Facebook skandalından sonra sosyal medya tartışılıyor
Amerikalılar ve Avrupalılar sosyal medyanın zararlarını konuşuyor.
Yakın zamana kadar demokrasiyi ve sivil toplumu zenginleştirdiği düşünülen, 'renkli devrimler'deki, 'Arap Baharı'ndaki rolü göklere çıkarılan sosyal medya mecraları, son dönemde eleştiri oklarının hedefinde. Bu mecraların en popüleri olan Facebook, ırkçılık ve nefret dilini yaymak veya siyasi manipülasyonlar yapmak isteyenler için de elverişli bir araç haline gelmiş durumda. Myanmar'daki katliamları tetikleyen nefret dilinin Facebook üzerinden yayılması bu noktada dikkat çekiciydi. Facebook'un fuhuş veya uyuşturucu trafiğinde kullanılması gibi konular da zaman zaman tartışıldı. Ama Amerikalıların ve Avrupalıların Facebook'a şüphe ile bakmaları için bunlar yeterli olmadı. Ta ki kendilerinin iki kutsalına —özel hayatın gizliliği prensibi ve demokrasiye— dokunana kadar. Milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel bilgilerinin İngiltere'deki Brexit oylamasının ile ABD'deki 2016 başkanlık seçimlerinin manipüle edilmesinde kullanıldığı iddialarının ardından, ABD ve Avrupa'da sosyal medya ve özellikle Facebook hakkında hararetli bir tartışma başladı. Ve en nihayetinde bu tartışmalar, Facebook'un kurucusu ve CEO'su Mark Zuckerberg'in geçen hafta Amerikan Kongresi'nde özel bir oturumda sorgulanmasıyla taçlandı.
Konu, milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel bilgilerinin Cambridge Analytica adlı bir data analiz şirketi tarafından ele geçirilip ABD 2016 başkanlık seçimlerini manipüle etmek üzere kullanıldığı iddiasıydı. Bu duruşmanın dört önemli bileşeni vardı: (1) Cambridge Analytica, (2) Facebook, (3) ifade özgürlüğü ve kişisel bilgilerin gizliliği gibi demokrasiyle ilgili bir takım normatif konular ve (4) duruşmanın bizzat kendisi.
- Duruşma bir tiyatroydu
Sonuncusundan başlayalım: Formatına bakarsak, bu duruşma, olayı geçiştirmek amacıyla kurgulanmış bir oyun gibiydi. Zuckerberg de oyunun gereğini yaptı: Orta sahada top çevirdi, zamana oynadı, fırsat verildiğinde de Facebook'un derin felsefesiyle ilgili dersler verdi. Yaklaşık 100 Kongre üyesine soru sormak için beşer dakika zaman verilmişti. İki güne yayılan duruşma toplamda on saat sürdü. Beş dakika içinde sorularına ciddi cevaplar alamayacaklarının farkında olan Senatörler ve Temsilciler retorik sorular sorup şakalaştılar, arada ciddileşip aba altından sopa gösterdiler. Kimileri kendince şov yapmaya çalıştı; kimileri de “üyelik sözleşmeniz berbat” deyip konuyu özetledi. Bazı sorular ilginçti; Nefret söylemi veya ayrımcılık hakkında ne düşünüyorsunuz gibi çanak sorular mesela. Sanki Zuckerberg ve Facebook özünde iyi, ama dünyadaki kötü insanlar sistemin açıklarını kullanıyor demeye getiren sorulardı bunlar. Bunlar esnasında, karşımızda dünyanın en büyük tekellerinden birinin patronunun sorgulandığını, bu tekelin elindeki bilgilerle Amerikan başkanlık seçimlerine dışarıdan müdahale edildiğini unuttuk, bir düşünürle fikir alışverişi yapılıyor falan zannettik. Hele ki Kongre'de kişisel bilgilerin kullanımıyla ilgili bir yasa yapılmasını destekler misiniz gibi sorular Zuckerberg'i yasama, yürütme, yargıyla denk bir dördüncü güç gibi büyüttü gözümüzde. Sonuç olarak, hiç kimse Kongre'den bu konuyla ilgili ciddi bir düzenleme beklemiyor. Çünkü öncelikle konu çok karmaşık, internet çok geniş ve Facebook çok popüler. Ayrıca serbest girişimi regüle etmek Amerikan siyasi kültürüne yabancı bir eğilim. Bunların yanında duruşmanın diğer üç bileşeni, meseleyi hem daha da karmaşıklaştırıyor hem de tehlikeli bir oyuna dönüştürüyor.
