Latif Şimşek'ten Kılıçdaroğlu'na zor soru
Beyaz TV programcısı, gazeteci-yazar Latif Şimşek kaleme aldığı bir yazıda 'FETÖ'yü kimin besleyip büyüttüğü' tartışmasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu köşeye sıkıştırdı.
İşte Latif Şimşek'in o yazısı;
RIZA NUR'U NASIL BİLİRDİNİZ SAYIN KILIÇDAROĞLU?
Yeni tartışma, FETÖ'yü kimin besleyip büyüttüğü.
Başta CHP olmak üzere Anti Erdoğancı cephe, Fatura'nın tamamını Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve Ak Parti'ye keserek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.
Yok öyle “üç köfte beş kuruşa”
Üç kuruşa da CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu şöför mahalline kimse oturtmaz.
Herkes elini vicdanına koyacak ve konuşacak. Hiç kimse “ben yapmadım o yaptı” türünden şark kurnazlığıyla işin içinden sıyrılamaz.
FETÖ 2003-2013 yıllarının ürünü değildir!
1965'lerde piyasaya sürülmüş, özellikle 70'lerden itibaren tüm sorumlu makamlar tarafından “el bebek gül bebek” büyütülerek bir sonrakine devredilmiş, imece usulü beslenmiş bir yapıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “FETÖ'nün devleti ele geçirme amacını hissetiğimde tavrımı koydum” diyor. Ötekiler, “Yok öyle farkına sonradan varmak” diye dayılanıyor. Bu kabadayılar korosunun başında da Kemal Kılıçdaroğlu var.
Dr. Rıza Nur'u nasıl bilirdiniz Sayın Kılıçdaroğlu?
Kemal Kılıçdaroğlu gibi tüm CHP'liler Dr. Rıza Nur'u çok iyi bilirler. Rıza Nur, Atatürk'ün, çok güvenerek iki dönem milletvekili yaptığı tababet kökenli bir politikacıdır. Bununla kalmayıp Atatürk'ün İlk hükümette Milli Eğitim Bakanı, ikincisinde de Sağlık Bakanı yaptığı bir zattır. Bu kadar mı? Hayır! Mustafa Kemal Atatürk, Dr. Rıza Nur'a, O'nu İsmet İnönü'nün yanına vererek, Türkiye için hayati öneme haiz Lozan'a gönderecek kadar güvenmekte ve değer vermektedir.
Peki sonra ne olmuştur?
Atatürk, Dr. Rıza Nur'un kendisine karşı sinsi bir ihanet içinde olduğunu, sağda solda kuyusunu kazmaya çalıştığını ve ihanet anlamına gelecek davranışlar sergilediğini anladığında, Rıza Nur'la irtibatını kesmiştir. Rıza Nur da başına gelecekleri bildiğinden, yurt dışına kaçmış, soluğu Paris'te almıştır. Ancak Atatürk'ün ölümünden sonra 1939'da Türkiye'ye dönmüş, 1942'de de ölmüştür. Bütün CHP'liler ve Kemalist yazarlar, Rıza Nur'u “Hain” olarak görür ve Atatürk ile ilgili yazdıkları karşısında O'nu “Psikolojik sorunlar yaşayan ruh hastası” ilan eder.
Şimdi soruyorum; Rıza Nur'un bir “ruh hastası” ve “hain” olduğunu görmeyerek/göremeyerek, O'nu önce milletvekili, ardından milli eğitim bakanı sonrasında Sağlık Bakanı ve nihayetinde Lozan Delegesi yapan Atatürk suçlu mudur? Rıza Nur'u yanına alarak Lozan'a giden İsmet İnönü, O'nun “ne menem bir adam” olduğunu zamanında görememekle suçlu mudur?
Hepiniz suçlusunuz ya da hepiniz masumsunuz!
Evren'den başlayalım. 1980 darbesiyle yönetime el koyan Evren'i Fethullah Gülen, “Cennetlik” ilan eder. Gülen hakkında yakalama emri olmasına ve Gülen elini kolunu sallayarak dolaşmasına rağmen yakalanmaz. Korgeneral Hasan Sağlam, Evren'e Gülen'in kasetlerini izletir ve daha sonra Milli Eğitim Bakanı olur. Evren daha sonra görüştüğü Gülen'e, yurt yapmak yerine, özel okullar açmasını önerir.
