Hakan Şükür'den ayetle başlayan deprem yazısı
AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, 17 Ağustos depreminin 14. yılında depremi yazdı. Deprem haberi sonrası yaşadığı gerilimli duygu yoğunluğunu anlatan Şükür, yazısına ayetle başladı.
Sakarya'daki ailesinin yanına gidişini ve gördüklerini kaleme alan Şükür,'Oysa benim Sakarya'da 17 Ağustos depreminde gördüklerim karşısında anladığım ve hala unutmadığım tek bir gerçek vardı, yetimliğin ve öksüzlüğün yaşı yoktu...'dedi.
İŞTE HAKAN ŞÜKÜR'ÜN 17 AĞUSTOS YAZISI
Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan'Ne oluyor buna!'dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır." (Zilzal-4)
Kuran-ı Kerim'deki bu ayeti ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum... Ama ayet ile ilk kez karşılaştığımda tasvirin dehşeti bende çok ciddi bir ürperti meydana getirmişti. Büyük kıyameti anlatan bir çok ayetten biriydi; Zilzal 4...
1999, bin yıllık zaman diliminin devrinde: zamanın son taşıyıcı rolünü üstlenmişti. Takvim yaprakları 17 Ağustos'u gösteriyordu.
Zamanı kovalayan akrep ve yelkovan Türkiye yerel saatiyle sabahın 3:30'unu işaret ediyordu...
O TARİHTE NORVEÇ'TEYDİK
Futbol milli takımı kadrosunda, bir yurtdışı müsabakası için Norveç'te bulunuyordum.
***
Depresif ve soğuktu her şey...
Bir huzursuzluk içimi kemiriyordu... Acı acı çalan telefonum huzursuzluğumun sebebinin habercisi gibiydi... Telefonun diğer ucunda kardeşim vardı...
Tedirgin ve korku yüklü sesi hala kulaklarımda: "Abi Sakarya yerle bir; deprem oldu. Bizimkilere de ulaşamıyorum!"
KÜÇÜK BİR KIYAMETTİ BELKİ YAŞANAN
Aynı zaman dilimin de kaç telefon böyle korkuyla açılmıştı, kim bilir? Küçük bir kıyametti belki de yaşanılan... Yine de Allahu Alem... Norveç ile oynayacağımız milli maç hemen iptal edilmiş dönüş yolculuğu başlamıştı...
Uçakta gazetecilerin ve arkadaşlarımın bana endişeli bakışlarının ardında; "Acaba bana söyleyemedikleri acı bir haberleri mi var" duygusu ile geçen stresin ruhuma yaptığı baskıyı unutamam. İstanbul'a uçağın tekerleklerinin değmesiyle birlikte panik hali bende ayyuka çıkmıştı.
SAKARYA YOLUNA KOYULDUM
2 aylık evli olduğum eşimin iyi haberinin ardından havaalanı kapısından ayrılmam ile birlikte kendimi Sakarya yolunda buldum.
5 saate yakın süren bir yolculuk ile derin acıların yaşandığı İzmit'i nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum...
Acılar havaya sinmiş insanın üzerine bulutsuz yağıyordu. Sakarya'ya vardığımda ise anne ve babamı sormaya utanır haldeydim neredeyse...
Feryadı figanlar ayyuka çıkmıştı... Taş üstünde taş kalmamıştı doğru ama can üstünde de can kalmamıştı...
KOMŞULAR BABAMI SAKİNLEŞTİRİYORDU
Giden canlar geride bıraktığı canları da almıştı aslında yanlarına... Bir karambol hali, mahşeri bir telaş içerisindeydi her yer... Sağa sola koştururken ilerideki kalabalığın arasında babamı gördüm...
Komşuları babamı sakinleştiriyordu...
Babama yönelmiş bu teselli çabaları, (Allah affetsin) bana "annem mi" dedirtiverdi. Cesaretimi toplayıp "annem" dediğimi hatırlıyorum! Kalabalığın arasından birisi, "Sakarya'daki yıkılan eve gitti" deyiverdi.
Çökmüş binanın yanında olduğu söylenen annemin yanına sanki uçarak gitmiştim... Karşılaşır karşılaşmaz annemin boynuna nasıl da sarılmıştım... O koskoca bina ise artık yoktu... Sadece yıkılan binanın enkazının üstünde elinde bir Galatasaray forması ile oturan genç dikkatimi çekmişti!
