GÖRÜŞ - Tarafgirlik Batı Medyasının Yeni Normu
Anaakım Batı medyası yüksek gazetecilik standartları sergileyen bir habercilik yapma konusunda bir kez daha büyük ölçüde başarısız olmuştur Bu medya, Türk toplumunda suni bölünmeler üreterek ve sahte ikilemler ortaya koyarak derin bir kutuplaşma meydana getirmeyi amaçladı. Bu seçimler sırasında Türk halkı tarafından gösterilen olağanüstü derecedeki demokratik olgunluk ve kafa karışıklığına mahal bırakmayan neticeler, aşan ve uzmanlığı kendinden menkul birtakım kişilere bir ders niteliğinde Batı medyasının sergilediği korkunç performans, bu en son hadiseden sonra şayet bir özeleştiri zemininde gözden geçirilmezse, bir zamanların saygın medya kuruluşlarının topyekun bir çöküş yaşaması kaçınılmaz
TAREK CHERKAOUI - Anaakım Batı medyasının son derece organize, kesintisiz ve tarafgirliğin daniskası olacak şekilde yaptığı haberlere rağmen, adaylardan, halihazırda zaten cumhurbaşkanlığı görevini sürdürmekte olan Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz pazar günü görevine yeniden seçilirken, iktidardaki AK Parti ve dahil bulunduğu ittifak, mecliste çoğunluğu kazandı. Seçim kampanyası boyunca Batı medyasının Türkiye'nin cumhurbaşkanına karşı sergilediği apaçık düşmanlık ve icra ettiği itibar suikastının, muhaliflerin Erdoğan karşıtı söylemlerini körüklediği aşikârdı.
Bu bağlamda dolaşıma sokulan temel çerçevelerden biri de, Türkiye cumhurbaşkanının “demokrasiyi tehlikeye sokan” bir diktatör olarak gösterilmesiydi. Türkiye'deki bütün partilerin demokratik modele uygun hareket ettiğini bile bile bu çerçeve Türk toplumunda suni bölünmeler üreterek ve sahte ikilemler ortaya koyarak derin bir kutuplaşma meydana getirmeyi amaçladı.
- Anlatıyı biçimlendirme çabası
Pazar akşamı seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte ortaya çıkan sonuç, yarım yamalak bir gazeteciliğe batmış halleriyle, çoğunlukla açıkça partizanca ve muvazenesiz anlatımlar sunan Batının sahte analist ve muhabirleri için buz gibi bir duş oldu. Bununla birlikte, bu yorumcular 'Karadeniz'de gemileri batmış' modunda uzun süre kalmayarak -bize görünen haliyle- anlatıyı belirleme avantajını ele geçirmek ve Türk toplumunun farklı seçmen kitlelerinin arasını yeniden açabilmek için yeni bir 'ön alıcı diskur belirleme' turuna çıktılar.
Devreye sokulan çok mühim bir çerçeve, "diktatörlük" çerçevesinin bir alt dalıydı ve belli bilgilerin, anahtar kelimelerin, basmakalıp sözlerin, kalıplaşmış ifadelerin, metaforların ve imgelerin varlığı -veya yokluğu- ile karakterize edilen karmaşık bir yapı halinde işliyordu. Örneğin, The Guardian'ın 25 Haziran nüshasında "Muharrem İnce, Türkiye seçimlerinde Erdoğan'a yenildiğini kabul etti" başlıklı haberi, kazananın değil, tamamıyla kaybeden adayın prizmasından yazılmıştı.
Bu oldukça olağandışı yaklaşım, Londra merkezli gazetenin cumhurbaşkanının zaferini önemsiz gösterirken, İnce'nin “etkileyici” olarak nitelendiren performansını da olduğundan büyük göstermesine izin verdi. Mesela, haberde cumhurbaşkanıyla İnce arasındaki devasa oy farkı -10 milyondan fazla oydan bahsediyoruz- hakkında hiçbir şey söylenmedi. Dahası, İnce'nin yenilgiyi kabul ettiği konuşma da titizlikle makaslanarak, Batının tahrik gayretlerine yönelik yaptığı sert eleştiriler, The Guardian'ın işine gelecek şekilde çıkartılmış. Bununla birlikte, genel anlatıyı şekillendirme gayretiyle ve gazetenin okuyucularına ne düşündürmek istediğini gösteren şekilde, makalenin başından sonuna "kudret", "tek adam iktidarı", "muhalifleri ezip geçmek" ve "Osmanlı İmparatorluğu" gibi akılda kolay kalan sloganik ifadeler karşınıza çıkıyor.
- Rekabette eşitlik tartışmaları
Benzer şekilde, Daily Telegraph 26 Haziran'da "Türkiye seçimleri 'adil' değil, ama oylama hileli de değildi" başlığıyla bir makale yayınladı. Ana tema seçimlerin, muhalefetin "eşit şartlara sahip olmadığı" sözde "adaletsizliği" üzerine kuruluydu. Yazı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcilerininin ağzından, muhalefetin "eşit bir şekilde rekabet edemediğini" söylüyordu. Adaletsizlik çerçevesi, Prof. William Gamson'ın tespitiyle, Batı medyası tarafından yaygın bir şekilde kullanılan güçlü çerçeveler arasında yer alıyor. Bu çerçeve, (dünyayı daha iyi bir yer haline getirme emeline sahip olan) "biz" ve (bu problemin sebebi olan) "onlar" arasında düşmanca bir ilişki doğurmakta. Bazen de hükümetleri, öfkenin odağına yerleştirmek için manipüle edilebilir ve bu durumda seçimlerin meşruiyetini tamamen inkâr etmek için kullanılır.
Ancak, Türkiye'nin 2018 seçimlerinin ardından, söz konusu çerçeve iki temel sebepten etkisiz kalmıştır. Birincisi, muhalefetin elinde ciddi şekilde oy suistimali yapıldığına dair delil bulunmaması. İkincisi ise, adaylara televizyonda ayrılan süreler konusunda algılanan adaletsizlik gibi, muhalefet ve bazı uluslararası gözlemciler tarafından vurgulanan bazı faktörlerin herkesin kabulüne şayan olmaktan uzak olması.
Örneğin, İngiltere'de halk arasında "Ofcom" olarak bilinen İletişim Dairesi vardır. İngiliz hükümeti tarafından onaylanmış olan bu kurum, televizyon ve radyo yayıncılığı alanında düzenleyici görev yapma ve rekabet konusunda da yetkilidir. Ofcom'a göre daha büyük partilere "gereken ağırlık" verilmeliyken küçük partilere medyada "uygun miktarda" yer verilmelidir. Ayrıca, Ofcom "gereken ağırlık" kavramının bizatihi kendisinin "esnek" olduğunu kabul ediyor. Kısacası, İngiltere'deki her siyasi parti, bir önceki seçimlerin sonuçları baz alınarak, kendi büyüklüğü ve ağırlığını yansıtan derecede medyada yer alma hakkına sahiptir. Bu sistem hakkaniyetlidir, ama kesinlikle eşit değildir. Dolayısıyla, dünyanın en saygın demokrasilerinden bazılarında uygulanan bu yöntemden dolayı Türkiye'ye parmak sallamak en hafif tabiriyle hilekârlıktır.
- Batı medyası sürekli itibar kaybediyor
Öte yandan, [seçimlerden önceki] son üç ay boyunca Türk ekonomisi aleyhinde hareket etmeye dünden hazır kitleye iştirak eden Forbes dergisi, 26 Haziran tarihinde "Türkiye'nin para birimi konusundaki başarısızlığını düzeltmek kolay" başlıklı bir makale yayınladı. Ne hikmetse Forbes aniden, seçimlerin üstünden daha iki gün geçmeden, para biriminde yaşanan problemin enti püften ve kolaylıkla düzeltilebilir olduğunu keşfediyor!
Her şeyi birlikte değerlendirdiğimizde diyebiliriz ki, anaakım Batı medyası yüksek gazetecilik standartları sergileyen bir habercilik yapma konusunda bir kez daha büyük ölçüde başarısız olmuştur.
