9 film vizyona giriyor
Bu hafta 9 yeni film vizyona giriyor.
Hikayesi, oyunculukları ve müzikleri ile adeta bir fenomene dönüşen 'İncir Reçeli'nin ikincisi için geri sayım başladı.
Halil Sezai, yine 'aşk' dolu olan ikinci filmde de hem oyunculuğu hem de şarkıları ile yer alıyor.
İNCİR REÇELİ 2
Metin'in hüzünlü hikayesi 4 yıl aradan sonra devam ediyor. Hayata yeniden tutunmanın hikayesi bu. Malum, Metin, Duygu'yu kaybeder, artık barlarda Halil Sezai şarkıları söylemektedir. Derken karşısına Gizem çıkar. Kadro pek değişmemiş. Yönetmen yine Aytaç Ağırlar. Başrolde de Halil Sezai Paracıkoğlu, hüzünlü şarkılarıyla karşımızda. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir hikaye de denilebilir, “ben hüzünlü filmleri seviyorum” da. İlk filmi sevenlerin sayısına bakılacak olursa ikinci seçeneğe oy verecekler ağır basıyor gibi.
YARGIÇ (THE JUDGE)
“Affedilmek için önce affetmek gerekir”. Baba-oğul ilişkilerine meraklı Freud tutkunlarının ağzını sulandıracak bir film bu. Hank Palmer büyük davaların adamı. Başarılı, bir o kadar da kibirli. “Fakirlerin beni tutacak parası yok” diyor, ama hayatının en önemli davasının kendisini beklediğinden habersiz. Aralarının iyi olmadığı, 20 yılı aşkın süredir yargıçlık yapan babası cinayetle suçlanır. Anneleri ölmüştür. Çocukluğunu geçirdiği kasabaya döner, bir anlamda da çocukluğuna. Müvekkili olan babasıyla bir yandan davayı kazanmaya çalışacak bir yandan da geçmişte yaşadıkları problemleri çözmenin yollarını arayacak. Bu etkileyici dramada avukat rolündeki Robert Downey Jr'a, Akademi ödülü sahibi Robert Duvall eşlik ediyor. Mahkeme salonu geriliminden ve psikolojik metinlerden hoşlananlar kaçırmamalı.
UNUTULMAZ AŞK (THE BEST OF ME)
Duygular aradan 20 yıl geçtikten sonra da aynı canlılıkta kalabilir mi? 20 yıl önce yürümeyen bir ilişki, bunca zaman sonra önüne çıkan badireleri atlatabilir mi? Haftanın romantik denemelerinden “Unutulmaz Aşk”, bir roman uyarlaması. Geçmişte “The Notebook” adlı romanının başarılı beyazperde uyarlamasıyla adından söz ettiren yazar Nicholas Sparks, bu kez iki liseli aşığın 20 yıl sonra bir cenaze sebebiyle karşılaşmasını anlatmış. Film bunu aktarabilmiş mi peki, orası soru işareti. 5 yıl önce çektiği “Last Station”la Oscar koridorlarında dolaşan Michael Hoffman'ın bu kez dikiş tutturamadığı yorumları çoğunlukta. Başroldeki Michelle Monaghan'ı severiz. Ama karşısında oynayan James Marsden (ölmeseydi rolü Paul Walker oynayacaktı) ile aralarındaki kimya da tutmamışa benziyor. İkinci bir “The Notebook” beklemeyin yani.
ŞEYTAN TEPESİ (GALLOWS HILL)
Haftanın korku denemesi “Şeytan Tepesi”, sizi korkutabilecek mi, şüphelerimiz var. Öncelikle senaryo, neredeyse tüm korku filmi klişelerinin birleşimi gibi. Bir adam, asi kızı, eski karısı, karısının sevgilisi ve kendi nişanlısı, yani filmin sonuna kadar ölmelerine asla şaşırmayacağınız bir sürü karakter, ne gerek varsa aynı arabaya doluşmuşlar ve yolculuğa çıkmışlar. Film bu ya, ıssız bir yolda kaza yaparlar. Tek yaşam belirtisi gösteren yer, yaşlı bir adam tarafından işletilen eski püskü bir moteldir. Oraya giderler ve başlarına gelmedik kalmaz. Evet, film bunları vaat ediyor. “Madem buradayız o zaman neden ölmeyelim” diyen karakterler hala cazip geliyorsa seçim sizin.