***
ANNEM BİR ANDA AĞLAMAYA BAŞLAMIŞTI
Şaşkındım.. Anneme gözlerimi çevirdim... Annem bir anda ağlamaya başlamıştı... Bir derbi maçı golünün anısına'canım anneme'diye verdiğim formaydı gencin elindeki!
Annemin göğü yarılmış gözlerine yağmur olmuştu sanki... Gencin anne ve babasını kaybettiğini, saatlerce göçükte yaptığı aramalar sonucu bulduğu tek şey o forma olmuştu. Ve kendisinden rica etmişti... O forma gencin bilinçaltında neyin karşılığıydı? Bilmiyorum...
Sadece bir forma mıydı? Onu da bilmiyorum... Ama bildiğim bir gerçek vardı: Deprem bir küçük kıyametti... Ve bu kıyametin en büyük müsebbibi tabiat değil insandı...
Önce tedbir sonra tevekkül noktasında ise tedbir kısmı hep gözardı edilmişti. Nedense bir yaşam tedbirini seçtiğini sanan bizler sonuçları trajedi ile ortaya çıkan hatalara imza atmaktan çekinmiyorduk.
***
HATIRLAMAK İÇİN YAZDIM
Bu yazıyı niye mi kaleme almıştım? Hatırlatmak için...
"17 Ağustos'un üzerinden yalnızca 14 yıl geçti" demek için...
Çünkü hiçbir acının son kullanma tarihi yoktu! Unuttuğunuzu düşündüğü anda acı kendini hatırlatma lüksüne sahipti...
Ta ki siz o acıların sebeplerinden ders çıkarıp ibret aldığınızı ona inandıracağınız ana kadar! Peki siz dönem dönem yaşadığımız küçük kıyametler aracılığı ile verilen uyarıyı dikkate aldınız mı?
DEPREM GERÇEĞİNİ 17 AĞUSTOS'TA UNUTTUNUZ DEĞİL Mİ
Peki siz geçen 14 yıl boyunca yaşam alanlarınızda gerekli tedbirleri kuşandınız mı? Hadi dürüst olun... Deprem gerçeğini ve 1999, 17 Ağustos'u unuttunuz değil mi?
Oysa benim Sakarya'da 17 Ağustos depreminde gördüklerim karşısında anladığım ve hala unutmadığım tek bir gerçek vardı, yetimliğin ve öksüzlüğün yaşı yoktu...
NOT: 17 Ağustos gibi acılarla bu ülke bir daha karşılaşmasın duası ile. Sakarya'dan Erkan Abi ve Serhat kardeşim her vefat eden kardeşim gibi sizlere bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum. Unutmadık!
İŞTE HAKAN ŞÜKÜR'ÜN 17 AĞUSTOS YAZISI
Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan'Ne oluyor buna!'dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır." (Zilzal-4)
Kuran-ı Kerim'deki bu ayeti ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum... Ama ayet ile ilk kez karşılaştığımda tasvirin dehşeti bende çok ciddi bir ürperti meydana getirmişti. Büyük kıyameti anlatan bir çok ayetten biriydi; Zilzal 4...
1999, bin yıllık zaman diliminin devrinde: zamanın son taşıyıcı rolünü üstlenmişti. Takvim yaprakları 17 Ağustos'u gösteriyordu.
Zamanı kovalayan akrep ve yelkovan Türkiye yerel saatiyle sabahın 3:30'unu işaret ediyordu...
O TARİHTE NORVEÇ'TEYDİK
Futbol milli takımı kadrosunda, bir yurtdışı müsabakası için Norveç'te bulunuyordum.
***
Depresif ve soğuktu her şey...
Bir huzursuzluk içimi kemiriyordu... Acı acı çalan telefonum huzursuzluğumun sebebinin habercisi gibiydi... Telefonun diğer ucunda kardeşim vardı...
Tedirgin ve korku yüklü sesi hala kulaklarımda: "Abi Sakarya yerle bir; deprem oldu. Bizimkilere de ulaşamıyorum!"
KÜÇÜK BİR KIYAMETTİ BELKİ YAŞANAN
Aynı zaman dilimin de kaç telefon böyle korkuyla açılmıştı, kim bilir? Küçük bir kıyametti belki de yaşanılan... Yine de Allahu Alem... Norveç ile oynayacağımız milli maç hemen iptal edilmiş dönüş yolculuğu başlamıştı...
Uçakta gazetecilerin ve arkadaşlarımın bana endişeli bakışlarının ardında; "Acaba bana söyleyemedikleri acı bir haberleri mi var" duygusu ile geçen stresin ruhuma yaptığı baskıyı unutamam. İstanbul'a uçağın tekerleklerinin değmesiyle birlikte panik hali bende ayyuka çıkmıştı.
