Cami Planlama Ve Tasarımı Projesi 1. Çalıştayı
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, “Şehirler ihya edilirken cami mantığı, külliye mantığı, cami merkezleri gibi mantık hiç düşünülmediği için birçok hastalık da yanında geliyor. Sonra ‘camiyi unutmuşuz’ diyorlar” dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ortaklaşa yürüttüğü ‘Cami Planlama ve Tasarımı Projesi 1. Çalıştayı’nın açılışı, Ahmet Hamdi Akseki Camii sergi salonunda gerçekleştirildi.
Programın açılış konuşmasını yapan Bakan Özhaseki, “Camiler daima medeniyetimizin gerek mimari açıdan, gerek toplumsal açıdan merkezi durumunda olmuşlar. Kadim şehirlerimize baktığımız zaman bunu çok rahat hissederiz. Anadolu’daki bizim yine en köklü medeniyetimizin işaretlerini bugün bile taşıdığı tarihi eserlerle bünyesinde barındıran şehirlere baktığımız zamanda bu duyguyu hissederiz. İstanbul bunun bir örneğidir, Konya, Kayseri bunun bir örneğidir. Erzurum’a baktığımız zaman bunu hissederiz zaten” diye konuştu.
Medeniyetin güçlü olduğu, onunla iftihar edildiği dönemlerde de Selatin camilerinin ortaya çıktığını kaydeden Özhaseki, “Ama bir mantık vardı. Bu mantık hiç değişmez. Orada külliye mantığı vardır. Camiyi merkeze koyarlar. Etrafına da onun gerekli olan biraz daha ona yardımcı olabilecek unsurlarıyla donatırlar. Medreseyi mutlaka ecdat koymuş caminin yanına. Onun yanı sıra orada hamamı koymuş günün ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için. Mutlaka fakir fukaranın gelip orada karnını doyurabileceği bir mekan oluşturmaya çalışmışlar. Bazen de hastaneler konulmuş. Bu külliye mantığı hakim olduktan sonra da çarşısını, pazarını ve insanların alışverişlerini de koymuşlar. Hayatın merkezi orası ama 5 vakit ezan okunduğunda koş camiye gel. Alışveriş eden adamı, iş yapan adamı, sağdaki soldaki eğitim yapan insanı ezan okunuyor bir camiye gel. 5 vakit de olsa hatırla. Çünkü insanoğlu çok unutkan ve biraz da Kur’an’daki sıfatlarla belki de ayıplanacak bazı vasıfları üstünde taşıyor. İkide bir gitmenin Allah’ın huzurunda durmanın, ona söz vermenin hazzını, kendi içerisindeki idrakını yaşasın istemişler. Bu mantık kaybolduktan sonra zaten şehirler ihya edilirken cami mantığı, külliye mantığı, cami merkezleri gibi mantık hiç düşünülmediği için birçok hastalık da yanında geliyor. Sonra ‘camiyi unutmuşuz’ diyorlar. Nereye camiyi yaparız, boş yerlere. Boş yerler neresi, parklar. Şimdi başlıyoruz yeniden imarı mahvetmeye, perişan etmeye” değerlendirmesinde bulundu.
“Bazen öyle gariplikler yapıyoruz ki caminin içerisinde, insan oradaki şekillerden, resimlerden, çiçeklerden, bir şeylerden rahatsız oluyor”
“Bir başka sıkıntı da şu bana göre; aslında caminin bir taraftan siluetiyle ilgili, sıkıntıları olduğu gibi mimarisiyle ilgili sıkıntıları olduğu gibi bir taraftan da içinin fonksiyonuyla ilgili de günümüzde bir hastalık taşıyoruz” diyen Bakan Özhaseki, “Diyanet İşleri Başkanlığı kendisine verilen görevi yaptığı için bu konuların çoğundan uzak hareket etmek durumunda. Yani daha çok Diyanet İşleri Başkanlığını kanunen imamlar ve cami arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir kurum gibi atfetmişiz, görmüşüz, oraya hapsetmişiz. Onun dışındaki bütün konular dışında gelişiyor. Ne gelişiyor? Cami mimarisi bunun dışında gelişiyor. İmar planlarında caminin konulması bir başka kurumda. Sonra cami yapılırken bir başka kurum yetkili. Bizim en güzel anlarımızı geçireceğimiz, belki de en sade şekilde gidip Allah’a yöneleceğimiz, ruhumuzu dinlendireceğimiz, kendimize gelebileceğimiz mekanların iç donanımında bile bazen öyle gariplikler yapıyoruz ki caminin içerisinde insan, oradaki şekillerden, resimlerden, çiçeklerden, bir şeylerden rahatsız oluyor. Ben orada dinlenmek, Allah’a yönelmek istiyorum. Fakat asr-ı saadette ve devam eden kadim geleneğimizde olmayan bir sürü şekillerle, resimlerle içeriyi rahatsız eder bir hale getirmişiz. Bir taraftan dışarıdan baktığımız zaman gecekondu camiler koymuşuz, bir taraftan da içinde bizi böyle rahatlatacak bir fonksiyondan uzak hale gelmişiz” ifadelerini kullandı.
