Kovid-19 Mücadele Sürecinde Psikolojimizi Korumak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz

Tüm dünyayı etkileyen KOVID-19 (Yeni korona virüs) salgının psikoloji üzerinde etkileri hakkında önemli açıklamalarda bulunan Psikiyatri Uzmanı Dr. Timur Fadıl Oğuz, hepimizde temel bir güvenlik duygusu olduğunu bildirerek, “Bazı tehlikelerin etrafımızda olduğunu bilsek de esasen güvende olduğumuzu düşünürüz. Yaşadığımız salgın sürecinde birden bire ortaya çıkan, kolayca ve hızla yayılabilen ölümcül bir enfeksiyon bu temel güvenlik duygusuna şiddetli bir darbe indirdi. KOVID-19 salgınının sebep olduğu ve tabii ki elzem olan önlemler hayatımızda daha önce maruz kalacağımızı aklımıza bile getirmeyeceğimiz kısıtlamalara neden oluyor" dedi.

Kovid-19 Mücadele Sürecinde Psikolojimizi Korumak İçin Nelere Dikkat Etmeliyiz
Güven Hastanesi Psikiyatri Bölümü uzmanlarından Dr. Timur Fadıl Oğuz, yaptığı açıklamada insanların eşiyle, dostuyla görüşememesi, lokantalar kafeler gibi günlük hayatın olağan birçok başka bileşenlerinin tek tek ortadan kalkması durumu ile birdenbire karşı karşıya kaldığımızı belirterek, “Bu durum günlük hayatımızın en temel ve basit unsurlarının bile bir anda elimizden alınabileceğini hissetmemize neden oluyor. Bu da insanın temel güvenlik ve esasen temel varoluş hislerinin altüst olması anlamına geliyor. İşin özünü psikolojik anlamda böyle tarif etmek mümkündür. Pekala bu durum insan psikolojisinde nelere yol açıyor. En önemli psikolojik etkisi; derin bir güvensizlik ve endişe duygusunun kendini göstermesidir. Burada belirsizlik duygusunun da büyük bir payı var. İnsanı psikolojik olarak en çok hırpalayan, endişelendiren durum genellikle belirsizliktir. İnsanın katlanmakta en çok zorlandığı durum esasen belirsizlik durumudur” ifadelerini kullandı.

Çoğu kişinin evde çalışmaya başlaması ve akıllarının sürekli haberlerde ve sosyal medyadaki paylaşımlarda olması ile bu süreçte gündemden uzak kalmadan günlük işlerini de yürütebilmeleri için neler yapılması gerektiğinin bilgisini veren Dr. Timur Fadıl Oğuz, şunları aktardı:

“Sanıyorum kendimize şunu söyleyebiliriz. Bizim için esasen değerli olan; yaşamımızı oluşturan şeyler günlük yaşamımızdan kaynaklanır. Günlük işlerimiz bizi biz yapan; hayatla bağımızı sağlayan şeylerdir. Bu durumda hayatımızı tehdit eden böyle bir tehlike karşısında verebileceğimiz en güzel mücadele günlük işlerimize devam etmektir. Aynı zamanda günlük işlerine devam etmek sadece kendimiz için değil toplumumuz için de yapacağımız en büyük destekleyici tavırlardan biri olacaktır. Bu salgın sırasında sosyal medyayı bir haber alma kaynağı olarak kullanmanın da doğru olmadığını düşünüyorum. Maalesef sosyal medyada çok sayıda mesnetsiz ve hatta yalan haber dolaşıyor. Bu nedenle daha sağlam haber kaynaklarından bilgi almak ruh sağlığımızı korumak açısından da önem taşıyor. Bu bağlamda dakika başı haberleri takip etmek de bence anlamlı değil. Birkaç saatte bir olmak üzere yeni bir gelişme var mı diye bakmak mümkündür.”

Evde geçirilen vaktin artmasıyla çay ve kahve gibi kafein oranı yüksek içeceklerin tüketilme sıklığını artırmasının bazı kişilerde kaygı bozukluklarını tetikleyebileceğini belirten Dr. Oğuz, “Kafeinli içecek tüketimi konusunda tavsiyem; kişinin alıştığı kahve çay tüketiminin fazla üstüne çıkmaması; mümkünse kafeinsiz içecekler tüketmesidir. Evinizde kafeinsiz çay demlemeniz mümkündür. Çayın dem suyunu koyduktan yaklaşık 1,5 dakika sonra bu suyu boşaltır ve çayı yeniden demlerseniz çaydaki kafeinin yüzde 80 kadarını döktüğünüz ilk dem suyu ile birlikte atmış olursunuz. Bu şekilde demlenen çayın tadının da gayet güzel olduğunu göreceksiniz” aktarımında bulundu.

Salgının yayılma hızını azaltmak adına mümkün olduğunca evde kalmak tavsiye edilirken, milyonlarca kişinin işine gitmek zorunda kalması, salgın sürecinde çalışmak zorunda olan kişilerin moral ve motivasyonlarını yüksek tutmak adına nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında da bilgi veren Güven Hastanesi Psikiyatri Bölümü uzmanlarından Dr. Timur Fadıl Oğuz şöyle dedi: “ Öncelikle belirtilen koruyucu tedbirlere uygun şekilde davranmayı hem kendilerine hem de iş verenlerine tavsiye ediyorum. Güvenliğinin mümkün olan en üst seviyede sağladığından emin olmak ruhsal açıdan şu anda en önemli şeydir. Aynı zamanda iş arkadaşlarının, işverenin, devletin ve bir bütün olarak toplumun diğer bireylerinin desteğini arkasında hissetmek de bu kişilerin psikolojik sağlığı açısından çok büyük bir önem taşımaktadır.”

