Baydemir'in infaz edilen onuru

Sadece birkaç kelimeden oluşan barışçıl ve iyi niyetli bir cümle Baydemir'in onurunun infaz edilmesine yetti.


Abdullah Öcalan’ın, Diyarbakır’ın seçilmiş belediye başkanını bir çocuğu azarlar gibi azarlamasını okuyunca içim sızladı. Baydemir’i örgütünün üyesi bir militanmış gibi tehdit ediyor. Öfkeli. Baydemir’in onlarca Kürt gencinin kurban gittiği pozitif ajan ilan edilmesine şunun şurasında birkaç cümle kalmış.
Öcalan tehdit ederken kendine güvenli, “Diyarbakırlı gençler ağzını yırtar” derken ciddi. Öcalan, İmralı’dan Osman Baydemir’e üç yol öneriyor. Ya onursuzca istifa edecek ya onursuzca özür dileyecek ya da onursuzca gidip evinde oturacak. Çünkü Osman Baydemir’in suçu büyük, “Silahlı mücadele miadını doldurdu” demiş. Sadece birkaç kelimeden oluşan barışçıl ve iyi niyetli bir cümle Baydemir’in onurunun infaz edilmesine yetti.
Abdullah Öcalan, İmralı’da devletle görüşüyor ve işine avukatlarından Aysel Tuğluk’a, Diyarbakır Belediye Başkanı’ndan Kandil’e kadar hiçkimsenin karışmasını istemiyor. Tek elden, tek merkezden bu görüşmeleri devam ettiriyor. Devlet tarafından ne konuşuluyor ne sözler veriliyor bunu da sadece ama sadece Öcalan’ın avukatlarına sızdırdığı sözlerden ya da çektiği restlerden öğreniyoruz. Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Osman Baydemir hatta Kandil’de Karayılan hepsi by-pass edilmiş durumdalar… Kürt siyasi hareketinin geçmişine baktığınızda şaşıracak bir şey yok ancak Türkiye’nin Kürt meselesindeki gelecek perspektifi buysa tedirgin olunacak önemli bir durum söz konusu.
Sakın İmralı’daki görüşme masasında Kürtlerin geleceği konuşulması yerine sadece ama sadece Öcalan’ın geleceği ve bölgedeki hâkimiyeti konuşuluyor olmasın. Yani biz burada Türkiye’nin eksen kaymasını tartışırken İmralı’daki görüşmelerde Kürt sorununa çözümlerin ekseni kaymış olmasın. Hiç kimse Öcalan’ın gücünü ve etkisini göz ardı edemez ancak görüşmeler, bu gücün ve etkinin kişisel olarak sisteme nasıl sokulacağı üzerine kuruluyorsa vay haline Türkiye’nin. O masada Diyarbakır’ın seçilmiş belediye başkanının konuşma özgürlüğü ya da Kürt siyasetçilerinin inisiyatif kullanma özgürlüğü tartışılmıyor ve çözüme kuvuşturulmuyorsa zaten konuşacak kala kala Öcalan’ın istikbali kalıyor.
‘Demokrasi’ diye bir çözüm masasına oturup feodal bir liderin gücünün sisteme entegre edilmiş hali ile kalkılacaksa emin olun bunda ilk kaybeden Kürtler olacaktır.
O saatten sonra Baydemir dağda çobanlık yapsa da nafile…

Naipaul’u haklı çıkartmak

Naipaul’e yönelik haklı olabilecek tepkiler, haksız çıkma noktasına gidiyor.

Bir yazara haklı bir tepkiden, haksız çıkma sınırına geldik dayandık. ‘Gelmesin bu gâvur’ manşeti seviyesine kadar inildi. Bu saatten sonra dua edelim de gerçekten gelmesin. Böylesine provokatif bir söylemden sonra geldiğinde sadece birkaç yazarın homurtulu tepkisi ile karşılaşmayacağı aşikâr. Hatta abartmak istemem ama Naipaul İstanbul’a gelip de canını kurtarırsa sevineceğim. Hilmi Yavuz’un belli bir noktadan başlattığı entelektüel tartışma Naipaul’ün tezlerini haklı çıkartacak bir seviyeye indi. (Bu arada Yeni Şafak bu tartışmayı sahiplenirken Zaman’ın mesafeli duruşu da ilginç!) Sonuçta kızalım kızmasına ama kime kızacağız önce ona karar verelim..

Celep kaldırınca sopasını...
Senin arkadaşınsa ‘iyi yazar’, değilse ‘beş para etmez’ zaten! Sen sevdiysen ‘dünyanın en iyi filmi’ sevmediysen ‘gitmeye değmez’. Senin sevdiğin otele gitmeli, gitmediğin otel zaten iyi değil. Sen sevdiysen iktidar başarılı, sevmediysen ‘muktedir olamadı.’ Senin tuttuğun takım yenilse de ‘gönüllerin şampiyonu’, karşı takım şampiyon olsa da ‘sayılmaz!’ Senin düşüncendeyse ‘dünya çapında deha’, senin gibi düşünmüyorsa ‘zavallı piyanist’! Sen Çeşme’ye gidiyorsan Çeşme iyi, Bodrumcuysan en büyük Bodrum! Senin gibi düşünen beyaz, senin gibi düşünmüyorsa siyah…
Uzatmak mümkün. “Kim bu sen” diyecek olursanız. Biziz o ‘sen’, hepimiziz... Dünyayı kendi etrafımızda döndürüp ahkâm kesenler. Sayıları ne kadar çoğalıyor etrafımızda farkında mısınız? Gerçeklikten kopmuş uzaya giden, kendinden başka yakacak bir şeyi olmayan meteorlar…

Pardon ama vergisini veren keriz mi?
Türkiye seçimlere giderken AKP hayırlı bir işe imza attı ve vergi borcundan dolayı beli bükülmüş vatandaşına elini uzattı. Geniş kapsamlı borçları yeniden yapılandırma ya da kısaca ‘af’ her kesimden alkışlarla karşılandı. Bir kesim hariç! Vergisini zamanında vermiş pek çok kişi kendisini enayi gibi hissediyor. Kandırılmışlık hissi ve kırgınlık pek çok kişinin üzerine çökmüş durumda. Hükümet madem böyle bir düzenleme yaptı vergisini zamanında veren vatandaşı için de küçük bir ödüllendirmeye gidemez miydi? Mesela vergisini zamanında tıkır tıkır ödeyene tek bir seferlik küçük bir vergi indirimi olamaz mıydı?
Bu bir seçim yatırımı ya da değil bu saatten sonra bunu kimsenin tartışmaya hakkı yok belki ama en azından vergisini zamanında veren vatandaşının kalbini kırmaya ya da mağdur hissettirmeye de kimsenin hakkı yok!
Henüz geç değil, önerdiğim de çok değil. Küçük bir ‘manevi’ düzeltme, o kadar. 


Düzeltme dipnotu: Dün Hayatın Kaynağı’nın kahramanı Howard Roark’ı (her iki kitabı da zevkle okumanın
kafa karışıklığı ile) Atlas Vazgeçti’ye transfer etmişim. Hay bin Ayn Rand düşsün kafama...