Leyla ile Mecnun'un yükselen grafiği ile dikkat çekiyor
Başlık yanıltmasın! TRT'de yayınlanan 'Leyla ile Mecnun' son yıllarda televizyonda gördüğümüz en yaratıcı, özgün ve aykırı dizi…
TRT’nin bu sezonki dizilerinden ‘Leyla ile Mecnun’ kulaktan kulağa yayılan, kendi seyircisini yaratan ‘özel’ bir dizi olarak şimdiden televizyon tarihine geçti diyebiliriz. Bu ‘özel olma’ durumunu yaratan sebeplerin başında ise, ‘Leyla ile Mecnun’un ‘absürd komedi’ gibi Türkiye’deki televizyon seyircisinin alışık olmadığı bir alanda, kendine has dilini yaratmış olması geliyor.
Dünyada, özellikle Amerika ve İngiltere’de absürd komedi türünde - Mel Brooks, Monthy Python, ZAZ ekolü gibi yaratıcılardan bu yana - çok başarılı işler çıksa da, Türkiye’de bunu hakkıyla yapabilen yapım sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
‘Leyla ile Mecnun’ bu anlamda cesur bir işe kalkışarak hikayesini, yani Leyla ile Mecnun’un kavuşamama hikayesini ‘saçma’ üzerinden anlatmayı seçiyor. Kısaca, o ünlü aşk hikayesini başka bir şeye dönüştürüyor.
Aynı gün hastanede doğan ve yatak azlığından aynı yatakta yatırılan iki bebeğin aileleri, Leyla ile Mecnun adını verdikleri çocuklarını beşik kertmesi yaparlar. Ama 25 yıl sonra, kızın ailesi zengin, oğlanın ise ‘fakir’ olmuştur. Dolayısıyla birbirlerine hiç uygun değillerdir. Ama Leyla ile Mecnun arasındaki tek engel bu değildir. Hatta, böyle absürd bir dünyada bu, engel bile değildir!
Dizide asıl hikayeden daha çok yan karakterler ve onların maceraları öne çıkıyor. Her bölümde Leyla ile Mecnun’un kavuşamama hikayesini izliyoruz ama yan karakterler o kadar iyi yazılmışlar ki, rol çalmamaları bir süre sonra imkansız bir hal alıyor! Zaten, bölüm sayısı artıkça, seyircilerin de favorisi haline gelen bu karakterler, yan karakter olmaktan çıkıp dizinin işlemesini sağlayan, dramatik yapının en önemli unsuru haline geliyor.
Başrolde elbette, erkeklik, sevdiğine kavuşamama, acı çekme gibi olmazsa olmaz arabesk motifler var ama bu dünya başka bir dünya. Mecnun’la birlikte İsmail, İskender, Erdal Bakkal, Hırsız Yavuz ve Mecnun’un rüyasından fırlayıp vücut bulan Aksakallı Dede’den müteşekkil çete, Leyla ile Mecnun’un hikayesini başka bir boyuta taşıyor. Mecnun Leyla’sına kavuşmaya çalıştıkça hikaye/hikayeler absürdleşiyor. Çete elemanları bazen Matrix-vari bir evrenin içine giriyor bazen Inception’daki gibi rüyaları dolaşıyor. Bazen hikaye ‘Geleceğe Dönüş’ üzerine kuruluyor, bazense hikaye normal seyrederken anında absürd bir dans sahnesi belirebiliyor.
‘Leyla ile Mecnun’ izleyiciye saf bir absürd komedi sunmuyor ama hikaye ‘saçma’nın sunduğu olasılıklarla ilerliyor. Bir yandan gerçek bir aşk hikayesi, diğer yandan o aşk hikayesini baltalayan absürd durumlar yan yana gidiyor. Mecnun, Leyla’sına romantik bir sahnede kavuşacakken, sahne bir anda ‘anlamsız’, ‘saçma’ bir şekilde dağılabiliyor. Ya da gerçekten ‘ciddi’ bir durum/sorun, olabilecek en komik şekilde çözümsüzlüğe itilebiliyor. Örneğin; dozerlerin evleri yıkacağı dramatik bir sahnede Erdal Bakkal, ben bir çözüm buldum deyip ve dozerlerin önüne atlayarak ‘’Bu evleri yıkanın anası babası ölsün’’ diye bağırır. Ya da gelecekten geçmişe ışınlanmak isteyen ‘çete’ zaman makinesi aracını iterek çalıştırmaya uğraşırlar. Bu nereden bakarsanız bakın absürd’dür ve bunun gibi sahnelerin hikayeye dahil edilmesi ‘Leyla ile Mecnun’un yaptığı şeyin küçük bir örneği sadece. Ara sıra durum komedisine göz kırpsa da hikayenin seyrini tam olarak bunun gibi absürd sahneler belirliyor.