Hijyen konusunu takıntı haline getirmeden hijyen sağlamak mümkün olduğunu bildiren Dr. Oğuz, eğer hijyen konusunda yapılan öneriler iyi anlaşılırsa bunları ne eksik ne de fazla uygulanmayacağını belirterek, “Örneğin; mevcut salgınla mücadele kapsamında ellerimizi uygun teknikle 20 saniye yıkamamız gerektiği söyleniyor. Kişiler, doğru teknikle yıkadığı sürece 20 saniye değil de 40 saniye yıkamanın hiçbir ek yararı olmayacağının farkında olmalıdır. Şunu da eklemek istiyorum. Önceden beri gelen hijyen obsesyon ve kompülsyonları olan kişilerde COVID-19 salgınının obsesyon ve kompülsyonlarda bir artış meydana getirip getirmediğini daha bilmiyoruz. Bunu zaman gösterecek” dedi.

Küresel çapta yaşanan bu pandemi sonucunun kalıcı psikolojik sonuçlarının olup olmayacağı, bunun önüne geçmek için alınabilecek önlemler hakkında da bilgi veren Psikiyatr Dr. Oğuz, “ Eğer pandemi çok uzarsa, pandemi konusunda uygun önlemler alınarak etkili ve yeterli bir mücadele verilmezse, bazı kalıcı psikolojik sonuçlar ortaya çıkabilir diye düşünüyorum. Örneğin kaygı bozukluğuna eğilimli kişilerin aşırı kaygılı olmanın sorunlu bir durum olmadığı ve herkesin tedbirli olmak adına çok kaygılı olmaları gerektiği yönündeki düşünceleri pekişebilir. Bu durum da kaygı bozukluğunun tedavisini güçleştirebilir ve aynı zamanda daha kronik bir seyir kazanmasına sebep olabilir. Bu gibi risklere karşı alınabilecek en etkili önlem de esasen pandemi ile etkili ve güçlü bir mücadele programı ortaya koymak ve insanların güvenlik duygularının zarar görmesini engellemektir" ifadelerini aktardı.

COVID-19 bulgularını kendisinde olduğunu hisseden kişilerin kendilerini nasıl sakinleştirebileceğini anlatan Dr. Oğuz, bu hislerin herkeste ortaya çıkabileceğini ancak kaygı bozukluklarına eğilimli kişilerde hastalıklı düzeylere ulaşabileceğini belirterek, “ Bu konuda tavsiye edebileceğim ilk şey hastalığın hakiki belirtileri hakkında daha fazla bilgilenmektir. Bir hastalığın belirtilerini belli belirsiz hissetmek ile gerçekten bu belirtileri göstermek arasında büyük fark vardır. Kişi bunu kendine hatırlatmalıdır. Maalesef bu hastalığa yakalanırsanız belirtiler muğlak olmayacaktır. Bu noktada ateş yükselmesini objektif bir belirti olarak temel almayı tavsiye ediyorum çünkü ateş muğlak olmayan bir durumdur; tamamen objektif bir belirtidir. Aynı zamanda bu kriz döneminde sağlık sistemini muğlak yakınma ve şüphelerle meşgul etmeme gibi bir toplumsal sorumluluğumuz olduğunu hatırlatmak isterim. Kişi bunu kendine de hatırlatmalıdır” diye konuştu.

Salgınla mücadele sürecinde ne kadar süreyle evde kalınacağı henüz belli değilken karantina dönemlerinde psikolojik sağlığın nasıl korunacağı hakkında da bilgi veren Dr. Oğuz, akraba ve dostlarla internet üzerinden ya da telefonla da olsa iletişimi sürdürmek gerektiğini, bu zorunlu izolasyonu ilgi duyduğunuz konularda okuma ve öğrenme, kendimizi geliştirme fırsatı olarak görmek gerektiğini belirterek, “ Evinizde ilgilenebileceğimiz hobilerinizde daha yakından ilgilenme yönünde adımlar atmak; günlük hayata verilen bu molayı hayatınız hakkında yapıcı irdelemeler ve planlar yapma yönünde kullanmak; aile üyelerinizle daha yakın ve derin ilişkiler oluşturma fırsatını değerlendirmek psikolojik açıdan faydalı olacaktır” değerlendirmesini yaptı.

Bu zor günlerin en kısa zamanda geride kalması temennisinde bulunan Dr. Oğuz, bir daha da böyle bir felaketin yaşanmamasını dilediğini, ancak hayatta her zaman beklenmedik zorluk ve hatta felaketlerle karşı karşıya kalınabileceğini belirterek, şu ifadeleri kullandı:

“Tıpkı yaşanan zorlukların bireyleri sonrasında daha bilinçli, daha olgun, daha güçlü bireyler yaptığı gibi yaşanan toplumsal zorluklar da iyi yönetilebilirlerse toplumları daha iyi toplumlar haline getirebilir. Dilerim bu küresel felaket bu gezegenin insanlarına dili, dini, ırkı ne olursa olsun herkesin ortak bir kaderi paylaştığını öğretir ve daha paylaşımcı, daha dayanışmacı ve barışçıl bir geleceğe doğru adımlar atılmasına vesile olur."
Kaynak: İHA