- Psikolojik harp ve algı operasyonu
İkinci bileşen Cambridge Analytica adlı bir data analiz şirketi. Aslında bunlardan çok var. İnsanlarla ilgili bilgiler toplayıp profilleme yapıyor ve bu profillere uygun pazarlama yöntemleri öneriyorlar. Ticari reklam sektöründe bu yöntem uzun zamandır kullanılıyor. Ancak yeni dönemin iki önemli farkı var: Birincisi yaş, cinsiyet, gelir seviyesi gibi klasik demografik veriler üzerinden oluşturulan stratejiler artık çok geride kaldı. Sosyal medya sayesinde demografik verilerin çok daha ötesinde profilleme yapılabiliyor. Cambridge Analytica'nın istifa eden CEO'su Alexander Nix bunu “psikografik” profilleme şeklinde adlandırmıştı. İnsanların kişilikleri ve eğilimleri üzerinden yapılan bu profiller sayesinde çok daha sofistike pazarlama yöntemleri geliştirilebiliyor. Yeni dönemin ikinci farkı ise bu yöntemlerin siyasette çok yaygın olarak kullanılması.
Psikografik profiller sayesinde, sadece siyasal kampanyaların klasik yöntemlerine strateji üretmek değil, sosyal medyada mikro hedefler üzerinde operasyon yapmak da mümkün oluyor. Bu çok etkili bir yöntem; çünkü iletilmek istenen mesaj sanki sizden biri konuşuyor gibi çıkıyor karşınıza, sizinle hemen etkileşime geçiyor. Tekrar Cambridge Analytica'ya dönelim: İngiltere merkezli bu şirketin arkasındaki isimlerden biri Trump'ın eski baş stratejisti Steve Bannon, finansörü ise Cumhuriyetçi Parti'nin en büyük bağışçılarından ve Trump destekçilerinden Robert Mercer. Cambridge Analytica 2013'te kurulmuş, ama öncesinde Strategic Communication Laboratories Group (SCL) isimli çok daha meşhur bir şirket var. İngiltere, Endonezya, Tayland, Kenya ve daha birçok ülkede hükümetlerle ve siyasetçilerle çalışmış, kendi ifadeleriyle “psikolojik harp” ve “algı operasyonu” alanlarında uzman bir şirket. Bu ilişkileri ve becerileri sayesinde Trump'ın kampanyasında rol alan Cambridge Analytica'nın seçimlerin gidişatını ne kadar etkileyebildiği ise bir muamma. Şirketin kullandığı yaklaşık 87 milyon Facebook üyesinin bilgilerinin Rus kökenli bir Cambridge Üniversitesi profesörü tarafından ele geçirildiği bilgisi ise işleri biraz daha karmaşıklaştırıyor. Malum, içinde Rusya geçen cümleler dikkat çekmek için yeterli. Çünkü eş zamanlı olarak, Rusya'nın benzer bir Facebook datasını kullanarak başkanlık seçimlerinde “trol” hesaplarla kimi Amerikan seçmenini manipüle ettiği iddiası ve bunun Trump kampanyasıyla ilişkisi de FBI tarafından araştırılıyor.
- İnternet dünyası Facebook'tan büyük mü?