Turgut Özal, Fethullah Gülen'in gerçek yüzünü ölüm döşeğinde iken görse de Gülen'in yurt dışında okul açması için 35 devlet başkanına mektup yazar. Gülen'in önerdiği kimi isimlere Anavatan Partisi listelerinde yer verir.
Süleyman Demirel ise Fethullah Gülen ile adeta “Kanka” dır. Nurettin Veren, Demirel ile her hafta görüştüklerini söylüyor. Gülen hakkında 1992'de iddianame hazırlandığında, dönemin Başbakanı Demirel, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı toplantısında Gülen'le yan yana oturur. Programı sunan Nazlı Ilıcak, “Başbakan Demirel'in burada bulunması Fethullah Gülen ile uğraşan Ankara'dakilere bir mesajdır” der.
Yıl 1995. İzmir Yamanlar Koleji'nin açılışında şeref koltuğunda Başbakan Tansu Çiller vardır. Çiller'in yanına Nurettin Veren oturur. Fethullah Gülen tribünde oturmaktadır. Aralarının soğuk olduğunu sananlar yanılır. Tören bittiğinde Çiller ve Gülen baş başa 45 dakika görüşür. Çiller yaklaşan seçimler için Gülen'den siyasi destek ister. Gülen desteğini verir ve seçimden sonra Cemaati için hayati öneme sahip İçişleri Bakanlığına Meral Akşener'i önerir ve Çiller Gülen'i kıramaz.
Bülent Ecevit 1999'da başbakan olmakla kalmaz, tam anlamıyla bir Gülen hayranı da olur. MGK'da Gülen Cemaatini açık açık savunur. Aynı yıllarda, Gülen Cemaati için soruşturma açmak isteyen Ankara Emniyet Müdürü Cedet Saral'a, dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz izin vermez.
Alparslan Türkeş, yurt dışında okullar açan Gülen'e elinden gelen desteği verir. Bir konuşmasında, “Gülen bu milletin gönlünde taht kurmuş bir isimdir. O'nu milletin gönlündeki bu tahttan indirmeye kimse muktedir olamayacaktır” der.
Yıl 1997. Yekta Güngör Özden Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla Gülen'in öğrencilerini kabul eder. O kadar etkilenir ki, hemen oracıkta telefon açarak, Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'dan da randevu alır. Karadayı Gülen'in adamlarını Genelkurmay karargahında kabul ederek, iltifatlarda bulunur.
Deniz Baykal, kendine kumpas kuran Fethullah Gülen'i, “O'na inanıyorum” diyerek aklar. 15 Temmuz sonrası bile hala Gülen'e inandığını söyler. Genel Kurmay Başkanları 1990'lardan itibaren, TSK'daki Gülenci subayları görmezden gelir. FETÖ adım adım TSK'yı ele geçirirken, onlar hükümete ayar verme peşindedirler.
Koç Holding'ten, Sabancı'ya, TÜSİAD'a kadar, baronların FETÖ ile kol kola olmasında kimse bir sakınca görmez.
CHP'nin FETÖ ile imtihanı!
Türkiye'yi 15 Temmuz'da karanlığa gömmek isteyen FETÖ'yü değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve Ak Parti'yi suçlayan CHP'nin, Fethullah Gülen ile akrabalık derecesini merak ediyor musunuz?
Sondan başlayım. 15 Temmuz'un ardından FETÖ'nün Belediyeler İmamı olduğu anlaşılan Erkan Karaaslan tutuklanak cezaevine konuldu. Bir de ne görelim, meğer Erkan Karaaslan, CHP'li belediyeleri adeta haraca bağlamış. Yüz bir belediye ile danışmanlık sözleşmesi imzalamış. Bunların içinde az sayıda Ak Partili ve MHP'li belediyeler de var. Ancak 101 belediyenin 90 tanesi CHP'li! Gazeteci Ertan Yıldız, Karaaslan'ın CHP'li belediyelerle irtibatını, Kılıçdaroğlu'nun özel kalem müdürü Tuncay Ceylan'ın sağladığını. Hatta Karaaslan'ın CHP'li belediyelerdeki alacaklarının tahsili için başkanlara baskı yaptığını iddia etti. Peki Tuncay Ceylan'dan bir açıklama geldi mi? Hayır. Tuncay Ceylan, Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'ndan habersiz bunları yapabilir mi? Kararı siz verin. Bütün bunlara rağmen Ceylan hala özel kalem müdürlüğünü sürdürdüğüne göre, Kılıçdaroğlu iddialar karşısında sustuğuna göre, kararı yine siz verin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ'nün MİT'i ele geçirmeye çalıştığını anladığında tavrını koydu. Tarih 2012'nin Şubatı'ydı. İpler o tarihte koptu. Ardından 17-25 aralık 2013 darbe girişimi geldi. Erdoğan'ı Cemaat'e her şeyi vermekle suçlayan CHP, 2012'den itibaren FETÖ ile daha çok kolkola girdi. CHP'nin yöneticileri, milletvekilleri FETÖ'nün tv kanallarından çıkmıyor, gazetelerinde her gün boy gösteriyorlar, Ak Parti'ye karşı cemaatin yanında olduklarını söylüyorlardı. FETÖ'cü tv kanalları kapatılırken, başta Mahmut Tanal, Eren Erdem, Barış Yarkadaş, Enis Berberoğlu olmak üzere CHP'liler canlı kalkan oluyordu. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca tutuklandığında ortalığı ayağa kaldıran yine CHP'lilerdi.