“Keşke açık oturumları camilerde yapsak da biraz Ümmet-i Muhammed rahat etse, akşam o kavgalardan, didişmelerden uzak bir vaziyette ruhlarını dinlendirseler”
Bakan Özhaseki, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Emekli ağabeylerin bir araya gelip para toplayarak yaptıkları, kıt kanaat icra edebildikleri bir cami inşasında da onlardan çok ciddi bir şekilde mimari, estetik falan bekleyemiyorsunuz. Başka türlü ilişkilerin içine karıştığını da bazen duyduğumuzda daha da rahatsız olur hale geliyoruz. Bunun bir düzenlenmesi lazım. O camileri kadınlara kapattık. Camilerimizi çocuklarımıza, gençlerimize kapattık. Halbuki orada toplanmalıyız, sohbet etmeliyiz, dertlerimizi konuşmalıyız, muhabbet etmeliyiz. Başka salonlarda toplandığımızda belki kavga ederiz. Ama ben camide konuşulduğu zaman böyle bir duyguyla insanların konuşacağını zannetmiyorum. Hakk’ın huzurundalar, Allah’ın evindeler. Ne kötülük söyleyecekler ki. Ne hakaret edecekler ki, kimin gıybetini edecekler ki, hangi iftirayı yapacaklar ki. Keşke o camilerde konuşsak, keşke açık oturumları camilerde yapsak da biraz Ümmet-i Muhammed rahat etse. Akşam o kavgalardan, didişmelerden uzak bir vaziyette ruhlarını dinlendirseler. Camilerin içine yüklenecek fonksiyonları da mutlaka önemli. Bir taraftan tabi ki bundan sonra imar planlarında camilerin yerleşmesi, bir taraftan caminin silueti, mimarisi, bir taraftan içine yüklenecek fonksiyonlar noktasında bundan sonra Başkanımızla, ekibiyle Bakanlığımız arasında yürütülecek bu çalışmalarda inşallah makul bir mecraya oturacağız burada.”
“En büyük hataları burada yapmışız”
Cami projesi yarışması açtıklarını hatırlatan Özhaseki, 250 kadar proje geldiğini ve cami yaptırmak isteyenlere gelen 250 projeden birisini beğenip yapmalarını, rastgele yapmalarını istediğini anlattı. Bakan Özhaseki, “Bir taraftan da düşünmediğimiz bir şey var. Ülkemizin yüzde 42’si deprem bölgesi. Ne yazık ki 50’lerden sonra yaptığımız şehirleşmede ilk çağlardan bile, son bizim Anadolu’da kurduğumuz iki medeniyetimiz olan Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın kurulduğu ve yaşadığı dönemlerde üzerine bir tek çöp bile çakılmayan alüvyonlu araziler ve çürük araziler üzerine 50’lerden sonra biz şehir planları inşa etmişiz. En büyük hataları burada yapmışız. Oralarda da ne yazık ki deprem olduğu zaman önce camiler yıkılıyor. Şöyle de bir kılıf uyduruyoruz ‘Kader canım ne yapalım.’ O zaman da birçok insan dinden imandan oluyor. Diyorlar ki, ‘Eğer bu kaderse Allah niye kendi evini yıkıyor ki? Madem deprem kötü insanlara helak olarak verilir, camiden niye başlıyor ki Cenab-ı Allah?’ Hem bir taraftan bizim dışarıda gözüken yüzümüz, hem de içimizdeki inançlar bakımından da baştan sonra bir revizeye ihtiyacımız var gibi geliyor bana” açıklamasında bulundu.
