olduğu gibi dini müziğimizde de hemen dejenerasyon başlamış oldu. Biz bunlara başta Üsküdar Musiki Cemiyeti olmak üzere yavaş yavaş bir kural getirmeye çalıştık ama kafi değiliz -bir avuç ve de kendi içimizde- ne kadar yararlı olabiliriz? Ama bu abuk sabuk şeylere 'dur' diyecek bir zaman mutlak surette gelecektir.”
Amir Ateş, günümüzde kaliteli besteler ve eserlerin ortaya çıkamadığını vurgulayarak, bunun nedenini şöyle anlattı:
"Biz hala birbirimizle barışık değiliz. Sanatçılar olarak, sanatçıların başındaki idareciler olarak bir yerde fevkalade sanat içeren, sanat ihtiva eden şey icra olunurken arkadan pat diye abuk subuk bir şeyi ortaya koyuveriyorlar. Hiç düşünülmüyor. Düşünmüyorlar ki aynen şunu da şu şekilde ifade edeyim; misal vermek için; bir yerde bir film gösteriliyor, oynatılıyor. Efendim orada bir dini şey gerekiyor öyle çirkin suratlı, öyle sarık da değil de dolak şeklinde milleti çileden çıkarıcı şeyleri ortaya koyuyorlar ki. Oysa oraya öyle bir sarık, öyle bir cübbe, öyle bir surat ortaya konulabilir ki herkes benimsesin, sevsin, hayran olsun."
- "Çekirdekten yetişme"
Amir Ateş, musikide eğitimin meşk usulü olmasının önemine işaret ederek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Evet, ona bir manada da çekirdekten yetişme denilir ki o işin künhüne vakıf olmak demektir. Yoksa hiç onlara değinmeden alaylılıktan çok öte 3 tane 5 tane üniversite bitirse bile, bir sanatçı alaylı olarak yetişen kadar verimli ve duygulu olmaz. Olamaz yani olmaz değil, olamaz. O ta yukarılarda, alaylılık ise tabandadır. Yani üniversite mezunu olmak tavanda, alaylılık tabanda. Taban sağlam olmazsa, zemin müsait olmazsa, tavanda nasıl duracaksın? Tavanda durabilmen için tabanın sağlam olması lazım. Alaylılık önem arz ediyor. 'Fem-i muhsin' diyoruz ona malum. Fem-i muhsin yani ağızdan öğrenmek. Güzel ağızdan öğrenmek. Yoksa televizyonun karşısına geçip, teybi açıp, teknolojinin getirdiği şeylerden yararlanıp eserleri böyle dinleye dinleye öğrenmek başka, bir üstadın önünde diz çöküp, düm tek şeklinde o eseri meşk etmenin önemi daha başka tabii. O nedenle gençliğimizden biz ümitliyiz. Mutlak surette işin gerçeğini en kısa zamanda kavrayacak, önemini müdrik olacaklardır. Ve bu cehaletten, bu çıkmazlardan sanatımızı da sanatçımızı da kurtaracaklardır ümidindeyim."
Kaynak: AA
- "Üsküdar Musiki Cemiyeti'nden birçok ünlü isim geçti"
Ateş, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde, her sınıftan insanın musiki eğitimine katıldığını, çok farklı mesleklerde şöhret bulmuş kişilerin de buradan yetiştiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Benim çocukluğumda İzmit Kandıra'dan geldiğim yıllarda İstanbul'un nüfusu yedi-sekiz yüz bin civarındaydı. Üsküdar bilindiği üzere sanatın, sanatçının, manevi dergahların, sadece İstanbul'a ve ülkemize değil, dünyaya nam salmış büyüklerin mekanı olarak vasıflandırmamız gereken bir mekandı. İşte böyle bir atmosferde biz de musikimizin nadide eserlerinden meşk yoluyla yudumlamaya, tat almaya başlamış ve zaman zaman, 'acaba bu güzelliklerden bazı özelliklere biz de imza atabilir miyiz' duygu ve düşüncesiyle ta o yıllardan daha yeni yeni makamın ne demek olduğunu, usulün ne demek olduğunu, şiirin, güftenin ne demek olduğunu öğrenmeye başladığımız yıllardı. Üsküdar Musiki Cemiyeti'nden Zeki Arif Ataergin, Burhan Felek, Selahaddin Pınar, Müzeyyen Senar, Avni Anıl, Arif Sami Toker, Şekip Ayhan Özışık gibi birçok ünlü isim geçti."