Birgül Ayman Güler ise gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu: “Her ne kadar CHP yönetimi inkar etse de 30 Mart seçimlerinde Cemaat ile ittifak yaptık.” Emine Ülker Tarhan ise CHP'nin FETÖ ile işbirliğini hazmedemediğini açıklayarak istifa ediyordu. Sonrasında, Ekmelettin İhsanoğlu, FETÖ'nün önerdiği bir isim olarak ortaya çıkıyor ve CHP ile birlikte MHP'nin de desteğini alıyordu.
CHP'nin 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde Cemaat'in desteğini almadığını, işbirliği yapmadığını hangi vicdan sahibi söyleyebilir?
Tüm bu yaklaşımlarla CHP, Ak Parti'ye “Sen cemaatle geçmişte işbirliği yapmakla suçlusun ama ben hem geçmişte hem bugüne yakın geçmişte işbirliği yapsam da masumum” mu demek istiyor? Bu hangi mantığa hangi siyasi anlak anlayışına sığar?
Yapılacak olan şudur; Siyasetçiler, “FETÖ'yü sen kolladın ben kolladım” kavgasını bir yana bırakıp, “Hepimiz O'nu bir terör örgütü olduğunu bilmediğimiz için destekledik. Şimdi karşısındayız” anlayışında birleşmeli. Mesele ülke meselesidir beyler! Kısır tartışmalarla kaybedecek zaman yok! Herkes aklını başına alsın!
RIZA NUR'U NASIL BİLİRDİNİZ SAYIN KILIÇDAROĞLU?
Yeni tartışma, FETÖ'yü kimin besleyip büyüttüğü.
Başta CHP olmak üzere Anti Erdoğancı cephe, Fatura'nın tamamını Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve Ak Parti'ye keserek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.
Yok öyle “üç köfte beş kuruşa”
Üç kuruşa da CHP'yi ve Kılıçdaroğlu'nu şöför mahalline kimse oturtmaz.
Herkes elini vicdanına koyacak ve konuşacak. Hiç kimse “ben yapmadım o yaptı” türünden şark kurnazlığıyla işin içinden sıyrılamaz.
FETÖ 2003-2013 yıllarının ürünü değildir!
1965'lerde piyasaya sürülmüş, özellikle 70'lerden itibaren tüm sorumlu makamlar tarafından “el bebek gül bebek” büyütülerek bir sonrakine devredilmiş, imece usulü beslenmiş bir yapıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “FETÖ'nün devleti ele geçirme amacını hissetiğimde tavrımı koydum” diyor. Ötekiler, “Yok öyle farkına sonradan varmak” diye dayılanıyor. Bu kabadayılar korosunun başında da Kemal Kılıçdaroğlu var.
Dr. Rıza Nur'u nasıl bilirdiniz Sayın Kılıçdaroğlu?
Kemal Kılıçdaroğlu gibi tüm CHP'liler Dr. Rıza Nur'u çok iyi bilirler. Rıza Nur, Atatürk'ün, çok güvenerek iki dönem milletvekili yaptığı tababet kökenli bir politikacıdır. Bununla kalmayıp Atatürk'ün İlk hükümette Milli Eğitim Bakanı, ikincisinde de Sağlık Bakanı yaptığı bir zattır. Bu kadar mı? Hayır! Mustafa Kemal Atatürk, Dr. Rıza Nur'a, O'nu İsmet İnönü'nün yanına vererek, Türkiye için hayati öneme haiz Lozan'a gönderecek kadar güvenmekte ve değer vermektedir.