“Senelerce Diyanet İşleri ve din işleri ile uğraşan grubu biraz dışladık bizler devlet olarak”
Bilim adamlarının toplumdaki gelişmeleri daha çok bileşik kaplar misaliyle özetlediğini söyleyen Özhaseki, “Orada hangisi öndedir konusu biraz tartışmalı ama eğitim mi öndedir, zenginlik mi öndedir? Orada büyük bir çoğunluk ‘Eğitim öndedir’ diyerek başlıyor. Eğer bir yerde eğitim doğru verilirse o zenginliği getirir yanında. Eğitim zenginliğe ulaştırır adamı, kültüre ulaştırır, sanatta en iyi yere getirir, insanları biraz daha nazik, hoşgörülü yapar, ilişki biçimi bakımından daha nezih bir ortama kavuşturur insanı. Ama değilse, eğitimsizlik varsa o fakirliği getirir, kabalığı getirir, geriliği getirir, cahilliği getirir, kan, gözyaşı ardı arkasına söker gelir. Senelerce Diyanet İşleri ve din işleri ile uğraşan grubu biraz dışladık bizler devlet olarak. Daha sonra 28 Şubatlara doğru geldiğimiz zaman zaten öyle bir dışlanmışlık hissiyle savrulduk ki kendi değerlerimizi, içimizdeki akideleri bile doğru dürüst çıkıp başımız dik bir şekilde savunamaz, söyleyemez duruma geldiğimiz de çok oldu. Bu dışlanmışlık, itilmişlik, din duygusundan uzaklaşma doğrusu toplumda çok büyük hasarlar oluşturdu, çok büyük yaralar açtı” dedi.
“FETÖ diye bir bela var”
“Şimdi uğraştığımız belalara bir bakar mısınız” diyen Bakan Özhaseki, “FETÖ diye bir bela var. FETÖ diye bir bela eğer gerçekten Diyanet İşleri Başkanlığının anlatmış olduğu sade, arı, duru İslam düşüncesi, imam hatip okullarında verilmiş olan Kur’an ve sünnet çizgisindeki bir akide, hakikaten toplumda yer etmiş olsaydı FETÖ diye bir bela kopar mıydı? Emin olun kopmazdı. Önce ailelere gidip fakirlerin en zeki çocuklarını seçtiler, dediler ki ‘Bakın çocuklarınızı okutmak istiyoruz, eğitim vereceğiz, bu ağabeyler de yardımcı olacak, matematik dersi verecek.’ Aileler çocuklarını teslim ettiler, zaten gariban insanlar. Burada fakirin en zeki çocuğunu seçiyorlar ama öbür taraftan da en cömert, en saf zenginlerimizi seçiyorlar ki paralarını alalım diye. İkisini bir araya getirdiler. Az çok ne okuduklarına vesaire dikkat ettim. Bir dergi ile başlıyor, en fazla kendi inandıkları hocalarının kitabıyla devam ediyor. Bir türlü Kur’an ve sünnet çizgisine çıkmıyor eğitim kategorisi” ifadelerini kullandı.
“Hala hapishanedekilere hikayeler anlatıyorlar”
Bakan Özhaseki, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çocukları önce ailesinden koparıyorlar, sonra dininden koparıyorlar, sonra milliyet bağından koparıyorlar, sonra hocasına bağımlı bir robot haline getiriyorlar. O çocuk, her şeyi hocasının bildiğine inanıyor, her şeyi hocasının verdiği fetva ile amel ederek hayatı şekillendirmeye çalışıyor. Gün geliyor, ‘vur’ diyorlar vuruyor, ‘öldür’ diyorlar öldürüyor. Peki senin uğruna uğraştığın ve her zaman kalkıp 5 vakit namaz kıldığın, İslam dediğin şey nerede ki? Ne ola ki bu? O işin aslından çok uzaklaşmış vaziyette. Diyanet İşleri Başkanlığını belli bir alana hapsetmek, onun asli işlerini yapmasını engellemek, senelerce dışlamak ve arı, duru İslam bilgisinin verilmemesi başımıza bu belayı da çıkardı. Hala hapishanedekilere ‘Hocamız rüyasında gördü. Efendim, duvarlar yıkılıyor, melekler geliyor kanatlarını çırpıyor, sizi alıp götürüyorlar’ filan diye hikayeler anlatıyorlar. İşin özünden uzaklaşmanın getirdiği bir felaket olsa gerek. Bir başka felaket, IŞİD, DEAŞ ne derseniz deyin adına bir proje örgüt, işin çok özünün olduğunu zannetmiyorum, temel bir felsefesinin olduğunu da kabul etmiyorum. Bildiğimiz İslami akımlar vardır o akımlar içerisinde temel ve tarihi, kadim bir geleneğin devamı gibi de görünmüyor. Biraz derme çatma ama sanki bir proje örgüt. Bir taraftan bütün dünyanın oraya gelip savaşmalarına sebebiyet veriyor, herkes menfaatlerini orada kolluyor, bütün dünya geldi şimdi Suriye üzerinde hak iddia ediyor, büyük toplantılar yapılıyor ve karşıya bir hedef koydular ona doğru savaşıyorlar. Bir taraftan da işin acı tarafı, bütün İslam dışı toplumlara şunu söylüyorlar: ‘Bakın Müslümanlar bu işte, kafaları keserler, vahşi bunlar, kan akıtırlar, yobaz bunlar, geri’ ve herkes de kaçıyor.”
“Gençleri dinden, Allah duygusundan, Peygamber sevgisinden uzaklaştırarak doğrusu istedikleri sonucu da elde etmeye doğru yaklaşmışlar”
Dinin güzelliğini bilmemenin toplumda oluşturduğu hasarlardan birisinin de DEAŞ belası olduğunu söyleyen Bakan Özhaseki, “Son dönemlerde biraz PKK belasının açtığı yaraları sarabilmek adına hükümet görevlisi olarak, koordinatör bakan olarak Güneydoğu’ya gidiyorum. Orada teröristler tabii ki çukurlar kazıp öz yönetim ilan ederek, Türkiye’yi bölecek bir plan peşindeler. Allah’a hamdolsun ki onların planları tamamıyla ters yüz oldu, şehirler temizlendi, köyler temizlendi, dağlar temizlendi. Sınır ötesinde güzel bir harekat var. Rabbim şehit haberleri aldırmasın ama oralarda güvenliğimizi sağlayacak güzel işler oluyor. Bütün bunları yaparken evi yıkılan, dökülen, kırılan ne kadar vatandaşımız varsa onların da evlerini yapmaya çalışıyorum, yaralarını sarmaya çalışıyorum ama orada gördüğüm bir şey var o da şu; insanlar PKK belasının kucağına nasıl düşmüşler? Önce bu iş 40 sene önce sanki bir hak arama mücadelesi gibi başlamış, insanlara Cenab-ı Hakk’ın verdiği her türlü hakkı ve hukuku yasaklayarak biz önce zulmetmişiz, adını söyletmemişiz, dilini konuşturmamışız, tuhaf tuhaf işler yapmışız, türküsünü söylettirmemişiz. Bu baskılar karşısında bir hak arama mücadelesi gibi başlayan iş daha sonra örgütlerin kucağına düşmüş, dış dünyadaki emperyalistlerin kucağına düşmüş, onların güdümünde devam etmeye başlamış ve sonra onlar hayatiyetini sürdürmeyi din dışı bir toplum oluşturmakta bulmuşlar. Gençleri dinden uzaklaştırarak, kadınları dinden uzaklaştırarak, Allah duygusundan uzaklaştırarak, Peygamber sevgisinden uzaklaştırarak doğrusu istedikleri sonucu da elde etmeye doğru yaklaşmışlar. Evlere girip eğer çocuk onların örgütlerine katılmazsa çocuğunu baskıladığı için anne babayı çocuklarının önünde dövmüşler, camilerin kapısında birçok insana ‘Gidin buraya girmeyeceksiniz’ demişler, baskılarla İslam’dan uzaklaştırmışlar, Müslümanlıktan uzaklaştırmışlar, Hz. Peygamber’in hayatını hiç kimsenin hayatına sokmamışlar. O topraklardaki, o güzelim insanlar ne yazık ki dinden uzaklaştırılarak böyle bir belayla da karşı karşıya kalmışız. Herhalde Diyanet İşleri Başkanlığımıza burada da çok iş düşüyor, üzerimizden sorumluluğu atmak adına söylemiyorum ama bu konuları baştan sona bizim yeniden bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
Kaynak: İHA
Programın açılış konuşmasını yapan Bakan Özhaseki, “Camiler daima medeniyetimizin gerek mimari açıdan, gerek toplumsal açıdan merkezi durumunda olmuşlar. Kadim şehirlerimize baktığımız zaman bunu çok rahat hissederiz. Anadolu’daki bizim yine en köklü medeniyetimizin işaretlerini bugün bile taşıdığı tarihi eserlerle bünyesinde barındıran şehirlere baktığımız zamanda bu duyguyu hissederiz. İstanbul bunun bir örneğidir, Konya, Kayseri bunun bir örneğidir. Erzurum’a baktığımız zaman bunu hissederiz zaten” diye konuştu.
Medeniyetin güçlü olduğu, onunla iftihar edildiği dönemlerde de Selatin camilerinin ortaya çıktığını kaydeden Özhaseki, “Ama bir mantık vardı. Bu mantık hiç değişmez. Orada külliye mantığı vardır. Camiyi merkeze koyarlar. Etrafına da onun gerekli olan biraz daha ona yardımcı olabilecek unsurlarıyla donatırlar. Medreseyi mutlaka ecdat koymuş caminin yanına. Onun yanı sıra orada hamamı koymuş günün ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için. Mutlaka fakir fukaranın gelip orada karnını doyurabileceği bir mekan oluşturmaya çalışmışlar. Bazen de hastaneler konulmuş. Bu külliye mantığı hakim olduktan sonra da çarşısını, pazarını ve insanların alışverişlerini de koymuşlar. Hayatın merkezi orası ama 5 vakit ezan okunduğunda koş camiye gel. Alışveriş eden adamı, iş yapan adamı, sağdaki soldaki eğitim yapan insanı ezan okunuyor bir camiye gel. 5 vakit de olsa hatırla. Çünkü insanoğlu çok unutkan ve biraz da Kur’an’daki sıfatlarla belki de ayıplanacak bazı vasıfları üstünde taşıyor. İkide bir gitmenin Allah’ın huzurunda durmanın, ona söz vermenin hazzını, kendi içerisindeki idrakını yaşasın istemişler. Bu mantık kaybolduktan sonra zaten şehirler ihya edilirken cami mantığı, külliye mantığı, cami merkezleri gibi mantık hiç düşünülmediği için birçok hastalık da yanında geliyor. Sonra ‘camiyi unutmuşuz’ diyorlar. Nereye camiyi yaparız, boş yerlere. Boş yerler neresi, parklar. Şimdi başlıyoruz yeniden imarı mahvetmeye, perişan etmeye” değerlendirmesinde bulundu.
“Bazen öyle gariplikler yapıyoruz ki caminin içerisinde, insan oradaki şekillerden, resimlerden, çiçeklerden, bir şeylerden rahatsız oluyor”
“Bir başka sıkıntı da şu bana göre; aslında caminin bir taraftan siluetiyle ilgili, sıkıntıları olduğu gibi mimarisiyle ilgili sıkıntıları olduğu gibi bir taraftan da içinin fonksiyonuyla ilgili de günümüzde bir hastalık taşıyoruz” diyen Bakan Özhaseki, “Diyanet İşleri Başkanlığı kendisine verilen görevi yaptığı için bu konuların çoğundan uzak hareket etmek durumunda. Yani daha çok Diyanet İşleri Başkanlığını kanunen imamlar ve cami arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir kurum gibi atfetmişiz, görmüşüz, oraya hapsetmişiz. Onun dışındaki bütün konular dışında gelişiyor. Ne gelişiyor? Cami mimarisi bunun dışında gelişiyor. İmar planlarında caminin konulması bir başka kurumda. Sonra cami yapılırken bir başka kurum yetkili. Bizim en güzel anlarımızı geçireceğimiz, belki de en sade şekilde gidip Allah’a yöneleceğimiz, ruhumuzu dinlendireceğimiz, kendimize gelebileceğimiz mekanların iç donanımında bile bazen öyle gariplikler yapıyoruz ki caminin içerisinde insan, oradaki şekillerden, resimlerden, çiçeklerden, bir şeylerden rahatsız oluyor. Ben orada dinlenmek, Allah’a yönelmek istiyorum. Fakat asr-ı saadette ve devam eden kadim geleneğimizde olmayan bir sürü şekillerle, resimlerle içeriyi rahatsız eder bir hale getirmişiz. Bir taraftan dışarıdan baktığımız zaman gecekondu camiler koymuşuz, bir taraftan da içinde bizi böyle rahatlatacak bir fonksiyondan uzak hale gelmişiz” ifadelerini kullandı.
