'Medya ve Mahremiyetin Sınırları Ulusal Sempozyumu'
Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi, Cumhurbaşkanlığı İnternet Yayın Müdürü M. Mücahit Küçükyılmaz, "İletişim araçları, sinema, televizyon, sosyal medya devreye girdiği zaman biz hep modern dönemde, modernlikle birlikte mahremiyetin sınırlarının gerilediğini görüyoruz. Mahremiyet kavramı değişiyor" dedi.
Küçükyılmaz, Erzurum Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından, Kültür ve Gösteri Merkezi'nde düzenlenen "Medya ve Mahremiyetin Sınırları Ulusal Sempozyumu"nda yaptığı konuşmada, bir kişinin bile üzüldüğü, mağdur edildiği iletişim ortamında mahremiyetin dikkate alınması gerektiğini söyledi.
Haram olan bir şey için mahrem veya muharrem ifadelerinin kullanıldığını anlatan Küçükyılmaz, "Bunun yasaklılık haline de mahremiyet deniyor. Tabii burada, bulunduğumuz ortamda, tartışma platformunda kelime, ahlak felsefesiyle ilgili bir kavram ve medyayla ilgisi, medya-etik ilişkisi çerçevesinde anlam kazanıyor. Mahremiyet, medyayla ilgisi bağlamında medya etiğinin bir konusu" diye konuştu.
Mahremiyetin farklı türlerinin sıralanabileceğini vurgulayan Küçükyılmaz, şunları kaydetti:
"Ailevi veya kişisel mahremiyet, özel hayatın gizliliği veya dokunulmazlığı diye bunu ifade ediyoruz. Bilginin mahremiyeti, gelenekte sır diye ifade edilen şey. Hakikatin mahremiyeti var. Buna da hikmet diyoruz. Düşünsel, zihinsel mahremiyet. Düşüncenin yine mahremiyeti var. Bunlar sıralanabilir. Mesela tarihin mahremiyeti, günümüzdeki tarihi dizilerin ve filmlerin çok revaçta olduğu ortamda dikkat edilmesi gereken bir konu. Mesela müzeler, tarihin mahremiyetini deşifre ediyor, ortaya koyuyor. Bu da zaman zaman entellektüel platformlarda tartışma konusu. Tabii iletişim araçları, sinema, televizyon, sosyal medya devreye girdiği zaman biz hep modern dönemde, modernlikle birlikte mahremiyetin sınırlarının gerilediğini görüyoruz. Mahremiyet kavramı değişiyor."
Küçükyılmaz, mahremiyetin çok hızlı dönüşen bir kavram olduğunu anlatarak, "Belki 15-16'lı yaşlarda rahatça ifade ettiğiniz şeylerden dolayı, 20'li yaşların ortasında, 30'lu yaşlarda, 40'lı yaşlarda utanç duyabilirsiniz veya başkalarına karşı bunu ifade etmemiş olmayı dilersiniz" ifadelerini kullandı.
Medyanın insan zihni üzerindeki etkisini kavramak gerektiğine vurgu yapan Küçükyılmaz, "İnsan zihni, özellikle görsellikle karşılaştığı zaman ciddi bir etkilenime maruz kalıyor. Bunun sonucunda zihnin tutsaklığı, esareti bile söz konusu olabiliyor. Bunu çocuklarınızda görebilirsiniz. Özellikle görsel imgelerle yüzleştikleri zaman kendi hayal dünyalarında, hayal güçleriyle bir şey oluşturmak yerine, hazır üretilmiş kalıplara teslim olmuş zihinler ortaya çıkıyor" diye konuştu.
Tarih algısının sürekli güncellendiğini ifade eden Küçükyılmaz, sürekli bilgilerin değiştiğini, yeni belge ortaya çıktığı zaman yeni bir medyatik gerçeklik üretilmeye başladığının altını çizdi.