‘Çete’den biraz bahsetmek gerekirse; Mecnun, İsmail, İskender, Erdal, Yavuz ve Dede… Ekranların en nev-i şahsına münhasır karakterleri onlar. Hepsinin ortak yönü ise çocuk gibi olmaları. Bir anlamda hiç büyüyemeyen erkekler sendromu… Bakkalın önünde Tarantinesk muhabbetlere girdiklerinde de, Leyla-Mecnun kavuşması için plan yaptıklarında da, birbirlerine ‘lanet ettiklerinde, birbirlerini sattıklarında da çocuklaşan, çocuk kalan karakterler. O yüzden de birbirinden hiç kopamıyorlar. (Dramatik yapı da onların aralarındaki çatışmadan besleniyor.) Bir diğer ortak yönleri ise hepsinin birer ‘kaybeden’ olması. Hepsi hayatın bir tarafına itilmiş, geçim derdi olan karakterler. Ama bu ‘kaybeden’ ruh halini tersine çeviren de zaten her defasında daha da kaybetmeleri!
Bir komedi dizisi olarak vaad ettiğini fazlasıyla vermesinin yanında şu anda ‘absürd komedi’ yapan/ yapabilen tek dizi olduğu için görmezden gelinmeyecek bir yapım ‘Leyla ile Mecnun’. Daha önce Yedi Numara’nın ucundan bulaştığı, ‘Kaygısızlar’ın ve ‘Gülşen Abi’nin de çok başarılı bir şekilde kullandığı bu absürdlüğün üzerine hikayesini inşa etmesi günümüzde çeşitlilik yelpazesinin daraldığı düşünülürse, bir anlamda da cesaret işi,.
Bu cesaretin büyük payı tabii ki yönetmen Onur Ünlü’nün. ‘Polis’, ‘Güneşin Oğlu’, özellikle de ‘Beş Şehir’ gibi filmlerinde kendine has bir sinema dili yaratmaya çalışan Ünlü, ‘Leyla ile Mecnun’da bunu geniş alana yayarak daha rahat bir şekilde sergiliyebiliyor. Bir süre önce ‘Behzat Ç.’ ekibiyle karşılıklı paslaşmalarının nedeni de aynı aslında. İki ekibin yaratcıları da, Türkiye’de popüler kültüre dahil her şeye çöreklenmiş olan zihniyetin, aynı kalıpların ve değişmeyen dilin karşısında varolmaya çalışan isimler. Televizyonda da yıllardır süregelen bir aynılık, özgünlükten uzak, birbirinin kopyası işler söz konusu. İşte Onur Ünlü, Emrah Serbes (Behzat Ç.’nin yaratıcısı) gibi isimler (Afili Filintilar grubu altında kendine ait sözünü söyleyen isimler) bu ağın dışında bir şeyler yapmaya çalıştığı için –ayrıca- önemli bir iş yapmış oluyorlar.
Dizinin senaristi Burak Aksak bu işin ortaya çıkmasında büyük pay sahibi olan bir diğer isim. Karakterlerin kendisiyle özdeşleşen replikleri, sinema tarihine dalıp giden hikayeler, anlatımdaki cesur dil vs. hepsini Aksak'ın kamlemine borçluyuz. Aksak bir yandan, karakterleri en uç noktalara kadar götürüyor, absürdlüğün sınır tanımazlığının hakkını veriyor, diğer yandan ise, her bölümde güncel göndermeleri hikayeye ustaca yediriyor.