ÜÇ, İKİ, BİR, KESTİK!..
Yerli filmleri desteklemek gerek. Her ne koşulda çekiliyorlarsa ve her ne anlatıyorlarsa. Üstte bahsettiğimiz türden korku denemeleri sinemalarımıza konuk olabiliyorsa, yerli filmlere de yeterince yer açmak gerek. Filmimiz, bir Ege köyünde sinema aşkıyla yanıp tutuşan Süleyman adlı gencin hikayesini anlatıyor. Şans bu ya, bir çekilişten kamera kazanınca hayalini gerçekleştirme fırsatını yakalıyor. Biraz, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” havası var. Zaten film de, o filmin yaratıcısı rahmetli Ahmet Uluçay'a atfedilmiş. Yönetmen Kerem Sarı, Aydın incirini anlattığı “Süper İncir”in çekim zorluklarını bu filme uyarlamış.
ALBATROS'UN YOLCULUĞU
Bir yerli film daha. Bu kez hikaye, bir şairin yaşamına dair. Toplumun şairlere, daha doğrusu sanatçılara bakışına dair demek daha doğru aslında. Arka planda ise aşklar, mutsuz aşıklar, sahtekârlıklar ve bolca panoramik çekim var. Cengis Asiltürk'ün yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Salih Bolat, Ufuk Kaplan, Şenol İpek, Ercan Kesal, Betül Arım ve Nilüfer Aydan yer alıyor.
HAY WAY ZAMAN
Filmler sadece hikaye anlatmak için değil, geçmişte yaşanan acı olaylara dair birer belge olarak da işimize yarayabilir. Dersim katliamında ailesi öldürülen ve yaralanan ağabeyiyle birlikte yollara düşen Emoş Gülver'in hikayesini anlatan “Hay Way Zaman” gibi. Aradan geçen onca seneden sonra köklerini arama ve bellekte biriken anıları yeniden hatırlama zamanının geldiğini söylüyor film. Eduardo Galeano bir keresinde “unutuş, barışın fiyatıdır” demişti. Ama unutmuyor Emoş Gülver. Savaş istediği için değil, kaybedilenlerin bir hiç uğruna ölmediğini söylemek için. Filmin yönetmen koltuğunda oturan Nezahat Gündoğan daha önce “Dersim'in Kayıp Kızları” belgeseline imza atmıştı.
BALIK
Yerli film açısından hayli zengin olan bu haftanın bir diğer yapımı da Derviş Zaim imzalı “Balık”. Balıkçılık yaparak geçinen bir ailenin hikayesinden ne çıkar demeyin. İnsan ve doğanın dengesinin bozulması üzerine Derviş Zaim'in söyleyecekleri var elbet. Dahası, kızını iyileştirmek için uğraşan bir babanın neler yapabileceğini izleyeceksiniz.Başrolde Bülent İnal ve Sanem Çelik var.
KİKORİKİ: YENİLMEZ TAKIM
Haftanın tek animasyon filmi, ta 2011'de çekilen bir Rusya yapımı. Mutluluk içinde kendi halinde yaşayan bir toplumun, “televizyon”u keşfetmesiyle “kirlenen” dünyası anlatılıyor.
Televizyonda gördükleri bir süper kahramanı gerçek sanan Kikoriki adası sakinlerinin macerasında kahkaha da var, heyecan da. Genelde ortalama eleştiriler alan filmin bunca zaman sonra ülkemizde vizyona girmesi ise ilginç. Dağıtımcılar, her hafta en az bir animasyon film kampanyasında zorlanmaya mı başladılar acaba?