Peki sonra ne olmuştur?
Atatürk, Dr. Rıza Nur'un kendisine karşı sinsi bir ihanet içinde olduğunu, sağda solda kuyusunu kazmaya çalıştığını ve ihanet anlamına gelecek davranışlar sergilediğini anladığında, Rıza Nur'la irtibatını kesmiştir. Rıza Nur da başına gelecekleri bildiğinden, yurt dışına kaçmış, soluğu Paris'te almıştır. Ancak Atatürk'ün ölümünden sonra 1939'da Türkiye'ye dönmüş, 1942'de de ölmüştür. Bütün CHP'liler ve Kemalist yazarlar, Rıza Nur'u “Hain” olarak görür ve Atatürk ile ilgili yazdıkları karşısında O'nu “Psikolojik sorunlar yaşayan ruh hastası” ilan eder.
Şimdi soruyorum; Rıza Nur'un bir “ruh hastası” ve “hain” olduğunu görmeyerek/göremeyerek, O'nu önce milletvekili, ardından milli eğitim bakanı sonrasında Sağlık Bakanı ve nihayetinde Lozan Delegesi yapan Atatürk suçlu mudur? Rıza Nur'u yanına alarak Lozan'a giden İsmet İnönü, O'nun “ne menem bir adam” olduğunu zamanında görememekle suçlu mudur?
Hepiniz suçlusunuz ya da hepiniz masumsunuz!
Evren'den başlayalım. 1980 darbesiyle yönetime el koyan Evren'i Fethullah Gülen, “Cennetlik” ilan eder. Gülen hakkında yakalama emri olmasına ve Gülen elini kolunu sallayarak dolaşmasına rağmen yakalanmaz. Korgeneral Hasan Sağlam, Evren'e Gülen'in kasetlerini izletir ve daha sonra Milli Eğitim Bakanı olur. Evren daha sonra görüştüğü Gülen'e, yurt yapmak yerine, özel okullar açmasını önerir.
Turgut Özal, Fethullah Gülen'in gerçek yüzünü ölüm döşeğinde iken görse de Gülen'in yurt dışında okul açması için 35 devlet başkanına mektup yazar. Gülen'in önerdiği kimi isimlere Anavatan Partisi listelerinde yer verir.
Süleyman Demirel ise Fethullah Gülen ile adeta “Kanka” dır. Nurettin Veren, Demirel ile her hafta görüştüklerini söylüyor. Gülen hakkında 1992'de iddianame hazırlandığında, dönemin Başbakanı Demirel, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı toplantısında Gülen'le yan yana oturur. Programı sunan Nazlı Ilıcak, “Başbakan Demirel'in burada bulunması Fethullah Gülen ile uğraşan Ankara'dakilere bir mesajdır” der.
Yıl 1995. İzmir Yamanlar Koleji'nin açılışında şeref koltuğunda Başbakan Tansu Çiller vardır. Çiller'in yanına Nurettin Veren oturur. Fethullah Gülen tribünde oturmaktadır. Aralarının soğuk olduğunu sananlar yanılır. Tören bittiğinde Çiller ve Gülen baş başa 45 dakika görüşür. Çiller yaklaşan seçimler için Gülen'den siyasi destek ister. Gülen desteğini verir ve seçimden sonra Cemaati için hayati öneme sahip İçişleri Bakanlığına Meral Akşener'i önerir ve Çiller Gülen'i kıramaz.
Bülent Ecevit 1999'da başbakan olmakla kalmaz, tam anlamıyla bir Gülen hayranı da olur. MGK'da Gülen Cemaatini açık açık savunur. Aynı yıllarda, Gülen Cemaati için soruşturma açmak isteyen Ankara Emniyet Müdürü Cedet Saral'a, dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz izin vermez.
Alparslan Türkeş, yurt dışında okullar açan Gülen'e elinden gelen desteği verir. Bir konuşmasında, “Gülen bu milletin gönlünde taht kurmuş bir isimdir. O'nu milletin gönlündeki bu tahttan indirmeye kimse muktedir olamayacaktır” der.
Yıl 1997. Yekta Güngör Özden Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla Gülen'in öğrencilerini kabul eder. O kadar etkilenir ki, hemen oracıkta telefon açarak, Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'dan da randevu alır. Karadayı Gülen'in adamlarını Genelkurmay karargahında kabul ederek, iltifatlarda bulunur.