“Keşke açık oturumları camilerde yapsak da biraz Ümmet-i Muhammed rahat etse, akşam o kavgalardan, didişmelerden uzak bir vaziyette ruhlarını dinlendirseler”
Bakan Özhaseki, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Emekli ağabeylerin bir araya gelip para toplayarak yaptıkları, kıt kanaat icra edebildikleri bir cami inşasında da onlardan çok ciddi bir şekilde mimari, estetik falan bekleyemiyorsunuz. Başka türlü ilişkilerin içine karıştığını da bazen duyduğumuzda daha da rahatsız olur hale geliyoruz. Bunun bir düzenlenmesi lazım. O camileri kadınlara kapattık. Camilerimizi çocuklarımıza, gençlerimize kapattık. Halbuki orada toplanmalıyız, sohbet etmeliyiz, dertlerimizi konuşmalıyız, muhabbet etmeliyiz. Başka salonlarda toplandığımızda belki kavga ederiz. Ama ben camide konuşulduğu zaman böyle bir duyguyla insanların konuşacağını zannetmiyorum. Hakk’ın huzurundalar, Allah’ın evindeler. Ne kötülük söyleyecekler ki. Ne hakaret edecekler ki, kimin gıybetini edecekler ki, hangi iftirayı yapacaklar ki. Keşke o camilerde konuşsak, keşke açık oturumları camilerde yapsak da biraz Ümmet-i Muhammed rahat etse. Akşam o kavgalardan, didişmelerden uzak bir vaziyette ruhlarını dinlendirseler. Camilerin içine yüklenecek fonksiyonları da mutlaka önemli. Bir taraftan tabi ki bundan sonra imar planlarında camilerin yerleşmesi, bir taraftan caminin silueti, mimarisi, bir taraftan içine yüklenecek fonksiyonlar noktasında bundan sonra Başkanımızla, ekibiyle Bakanlığımız arasında yürütülecek bu çalışmalarda inşallah makul bir mecraya oturacağız burada.”
“En büyük hataları burada yapmışız”
Cami projesi yarışması açtıklarını hatırlatan Özhaseki, 250 kadar proje geldiğini ve cami yaptırmak isteyenlere gelen 250 projeden birisini beğenip yapmalarını, rastgele yapmalarını istediğini anlattı. Bakan Özhaseki, “Bir taraftan da düşünmediğimiz bir şey var. Ülkemizin yüzde 42’si deprem bölgesi. Ne yazık ki 50’lerden sonra yaptığımız şehirleşmede ilk çağlardan bile, son bizim Anadolu’da kurduğumuz iki medeniyetimiz olan Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın kurulduğu ve yaşadığı dönemlerde üzerine bir tek çöp bile çakılmayan alüvyonlu araziler ve çürük araziler üzerine 50’lerden sonra biz şehir planları inşa etmişiz. En büyük hataları burada yapmışız. Oralarda da ne yazık ki deprem olduğu zaman önce camiler yıkılıyor. Şöyle de bir kılıf uyduruyoruz ‘Kader canım ne yapalım.’ O zaman da birçok insan dinden imandan oluyor. Diyorlar ki, ‘Eğer bu kaderse Allah niye kendi evini yıkıyor ki? Madem deprem kötü insanlara helak olarak verilir, camiden niye başlıyor ki Cenab-ı Allah?’ Hem bir taraftan bizim dışarıda gözüken yüzümüz, hem de içimizdeki inançlar bakımından da baştan sonra bir revizeye ihtiyacımız var gibi geliyor bana” açıklamasında bulundu.