Halil Sezai, yine 'aşk' dolu olan ikinci filmde de hem oyunculuğu hem de şarkıları ile yer alıyor.
İNCİR REÇELİ 2
Metin'in hüzünlü hikayesi 4 yıl aradan sonra devam ediyor. Hayata yeniden tutunmanın hikayesi bu. Malum, Metin, Duygu'yu kaybeder, artık barlarda Halil Sezai şarkıları söylemektedir. Derken karşısına Gizem çıkar. Kadro pek değişmemiş. Yönetmen yine Aytaç Ağırlar. Başrolde de Halil Sezai Paracıkoğlu, hüzünlü şarkılarıyla karşımızda. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir hikaye de denilebilir, “ben hüzünlü filmleri seviyorum” da. İlk filmi sevenlerin sayısına bakılacak olursa ikinci seçeneğe oy verecekler ağır basıyor gibi.
YARGIÇ (THE JUDGE)
“Affedilmek için önce affetmek gerekir”. Baba-oğul ilişkilerine meraklı Freud tutkunlarının ağzını sulandıracak bir film bu. Hank Palmer büyük davaların adamı. Başarılı, bir o kadar da kibirli. “Fakirlerin beni tutacak parası yok” diyor, ama hayatının en önemli davasının kendisini beklediğinden habersiz. Aralarının iyi olmadığı, 20 yılı aşkın süredir yargıçlık yapan babası cinayetle suçlanır. Anneleri ölmüştür. Çocukluğunu geçirdiği kasabaya döner, bir anlamda da çocukluğuna. Müvekkili olan babasıyla bir yandan davayı kazanmaya çalışacak bir yandan da geçmişte yaşadıkları problemleri çözmenin yollarını arayacak. Bu etkileyici dramada avukat rolündeki Robert Downey Jr'a, Akademi ödülü sahibi Robert Duvall eşlik ediyor. Mahkeme salonu geriliminden ve psikolojik metinlerden hoşlananlar kaçırmamalı.
UNUTULMAZ AŞK (THE BEST OF ME)
Duygular aradan 20 yıl geçtikten sonra da aynı canlılıkta kalabilir mi? 20 yıl önce yürümeyen bir ilişki, bunca zaman sonra önüne çıkan badireleri atlatabilir mi? Haftanın romantik denemelerinden “Unutulmaz Aşk”, bir roman uyarlaması. Geçmişte “The Notebook” adlı romanının başarılı beyazperde uyarlamasıyla adından söz ettiren yazar Nicholas Sparks, bu kez iki liseli aşığın 20 yıl sonra bir cenaze sebebiyle karşılaşmasını anlatmış. Film bunu aktarabilmiş mi peki, orası soru işareti. 5 yıl önce çektiği “Last Station”la Oscar koridorlarında dolaşan Michael Hoffman'ın bu kez dikiş tutturamadığı yorumları çoğunlukta. Başroldeki Michelle Monaghan'ı severiz. Ama karşısında oynayan James Marsden (ölmeseydi rolü Paul Walker oynayacaktı) ile aralarındaki kimya da tutmamışa benziyor. İkinci bir “The Notebook” beklemeyin yani.
ŞEYTAN TEPESİ (GALLOWS HILL)
Haftanın korku denemesi “Şeytan Tepesi”, sizi korkutabilecek mi, şüphelerimiz var. Öncelikle senaryo, neredeyse tüm korku filmi klişelerinin birleşimi gibi. Bir adam, asi kızı, eski karısı, karısının sevgilisi ve kendi nişanlısı, yani filmin sonuna kadar ölmelerine asla şaşırmayacağınız bir sürü karakter, ne gerek varsa aynı arabaya doluşmuşlar ve yolculuğa çıkmışlar. Film bu ya, ıssız bir yolda kaza yaparlar. Tek yaşam belirtisi gösteren yer, yaşlı bir adam tarafından işletilen eski püskü bir moteldir. Oraya giderler ve başlarına gelmedik kalmaz. Evet, film bunları vaat ediyor. “Madem buradayız o zaman neden ölmeyelim” diyen karakterler hala cazip geliyorsa seçim sizin.