Olayın bir diğer bileşeni Facebook. Bilginin ve düşüncenin serbestçe paylaşıldığı, devletlerin müdahalesinin olmadığı bir mecra, kullanıcılar tarafından oluşturulmuş demokratik bir toplum! En azından hikayesi böyle. Google, Microsoft ve Apple gibi diğer şirketlerin de benzer hikayeleri var. İnternetin serbest ve sınırsız dünyasının devleri bunlar. Peki internetin sınırsız dünyası bu devlerden büyük mü? Hepsinin kendi alanında oluşturdukları tekele bakınca buna olumlu cevap vermek mümkün değil. Ayrıca her birinin kurucuları şirket hisselerinin yarısından fazlasına sahip. Yani bu şirketler hem tekel hem de tam birer otokrasi. İnternetin kökeninde Amerikan savunma sanayisinin olması ve ayrıca bu devlerin büyüyüp rakipleri yutan bir tekele dönüşmesinin Amerikan devletince desteklenmesi hesaba katıldığında fotoğraf biraz daha kararıyor. 11 Eylül'den sonra başlatılan “teröre karşı savaş” konsepti içinde, bu devler Amerikan devletinin adeta ortağı oldular. Özellikle sosyal medyanın başıboş bırakılmasını beklemek saflık olurdu zaten. Sadece Facebook'un dünyada iki milyar, ABD'de 214 milyon aktif kullanıcısı var. Birçok insanın internetle ilişkisi Facebook'tan veya benzer sosyal medya mecralarından ibaret. Yine birçok insan dünyada olup bitenleri geleneksel medyadan değil sosyal medyadan takip ediyor, orada gördüklerine daha çok inanıyor, orada akan söylemlerin bir parçası oluveriyor. Çünkü oranın bizler tarafından şekil verilen özgür bir alan olduğuna inanıyoruz. Orada hepimiz yazar, hepimiz düşünür, hepimiz uzman, hepimiz irili ufaklı fenomenleriz. Oysa aktör olduğumuzu zannederken aslında inşa ediliyoruz; farkında olmadan maruz kalıyoruz. Onun için bu mecralarda dezenformasyon veya manipülatif bilgi çok etkili oluyor; özellikle de ana akım medyaya güvenin azaldığı şu günlerde. Kısacası sosyal medya, özellikle de Facebook hem milyonlarca insan hakkında veri toplanmasını sağlayan hem de manipülasyona son derece açık bir mecra. Yukarıda bahsedilen bu data analizleri, reklam geliri elde etmek ve nüfuz oluşturmak için kullanılıyor. Nüfuz söz konusu olunca da siyaset bir şekilde devreye giriyor.
- İfade özgürlüğünün sınırı olmalı mı?
Gelelim Facebook merkezli bu skandal sebebiyle tartışmaya başladığımız demokrasiyle ilgili normatif konulara. Bunları kısa bir yorum yazısının bir paragrafında anlatmak mümkün değil tabii ki. Yine de en azından tartışmanın can alıcı birkaç noktası aktarılabilir. Rusya'nın Facebook üzerinden ABD'nin 2016 başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiası şunları barındırıyor: (1) “Kutsal” seçmen iradesi manipüle edilmiş, (2) “kutsal” kişisel bilgiler istismar edilmiş, (3) bu sayede otokratik eğilimleri olan bir demagog Amerikan başkanı olmuş ve (4) tüm bunları bir dış düşman yapmış. Yani en demokratik ve özgür alan olarak görülen bir sosyal medya mecrası üzerinden bir demokrasiye darbe vurulmuş. Bunun aslında pek şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü demokrasiye en yıkıcı zararlar kimi zaman demokratik hakların istismar edilmesinden kaynaklanır. Bunun en çarpıcı örneği ise Nazizmin 1933'te Weimar Cumhuriyeti demokrasisini seçimler yoluyla sona erdirmesidir. Öyle ki Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'in meşhur ifadesiyle, Nazilerin hukuki yollarla gücü ele geçirmesi 'her daim demokrasinin en iyi şakası olarak kalacaktır'. Evet, demokrasi kendi düşmanlarına gereğinden fazla alan açan bir siyasi sistem. Bu alanı açan en temel demokratik ilke ise ifade özgürlüğü. Belki 'özgürlük düşmanlarına özgürlük yok' deyip bir terör rejimi kuran Jakobenlere bir tepki olarak, belki de liberalizmin temel kaidelerinin etkisi sebebiyle, demokrasiler düşüncenin ifadesine bir kutsiyet atfediyor. Özellikle ABD'de en abes düşünceler bile ifade özgürlüğü çerçevesinde kabul ediliyor.
Peki ifade özgürlüğünün bir sınırı yok mu? Demokrasiler kendilerini korumak için bazı düşüncelerin ifadesini engelleyemez mi? Eğer engellemesi gerekiyorsa hangi düşünceleri engellemeli? Buna kim karar vermeli? Bunun kriterleri ne olmalı? Ne tür cezalar verilmeli? İşte bunlar cevaplaması çok zor sorular.
