Anayasa Mahkemesi'nden İhlal Kararı
Yüksek Mahkeme, tıbbi teşhis ve tedavide gecikme sonucu çocuklarının görme özürlü olmasına yol açıldığı iddiasıyla bireysel başvuruda bulunan çiftin, maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
Anayasa Mahkemesi, tıbbi teşhis ve tedavide gecikme sonucu çocuklarının görme özürlü olmasına yol açıldığı iddiasıyla bireysel başvuruda bulunan çiftin, maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, Menekşe ve Mehmet Alkan'ın, 2004'te Antalya'da bir kız çocukları oldu. "İleri derece prematüre" doğan bebek devlet hastanesine sevk edildi.
Hastaneden 4 haftalık olduktan sonra taburcu edilen bebeğe 5 aylık olduğunda prematüre bebeklerde görülen, körlükle sonuçlanabilen bir göz hastalığı teşhisi kondu ve erken doğuma bağlı olarak her iki gözünde görme yetisinin olmadığı tespit edildi.
Bebeğin anne ve babası, Sağlık Bakanlığına başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulundu.
Başvurucular, Bakanlıktan cevap verilmemesi üzerine, kendi adlarına asaleten, bebek adına velayeten Antalya 1. İdare Mahkemesi'nde Bakanlık aleyhine tam yargı davası açtı.
Bebeğin devlet hastanesindeki tedavisini yürüten doktor, davaya katılma talebinde bulundu ve taburcu işlemleri sırasında aileye bebeğin ilgili bölümlerde kontrole getirilmesi konusunda bilgi verildiğini söyledi.
Doktorun katılma talebini kabul eden mahkeme, Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu istedi.
Adli Tıp Kurumunca hazırlanan bilirkişi raporunda, prematüre bebekte doğumdan sonraki dört ile altıncı haftalar arasında ilk göz muayenesinin yapılması gerektiği, bebek dört haftalıkken taburcu edilmesinden sonraki ilk iki hafta içinde göz muayenesinin yapılmasının uygun olduğu, bunun aileye bildirilmiş olması gerektiği belirtildi.
Raporda ayrıca taburcu belgesinde bebeğin genel kontrole çağrıldığının kayıtlı olduğu, ancak kontrole geldiğine dair bir tıbbi kaydın bulunmadığı bildirildi.
Mahkeme, bebeğin hastalığının teşhis ve tedavisinde idarenin ağır hizmet kusurunu gerekli kılacak koşulların bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetti.
Kararı temyiz eden başvurucular, bebeğin doğum ve tedavi hizmetlerindeki eksiklik nedeniyle kör olduğunu iddia etmediklerini, davanın, hekimin göz muayenesi konusunda bilgilendirme görevini yerine getirmemesine ilişkin olduğunu belirtti.
Danıştay 10. Dairesi yerel mahkemenin kararını kısmen bozdu. Bozma kararının gerekçesinde göz muayenesine ilişkin durumun davacılara bildirildiğine yönelik herhangi bir kayıt bulunmadığı, dolayısıyla hatırlatma görevinin yerine getirilmediği ve ilk muayenede geç kalınması nedeniyle olayda bir hizmet kusurunun bulunduğu ifade edildi.
Gerekçede, idarenin uyarı görevini gereğince yerine getirmemesinden kaynaklanan hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen manevi zararın tazmin edilmesi gerektiği ancak bebeğin taburcu edildiği tarihte dört haftalık olması nedeniyle göz muayenesi yapılması şeklinde tıbbi bir gereklilik bulunmadığından maddi tazminat koşullarının oluşmadığı kaydedildi.
Mahkeme bozma kararına uyarak başvuruculara müştereken 30 bin lira manevi tazminat ödenmesine, maddi tazminat talebinin ise reddine hükmetti.
Alkan çifti, kararın kesinleşmesinin ardından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Başvuru dilekçesinde, Danıştay kararında idarenin gereği gibi bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediğinin açık şekilde belirtilmesine karşın maddi tazminat talebinin reddedilmesinin çelişkili olduğu savunuldu.
Dilekçede, idarenin bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle çocuğun ömür boyu bakıma muhtaç hale geldiği, bu haliyle yüzde 100 iş gücü kaybına uğradığı belirtilerek, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği öne sürüldü.
Yüksek Mahkeme, başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvenceye alınan maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi.
Kararda, devletin bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorunda olduğu kaydedildi.
Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek, rızasının alınmamasının, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline neden olabileceği belirtilen kararda, Danıştayın hekimin bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediği yönündeki tespitine vurgu yapıldı.
Görme yetisini tamamen kaybetmenin kişide iş gücü kaybı, yaşam boyu bakım giderleri gibi maddi zararlara sebep olacağında kuşku bulunmadığı aktarılan kararda, şu tespitlere yer verildi:
"Çocuğun görme yetisini tamamen kaybetmiş olduğu dikkate alındığında yalnızca manevi zararın değil maddi zararın da meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu zararın idarenin hizmet kusuru sonucu ortaya çıktığı konusundaki derece mahkemelerinin kabul ve tespitleri dikkate alındığında sadece manevi tazminat verilmesinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi bakımından yeterli olmadığı, maddi tazminat da verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Olayda idarenin hizmet kusuru, hekimin bilgilendirme ödevini yerine getirmemiş olması nedeniyle başvurucuların bebeğinin rahatsızlığının zamanında tespit ve tedavi edilememesinden kaynaklanmıştır. Bu yüzden talep sonucunu etkileyen temel iddiaların gerekçede karşılanmaması nedeniyle derece mahkemesi kararlarının konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir."