Küçükyılmaz, burada beş temel dönüşümün yaşandığını belirterek, şöyle devam etti:
"Birincisi anakronizm, zamansızlık söz konusu. Yani siz tarihi bugünü düşünerek yorumluyorsunuz. İkinci bir kavram olarak indirgemeci bir mantıktan bahsedilebilir. Siz tabi olduğu gibi tarihi gerçekliği ele alırken onu olduğu gibi sinemasal, televizüel gerçekliğe aktaramazsınız. Orada birtakım daraltmalar, indirgemeler yapmanız gerekiyor. Hamasi yaklaşım, hepinizin bildiği belki sinemada, edebiyatta tarihe bakarken olmazsa olmaz kabul edilen bir kavram. Yine dramatik dezenformasyon, mahremiyet bağlamında önemli olan bir kavram."
Ölülerin mahremiyetinin de gündeme geldiğini anlatan Küçükyılmaz, "Kendilerini savunamayan ölmüş kişiler, bunların mahremiyeti ne olacak? Nasıl bakacağız bunlara? Mesela bizim geleneğimizde, ölünün arkasında iyi konuşmak tavsiye edilir. Öncelikle kendimize ait referansları dikkate almak lazım" dedi.
- Sosyal medyada mahremiyet
Klasik medya bağlamında mahremiyetin ardından sosyal medyaya da değinen Küçükyılmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Sosyal medyaya geldiğimiz zaman konu daha da karmaşıklaşıyor. Sosyal medyada, siz bir mesaj üretiyorsunuz, o mesajı kodluyorsunuz. Sonra ortama bırakıyorsunuz fakat sizin düşündüğünüz hedeften önce belki hesapta olmayan başka yeni muhataplar ortaya çıkıyor ve onlar sizin mesajınızı alıyorlar. Büyük ihtimalle de doğru anlamıyorlar, sizin zihninizdekini tam olarak tahmin edebilmeleri kolay değil. Çünkü çok hızlı bir ortamda bulunuyoruz. Bir anda siz istemediğiniz bir sözü söylemiş duruma düşebiliyorsunuz. Kendinizi bir tartışmanın adresi haline getirmiş oluyorsunuz."
Klasik ile sosyal medya farkı bağlamında sermaye faktörünün önemli olduğunun altını çizen Küçükyılmaz, medya kurumlarının ciddi sermaye gerektiren, arkasında çoğu zaman örgütlü bir yapının hatta devlet desteğinin olmasını gerektiren pahalı kurumlar olduğunu vurguladı.
Küçükyılmaz, "Sosyal medyada ise neredeyse sıfır maliyetine, bir twitter hesabı, bir facebook hesabı, instagram hesabı açıp, bir gazeteden daha fazla okura, takipçiye ulaşabiliyorsunuz. Böyle figürler var. İçerik üretimini ve tüketimini yine sosyal medyada aynı kişiler yapıyor. Klasik medyada, üretim belli merkezlerde gerçekleşirken, tüketim de aynı merkezlerde, kitle içerisinde gerçekleşiyor. Sosyal medyada, en önemli konu mahremiyetini açarak var olmak. Bir şekilde kamusal hayatta, kendisini göstermek isteyen insanlar kendi mahremiyetlerinden başka satabilecekleri bir ürün olmadığı için var oldular" diye konuştu.
"Sosyal medyayla olan ilişkimizde biz henüz olgunlaşmış bir durumda değiliz" diyen Küçükyılmaz, "Mahremiyet söz konusu olduğu zaman gazeteci kamusal kişiliklerin veya sıradan kişiliklerin hayatını ne kadarına temas edecek ve onunla ne kadar mesafe kuracak, bu ayarlanamıyor" dedi.
- AA'nın habercilik etiği
Küçükyılmaz, AA'nın habercilik etiğine de değinerek, şöyle devam etti:
"Anadolu Ajansı bağlamında, haberin niteliğinde bir değişimle karşılaşıyoruz, sosyal medyayla. Birtakım tartışmalar da var. Gazeteci haberi köşesinde yazmadan, köşe yazarı veya gazeteci haberi gazetede yayınlamadan önce twitter hesabından paylaşıyor. Herkes bunu yaptığı için sizin yapmamış olmanız mesleki anlamda rekabetten geri kalmanıza neden oluyor ama bir taraftan da kurumla olan ilişkinize değin bir etik tartışmayı da ortaya çıkarıyor. Kurumlar bundan çok memnun olmayabiliyorlar."