ÜÇ, İKİ, BİR, KESTİK!..
Yerli filmleri desteklemek gerek. Her ne koşulda çekiliyorlarsa ve her ne anlatıyorlarsa. Üstte bahsettiğimiz türden korku denemeleri sinemalarımıza konuk olabiliyorsa, yerli filmlere de yeterince yer açmak gerek. Filmimiz, bir Ege köyünde sinema aşkıyla yanıp tutuşan Süleyman adlı gencin hikayesini anlatıyor. Şans bu ya, bir çekilişten kamera kazanınca hayalini gerçekleştirme fırsatını yakalıyor. Biraz, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” havası var. Zaten film de, o filmin yaratıcısı rahmetli Ahmet Uluçay'a atfedilmiş. Yönetmen Kerem Sarı, Aydın incirini anlattığı “Süper İncir”in çekim zorluklarını bu filme uyarlamış.
ALBATROS'UN YOLCULUĞU
Bir yerli film daha. Bu kez hikaye, bir şairin yaşamına dair. Toplumun şairlere, daha doğrusu sanatçılara bakışına dair demek daha doğru aslında. Arka planda ise aşklar, mutsuz aşıklar, sahtekârlıklar ve bolca panoramik çekim var. Cengis Asiltürk'ün yönettiği filmin oyuncu kadrosunda Salih Bolat, Ufuk Kaplan, Şenol İpek, Ercan Kesal, Betül Arım ve Nilüfer Aydan yer alıyor.
HAY WAY ZAMAN
Filmler sadece hikaye anlatmak için değil, geçmişte yaşanan acı olaylara dair birer belge olarak da işimize yarayabilir. Dersim katliamında ailesi öldürülen ve yaralanan ağabeyiyle birlikte yollara düşen Emoş Gülver'in hikayesini anlatan “Hay Way Zaman” gibi. Aradan geçen onca seneden sonra köklerini arama ve bellekte biriken anıları yeniden hatırlama zamanının geldiğini söylüyor film. Eduardo Galeano bir keresinde “unutuş, barışın fiyatıdır” demişti. Ama unutmuyor Emoş Gülver. Savaş istediği için değil, kaybedilenlerin bir hiç uğruna ölmediğini söylemek için. Filmin yönetmen koltuğunda oturan Nezahat Gündoğan daha önce “Dersim'in Kayıp Kızları” belgeseline imza atmıştı.
BALIK
Yerli film açısından hayli zengin olan bu haftanın bir diğer yapımı da Derviş Zaim imzalı “Balık”. Balıkçılık yaparak geçinen bir ailenin hikayesinden ne çıkar demeyin. İnsan ve doğanın dengesinin bozulması üzerine Derviş Zaim'in söyleyecekleri var elbet. Dahası, kızını iyileştirmek için uğraşan bir babanın neler yapabileceğini izleyeceksiniz.Başrolde Bülent İnal ve Sanem Çelik var.
KİKORİKİ: YENİLMEZ TAKIM
Haftanın tek animasyon filmi, ta 2011'de çekilen bir Rusya yapımı. Mutluluk içinde kendi halinde yaşayan bir toplumun, “televizyon”u keşfetmesiyle “kirlenen” dünyası anlatılıyor.
Televizyonda gördükleri bir süper kahramanı gerçek sanan Kikoriki adası sakinlerinin macerasında kahkaha da var, heyecan da. Genelde ortalama eleştiriler alan filmin bunca zaman sonra ülkemizde vizyona girmesi ise ilginç. Dağıtımcılar, her hafta en az bir animasyon film kampanyasında zorlanmaya mı başladılar acaba?