Kaynak: AA
Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, Menekşe ve Mehmet Alkan'ın, 2004'te Antalya'da bir kız çocukları oldu. "İleri derece prematüre" doğan bebek devlet hastanesine sevk edildi.
Hastaneden 4 haftalık olduktan sonra taburcu edilen bebeğe 5 aylık olduğunda prematüre bebeklerde görülen, körlükle sonuçlanabilen bir göz hastalığı teşhisi kondu ve erken doğuma bağlı olarak her iki gözünde görme yetisinin olmadığı tespit edildi.
Bebeğin anne ve babası, Sağlık Bakanlığına başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulundu.
Başvurucular, Bakanlıktan cevap verilmemesi üzerine, kendi adlarına asaleten, bebek adına velayeten Antalya 1. İdare Mahkemesi'nde Bakanlık aleyhine tam yargı davası açtı.
Bebeğin devlet hastanesindeki tedavisini yürüten doktor, davaya katılma talebinde bulundu ve taburcu işlemleri sırasında aileye bebeğin ilgili bölümlerde kontrole getirilmesi konusunda bilgi verildiğini söyledi.
Doktorun katılma talebini kabul eden mahkeme, Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu istedi.
Adli Tıp Kurumunca hazırlanan bilirkişi raporunda, prematüre bebekte doğumdan sonraki dört ile altıncı haftalar arasında ilk göz muayenesinin yapılması gerektiği, bebek dört haftalıkken taburcu edilmesinden sonraki ilk iki hafta içinde göz muayenesinin yapılmasının uygun olduğu, bunun aileye bildirilmiş olması gerektiği belirtildi.
Raporda ayrıca taburcu belgesinde bebeğin genel kontrole çağrıldığının kayıtlı olduğu, ancak kontrole geldiğine dair bir tıbbi kaydın bulunmadığı bildirildi.
Mahkeme, bebeğin hastalığının teşhis ve tedavisinde idarenin ağır hizmet kusurunu gerekli kılacak koşulların bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetti.
Kararı temyiz eden başvurucular, bebeğin doğum ve tedavi hizmetlerindeki eksiklik nedeniyle kör olduğunu iddia etmediklerini, davanın, hekimin göz muayenesi konusunda bilgilendirme görevini yerine getirmemesine ilişkin olduğunu belirtti.
Danıştay 10. Dairesi yerel mahkemenin kararını kısmen bozdu. Bozma kararının gerekçesinde göz muayenesine ilişkin durumun davacılara bildirildiğine yönelik herhangi bir kayıt bulunmadığı, dolayısıyla hatırlatma görevinin yerine getirilmediği ve ilk muayenede geç kalınması nedeniyle olayda bir hizmet kusurunun bulunduğu ifade edildi.
Gerekçede, idarenin uyarı görevini gereğince yerine getirmemesinden kaynaklanan hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen manevi zararın tazmin edilmesi gerektiği ancak bebeğin taburcu edildiği tarihte dört haftalık olması nedeniyle göz muayenesi yapılması şeklinde tıbbi bir gereklilik bulunmadığından maddi tazminat koşullarının oluşmadığı kaydedildi.
Mahkeme bozma kararına uyarak başvuruculara müştereken 30 bin lira manevi tazminat ödenmesine, maddi tazminat talebinin ise reddine hükmetti.
Alkan çifti, kararın kesinleşmesinin ardından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Başvuru dilekçesinde, Danıştay kararında idarenin gereği gibi bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediğinin açık şekilde belirtilmesine karşın maddi tazminat talebinin reddedilmesinin çelişkili olduğu savunuldu.
Dilekçede, idarenin bilgi verme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle çocuğun ömür boyu bakıma muhtaç hale geldiği, bu haliyle yüzde 100 iş gücü kaybına uğradığı belirtilerek, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği öne sürüldü.
Yüksek Mahkeme, başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvenceye alınan maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi.
Kararda, devletin bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorunda olduğu kaydedildi.
Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek, rızasının alınmamasının, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline neden olabileceği belirtilen kararda, Danıştayın hekimin bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediği yönündeki tespitine vurgu yapıldı.
Görme yetisini tamamen kaybetmenin kişide iş gücü kaybı, yaşam boyu bakım giderleri gibi maddi zararlara sebep olacağında kuşku bulunmadığı aktarılan kararda, şu tespitlere yer verildi:
"Çocuğun görme yetisini tamamen kaybetmiş olduğu dikkate alındığında yalnızca manevi zararın değil maddi zararın da meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu zararın idarenin hizmet kusuru sonucu ortaya çıktığı konusundaki derece mahkemelerinin kabul ve tespitleri dikkate alındığında sadece manevi tazminat verilmesinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi bakımından yeterli olmadığı, maddi tazminat da verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Olayda idarenin hizmet kusuru, hekimin bilgilendirme ödevini yerine getirmemiş olması nedeniyle başvurucuların bebeğinin rahatsızlığının zamanında tespit ve tedavi edilememesinden kaynaklanmıştır. Bu yüzden talep sonucunu etkileyen temel iddiaların gerekçede karşılanmaması nedeniyle derece mahkemesi kararlarının konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği kabul edilmelidir.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir."