ANALİZ - BM Yeniden Nasıl Yapılandırılabilir?
Suriye’de olup bitenlere bakıldığında, sorunları barışçı yollardan çözme ve devletlerin toprak bütünlüğüne saygı ilkelerinin nasıl kâğıt üzerinde kaldığı, başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığı görülüyor İkinci Dünya Savaşı’nın galip ülkelerince kurulmuş, adil ve demokratik olmadığı gibi, demokratikleşmesi de galip ülkelerin tümü tarafından kabul edilmediği takdirde mümkün olmayan bir BM sistemi var karşımızda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kurul konuşmasında yaptığı gibi, bu sisteme isyan etmemek mümkün değil Oybirliği ilkesi bugün artık sadece dış politika ve savunma, bütçe ve mali işler ve kurumsal konularda geçerliliğini koruyor. Benzer bir düzenleme, Güvenlik Konseyi için de pekâlâ öngörülebilir.
AKIN ÖZÇER - İkinci Dünya Savaşı’nı önleyemeyen Milletler Cemiyeti’nin (MC) yerine 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler’in (BM) temel amacı da, San Francisco Antlaşması’nın 1. maddesinde belirtildiği üzere, “uluslararası barış ve güvenliği korumak.” Bu amaçla, milletlerarası dostane ilişkileri geliştirmeye ve insan hakları ve temel özgürlüklere saygı başta olmak üzere ortak hedeflere varmaya yönelik bir “odak” olmak.
Bu hedeflere ulaşılması için benimsenen ilkeler de 2. maddede sıralanıyor. Bunları, “tüm üyelerin egemen eşitliğine saygı gösterme, uyuşmazlıklarını uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek şekilde barışçı yollardan çözme, başka devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmaktan ve ayrıca BM tarafından aleyhinde önleme ve zorlama eylemine girişilen ülkelere yardımdan kaçınma yükümlülükleri” olarak özetlemek mümkün.
- İlkeler kâğıt üzerinde kaldı
Bugün, aradan geçen 71 yıl içinde öncekilerle karşılaştırılabilir nitelikte üçüncü bir dünya savaşı patlak vermediği için BM’nin belki temel amacını gerçekleştirmiş olduğunu düşünmek mümkün. Ancak bu, dünyanın bir insan ömrü kadar uzun bir süre içinde, ABD ile SSCB arasındaki dehşet dengesi dönemi ve ertesinde yaşadığı, üzerine binlerce kitap yazılabilecek silahlı çatışmaları, askeri darbeleri, yol açtıkları korkunç insan hakları ihlallerini, soykırımları göz ardı eden bir düşünce olur.
San Francisco sisteminin özellikle dehşet dengesinin bozulmasından sonra kurulan tek kutuplu dünya düzeninde iyi işlememiş olduğunu ve son yıllarda giderek daha sorunlu hale geldiğini görmek için çok da gerilere gitmeye gerek yok. Bütün dünyanın bir şekilde elini attığı iç savaş yaşayan Suriye’de olup bitenlere bakıldığında, sorunları barışçı yollardan çözme ve devletlerin toprak bütünlüğüne saygı ilkelerinin nasıl kâğıt üzerinde kaldığı, başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığı görülüyor.
-San Francisco sisteminin zafiyeti
BM’yi MC’den ayıran temel özelliği, en önemli organı olan Güvenlik Konseyi’nin hiyerarşik bir yapıya sahip olması. Danışma kurulu gibi işlev gören Genel Kurul’da her üye ülke temsil edilirken, 24. madde uyarınca “uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluğu” üstlenen Güvenlik Konseyi’nde her biri veto yetkisine sahip 5 daimi üye ve 2 yıllığına seçimle gelen 10 daimi olmayan üye bulunuyor. Başkan Franklin Roosevelt, bu hiyerarşik yapılanmayı MC’nin başarısızlığını gidermesi umuduyla önermişti. Ancak uygulamaya bakıldığında, 5 daimi üyenin siyasi çıkarları uyuşmadıkça, “barışı tehdit eden, bozan ve saldırıda bulunan” bir üye devlete karşı, Antlaşma’nın VII. bölümünde kayıtlı, kuvvet kullanımı da dâhil öngörülen önlemlerin alınamadığı görülüyor. Sonuç olarak, 5 daimi ülkeye tanınan veto yetkisi, sistemi sık sık tıkayan, göz ardı edilemeyecek bir zafiyet noktası oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Genel Kurul konuşmasında bir kez daha yinelediği “dünya beş’ten büyüktür” düsturuyla, Güvenlik Konseyi’nin, daimi üyelerin veto yetkisi nedeniyle hareketsiz kalmasının, Suriye’de olduğu gibi, milyonlarca insanın yaşamına mal olabilecek haksızlıklara yol açtığının, buna kimsenin hakkı olmadığının, dolayısıyla San Francisco sisteminin gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Genel Kurul konuşmasında değindiği gibi Güvenlik Konseyi’nin yeniden nasıl yapılanabileceği hususunda somut önerileri de var. Aslında BM’de reform konusu yirmi yılı aşkın bir süredir Genel Kurul’un gündeminde bulunuyor.
-BM yeniden nasıl yapılandırılmalı?
BM bünyesinde yürütülen reform çalışmalarında iki farklı görüş ön plana çıkıyor. Bunlardan biri, G 4 olarak adlandırılan Japonya, Almanya, Brezilya ve Hindistan’ın savunduğu Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin ve buna koşut olarak daimi olmayan üyelerinin de sayıca arttırılmasını savunan öneri. Daimi üyeler arasına bölgelerinde nüfusça kalabalık ve ekonomik gücü büyük ülkelerin katılması temsili açıdan önemli olmakla birlikte, bunun veto yetkisinin sınırlandırılmasına koşut olarak değerlendirilmesinde yarar var. Aksi takdirde bazı sorunların çözümünde Konsey daha da hareket edemez hale gelebilir elbette.
Üzerinde durulmasında yarar olan bir başka seçeneğin, ağır insan hakları ihlalleri gibi bazı hallerde VII. bölümde öngörülen önleme ve zorlama önlemlerinin sadece nitelikli çoğunlukla – veto yetkisi kullanılamadan- alınması olduğu düşünülebilir. Başka bir deyişle veto yetkisi, AB Lizbon Sözleşmesi’nde olduğu gibi, sınırlanabilir. Bilindiği gibi, AB Konseyi’nde karar almak için gerekli oybirliği ilkesi birçok konuda yerini nitelikli çoğunluğa bırakmış durumda. Oybirliği ilkesi bugün artık sadece dış politika ve savunma, bütçe ve mali işler ve kurumsal konularda geçerliliğini koruyor. Benzer bir düzenleme, Güvenlik Konseyi için de, yukarıda belirtildiği gibi, ağır insan hakları ihlalleri durumunda pekâlâ öngörülebilir.
- Türkiye'nin tezleri
BM bünyesindeki reform çalışmalarında Türkiye’nin de içinde yer aldığı bir grup ülke, kendi bölgelerinde nüfusça kalabalık, ekonomik gücü büyük ülkelerin dönüşümlü olarak Güvenlik Konseyi daimi üyeleri arasında daha sık yer almalarını sağlayacak bir rotasyon sistemine geçilmesini savunuyor. Çünkü kurulduğunda 51 olan BM’ye üye ülkelerin sayısı 193’e ulaşmış durumda. Hal böyle olunca da örneğin G-20’ye üye olmasına karşın Türkiye gibi bir ülkeye Güvenlik Konseyi üyeliği ancak uzunca bir süre bekledikten sonra tekrar gelebiliyor.
Türkiye’nin bir başka haklı görüşü de, Güvenlik Konseyi’nde bir bölge ülkesiyle ilgili karar alınırken, o bölgedeki ülkelerin -en azından büyük ülkelerin- karar mekanizması içinde bir şekilde yer almasının sağlanması. Böyle bir düzenleme, Konsey kararlarının hem daha etkin, hem kalıcı olması için de gerekli aslında.
- Yeniden yapılandırma nasıl gerçekleşebilir?
BM sisteminde, başta Güvenlik Konseyi’nin yapısında olmak üzere, herhangi bir reform yapılması, San Francisco Antlaşması’nın değiştirilmesini gerektiriyor. Bu konu Antlaşma’nın 108 ve 109. maddeleriyle düzenlenmiş. 108. maddede, Genel Kurul’un üçte iki çoğunluğunca kabul edilen değişikliklerin tüm üyelerin üçte ikisi tarafından onaylanması akabinde yürürlüğe girmesi öngörülüyor. Ama onay işleminin daimi üyelerin tümünü kapsaması şart koşuluyor.
109. maddede, Antlaşma’nın gözden geçirilmesi için Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nin üçte iki çoğunluğuyla her üyenin bir oyunun bulunacağı bir Genel Konferans düzenlenmesi hükme bağlanıyor. Ama Konferans’ta üçte iki çoğunlukla kabul edilen değişikliklerin yine aralarında daimi üyelerin tümünün bulunduğu üçte iki çoğunlukla onaylanması şart koşuluyor. Sonuç olarak, San Francisco Antlaşması’nda 5 daimi üyenin onayı olmadan herhangi bir değişiklik yapılması söz konusu olmuyor ne yazık ki.
- BM reformu dünya barışı için önemli
Görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın galip ülkelerince kurulmuş, adil ve demokratik olmadığı gibi, demokratikleşmesi de galip ülkelerin tümü tarafından kabul edilmediği takdirde mümkün olmayan bir BM sistemi var karşımızda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kurul konuşmasında yaptığı gibi, bu sisteme isyan etmemek mümkün değil doğrusu.
Aslında sisteme, Türkiye gibi 71 yıl öncesine oranla gelişmiş, dünyada söz sahibi olmak isteyen Brezilya, Hindistan, Güney Kore gibi gelişen ülkeler de isyan ediyor. Hatta Almanya ve Japonya gibi büyük devletler de, sırf İkinci Dünya Savaşı’nı yitirmiş oldukları için negatif ayrımcılığa uğramış olmanın sıkıntısını çekiyor. O bakımdan BM’yi bir an önce güncellemek ve temel amaçlarını lâyıkıyla yerine getiren bir kuruluşa dönüştürebilecek daha demokratik bir yapıya kavuşturmak dünya barışı için büyük önem taşıyor.
Kaynak: AA
Bu hedeflere ulaşılması için benimsenen ilkeler de 2. maddede sıralanıyor. Bunları, “tüm üyelerin egemen eşitliğine saygı gösterme, uyuşmazlıklarını uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek şekilde barışçı yollardan çözme, başka devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmaktan ve ayrıca BM tarafından aleyhinde önleme ve zorlama eylemine girişilen ülkelere yardımdan kaçınma yükümlülükleri” olarak özetlemek mümkün.
- İlkeler kâğıt üzerinde kaldı
Bugün, aradan geçen 71 yıl içinde öncekilerle karşılaştırılabilir nitelikte üçüncü bir dünya savaşı patlak vermediği için BM’nin belki temel amacını gerçekleştirmiş olduğunu düşünmek mümkün. Ancak bu, dünyanın bir insan ömrü kadar uzun bir süre içinde, ABD ile SSCB arasındaki dehşet dengesi dönemi ve ertesinde yaşadığı, üzerine binlerce kitap yazılabilecek silahlı çatışmaları, askeri darbeleri, yol açtıkları korkunç insan hakları ihlallerini, soykırımları göz ardı eden bir düşünce olur.
San Francisco sisteminin özellikle dehşet dengesinin bozulmasından sonra kurulan tek kutuplu dünya düzeninde iyi işlememiş olduğunu ve son yıllarda giderek daha sorunlu hale geldiğini görmek için çok da gerilere gitmeye gerek yok. Bütün dünyanın bir şekilde elini attığı iç savaş yaşayan Suriye’de olup bitenlere bakıldığında, sorunları barışçı yollardan çözme ve devletlerin toprak bütünlüğüne saygı ilkelerinin nasıl kâğıt üzerinde kaldığı, başta yaşam hakkı olmak üzere insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığı görülüyor.
-San Francisco sisteminin zafiyeti
BM’yi MC’den ayıran temel özelliği, en önemli organı olan Güvenlik Konseyi’nin hiyerarşik bir yapıya sahip olması. Danışma kurulu gibi işlev gören Genel Kurul’da her üye ülke temsil edilirken, 24. madde uyarınca “uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluğu” üstlenen Güvenlik Konseyi’nde her biri veto yetkisine sahip 5 daimi üye ve 2 yıllığına seçimle gelen 10 daimi olmayan üye bulunuyor. Başkan Franklin Roosevelt, bu hiyerarşik yapılanmayı MC’nin başarısızlığını gidermesi umuduyla önermişti. Ancak uygulamaya bakıldığında, 5 daimi üyenin siyasi çıkarları uyuşmadıkça, “barışı tehdit eden, bozan ve saldırıda bulunan” bir üye devlete karşı, Antlaşma’nın VII. bölümünde kayıtlı, kuvvet kullanımı da dâhil öngörülen önlemlerin alınamadığı görülüyor. Sonuç olarak, 5 daimi ülkeye tanınan veto yetkisi, sistemi sık sık tıkayan, göz ardı edilemeyecek bir zafiyet noktası oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Genel Kurul konuşmasında bir kez daha yinelediği “dünya beş’ten büyüktür” düsturuyla, Güvenlik Konseyi’nin, daimi üyelerin veto yetkisi nedeniyle hareketsiz kalmasının, Suriye’de olduğu gibi, milyonlarca insanın yaşamına mal olabilecek haksızlıklara yol açtığının, buna kimsenin hakkı olmadığının, dolayısıyla San Francisco sisteminin gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Genel Kurul konuşmasında değindiği gibi Güvenlik Konseyi’nin yeniden nasıl yapılanabileceği hususunda somut önerileri de var. Aslında BM’de reform konusu yirmi yılı aşkın bir süredir Genel Kurul’un gündeminde bulunuyor.
-BM yeniden nasıl yapılandırılmalı?
BM bünyesinde yürütülen reform çalışmalarında iki farklı görüş ön plana çıkıyor. Bunlardan biri, G 4 olarak adlandırılan Japonya, Almanya, Brezilya ve Hindistan’ın savunduğu Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin ve buna koşut olarak daimi olmayan üyelerinin de sayıca arttırılmasını savunan öneri. Daimi üyeler arasına bölgelerinde nüfusça kalabalık ve ekonomik gücü büyük ülkelerin katılması temsili açıdan önemli olmakla birlikte, bunun veto yetkisinin sınırlandırılmasına koşut olarak değerlendirilmesinde yarar var. Aksi takdirde bazı sorunların çözümünde Konsey daha da hareket edemez hale gelebilir elbette.
Üzerinde durulmasında yarar olan bir başka seçeneğin, ağır insan hakları ihlalleri gibi bazı hallerde VII. bölümde öngörülen önleme ve zorlama önlemlerinin sadece nitelikli çoğunlukla – veto yetkisi kullanılamadan- alınması olduğu düşünülebilir. Başka bir deyişle veto yetkisi, AB Lizbon Sözleşmesi’nde olduğu gibi, sınırlanabilir. Bilindiği gibi, AB Konseyi’nde karar almak için gerekli oybirliği ilkesi birçok konuda yerini nitelikli çoğunluğa bırakmış durumda. Oybirliği ilkesi bugün artık sadece dış politika ve savunma, bütçe ve mali işler ve kurumsal konularda geçerliliğini koruyor. Benzer bir düzenleme, Güvenlik Konseyi için de, yukarıda belirtildiği gibi, ağır insan hakları ihlalleri durumunda pekâlâ öngörülebilir.