Son olarak tabii ki karakterler... İlk görüşte aşık olduğu Leyla’sına önce açılmak, sonra kavuşmak için çabalayan Mecnun, telefon melodisi Ferdi Tayfur’un ‘Hadi gel köyümüze geri dönelim’ olmasına rağmen Mecnun’u sevmekten kendini alıkoyamayan Leyla, sürekli işi değiştiren ama hiçbir işte tutturamayan İsmail (kanımca dizinin en başarılı karakteri), elinde devamlı LCD televizyonla(rla) dolaşan hırsız Yavuz, Bakkal’dan başka her şeye benzeyen ve herkesin belasını esirgemediği Bakkal Erdal, çözüm bulmak yerine işleri daha da berbat eden Dede, zengin züppe karakterini sevimli hale getiren Leyla’nın eski sevgilisi Arda, suratını görmediğimiz kötü ‘baba’ ve filmlerden, dergilerden, geçmişten, dünya dışından fırlayan onlarca absürd karakter…
Ve dizinin ruh hali ne olursa olsun, bir Leyla ile Mecnun hikayesi var elbette. Bir aşk hikayesi, aşkı için çabalayan adamın hikayesi. Bir de, ne kadar absürd olursa olsun ‘o eski mahalle dizilerinde’ olan hissiyatı taşıyor ‘Leyla ile Mecnun’. Naif duygular, iyi karakterler, kötülerin bile sempatik olduğu o eski zamanlar... Sonuç; iyi yazılmış, iyi oynanmış bir dizi.
Leyla ile Mecnun
Yönetmen: Onur Ünlü
Senaryo: Burak Aksak
Oyuncular: Ali Atay, Ezgi Asaroğlu, Ahmet Mümtaz Taylan, Asuman Dabak, İşdar Gökseven, Cengiz Bozkurt, Köksal Engür, Serkan Keskin, Osman Sonant
Dünyada, özellikle Amerika ve İngiltere’de absürd komedi türünde - Mel Brooks, Monthy Python, ZAZ ekolü gibi yaratıcılardan bu yana - çok başarılı işler çıksa da, Türkiye’de bunu hakkıyla yapabilen yapım sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
‘Leyla ile Mecnun’ bu anlamda cesur bir işe kalkışarak hikayesini, yani Leyla ile Mecnun’un kavuşamama hikayesini ‘saçma’ üzerinden anlatmayı seçiyor. Kısaca, o ünlü aşk hikayesini başka bir şeye dönüştürüyor.
Aynı gün hastanede doğan ve yatak azlığından aynı yatakta yatırılan iki bebeğin aileleri, Leyla ile Mecnun adını verdikleri çocuklarını beşik kertmesi yaparlar. Ama 25 yıl sonra, kızın ailesi zengin, oğlanın ise ‘fakir’ olmuştur. Dolayısıyla birbirlerine hiç uygun değillerdir. Ama Leyla ile Mecnun arasındaki tek engel bu değildir. Hatta, böyle absürd bir dünyada bu, engel bile değildir!
Dizide asıl hikayeden daha çok yan karakterler ve onların maceraları öne çıkıyor. Her bölümde Leyla ile Mecnun’un kavuşamama hikayesini izliyoruz ama yan karakterler o kadar iyi yazılmışlar ki, rol çalmamaları bir süre sonra imkansız bir hal alıyor! Zaten, bölüm sayısı artıkça, seyircilerin de favorisi haline gelen bu karakterler, yan karakter olmaktan çıkıp dizinin işlemesini sağlayan, dramatik yapının en önemli unsuru haline geliyor.
Başrolde elbette, erkeklik, sevdiğine kavuşamama, acı çekme gibi olmazsa olmaz arabesk motifler var ama bu dünya başka bir dünya. Mecnun’la birlikte İsmail, İskender, Erdal Bakkal, Hırsız Yavuz ve Mecnun’un rüyasından fırlayıp vücut bulan Aksakallı Dede’den müteşekkil çete, Leyla ile Mecnun’un hikayesini başka bir boyuta taşıyor. Mecnun Leyla’sına kavuşmaya çalıştıkça hikaye/hikayeler absürdleşiyor. Çete elemanları bazen Matrix-vari bir evrenin içine giriyor bazen Inception’daki gibi rüyaları dolaşıyor. Bazen hikaye ‘Geleceğe Dönüş’ üzerine kuruluyor, bazense hikaye normal seyrederken anında absürd bir dans sahnesi belirebiliyor.