Deniz Baykal, kendine kumpas kuran Fethullah Gülen'i, “O'na inanıyorum” diyerek aklar. 15 Temmuz sonrası bile hala Gülen'e inandığını söyler. Genel Kurmay Başkanları 1990'lardan itibaren, TSK'daki Gülenci subayları görmezden gelir. FETÖ adım adım TSK'yı ele geçirirken, onlar hükümete ayar verme peşindedirler.
Koç Holding'ten, Sabancı'ya, TÜSİAD'a kadar, baronların FETÖ ile kol kola olmasında kimse bir sakınca görmez.
CHP'nin FETÖ ile imtihanı!
Türkiye'yi 15 Temmuz'da karanlığa gömmek isteyen FETÖ'yü değil de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve Ak Parti'yi suçlayan CHP'nin, Fethullah Gülen ile akrabalık derecesini merak ediyor musunuz?
Sondan başlayım. 15 Temmuz'un ardından FETÖ'nün Belediyeler İmamı olduğu anlaşılan Erkan Karaaslan tutuklanak cezaevine konuldu. Bir de ne görelim, meğer Erkan Karaaslan, CHP'li belediyeleri adeta haraca bağlamış. Yüz bir belediye ile danışmanlık sözleşmesi imzalamış. Bunların içinde az sayıda Ak Partili ve MHP'li belediyeler de var. Ancak 101 belediyenin 90 tanesi CHP'li! Gazeteci Ertan Yıldız, Karaaslan'ın CHP'li belediyelerle irtibatını, Kılıçdaroğlu'nun özel kalem müdürü Tuncay Ceylan'ın sağladığını. Hatta Karaaslan'ın CHP'li belediyelerdeki alacaklarının tahsili için başkanlara baskı yaptığını iddia etti. Peki Tuncay Ceylan'dan bir açıklama geldi mi? Hayır. Tuncay Ceylan, Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'ndan habersiz bunları yapabilir mi? Kararı siz verin. Bütün bunlara rağmen Ceylan hala özel kalem müdürlüğünü sürdürdüğüne göre, Kılıçdaroğlu iddialar karşısında sustuğuna göre, kararı yine siz verin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ'nün MİT'i ele geçirmeye çalıştığını anladığında tavrını koydu. Tarih 2012'nin Şubatı'ydı. İpler o tarihte koptu. Ardından 17-25 aralık 2013 darbe girişimi geldi. Erdoğan'ı Cemaat'e her şeyi vermekle suçlayan CHP, 2012'den itibaren FETÖ ile daha çok kolkola girdi. CHP'nin yöneticileri, milletvekilleri FETÖ'nün tv kanallarından çıkmıyor, gazetelerinde her gün boy gösteriyorlar, Ak Parti'ye karşı cemaatin yanında olduklarını söylüyorlardı. FETÖ'cü tv kanalları kapatılırken, başta Mahmut Tanal, Eren Erdem, Barış Yarkadaş, Enis Berberoğlu olmak üzere CHP'liler canlı kalkan oluyordu. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca tutuklandığında ortalığı ayağa kaldıran yine CHP'lilerdi.
Birgül Ayman Güler ise gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu: “Her ne kadar CHP yönetimi inkar etse de 30 Mart seçimlerinde Cemaat ile ittifak yaptık.” Emine Ülker Tarhan ise CHP'nin FETÖ ile işbirliğini hazmedemediğini açıklayarak istifa ediyordu. Sonrasında, Ekmelettin İhsanoğlu, FETÖ'nün önerdiği bir isim olarak ortaya çıkıyor ve CHP ile birlikte MHP'nin de desteğini alıyordu.
CHP'nin 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde Cemaat'in desteğini almadığını, işbirliği yapmadığını hangi vicdan sahibi söyleyebilir?
Tüm bu yaklaşımlarla CHP, Ak Parti'ye “Sen cemaatle geçmişte işbirliği yapmakla suçlusun ama ben hem geçmişte hem bugüne yakın geçmişte işbirliği yapsam da masumum” mu demek istiyor? Bu hangi mantığa hangi siyasi anlak anlayışına sığar?
Yapılacak olan şudur; Siyasetçiler, “FETÖ'yü sen kolladın ben kolladım” kavgasını bir yana bırakıp, “Hepimiz O'nu bir terör örgütü olduğunu bilmediğimiz için destekledik. Şimdi karşısındayız” anlayışında birleşmeli. Mesele ülke meselesidir beyler! Kısır tartışmalarla kaybedecek zaman yok! Herkes aklını başına alsın!