'Aynaya Bak, Ne Görüyorsan Öylesin'
Mevlevi Kültür ve Eğitim Derneği Başkanı Çakmut: “Hazreti Mevlana diyor ki, ‘Aynaya bak, ne görüyorsan öylesin.’ Eğer aynaya bakan, ona 'İslam'ın dışında konuşuyor' diyorsa ya da cinsel olarak başka yerlere çeviriyorsa, bu aynaya bakanın problemi. O, 'Benden Kur’an'dan başka bir şey çıkmaz' demiş. İstedikleri kadar kurcalasınlar” 'Kutlamalarda, düğünlerde, içkili mekanlarda sema gösteri yapılmasını doğru bulmuyorum. Bunu yapanlar, Mevlevilik davasından uzak, rant peşinde koşan çıkarcı insanlar' “Demiş ya ‘Gel, ne olursan ol gel, ister putperest, ister ateşe tapan, ister Mecusi, ne olursan ol gel. Bizim dergahımız ümitsizlik değil, ümit dergahıdır.’ diye. 'Geldiğin zaman da bana tabi ol' demiş. ‘Ben neye tabiyim, Kur’anı Kerim’e tabiyim. Sen de Kur’anı Kerim’e tabi olacaksın.’ demiş, bu kadar basit”“Düşünün 26 bin beyit Mesnevi, bugün dünyada çevrilmediği dil kalmamış. Bir büyük musiki edebiyat dehası eseri olan Divanı Kebir, tuyuğları ile rubaileri ile gazelleriyle 40 bin beyit. Padişahlara gönderdiği mektupları var, sohbetleri var. Fihi Mafih var, vesaire. Bunların her birini üst üste koyduğunuzda ‘Ben bir hiçim, hiç’ diyen bir adamın yanında biz neyiz ki”
Bu sene 17 Aralık’ta 743'üncü vuslat yılı kutlanacak olan Mevlana’nın eşref-i mahlukat, (yaratılanların en üstünü) olarak gördüğü insanın yücelmesine katkı sunmak için ortaya koyduğu tüm eserlerinde Kur’an ve Sünnet'i ölçü aldığını vurgulayan Çakmut, AA muhabirinin sorularını cevapladı.
Çakmut, Hazreti Mevlana’nın zaman zaman İslam’ın dışına çıkan söylemlerinin olduğuna ilişkin iddialar hakkında şöyle konuştu:
“Sizin aklınız neredeyse öylesiniz. Hazreti Mevlana, ‘Aynaya bak, ne görüyorsan öylesin.’ diyerek net bir şekilde ortaya koyuyor. 'Bir yanım pergelin sivri ucu olarak Kur'an’da, diğer yanımla 72 alemi dolaşırım” diyen bir şahsiyet. 'Ben Kur’an'ın bendesiyim, Hazreti Peygamberin ayağının tozuyum. Kim ki benden başka bir anlam çıkarırsa incinirim, üzülürüm.’ diyor. Böyle bir Mevlana’nın İslam dışında olduğunu düşünmek vicdansızlık olur. İşin kolayı bu. Demiş ya ‘Gel, ne olursan ol gel, ister putperest, ister ateşe tapan, ister Mecusi, ne olursan ol gel. Bizim dergahımız ümitsizlik değil, ümit dergahıdır.’ diye. 'Geldiğin zaman da bana tabi ol' demiş. ‘Ben neye tabiyim, Kur’an-ı Kerim’e tabiyim. Sen de Kur’an-ı Kerim’e tabi olacaksın.’ demiş, bu kadar basit. Geldikten sonra da 'Mevlevi oldum, ben istediğim gibi fırıldak çeviririm', böyle bir şey söz konusu olamaz. Ayağının altında toprak olmaya razı bir Mevlana, niye homoseksüel ve sair bilmem neleri tercih etsin.”