“Senelerce Diyanet İşleri ve din işleri ile uğraşan grubu biraz dışladık bizler devlet olarak”
Bilim adamlarının toplumdaki gelişmeleri daha çok bileşik kaplar misaliyle özetlediğini söyleyen Özhaseki, “Orada hangisi öndedir konusu biraz tartışmalı ama eğitim mi öndedir, zenginlik mi öndedir? Orada büyük bir çoğunluk ‘Eğitim öndedir’ diyerek başlıyor. Eğer bir yerde eğitim doğru verilirse o zenginliği getirir yanında. Eğitim zenginliğe ulaştırır adamı, kültüre ulaştırır, sanatta en iyi yere getirir, insanları biraz daha nazik, hoşgörülü yapar, ilişki biçimi bakımından daha nezih bir ortama kavuşturur insanı. Ama değilse, eğitimsizlik varsa o fakirliği getirir, kabalığı getirir, geriliği getirir, cahilliği getirir, kan, gözyaşı ardı arkasına söker gelir. Senelerce Diyanet İşleri ve din işleri ile uğraşan grubu biraz dışladık bizler devlet olarak. Daha sonra 28 Şubatlara doğru geldiğimiz zaman zaten öyle bir dışlanmışlık hissiyle savrulduk ki kendi değerlerimizi, içimizdeki akideleri bile doğru dürüst çıkıp başımız dik bir şekilde savunamaz, söyleyemez duruma geldiğimiz de çok oldu. Bu dışlanmışlık, itilmişlik, din duygusundan uzaklaşma doğrusu toplumda çok büyük hasarlar oluşturdu, çok büyük yaralar açtı” dedi.
“FETÖ diye bir bela var”
“Şimdi uğraştığımız belalara bir bakar mısınız” diyen Bakan Özhaseki, “FETÖ diye bir bela var. FETÖ diye bir bela eğer gerçekten Diyanet İşleri Başkanlığının anlatmış olduğu sade, arı, duru İslam düşüncesi, imam hatip okullarında verilmiş olan Kur’an ve sünnet çizgisindeki bir akide, hakikaten toplumda yer etmiş olsaydı FETÖ diye bir bela kopar mıydı? Emin olun kopmazdı. Önce ailelere gidip fakirlerin en zeki çocuklarını seçtiler, dediler ki ‘Bakın çocuklarınızı okutmak istiyoruz, eğitim vereceğiz, bu ağabeyler de yardımcı olacak, matematik dersi verecek.’ Aileler çocuklarını teslim ettiler, zaten gariban insanlar. Burada fakirin en zeki çocuğunu seçiyorlar ama öbür taraftan da en cömert, en saf zenginlerimizi seçiyorlar ki paralarını alalım diye. İkisini bir araya getirdiler. Az çok ne okuduklarına vesaire dikkat ettim. Bir dergi ile başlıyor, en fazla kendi inandıkları hocalarının kitabıyla devam ediyor. Bir türlü Kur’an ve sünnet çizgisine çıkmıyor eğitim kategorisi” ifadelerini kullandı.
“Hala hapishanedekilere hikayeler anlatıyorlar”
Bakan Özhaseki, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çocukları önce ailesinden koparıyorlar, sonra dininden koparıyorlar, sonra milliyet bağından koparıyorlar, sonra hocasına bağımlı bir robot haline getiriyorlar. O çocuk, her şeyi hocasının bildiğine inanıyor, her şeyi hocasının verdiği fetva ile amel ederek hayatı şekillendirmeye çalışıyor. Gün geliyor, ‘vur’ diyorlar vuruyor, ‘öldür’ diyorlar öldürüyor. Peki senin uğruna uğraştığın ve her zaman kalkıp 5 vakit namaz kıldığın, İslam dediğin şey nerede ki? Ne ola ki bu? O işin aslından çok uzaklaşmış vaziyette. Diyanet İşleri Başkanlığını belli bir alana hapsetmek, onun asli işlerini yapmasını engellemek, senelerce dışlamak ve arı, duru İslam bilgisinin verilmemesi başımıza bu belayı da çıkardı. Hala hapishanedekilere ‘Hocamız rüyasında gördü. Efendim, duvarlar yıkılıyor, melekler geliyor kanatlarını çırpıyor, sizi alıp götürüyorlar’ filan diye hikayeler anlatıyorlar. İşin özünden uzaklaşmanın getirdiği bir felaket olsa gerek. Bir başka felaket, IŞİD, DEAŞ ne derseniz deyin adına bir proje örgüt, işin çok özünün olduğunu zannetmiyorum, temel bir felsefesinin olduğunu da kabul etmiyorum. Bildiğimiz İslami akımlar vardır o akımlar içerisinde temel ve tarihi, kadim bir geleneğin devamı gibi de görünmüyor. Biraz derme çatma ama sanki bir proje örgüt. Bir taraftan bütün dünyanın oraya gelip savaşmalarına sebebiyet veriyor, herkes menfaatlerini orada kolluyor, bütün dünya geldi şimdi Suriye üzerinde hak iddia ediyor, büyük toplantılar yapılıyor ve karşıya bir hedef koydular ona doğru savaşıyorlar. Bir taraftan da işin acı tarafı, bütün İslam dışı toplumlara şunu söylüyorlar: ‘Bakın Müslümanlar bu işte, kafaları keserler, vahşi bunlar, kan akıtırlar, yobaz bunlar, geri’ ve herkes de kaçıyor.”