Yetişen gençliğin Türk Müziği'ne olan ilgisizliğinde gençlerin bir suçu olmadığını ifade eden Ateş, "Gençlik, Türk Musikisi'nden mahrum edildi. Biz gençlere ne verdik ki ne bekliyoruz. Bütün çevrilen filmler, şu anda televizyonlarda gösterilen skeçler, oyunlar bed seslerle güya hafif müzik adı altında, pop müzik adı altında, biz bile dinleye dinleye ara sıra onları terennüm eder hale geldik. İşte gençlerimize bunlar aşılanıyor” diye konuştu.
Osmanlı döneminde edebiyat ve sanat alanındaki başarının cumhuriyetten sonra kaybolduğunu savunan Ateş, sözlerine şöyle devam etti:
"Şükürler olsun, Türkiye'de Allah demenin bile yasak olduğu günlerde biz kellemizi koltuğumuza aldık 'ya Allah ya bismillah' diyerek Amir Ateş korosuyla radyolarda bu programları yapmaya başladık. Ben ne tenkitler aldım, ne tehditler de aldım hatta. 'Siz tekrar irticayı hortlatmak mı istiyorsunuz' falan gibi pek çok şeylere muhatap oldum. Sonra yıllarca devam etti bu, o zamanlar tek kanal vardı, TRT vardı sadece. Daha sonraları yavaş yavaş tek tük ilahi çalışmaları başladı. Bizim talebelerimizdi ilk başlayanlar. Sonraları çoğalmaya başladı fakat öyle şeyler okumaya başladılar ki ne ilahi ile ne sanat ile uzak yakın alakası olmayan şeyler ile milleti 'aa ne kadar da güzel' dedirtecek hale geldiler. Hasılı aynen sanat müziğinde olduğu gibi dini müziğimizde de hemen dejenerasyon başlamış oldu. Biz bunlara başta Üsküdar Musiki Cemiyeti olmak üzere yavaş yavaş bir kural getirmeye çalıştık ama kafi değiliz -bir avuç ve de kendi içimizde- ne kadar yararlı olabiliriz? Ama bu abuk sabuk şeylere 'dur' diyecek bir zaman mutlak surette gelecektir.”
Amir Ateş, günümüzde kaliteli besteler ve eserlerin ortaya çıkamadığını vurgulayarak, bunun nedenini şöyle anlattı:
"Biz hala birbirimizle barışık değiliz. Sanatçılar olarak, sanatçıların başındaki idareciler olarak bir yerde fevkalade sanat içeren, sanat ihtiva eden şey icra olunurken arkadan pat diye abuk subuk bir şeyi ortaya koyuveriyorlar. Hiç düşünülmüyor. Düşünmüyorlar ki aynen şunu da şu şekilde ifade edeyim; misal vermek için; bir yerde bir film gösteriliyor, oynatılıyor. Efendim orada bir dini şey gerekiyor öyle çirkin suratlı, öyle sarık da değil de dolak şeklinde milleti çileden çıkarıcı şeyleri ortaya koyuyorlar ki. Oysa oraya öyle bir sarık, öyle bir cübbe, öyle bir surat ortaya konulabilir ki herkes benimsesin, sevsin, hayran olsun."
- "Çekirdekten yetişme"
Amir Ateş, musikide eğitimin meşk usulü olmasının önemine işaret ederek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Evet, ona bir manada da çekirdekten yetişme denilir ki o işin künhüne vakıf olmak demektir. Yoksa hiç onlara değinmeden alaylılıktan çok öte 3 tane 5 tane üniversite bitirse bile, bir sanatçı alaylı olarak yetişen kadar verimli ve duygulu olmaz. Olamaz yani olmaz değil, olamaz. O ta yukarılarda, alaylılık ise tabandadır. Yani üniversite mezunu olmak tavanda, alaylılık tabanda. Taban sağlam olmazsa, zemin müsait olmazsa, tavanda nasıl duracaksın? Tavanda durabilmen için tabanın sağlam olması lazım. Alaylılık önem arz ediyor. 'Fem-i muhsin' diyoruz ona malum. Fem-i muhsin yani ağızdan öğrenmek. Güzel ağızdan öğrenmek. Yoksa televizyonun karşısına geçip, teybi açıp, teknolojinin getirdiği şeylerden yararlanıp eserleri böyle dinleye dinleye öğrenmek başka, bir üstadın önünde diz çöküp, düm tek şeklinde o eseri meşk etmenin önemi daha başka tabii. O nedenle gençliğimizden biz ümitliyiz. Mutlak surette işin gerçeğini en kısa zamanda kavrayacak, önemini müdrik olacaklardır. Ve bu cehaletten, bu çıkmazlardan sanatımızı da sanatçımızı da kurtaracaklardır ümidindeyim."