Çakmut, şöyle devam etti:
“Dünyanın her tarafına gittim, onu cinsel olarak yargılayan tek bir bilim adamı görmedim. Bizim içimizde var ama dediğimiz gibi aynaya baktığın zaman kendini görürsün. Onu okudukça, araştırdıkça Kur’an’ın yolundan giden bir insan olarak tanıyorsunuz. Günümüzde Hazreti Mevlana’ya, onun fikirlerine çok ihtiyacımız var. İnsanlığın sevgisini, saygını, bilgisini kaybettiği bir dünyada yaşıyoruz. 743 yıl önce bize söylemiş olduğu sevgi, saygı ve bilgiyi bütün insanlara dini, mezhebi, ırkı ne olursa olsun anlatmalıyız, güncelliğini, tazeliğini koruyan bu sevgi ve bilgi yolunda gitmeliyiz.”
- 'Tebrizi, volkanı patlatmıştır'
Hazreti Mevlana'nın ışığının, daha fazla yanmasını sağladığını belirttiği Şems-i Tebrizi ile ilişkisine değinen Çakmut, konuşmasını şöyle sürdürdü:
'Şems-i Tebrizi, Hazreti Mevlana’daki o müthiş bilgi dağarcığının kibritini çakmıştır, volkanı patlatmıştır. Günlerce sabahlara kadar Allah aşkını konuşmuşlar. Aslında bugünlerimizi konuşmuşlar. Kutuplarda fok balıklarını topaklayarak öldürenleri, Irak, Suriye, Afganistan’da olanları konuşmuşlar. Sevgisizliğin, bilgisizliğin açtığı yaraları konuşmuşlar. İkisi de birbirinin hem hocası hem öğrencisidir. Sonsuz Allah aşkı olan iki insan, biri daha naif bir adam. Böyle iki şahıs düşünün.”
Abdülhamit Çakmut, Mevlana'nın babası Sultan Bahaeddin Veled Efendi’yi, Belh şehrinden Konya’ya göç ettiren sebebin de kıskançlıklar, yalanlar ve iftiralar olduğunu vurgulayarak, “Meyveli ağaç taşlanıyor. Babasının maruz kaldığı iftira çamuruna Hazreti Mevlana da Konya'da maruz kalıyor. Son noktada üvey kızı Kimya Hatun'a oğullarından Alaeddin Çelebi aşık oluyor. Hazreti Mevlana, Kimya Hatun ile çok sevdiği Şems-i Tebrizi’yi evlendiriyor. Bu durumu kıskanan Alaeddin Çelebi ne yapıyor, onun canını alıyor. İfade edilir ki bir gece vakti Şems-i Tebrizi Hazretlerini, evinden arkadaşlarının yardımıyla zorla dışarı çıkarıp kör bir kuyuya atarak öldürmüşler. Ama diğer oğlu Sultan Veled ise Mevleviliği kurumsallaştırıyor. Nereden baktığınız çok önem kazanıyor işte.” dedi.
- “Kimseyi ötekileştirmedi”
Bu bilge kişiliğin ölümü vuslat, kavuşma olarak algıladığını, ölümün üzerinde bir düşünceye sahip olduğunu dile getiren Çakmut, şunları söyledi:
“Kavuşma kime, Allah’a elbette. Hz. Mevlana, Allah’a kavuştuğu o Şeb-i Arus’u bayram olarak görür, düğün olarak görür. Allah, alemlerin Rabb'idir, yani sadece Müslümanların değil, bütün insanların. Daima Kur’an-ı Kerim'i merkeze alan Hazreti Mevlana’nın 743 yıldır eskimeden hayranlıkla takip edilmesinin tek sebebi, kimseyi ötekileştirmemesi, din ayrımı yapmadan herkese insan olarak bakması ve çok değerli bir varlık olduğunu ifade etmesidir. Günümüzde yaşanan sevgisizlik, ayrışmalar, insanların birbirine olan merhametinin, şefkatinin bittiği bir dönemde Hazreti Mevlana’ya gerçekten çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.”
Çakmut, Mevlana’nın hiçbir zaman cennete talip olmak ya da ateşten kaçmak için iyi bir kul olmaya çalışmadığını ifade ederek, “Gün 24 saat, Hazreti Mevlana’nın özeti tefekkür, tevekkül ve teşekkürdür. O büyük bir tefekkürle 'niçin var olduk, niçin doğduk, niçin yaşıyoruz ve öldükten sonra ne olacağız' sorgusuyla yaşar. Allah’ın da bizi insan olarak, eşref-i mahlukat olarak yarattığı için şükreder, teşekkür eder.” ifadelerini kullandı.