Facebook ile ilgili tartışmalar da en nihayetinde bu sorulara gelip takılıyor. Facebook ve diğer mecralar üyelik sözleşmelerini daha anlaşılır yapmaya veya üyeleriyle ilgili bilgileri üçüncü şahıslarla paylaşma konusunda daha titiz davranmaya zorlanabilirler. Bu mecralarda siyasi reklam vermek de zorlaştırılabilir. Bunlar tüm komplikasyonlarına rağmen işin en kolay tarafları. Ancak düşüncenin ifadesi serbest olduğu müddetçe manipülasyon ve dezenformasyon (veya 'psikolojik harp' ve 'algı operasyonu') hep olacak. Facebook duruşmasının yukarıda bahsedilen dört ögesi bir arada düşünüldüğünde, iyimser olmak için ortada pek bir sebep yok. Hepimiz fenomen olmak istiyoruz, ama gerçekte birer küçük data parçasıyız.
[Siyaset biliminde doktora derecesine sahip olan Doç. Dr. Edip Asaf Bekaroğlu Princeton Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: AA
Konu, milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel bilgilerinin Cambridge Analytica adlı bir data analiz şirketi tarafından ele geçirilip ABD 2016 başkanlık seçimlerini manipüle etmek üzere kullanıldığı iddiasıydı. Bu duruşmanın dört önemli bileşeni vardı: (1) Cambridge Analytica, (2) Facebook, (3) ifade özgürlüğü ve kişisel bilgilerin gizliliği gibi demokrasiyle ilgili bir takım normatif konular ve (4) duruşmanın bizzat kendisi.
- Duruşma bir tiyatroydu
Sonuncusundan başlayalım: Formatına bakarsak, bu duruşma, olayı geçiştirmek amacıyla kurgulanmış bir oyun gibiydi. Zuckerberg de oyunun gereğini yaptı: Orta sahada top çevirdi, zamana oynadı, fırsat verildiğinde de Facebook'un derin felsefesiyle ilgili dersler verdi. Yaklaşık 100 Kongre üyesine soru sormak için beşer dakika zaman verilmişti. İki güne yayılan duruşma toplamda on saat sürdü. Beş dakika içinde sorularına ciddi cevaplar alamayacaklarının farkında olan Senatörler ve Temsilciler retorik sorular sorup şakalaştılar, arada ciddileşip aba altından sopa gösterdiler. Kimileri kendince şov yapmaya çalıştı; kimileri de “üyelik sözleşmeniz berbat” deyip konuyu özetledi. Bazı sorular ilginçti; Nefret söylemi veya ayrımcılık hakkında ne düşünüyorsunuz gibi çanak sorular mesela. Sanki Zuckerberg ve Facebook özünde iyi, ama dünyadaki kötü insanlar sistemin açıklarını kullanıyor demeye getiren sorulardı bunlar. Bunlar esnasında, karşımızda dünyanın en büyük tekellerinden birinin patronunun sorgulandığını, bu tekelin elindeki bilgilerle Amerikan başkanlık seçimlerine dışarıdan müdahale edildiğini unuttuk, bir düşünürle fikir alışverişi yapılıyor falan zannettik. Hele ki Kongre'de kişisel bilgilerin kullanımıyla ilgili bir yasa yapılmasını destekler misiniz gibi sorular Zuckerberg'i yasama, yürütme, yargıyla denk bir dördüncü güç gibi büyüttü gözümüzde. Sonuç olarak, hiç kimse Kongre'den bu konuyla ilgili ciddi bir düzenleme beklemiyor. Çünkü öncelikle konu çok karmaşık, internet çok geniş ve Facebook çok popüler. Ayrıca serbest girişimi regüle etmek Amerikan siyasi kültürüne yabancı bir eğilim. Bunların yanında duruşmanın diğer üç bileşeni, meseleyi hem daha da karmaşıklaştırıyor hem de tehlikeli bir oyuna dönüştürüyor.
- Psikolojik harp ve algı operasyonu
İkinci bileşen Cambridge Analytica adlı bir data analiz şirketi. Aslında bunlardan çok var. İnsanlarla ilgili bilgiler toplayıp profilleme yapıyor ve bu profillere uygun pazarlama yöntemleri öneriyorlar. Ticari reklam sektöründe bu yöntem uzun zamandır kullanılıyor. Ancak yeni dönemin iki önemli farkı var: Birincisi yaş, cinsiyet, gelir seviyesi gibi klasik demografik veriler üzerinden oluşturulan stratejiler artık çok geride kaldı. Sosyal medya sayesinde demografik verilerin çok daha ötesinde profilleme yapılabiliyor. Cambridge Analytica'nın istifa eden CEO'su Alexander Nix bunu “psikografik” profilleme şeklinde adlandırmıştı. İnsanların kişilikleri ve eğilimleri üzerinden yapılan bu profiller sayesinde çok daha sofistike pazarlama yöntemleri geliştirilebiliyor. Yeni dönemin ikinci farkı ise bu yöntemlerin siyasette çok yaygın olarak kullanılması.