SAKARYA YOLUNA KOYULDUM
2 aylık evli olduğum eşimin iyi haberinin ardından havaalanı kapısından ayrılmam ile birlikte kendimi Sakarya yolunda buldum.
5 saate yakın süren bir yolculuk ile derin acıların yaşandığı İzmit'i nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum...
Acılar havaya sinmiş insanın üzerine bulutsuz yağıyordu. Sakarya'ya vardığımda ise anne ve babamı sormaya utanır haldeydim neredeyse...
Feryadı figanlar ayyuka çıkmıştı... Taş üstünde taş kalmamıştı doğru ama can üstünde de can kalmamıştı...
KOMŞULAR BABAMI SAKİNLEŞTİRİYORDU
Giden canlar geride bıraktığı canları da almıştı aslında yanlarına... Bir karambol hali, mahşeri bir telaş içerisindeydi her yer... Sağa sola koştururken ilerideki kalabalığın arasında babamı gördüm...
Komşuları babamı sakinleştiriyordu...
Babama yönelmiş bu teselli çabaları, (Allah affetsin) bana "annem mi" dedirtiverdi. Cesaretimi toplayıp "annem" dediğimi hatırlıyorum! Kalabalığın arasından birisi, "Sakarya'daki yıkılan eve gitti" deyiverdi.
Çökmüş binanın yanında olduğu söylenen annemin yanına sanki uçarak gitmiştim... Karşılaşır karşılaşmaz annemin boynuna nasıl da sarılmıştım... O koskoca bina ise artık yoktu... Sadece yıkılan binanın enkazının üstünde elinde bir Galatasaray forması ile oturan genç dikkatimi çekmişti!
***
ANNEM BİR ANDA AĞLAMAYA BAŞLAMIŞTI
Şaşkındım.. Anneme gözlerimi çevirdim... Annem bir anda ağlamaya başlamıştı... Bir derbi maçı golünün anısına'canım anneme'diye verdiğim formaydı gencin elindeki!
Annemin göğü yarılmış gözlerine yağmur olmuştu sanki... Gencin anne ve babasını kaybettiğini, saatlerce göçükte yaptığı aramalar sonucu bulduğu tek şey o forma olmuştu. Ve kendisinden rica etmişti... O forma gencin bilinçaltında neyin karşılığıydı? Bilmiyorum...
Sadece bir forma mıydı? Onu da bilmiyorum... Ama bildiğim bir gerçek vardı: Deprem bir küçük kıyametti... Ve bu kıyametin en büyük müsebbibi tabiat değil insandı...
Önce tedbir sonra tevekkül noktasında ise tedbir kısmı hep gözardı edilmişti. Nedense bir yaşam tedbirini seçtiğini sanan bizler sonuçları trajedi ile ortaya çıkan hatalara imza atmaktan çekinmiyorduk.
***
HATIRLAMAK İÇİN YAZDIM
Bu yazıyı niye mi kaleme almıştım? Hatırlatmak için...
"17 Ağustos'un üzerinden yalnızca 14 yıl geçti" demek için...
Çünkü hiçbir acının son kullanma tarihi yoktu! Unuttuğunuzu düşündüğü anda acı kendini hatırlatma lüksüne sahipti...
Ta ki siz o acıların sebeplerinden ders çıkarıp ibret aldığınızı ona inandıracağınız ana kadar! Peki siz dönem dönem yaşadığımız küçük kıyametler aracılığı ile verilen uyarıyı dikkate aldınız mı?
DEPREM GERÇEĞİNİ 17 AĞUSTOS'TA UNUTTUNUZ DEĞİL Mİ
Peki siz geçen 14 yıl boyunca yaşam alanlarınızda gerekli tedbirleri kuşandınız mı? Hadi dürüst olun... Deprem gerçeğini ve 1999, 17 Ağustos'u unuttunuz değil mi?
Oysa benim Sakarya'da 17 Ağustos depreminde gördüklerim karşısında anladığım ve hala unutmadığım tek bir gerçek vardı, yetimliğin ve öksüzlüğün yaşı yoktu...
NOT: 17 Ağustos gibi acılarla bu ülke bir daha karşılaşmasın duası ile. Sakarya'dan Erkan Abi ve Serhat kardeşim her vefat eden kardeşim gibi sizlere bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum. Unutmadık!