Bu seçimler sırasında Türk halkı tarafından gösterilen olağanüstü derecedeki demokratik olgunluk ve kafa karışıklığına mahal bırakmayan neticeler, yaptıkları her türlü acayip analizlerle hadlerini aşan ve uzmanlığı kendinden menkul birtakım kişilere (ve anket şirketlerine) yutulması zor bir ders olmuştur. Batı medyasının sergilediği korkunç performans, bu en son hadiseden sonra şayet bir özeleştiri zemininde gözden geçirilmezse, bir zamanların saygın medya kuruluşlarının topyekun bir çöküş yaşaması, "acaba böyle bir şey olabilir mi" değil, "bu ne zaman olacak" sorusuna muhatap olacaktır.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[TRT World Araştırma Merkezi'nin müdürlüğünü yapan Dr. Tarek Cherkaoui "The News Media at War: The Clash of Western and Arab Networks in the Middle East" kitabının yazarıdır. Cherkaoui stratejik iletişim alanında uzmandır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: AA
Bu bağlamda dolaşıma sokulan temel çerçevelerden biri de, Türkiye cumhurbaşkanının “demokrasiyi tehlikeye sokan” bir diktatör olarak gösterilmesiydi. Türkiye'deki bütün partilerin demokratik modele uygun hareket ettiğini bile bile bu çerçeve Türk toplumunda suni bölünmeler üreterek ve sahte ikilemler ortaya koyarak derin bir kutuplaşma meydana getirmeyi amaçladı.
- Anlatıyı biçimlendirme çabası
Pazar akşamı seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte ortaya çıkan sonuç, yarım yamalak bir gazeteciliğe batmış halleriyle, çoğunlukla açıkça partizanca ve muvazenesiz anlatımlar sunan Batının sahte analist ve muhabirleri için buz gibi bir duş oldu. Bununla birlikte, bu yorumcular 'Karadeniz'de gemileri batmış' modunda uzun süre kalmayarak -bize görünen haliyle- anlatıyı belirleme avantajını ele geçirmek ve Türk toplumunun farklı seçmen kitlelerinin arasını yeniden açabilmek için yeni bir 'ön alıcı diskur belirleme' turuna çıktılar.
Devreye sokulan çok mühim bir çerçeve, "diktatörlük" çerçevesinin bir alt dalıydı ve belli bilgilerin, anahtar kelimelerin, basmakalıp sözlerin, kalıplaşmış ifadelerin, metaforların ve imgelerin varlığı -veya yokluğu- ile karakterize edilen karmaşık bir yapı halinde işliyordu. Örneğin, The Guardian'ın 25 Haziran nüshasında "Muharrem İnce, Türkiye seçimlerinde Erdoğan'a yenildiğini kabul etti" başlıklı haberi, kazananın değil, tamamıyla kaybeden adayın prizmasından yazılmıştı.
Bu oldukça olağandışı yaklaşım, Londra merkezli gazetenin cumhurbaşkanının zaferini önemsiz gösterirken, İnce'nin “etkileyici” olarak nitelendiren performansını da olduğundan büyük göstermesine izin verdi. Mesela, haberde cumhurbaşkanıyla İnce arasındaki devasa oy farkı -10 milyondan fazla oydan bahsediyoruz- hakkında hiçbir şey söylenmedi. Dahası, İnce'nin yenilgiyi kabul ettiği konuşma da titizlikle makaslanarak, Batının tahrik gayretlerine yönelik yaptığı sert eleştiriler, The Guardian'ın işine gelecek şekilde çıkartılmış. Bununla birlikte, genel anlatıyı şekillendirme gayretiyle ve gazetenin okuyucularına ne düşündürmek istediğini gösteren şekilde, makalenin başından sonuna "kudret", "tek adam iktidarı", "muhalifleri ezip geçmek" ve "Osmanlı İmparatorluğu" gibi akılda kolay kalan sloganik ifadeler karşınıza çıkıyor.
- Rekabette eşitlik tartışmaları
Benzer şekilde, Daily Telegraph 26 Haziran'da "Türkiye seçimleri 'adil' değil, ama oylama hileli de değildi" başlığıyla bir makale yayınladı. Ana tema seçimlerin, muhalefetin "eşit şartlara sahip olmadığı" sözde "adaletsizliği" üzerine kuruluydu. Yazı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcilerininin ağzından, muhalefetin "eşit bir şekilde rekabet edemediğini" söylüyordu. Adaletsizlik çerçevesi, Prof. William Gamson'ın tespitiyle, Batı medyası tarafından yaygın bir şekilde kullanılan güçlü çerçeveler arasında yer alıyor. Bu çerçeve, (dünyayı daha iyi bir yer haline getirme emeline sahip olan) "biz" ve (bu problemin sebebi olan) "onlar" arasında düşmanca bir ilişki doğurmakta. Bazen de hükümetleri, öfkenin odağına yerleştirmek için manipüle edilebilir ve bu durumda seçimlerin meşruiyetini tamamen inkâr etmek için kullanılır.
Ancak, Türkiye'nin 2018 seçimlerinin ardından, söz konusu çerçeve iki temel sebepten etkisiz kalmıştır. Birincisi, muhalefetin elinde ciddi şekilde oy suistimali yapıldığına dair delil bulunmaması. İkincisi ise, adaylara televizyonda ayrılan süreler konusunda algılanan adaletsizlik gibi, muhalefet ve bazı uluslararası gözlemciler tarafından vurgulanan bazı faktörlerin herkesin kabulüne şayan olmaktan uzak olması.
Örneğin, İngiltere'de halk arasında "Ofcom" olarak bilinen İletişim Dairesi vardır. İngiliz hükümeti tarafından onaylanmış olan bu kurum, televizyon ve radyo yayıncılığı alanında düzenleyici görev yapma ve rekabet konusunda da yetkilidir. Ofcom'a göre daha büyük partilere "gereken ağırlık" verilmeliyken küçük partilere medyada "uygun miktarda" yer verilmelidir. Ayrıca, Ofcom "gereken ağırlık" kavramının bizatihi kendisinin "esnek" olduğunu kabul ediyor. Kısacası, İngiltere'deki her siyasi parti, bir önceki seçimlerin sonuçları baz alınarak, kendi büyüklüğü ve ağırlığını yansıtan derecede medyada yer alma hakkına sahiptir. Bu sistem hakkaniyetlidir, ama kesinlikle eşit değildir. Dolayısıyla, dünyanın en saygın demokrasilerinden bazılarında uygulanan bu yöntemden dolayı Türkiye'ye parmak sallamak en hafif tabiriyle hilekârlıktır.
- Batı medyası sürekli itibar kaybediyor
Öte yandan, [seçimlerden önceki] son üç ay boyunca Türk ekonomisi aleyhinde hareket etmeye dünden hazır kitleye iştirak eden Forbes dergisi, 26 Haziran tarihinde "Türkiye'nin para birimi konusundaki başarısızlığını düzeltmek kolay" başlıklı bir makale yayınladı. Ne hikmetse Forbes aniden, seçimlerin üstünden daha iki gün geçmeden, para biriminde yaşanan problemin enti püften ve kolaylıkla düzeltilebilir olduğunu keşfediyor!
Her şeyi birlikte değerlendirdiğimizde diyebiliriz ki, anaakım Batı medyası yüksek gazetecilik standartları sergileyen bir habercilik yapma konusunda bir kez daha büyük ölçüde başarısız olmuştur.
Bu seçimler sırasında Türk halkı tarafından gösterilen olağanüstü derecedeki demokratik olgunluk ve kafa karışıklığına mahal bırakmayan neticeler, yaptıkları her türlü acayip analizlerle hadlerini aşan ve uzmanlığı kendinden menkul birtakım kişilere (ve anket şirketlerine) yutulması zor bir ders olmuştur. Batı medyasının sergilediği korkunç performans, bu en son hadiseden sonra şayet bir özeleştiri zemininde gözden geçirilmezse, bir zamanların saygın medya kuruluşlarının topyekun bir çöküş yaşaması, "acaba böyle bir şey olabilir mi" değil, "bu ne zaman olacak" sorusuna muhatap olacaktır.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[TRT World Araştırma Merkezi'nin müdürlüğünü yapan Dr. Tarek Cherkaoui "The News Media at War: The Clash of Western and Arab Networks in the Middle East" kitabının yazarıdır. Cherkaoui stratejik iletişim alanında uzmandır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.