Psikografik profiller sayesinde, sadece siyasal kampanyaların klasik yöntemlerine strateji üretmek değil, sosyal medyada mikro hedefler üzerinde operasyon yapmak da mümkün oluyor. Bu çok etkili bir yöntem; çünkü iletilmek istenen mesaj sanki sizden biri konuşuyor gibi çıkıyor karşınıza, sizinle hemen etkileşime geçiyor. Tekrar Cambridge Analytica'ya dönelim: İngiltere merkezli bu şirketin arkasındaki isimlerden biri Trump'ın eski baş stratejisti Steve Bannon, finansörü ise Cumhuriyetçi Parti'nin en büyük bağışçılarından ve Trump destekçilerinden Robert Mercer. Cambridge Analytica 2013'te kurulmuş, ama öncesinde Strategic Communication Laboratories Group (SCL) isimli çok daha meşhur bir şirket var. İngiltere, Endonezya, Tayland, Kenya ve daha birçok ülkede hükümetlerle ve siyasetçilerle çalışmış, kendi ifadeleriyle “psikolojik harp” ve “algı operasyonu” alanlarında uzman bir şirket. Bu ilişkileri ve becerileri sayesinde Trump'ın kampanyasında rol alan Cambridge Analytica'nın seçimlerin gidişatını ne kadar etkileyebildiği ise bir muamma. Şirketin kullandığı yaklaşık 87 milyon Facebook üyesinin bilgilerinin Rus kökenli bir Cambridge Üniversitesi profesörü tarafından ele geçirildiği bilgisi ise işleri biraz daha karmaşıklaştırıyor. Malum, içinde Rusya geçen cümleler dikkat çekmek için yeterli. Çünkü eş zamanlı olarak, Rusya'nın benzer bir Facebook datasını kullanarak başkanlık seçimlerinde “trol” hesaplarla kimi Amerikan seçmenini manipüle ettiği iddiası ve bunun Trump kampanyasıyla ilişkisi de FBI tarafından araştırılıyor.
- İnternet dünyası Facebook'tan büyük mü?
Olayın bir diğer bileşeni Facebook. Bilginin ve düşüncenin serbestçe paylaşıldığı, devletlerin müdahalesinin olmadığı bir mecra, kullanıcılar tarafından oluşturulmuş demokratik bir toplum! En azından hikayesi böyle. Google, Microsoft ve Apple gibi diğer şirketlerin de benzer hikayeleri var. İnternetin serbest ve sınırsız dünyasının devleri bunlar. Peki internetin sınırsız dünyası bu devlerden büyük mü? Hepsinin kendi alanında oluşturdukları tekele bakınca buna olumlu cevap vermek mümkün değil. Ayrıca her birinin kurucuları şirket hisselerinin yarısından fazlasına sahip. Yani bu şirketler hem tekel hem de tam birer otokrasi. İnternetin kökeninde Amerikan savunma sanayisinin olması ve ayrıca bu devlerin büyüyüp rakipleri yutan bir tekele dönüşmesinin Amerikan devletince desteklenmesi hesaba katıldığında fotoğraf biraz daha kararıyor. 11 Eylül'den sonra başlatılan “teröre karşı savaş” konsepti içinde, bu devler Amerikan devletinin adeta ortağı oldular. Özellikle sosyal medyanın başıboş bırakılmasını beklemek saflık olurdu zaten. Sadece Facebook'un dünyada iki milyar, ABD'de 214 milyon aktif kullanıcısı var. Birçok insanın internetle ilişkisi Facebook'tan veya benzer sosyal medya mecralarından ibaret. Yine birçok insan dünyada olup bitenleri geleneksel medyadan değil sosyal medyadan takip ediyor, orada gördüklerine daha çok inanıyor, orada akan söylemlerin bir parçası oluveriyor. Çünkü oranın bizler tarafından şekil verilen özgür bir alan olduğuna inanıyoruz. Orada hepimiz yazar, hepimiz düşünür, hepimiz uzman, hepimiz irili ufaklı fenomenleriz. Oysa aktör olduğumuzu zannederken aslında inşa ediliyoruz; farkında olmadan maruz kalıyoruz. Onun için bu mecralarda dezenformasyon veya manipülatif bilgi çok etkili oluyor; özellikle de ana akım medyaya güvenin azaldığı şu günlerde. Kısacası sosyal medya, özellikle de Facebook hem milyonlarca insan hakkında veri toplanmasını sağlayan hem de manipülasyona son derece açık bir mecra. Yukarıda bahsedilen bu data analizleri, reklam geliri elde etmek ve nüfuz oluşturmak için kullanılıyor. Nüfuz söz konusu olunca da siyaset bir şekilde devreye giriyor.