‘Leyla ile Mecnun’ izleyiciye saf bir absürd komedi sunmuyor ama hikaye ‘saçma’nın sunduğu olasılıklarla ilerliyor. Bir yandan gerçek bir aşk hikayesi, diğer yandan o aşk hikayesini baltalayan absürd durumlar yan yana gidiyor. Mecnun, Leyla’sına romantik bir sahnede kavuşacakken, sahne bir anda ‘anlamsız’, ‘saçma’ bir şekilde dağılabiliyor. Ya da gerçekten ‘ciddi’ bir durum/sorun, olabilecek en komik şekilde çözümsüzlüğe itilebiliyor. Örneğin; dozerlerin evleri yıkacağı dramatik bir sahnede Erdal Bakkal, ben bir çözüm buldum deyip ve dozerlerin önüne atlayarak ‘’Bu evleri yıkanın anası babası ölsün’’ diye bağırır. Ya da gelecekten geçmişe ışınlanmak isteyen ‘çete’ zaman makinesi aracını iterek çalıştırmaya uğraşırlar. Bu nereden bakarsanız bakın absürd’dür ve bunun gibi sahnelerin hikayeye dahil edilmesi ‘Leyla ile Mecnun’un yaptığı şeyin küçük bir örneği sadece. Ara sıra durum komedisine göz kırpsa da hikayenin seyrini tam olarak bunun gibi absürd sahneler belirliyor.
‘Çete’den biraz bahsetmek gerekirse; Mecnun, İsmail, İskender, Erdal, Yavuz ve Dede… Ekranların en nev-i şahsına münhasır karakterleri onlar. Hepsinin ortak yönü ise çocuk gibi olmaları. Bir anlamda hiç büyüyemeyen erkekler sendromu… Bakkalın önünde Tarantinesk muhabbetlere girdiklerinde de, Leyla-Mecnun kavuşması için plan yaptıklarında da, birbirlerine ‘lanet ettiklerinde, birbirlerini sattıklarında da çocuklaşan, çocuk kalan karakterler. O yüzden de birbirinden hiç kopamıyorlar. (Dramatik yapı da onların aralarındaki çatışmadan besleniyor.) Bir diğer ortak yönleri ise hepsinin birer ‘kaybeden’ olması. Hepsi hayatın bir tarafına itilmiş, geçim derdi olan karakterler. Ama bu ‘kaybeden’ ruh halini tersine çeviren de zaten her defasında daha da kaybetmeleri!
Bir komedi dizisi olarak vaad ettiğini fazlasıyla vermesinin yanında şu anda ‘absürd komedi’ yapan/ yapabilen tek dizi olduğu için görmezden gelinmeyecek bir yapım ‘Leyla ile Mecnun’. Daha önce Yedi Numara’nın ucundan bulaştığı, ‘Kaygısızlar’ın ve ‘Gülşen Abi’nin de çok başarılı bir şekilde kullandığı bu absürdlüğün üzerine hikayesini inşa etmesi günümüzde çeşitlilik yelpazesinin daraldığı düşünülürse, bir anlamda da cesaret işi,.
Bu cesaretin büyük payı tabii ki yönetmen Onur Ünlü’nün. ‘Polis’, ‘Güneşin Oğlu’, özellikle de ‘Beş Şehir’ gibi filmlerinde kendine has bir sinema dili yaratmaya çalışan Ünlü, ‘Leyla ile Mecnun’da bunu geniş alana yayarak daha rahat bir şekilde sergiliyebiliyor. Bir süre önce ‘Behzat Ç.’ ekibiyle karşılıklı paslaşmalarının nedeni de aynı aslında. İki ekibin yaratcıları da, Türkiye’de popüler kültüre dahil her şeye çöreklenmiş olan zihniyetin, aynı kalıpların ve değişmeyen dilin karşısında varolmaya çalışan isimler. Televizyonda da yıllardır süregelen bir aynılık, özgünlükten uzak, birbirinin kopyası işler söz konusu. İşte Onur Ünlü, