Batı bir yandan alkışlıyor, bir yandan da kaygılanıyor
Irak savaşının asıl galibi Ortadoğu'nun süper gücü Türkiye'nin hedefi ne?
Son günlerde ardı ardına gerek Amerikan gerekse Avrupa basınında Türkiye’nin dış politikasına destek yazıları çıkıyor. Son olarak Newsweek dergisi, Irak savaşında asıl kazananın Türkiye olduğunu ve Ortadoğu’da etkisini giderek artırarak bölgede rakipsiz ülke haline geldiğini yazdı...
Ancak batı dünyası bu duruma destek verirken, kuşkularını da gizlemiyor. Washington ve Avrupa’yı en çok korkutan nokta ise şu: Ankara’nın bu yeni politikasının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumaktan çok, gizli bir İslami rejim hedefinin yansıması olduğu. İşte derginin Türkiye analizi...
Müttefik Kuvvetler Komutanı İngiliz General Sir Archibald Wavell’in kendisi bile tahmininin ne kadar dehşet verici bir şekilde gerçekleşeceğini hayal edemezdi. “Savaşı bitirmek için savaş” olarak tanımlanan Birinci Dünya Savaşı’nın ardından galip Avrupalı güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmasını kaygıyla izleyen İngiliz komutan, onların “barışı bitirmek için barış” yaptığı yorumunu getirmişti. Ve sonraki yıllar, onun bu sözleri kanıtlarcasına birbiri ardına gelen sömürgeci yönetimler, darbeler, devrimler ve cihadcı şiddet salgının yayılmasına yol açtı. 2003’te ABD’nin liderliğini yaptığı Irak işgali, dünyanın tek kalan süper gücünün bölgeye düzen getirmek için son çare olarak başvurduğu bir girişim olarak görülebilir. Ancak sonuç düzen getirmek yerine bölgedeki bir güç temizliği yaratmak oldu. Irak komşularını dengelemek için fazla güçsüz kaldı ve tüm harita için istikrarsızlık tehdidi doğdu.
Osmanlı’nın varisi olan Türkiye, Irak’taki çatışmaların dışında kalmak için elinden geleni yaptı, hatta 2003’te Amerikan askerlerinin Irak’a girmek için topraklarından geçmesine bile izin vermedi. Her şeye rağmen, birçok gözlemcinin iddiasına göre savaşın asıl galibi olarak İranlılar değil Türkler görülüyor. Ekonomik olarak bakıldığında Türkiye, Irak ile ticarette İran’la kıyaslandığında başa baş bir görüntü sergiliyor. ABD şirketleri ise kenarda bu durumu seyretmek zorunda kalıyorlar. Bölgesel etki açısından Türkiye’nin rakibi yok. Ülkenin haşin bakışlı başbakanı Tayyip Erdoğan, uzun zamandır ABD tarafından domine edilen bu bölgede gücünü pekiştirerek Türkiye’nin bağımsızlığını ortaya koyuyor. Önümüzdeki hafta Washington’a Obama ile görüşmeye gidecek olan Erdoğan, sadece birkaç hafta önce “yakın dostu” Ahmedinecad ile Tahran’da omuz omuzaydı ve İran’ın nükleer programını savundu.
Bu davranışların yarattığı en büyük kaygı İsrail konusunda kendini gösteriyor. Ayrıca Sudan lideri El Beşir’e verilen destek de kaygı veren konular arasında. Obama’nın Dışişleri Bakanlığı’ndaki “Türkiye sorumlusu” Philip Gordon’a göre “şu anda Türkiye ile ABD arasında anlaşılan konulardan çok anlaşılamayan konular var.” Washington’u en çok korkutan Ankara’nın bu yeni tavrının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumaktan çok gizlenmiş bir İslami ideolojinin yansıması olması. Erdoğan her zaman dinle siyaseti karıştırmadıklarını söyledi ancak AKP birçok kez yüksek yargı tarafından Türkiye’de laikliğe aykırı eylemler nedeniyle incelendi.
Batılı siyasetçilerin Türk çıkarlarıyla pek de ilgilenmediğini düşünen Türkler mazur görülebilir. Soğuk Savaş sırasında Washington, genellikle İran Şahı ve yıllarca sivil hükümetlere el koyan Türk generalleri gibi Batı yanlısı despotları destekleyerek bölgeyi stabilize etmek ve Kremlin’in güç kazanmasına engel olmak için gereken her şeyi yaptı. Bunun sonucu ABD için bir felaket oldu. Amerika, kendi halklarınca nefret edilen güvenilmez müttefikler elde etmişti. Türkiye’de biriken anti-Amerikan kızgınlığı, 2003 yılında Bush hükümeti ABD güçlerinin Irak’a Türkiye üzerinden girmesi için Ankara’ya baskı yaptığı dönemde en üst seviyeye çıktı. Bu plan, son dakikada parlamentoda patlak veren bir başkaldırıyla başarısızlığa uğradı.
Bu, Türkiye ve ABD ilişkilerinde bir dibe vuruştu. Ancak bu durum aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik yükselişi ve bölgesel etkisini artırmasının başlangıcı oldu, Washington’la da yeni bir ilişki tarzının başlatılmasını sağladı. Türkiye’nin yeni pozisyonu, kendisini artık Amerika’nın bölgedeki itaat eden bir aracı ya da vekili olmaktan çok daha önemli ve değerli bir hale getirdi. Türkler artık kendilerini Davutoğlu’nun söylediği gibi “Bölgenin problemlerini çözmek için bir partner” olarak görüyor. Önceki yıllarda güttükleri amaçlar ne olursa olsun, böyle bir pozisyonu doldurmak için gereken ekonomik, siyasi ve askeri güce son 10 yılda özellikle de 2002’den sonra, yani Erdoğan ve AKP iktidara geldiğinde kavuştular. Yıllarca süren reformlar ve istikrar da yararını gösteriyor. Adını açıklayamayacağımız Erdoğan’ın yüksek mevkideki bir danışmanı prensiplerinin basit olduğunu söylüyor: “Fakir bir çevrede yaşıyorsak zengin ve başarılı olamayız. Şiddetin var olduğu yerde güvende olamayız.”
Osmanlı’nın Fars’a karşı direnişini iyi duygularla hatırlayan Suudiler de bu durumdan memnun. El Vatan gazetesi genel yayın yönetmeni Jamal Khashoggi, “Suudi Arabistan Türkiye’nin bu dirilişini olumlu karşılıyor. Ana sebeplerinden biri de Erdoğan hükümetinin açık bir şekilde İslami renklere sahip olması. Ama elbette bunu Türk yetkililer açık ifade edemiyor, çünkü siyaseten bu doğru olmaz” diyor. Erdoğan’ın danışmanı, “Asırlardır İranlılarla ilişkideyiz. Onlara ihtiyaç duydukları saygı ve dostluğu gösteriyoruz. İran’a düşmanca tavır takınmamız onların nükleer program sorununu çözebilecek mi” dedi. Davutoğlu, “Türkiye ile NATO arasındaki sıkı bağlar, Ortadoğu, Asya, Orta Asya veya Afrika’yı görmezden geleceğiz anlamına gelmiyor” diyor. Dünya, Osmanlı’nın çöküşünden sonra çok değişti ve Türkiye’nin Cezayir’den, Budapeşte’ye ve Mekke’ye kadar olan 350 yıl önceki imparatorluk güçlerine kavuşamayacağı açık. Ancak dünya 90 yıl önce “barışı bitiren barış anlaşması” ndan (Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren anlaşma) sonra hayatına devam etmeye çalışırken dökülen parçaları toplamak için hiçbir ülke Türkiye’den daha iyi konumda olamaz.
Ancak batı dünyası bu duruma destek verirken, kuşkularını da gizlemiyor. Washington ve Avrupa’yı en çok korkutan nokta ise şu: Ankara’nın bu yeni politikasının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumaktan çok, gizli bir İslami rejim hedefinin yansıması olduğu. İşte derginin Türkiye analizi...
Müttefik Kuvvetler Komutanı İngiliz General Sir Archibald Wavell’in kendisi bile tahmininin ne kadar dehşet verici bir şekilde gerçekleşeceğini hayal edemezdi. “Savaşı bitirmek için savaş” olarak tanımlanan Birinci Dünya Savaşı’nın ardından galip Avrupalı güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmasını kaygıyla izleyen İngiliz komutan, onların “barışı bitirmek için barış” yaptığı yorumunu getirmişti. Ve sonraki yıllar, onun bu sözleri kanıtlarcasına birbiri ardına gelen sömürgeci yönetimler, darbeler, devrimler ve cihadcı şiddet salgının yayılmasına yol açtı. 2003’te ABD’nin liderliğini yaptığı Irak işgali, dünyanın tek kalan süper gücünün bölgeye düzen getirmek için son çare olarak başvurduğu bir girişim olarak görülebilir. Ancak sonuç düzen getirmek yerine bölgedeki bir güç temizliği yaratmak oldu. Irak komşularını dengelemek için fazla güçsüz kaldı ve tüm harita için istikrarsızlık tehdidi doğdu.
Osmanlı’nın varisi olan Türkiye, Irak’taki çatışmaların dışında kalmak için elinden geleni yaptı, hatta 2003’te Amerikan askerlerinin Irak’a girmek için topraklarından geçmesine bile izin vermedi. Her şeye rağmen, birçok gözlemcinin iddiasına göre savaşın asıl galibi olarak İranlılar değil Türkler görülüyor. Ekonomik olarak bakıldığında Türkiye, Irak ile ticarette İran’la kıyaslandığında başa baş bir görüntü sergiliyor. ABD şirketleri ise kenarda bu durumu seyretmek zorunda kalıyorlar. Bölgesel etki açısından Türkiye’nin rakibi yok. Ülkenin haşin bakışlı başbakanı Tayyip Erdoğan, uzun zamandır ABD tarafından domine edilen bu bölgede gücünü pekiştirerek Türkiye’nin bağımsızlığını ortaya koyuyor. Önümüzdeki hafta Washington’a Obama ile görüşmeye gidecek olan Erdoğan, sadece birkaç hafta önce “yakın dostu” Ahmedinecad ile Tahran’da omuz omuzaydı ve İran’ın nükleer programını savundu.
Bu davranışların yarattığı en büyük kaygı İsrail konusunda kendini gösteriyor. Ayrıca Sudan lideri El Beşir’e verilen destek de kaygı veren konular arasında. Obama’nın Dışişleri Bakanlığı’ndaki “Türkiye sorumlusu” Philip Gordon’a göre “şu anda Türkiye ile ABD arasında anlaşılan konulardan çok anlaşılamayan konular var.” Washington’u en çok korkutan Ankara’nın bu yeni tavrının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumaktan çok gizlenmiş bir İslami ideolojinin yansıması olması. Erdoğan her zaman dinle siyaseti karıştırmadıklarını söyledi ancak AKP birçok kez yüksek yargı tarafından Türkiye’de laikliğe aykırı eylemler nedeniyle incelendi.
Batılı siyasetçilerin Türk çıkarlarıyla pek de ilgilenmediğini düşünen Türkler mazur görülebilir. Soğuk Savaş sırasında Washington, genellikle İran Şahı ve yıllarca sivil hükümetlere el koyan Türk generalleri gibi Batı yanlısı despotları destekleyerek bölgeyi stabilize etmek ve Kremlin’in güç kazanmasına engel olmak için gereken her şeyi yaptı. Bunun sonucu ABD için bir felaket oldu. Amerika, kendi halklarınca nefret edilen güvenilmez müttefikler elde etmişti. Türkiye’de biriken anti-Amerikan kızgınlığı, 2003 yılında Bush hükümeti ABD güçlerinin Irak’a Türkiye üzerinden girmesi için Ankara’ya baskı yaptığı dönemde en üst seviyeye çıktı. Bu plan, son dakikada parlamentoda patlak veren bir başkaldırıyla başarısızlığa uğradı.
Bu, Türkiye ve ABD ilişkilerinde bir dibe vuruştu. Ancak bu durum aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik yükselişi ve bölgesel etkisini artırmasının başlangıcı oldu, Washington’la da yeni bir ilişki tarzının başlatılmasını sağladı. Türkiye’nin yeni pozisyonu, kendisini artık Amerika’nın bölgedeki itaat eden bir aracı ya da vekili olmaktan çok daha önemli ve değerli bir hale getirdi. Türkler artık kendilerini Davutoğlu’nun söylediği gibi “Bölgenin problemlerini çözmek için bir partner” olarak görüyor. Önceki yıllarda güttükleri amaçlar ne olursa olsun, böyle bir pozisyonu doldurmak için gereken ekonomik, siyasi ve askeri güce son 10 yılda özellikle de 2002’den sonra, yani Erdoğan ve AKP iktidara geldiğinde kavuştular. Yıllarca süren reformlar ve istikrar da yararını gösteriyor. Adını açıklayamayacağımız Erdoğan’ın yüksek mevkideki bir danışmanı prensiplerinin basit olduğunu söylüyor: “Fakir bir çevrede yaşıyorsak zengin ve başarılı olamayız. Şiddetin var olduğu yerde güvende olamayız.”
Osmanlı’nın Fars’a karşı direnişini iyi duygularla hatırlayan Suudiler de bu durumdan memnun. El Vatan gazetesi genel yayın yönetmeni Jamal Khashoggi, “Suudi Arabistan Türkiye’nin bu dirilişini olumlu karşılıyor. Ana sebeplerinden biri de Erdoğan hükümetinin açık bir şekilde İslami renklere sahip olması. Ama elbette bunu Türk yetkililer açık ifade edemiyor, çünkü siyaseten bu doğru olmaz” diyor. Erdoğan’ın danışmanı, “Asırlardır İranlılarla ilişkideyiz. Onlara ihtiyaç duydukları saygı ve dostluğu gösteriyoruz. İran’a düşmanca tavır takınmamız onların nükleer program sorununu çözebilecek mi” dedi. Davutoğlu, “Türkiye ile NATO arasındaki sıkı bağlar, Ortadoğu, Asya, Orta Asya veya Afrika’yı görmezden geleceğiz anlamına gelmiyor” diyor. Dünya, Osmanlı’nın çöküşünden sonra çok değişti ve Türkiye’nin Cezayir’den, Budapeşte’ye ve Mekke’ye kadar olan 350 yıl önceki imparatorluk güçlerine kavuşamayacağı açık. Ancak dünya 90 yıl önce “barışı bitiren barış anlaşması” ndan (Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren anlaşma) sonra hayatına devam etmeye çalışırken dökülen parçaları toplamak için hiçbir ülke Türkiye’den daha iyi konumda olamaz.