- İfade özgürlüğünün sınırı olmalı mı?
Gelelim Facebook merkezli bu skandal sebebiyle tartışmaya başladığımız demokrasiyle ilgili normatif konulara. Bunları kısa bir yorum yazısının bir paragrafında anlatmak mümkün değil tabii ki. Yine de en azından tartışmanın can alıcı birkaç noktası aktarılabilir. Rusya'nın Facebook üzerinden ABD'nin 2016 başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiası şunları barındırıyor: (1) “Kutsal” seçmen iradesi manipüle edilmiş, (2) “kutsal” kişisel bilgiler istismar edilmiş, (3) bu sayede otokratik eğilimleri olan bir demagog Amerikan başkanı olmuş ve (4) tüm bunları bir dış düşman yapmış. Yani en demokratik ve özgür alan olarak görülen bir sosyal medya mecrası üzerinden bir demokrasiye darbe vurulmuş. Bunun aslında pek şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü demokrasiye en yıkıcı zararlar kimi zaman demokratik hakların istismar edilmesinden kaynaklanır. Bunun en çarpıcı örneği ise Nazizmin 1933'te Weimar Cumhuriyeti demokrasisini seçimler yoluyla sona erdirmesidir. Öyle ki Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'in meşhur ifadesiyle, Nazilerin hukuki yollarla gücü ele geçirmesi 'her daim demokrasinin en iyi şakası olarak kalacaktır'. Evet, demokrasi kendi düşmanlarına gereğinden fazla alan açan bir siyasi sistem. Bu alanı açan en temel demokratik ilke ise ifade özgürlüğü. Belki 'özgürlük düşmanlarına özgürlük yok' deyip bir terör rejimi kuran Jakobenlere bir tepki olarak, belki de liberalizmin temel kaidelerinin etkisi sebebiyle, demokrasiler düşüncenin ifadesine bir kutsiyet atfediyor. Özellikle ABD'de en abes düşünceler bile ifade özgürlüğü çerçevesinde kabul ediliyor.
Peki ifade özgürlüğünün bir sınırı yok mu? Demokrasiler kendilerini korumak için bazı düşüncelerin ifadesini engelleyemez mi? Eğer engellemesi gerekiyorsa hangi düşünceleri engellemeli? Buna kim karar vermeli? Bunun kriterleri ne olmalı? Ne tür cezalar verilmeli? İşte bunlar cevaplaması çok zor sorular.
Facebook ile ilgili tartışmalar da en nihayetinde bu sorulara gelip takılıyor. Facebook ve diğer mecralar üyelik sözleşmelerini daha anlaşılır yapmaya veya üyeleriyle ilgili bilgileri üçüncü şahıslarla paylaşma konusunda daha titiz davranmaya zorlanabilirler. Bu mecralarda siyasi reklam vermek de zorlaştırılabilir. Bunlar tüm komplikasyonlarına rağmen işin en kolay tarafları. Ancak düşüncenin ifadesi serbest olduğu müddetçe manipülasyon ve dezenformasyon (veya 'psikolojik harp' ve 'algı operasyonu') hep olacak. Facebook duruşmasının yukarıda bahsedilen dört ögesi bir arada düşünüldüğünde, iyimser olmak için ortada pek bir sebep yok. Hepimiz fenomen olmak istiyoruz, ama gerçekte birer küçük data parçasıyız.
[Siyaset biliminde doktora derecesine sahip olan Doç. Dr. Edip Asaf Bekaroğlu Princeton Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.