Hazreti Mevlana’nın, insanları fert olarak ele alıp sevgi, saygı ve bilgiyle doldurduğunu söyleyen Çakmut, bilgi olmazsa sevgi ve saygının da bir işe yaramadığına işaret etti.
- 'Birilerinin peşinden değil, Kur’an’ın peşinden gidesiniz.”
Bugün İslam adına yapılan katliamların, DEAŞ ve diğerlerinin, İslam’ı bilmediğinden, sevgisizlikten kaynaklandığını belirten Çakmut, şunları kaydetti:
“Biri gidip 'Allah adına öldür' dediği zaman, eğer Kur’an-ı Kerim’i biliyorsanız, ‘Kur’an’da Allah sadece canlıları değil, cansızları da emanet etmiş. Ben insanın canını alamam’ diye karşılık verirsiniz. İşte 15 Temmuz’da yapılanlar kabul edilebilir mi? İslam, başka milletlere bile kötülük yapmayı men ederken, bu fakir milletin dişinden, tırnağından verdiği vergilerle düşmana karşı kullanman için alınan silahları, kendi vatandaşına, kandaşına çeviriyorsun, bu bizim yüreğimizi dağlıyor. Çok bilgili olacaksınız ki birilerinin peşinden değil, Kur’an’ın peşinden gidesiniz.”
-“Ben bir hiçim, hiçim, hiç..”
Çakmut, “Siz kimsiniz?” dediklerinde Hz. Mevlana, ‘Ben bir hiçim, hiçim hiç.’ demiş. Düşünün 26 bin beyit mesnevi, bugün dünyada çevrilmediği dil kalmamış. Bir büyük musiki edebiyat dehası eseri olan Divan-ı Kebir, tuyuğları ile rubaileri ile gazelleriyle 40 bin beyit. Padişahlara gönderdiği mektupları var, sohbetleri var. Fihi Mafih var, ve sair. Bunların her birini üst üste koyduğunuzda ‘Ben bir hiçim, hiç.’ diyen bir adamın yanında biz neyiz ki.” diye konuştu.
Günümüzdeki semaın, Hazreti Mevlana’nın bir gün kuyumcular çarşısında duyduğu bir ritmden etkilenerek dönmeye başlamasına atfedildiğini belirten Çakmut, şöyle devam etti:
“O kendini kaybettiğinde, Allah aşkıyla yok olduğu zaman dönüyor. Sağ eli yakasında, sol eli niyaz halinde göğsünün üzerinde. El kaldırma yok, günümüzdeki 'Hak'tan geleni, toprağa veriyoruz' manasındaki bir el yukarıda diğeri aşağıda ritüeli onun vefatından sonra olan şey, bunu oğlu Sultan Veled sistematiğe bağlamış. Hazreti Mevlana’nın tek başına cezbe halinde, aşk halinde saatlerce döndüğünü söylerler. Çünkü evrendeki her şey, atom, galaksi, çekirdek vesaire her şey, vücudumuzdaki kan da Allah’ın emriyle dönüyor. Allah’ın emrini vücuda getiriyor, insanlara göstermeye çalışıyor. ‘Dünya nimetlerinden sıyrıldım, boynumu da büktüm, biat ediyorum, senin emrindeyim yüce Rabbim’ manasında dönüyor. Ritm olarak o dönem rebab, kudüm ve ney var. En çok rebab etkiliyor onu.”
Çakmut, sema halinin, kendi iradenizi Allah aşkına katmak anlamına geldiğini belirterek, 'Var zannettiğiniz bu alemden, yoklar alemine yolculuk yapıyorsunuz. O yolculuk sonrasında Allah’ın kudretini görüyorsunuz ve bütün iç kavganızı bitirerek son selamda tekrar dünyaya dönüş yapıyorsunuz, bakıyorsunuz ki bütün iç kavgalarınızın hepsi boş. Büyük bir şey zannettiğiniz benliğinizin sadece yaratılanlar içinde bir zerre olduğunu fark ediyorsunuz.” diye konuştu.
- “Düğünlerde sema gösterisi olmaz”
Bazı kutlamalarda, düğünlerde, içkili mekanlarda sema gösterisi yapılmasını doğru bulmadığını da ifade eden Çakmut, bunu yapanların Mevlevilik davasından uzak, rant peşinde koşan çıkarcı insanlar olduklarını söyledi.
Bu durumun düzeltilmesi için devlete zaman zaman raporlar sunduğunu vurgulayan Çakmut, şunları kaydetti:
“İstanbul’da şu anda 2 aktif mevlevihane var. Galata ve Yenikapı Mevlevihaneleri. Biz ne yaptık, burada müze kurduk, semazenin çeyizi, Mevlevi doneleri, kıyafetleri sergileniyor. Bir sürü görsel ve yazılı materyalle insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Yani mecburiyetlerden doğru bir şeyler yapmak adına. Bu çok önemli kadim bilgi, tecrübe isteyen bir kültür. Musiki, edebiyat var. Bunları bilmeyen adam sema yapamaz, onu dolu dolu yaşayamaz.”
Hazreti Mevlana döneminde musiki olmadığına vurgu yapan Çakmut, “İlahiler, kasideler söylenir, Kur’an-ı Kerim’den ayetler okunur, Hazreti Mevlana onların üzerine konuşma açar, sohbet açar. Dünyaya dair hiçbir şey yok. Sohbeti lezzetlendirmek, coşku ve huşu uyandırmak için de rebab, kudüm ve ney kullanılmış. Hazreti Mevlana’nın en sevdiği saz. insan sesine, feryadına çok benzeyen sesiyle rebabtır.” dedi.
- “Kırmızı post Hazreti Mevlana’yı temsil ediyor”
Sema gösterilerindeki ritüel ve kullanılan malzemeleri de anlatan Çakmut, şunları söyledi:
“Kırmızı post, Hazreti Mevlana’yı temsil eder. Doğuşu temsil eder. Beyaz post ise dervişlerindir. Dervişlerin ellerini yere vurup kalkmaları semaa çıkmalarını ifade eder. 3 defa devri velet dönerler, ‘Hamdım, piştim, yandım..’ demektir bu. Tennure dediğimiz şey kefendir, siyah üstündeki hırka onun toprağıdır, başındaki sikkesi nefsinin mezar taşıdır, ayağında namaz kılarken kullandığımız mesttir, üstünde bir içlik vardır, onun ismi destegüldür, bir de gömleği vardır o da derviş yakadır.”
- “Çivili semazen tahtası çilesi”
Kendilerine semazen olmak, derviş olmak için gelenlerin çoğunun üniversite öğrencisi, mühendis, doktor gibi meslek sahipleri olduğuna dikkati çeken Çakmut, şöyle konuştu:
“Madde ve mana üzerine yetiştiriyoruz. Tek başına semaı öğrenmeye kalkanlar işte sonunda düğünlerde ortaya çıkan adamlar oluyor. Niçin döndüğünüzü, niçin semaa kabul edildiğinizin idrakinde olmalısınız. Semazen olmak için bize başvuran kişi, Dede Efendi'nin gözetiminde haftada iki gün sohbet ve sema çalışmasına girer. Eğitmen olan dedelerimizi, Hazreti Mevlana’nın yaşayan torunları, Mevleviliğe olan hizmetine, bilgisine, görgüsüne, emeğine ve yıllarına göre tayin eder. Onlar da aldıkları terbiyeyi dervişlere aktarmaya çalışır. Kadın semazenlerimiz de var, onlar gösteriye çıkamaz tabii, kendi aralarında.”
'Mevlevilik nedir', önce onu öğretmeye çalıştıklarını vurgulayan Çakmut, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hokkabazlığa gelmişse, durmuyor gidiyor zaten. Semazen, sema tahtası dediğimiz çivili tahtada, tuzla dönmeye çalışır, eziyet çeker. Ayağı yara olur. Büyük sebat gerektirir. Kare şeklinde bir tahta düşünün, ortasına pirinç çivi çakılıyor. Dönerken insanın sabit kalan ayağının baş parmağıyla, onun yanındaki parmağının arasına geçiriliyor ki sağa sola yalpalamasın, sabit kalsın. O da yara yapıyor tabii, tuz dökülüyor enfeksiyon kapmasın diye. Kişinin kabiliyetine göre zayıf, düzgün fizikli, ufak tefek olan daha iyi semaa çıkar. Şartları uygun olan biri bir yılda iyi bir semazen çıkabilir.”