"Günümüzde haber değişim sürecinden geçiyor fakat unutmamak gerekir ki haberin taşıdığı temel unsurlar, temel yapı, değişmiyor. Haberden beklentiler, güvenilirlik kavramı her zaman revaçta olacak bir kavram. Hız kavramı her zaman etkisini koruyacak bir kavram. Çünkü yavaş olduğunuz zaman bayat haber vermiş olursunuz" diye konuşan Küçükyılmaz, şunları kaydetti:
"Etik kaygılar her zaman var. Facebook üzerinden aldığınız bilgilerle yapılan haber, birilerinin hayatını hızlı bir şekilde mahvedebiliyor. Teyit edilmeyen bilgilerin hızla servis edilmesi, kitleleri olumsuz yönde harekete geçirebiliyor. Bu durumda doğruluk ve etik gibi kavramlar da yeni boyutlarıyla tartışmaya açılıyor. Özellikle ajans haberciliği üzerinde durduğumuzda, abone beklentisi doğrultusunda hız kaygısının öne çıkması çeşitli sonuçları doğurmaktadır. Bunlardan bazıları, duyum veya iddia üzerine haber, sosyal ağlardaki özel verilerin kullanılması ve hassas konularda bilgi kirliliği maddeleridir."
- RTÜK Üyesi Öztürk
RTÜK Üyesi Nurullah Öztürk de son on yılda kamusal alan ve özel alanın tamamen tartışıldığı bir zaman dilimine şahit olduklarını belirterek, bunun yanında "gözetim toplumu" olduğumuza dair tanımlar yapıldığını söyledi.
Çalışma ofisleri, caddeler, havaalanlarının her birinin kameralarla kayıt altına alınarak, neredeyse bütün bir insan hayatının kayıt altına, takip altına alındığını vurgulayan Öztürk, "Bununla ilgili filmler çekildi. İnsanın bütün hayatı canlı olarak yaşandığında ne tür sorunlar oluşabildiğine dair bazı filmler çekildi. Temennim bu sempozyumdan sonra medyada hiçbir şey eskisi gibi olmasın. Daha önce yapılan birtakım ihlaller, duyarsızlıklar en azından belli bir oranda azalsın temennimiz bu. Mahremiyet nedense belirli alanlara tahsis ediliyor. Kendisi hiçbir konuda mahremiyet göstermeyen bir medya mensubu, kendi özel hayatıyla ilgili dile getirilen ifadeler söz konusu olduğunda dünyayı ayağa kaldırabiliyor. Dolayısıyla burada ciddi paradoksların olduğunu söyleyebiliriz" dedi.
İsteyen herkes artık istediği kaydı istediği yerde yapabildiğini belirten Öztürk, "Dolayısıyla belki bu alanla ilgili etik kodların, mesleki duyarlılıkların, buna karşı cezai müeyyidelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekebiliyor. Medyanın tabii malzemeye ihtiyacı var. Özellikle görsel, işitsel medya, televizyonlar görüntüye ihtiyaçları var. Dolayısıyla insanın doğumundan ölümüne, sevincinden üzüntüsüne bütün alanlarını seyirlik malzemeye dönüştürebiliyor, bunları yarışma konusu yapabiliyor" diye konuştu.
Bu toplumun en mahrem alanlarından birisi olan aile kavramının bile televizyonlarda şov malzemesine, bir gösteri malzemesine dönüştürüldüğüne dikkat çeken Öztürk, "Dolayısıyla bu makas gittikçe daha da açılıyor. Bunları eleştirel anlamda söylüyoruz ama medya da bizim ayrılmaz bir parçamız" ifadelerini kullandı.
Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu ile Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Meltem Ahıska da konuşma yaptı.