- Türkiye'nin tezleri
BM bünyesindeki reform çalışmalarında Türkiye’nin de içinde yer aldığı bir grup ülke, kendi bölgelerinde nüfusça kalabalık, ekonomik gücü büyük ülkelerin dönüşümlü olarak Güvenlik Konseyi daimi üyeleri arasında daha sık yer almalarını sağlayacak bir rotasyon sistemine geçilmesini savunuyor. Çünkü kurulduğunda 51 olan BM’ye üye ülkelerin sayısı 193’e ulaşmış durumda. Hal böyle olunca da örneğin G-20’ye üye olmasına karşın Türkiye gibi bir ülkeye Güvenlik Konseyi üyeliği ancak uzunca bir süre bekledikten sonra tekrar gelebiliyor.
Türkiye’nin bir başka haklı görüşü de, Güvenlik Konseyi’nde bir bölge ülkesiyle ilgili karar alınırken, o bölgedeki ülkelerin -en azından büyük ülkelerin- karar mekanizması içinde bir şekilde yer almasının sağlanması. Böyle bir düzenleme, Konsey kararlarının hem daha etkin, hem kalıcı olması için de gerekli aslında.
- Yeniden yapılandırma nasıl gerçekleşebilir?
BM sisteminde, başta Güvenlik Konseyi’nin yapısında olmak üzere, herhangi bir reform yapılması, San Francisco Antlaşması’nın değiştirilmesini gerektiriyor. Bu konu Antlaşma’nın 108 ve 109. maddeleriyle düzenlenmiş. 108. maddede, Genel Kurul’un üçte iki çoğunluğunca kabul edilen değişikliklerin tüm üyelerin üçte ikisi tarafından onaylanması akabinde yürürlüğe girmesi öngörülüyor. Ama onay işleminin daimi üyelerin tümünü kapsaması şart koşuluyor.
109. maddede, Antlaşma’nın gözden geçirilmesi için Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nin üçte iki çoğunluğuyla her üyenin bir oyunun bulunacağı bir Genel Konferans düzenlenmesi hükme bağlanıyor. Ama Konferans’ta üçte iki çoğunlukla kabul edilen değişikliklerin yine aralarında daimi üyelerin tümünün bulunduğu üçte iki çoğunlukla onaylanması şart koşuluyor. Sonuç olarak, San Francisco Antlaşması’nda 5 daimi üyenin onayı olmadan herhangi bir değişiklik yapılması söz konusu olmuyor ne yazık ki.
- BM reformu dünya barışı için önemli
Görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın galip ülkelerince kurulmuş, adil ve demokratik olmadığı gibi, demokratikleşmesi de galip ülkelerin tümü tarafından kabul edilmediği takdirde mümkün olmayan bir BM sistemi var karşımızda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kurul konuşmasında yaptığı gibi, bu sisteme isyan etmemek mümkün değil doğrusu.
Aslında sisteme, Türkiye gibi 71 yıl öncesine oranla gelişmiş, dünyada söz sahibi olmak isteyen Brezilya, Hindistan, Güney Kore gibi gelişen ülkeler de isyan ediyor. Hatta Almanya ve Japonya gibi büyük devletler de, sırf İkinci Dünya Savaşı’nı yitirmiş oldukları için negatif ayrımcılığa uğramış olmanın sıkıntısını çekiyor. O bakımdan BM’yi bir an önce güncellemek ve temel amaçlarını lâyıkıyla yerine getiren bir kuruluşa dönüştürebilecek daha demokratik bir yapıya kavuşturmak dünya barışı için büyük önem taşıyor.