“Gençleri dinden, Allah duygusundan, Peygamber sevgisinden uzaklaştırarak doğrusu istedikleri sonucu da elde etmeye doğru yaklaşmışlar”
Dinin güzelliğini bilmemenin toplumda oluşturduğu hasarlardan birisinin de DEAŞ belası olduğunu söyleyen Bakan Özhaseki, “Son dönemlerde biraz PKK belasının açtığı yaraları sarabilmek adına hükümet görevlisi olarak, koordinatör bakan olarak Güneydoğu’ya gidiyorum. Orada teröristler tabii ki çukurlar kazıp öz yönetim ilan ederek, Türkiye’yi bölecek bir plan peşindeler. Allah’a hamdolsun ki onların planları tamamıyla ters yüz oldu, şehirler temizlendi, köyler temizlendi, dağlar temizlendi. Sınır ötesinde güzel bir harekat var. Rabbim şehit haberleri aldırmasın ama oralarda güvenliğimizi sağlayacak güzel işler oluyor. Bütün bunları yaparken evi yıkılan, dökülen, kırılan ne kadar vatandaşımız varsa onların da evlerini yapmaya çalışıyorum, yaralarını sarmaya çalışıyorum ama orada gördüğüm bir şey var o da şu; insanlar PKK belasının kucağına nasıl düşmüşler? Önce bu iş 40 sene önce sanki bir hak arama mücadelesi gibi başlamış, insanlara Cenab-ı Hakk’ın verdiği her türlü hakkı ve hukuku yasaklayarak biz önce zulmetmişiz, adını söyletmemişiz, dilini konuşturmamışız, tuhaf tuhaf işler yapmışız, türküsünü söylettirmemişiz. Bu baskılar karşısında bir hak arama mücadelesi gibi başlayan iş daha sonra örgütlerin kucağına düşmüş, dış dünyadaki emperyalistlerin kucağına düşmüş, onların güdümünde devam etmeye başlamış ve sonra onlar hayatiyetini sürdürmeyi din dışı bir toplum oluşturmakta bulmuşlar. Gençleri dinden uzaklaştırarak, kadınları dinden uzaklaştırarak, Allah duygusundan uzaklaştırarak, Peygamber sevgisinden uzaklaştırarak doğrusu istedikleri sonucu da elde etmeye doğru yaklaşmışlar. Evlere girip eğer çocuk onların örgütlerine katılmazsa çocuğunu baskıladığı için anne babayı çocuklarının önünde dövmüşler, camilerin kapısında birçok insana ‘Gidin buraya girmeyeceksiniz’ demişler, baskılarla İslam’dan uzaklaştırmışlar, Müslümanlıktan uzaklaştırmışlar, Hz. Peygamber’in hayatını hiç kimsenin hayatına sokmamışlar. O topraklardaki, o güzelim insanlar ne yazık ki dinden uzaklaştırılarak böyle bir belayla da karşı karşıya kalmışız. Herhalde Diyanet İşleri Başkanlığımıza burada da çok iş düşüyor, üzerimizden sorumluluğu atmak adına söylemiyorum ama bu konuları baştan sona bizim yeniden bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.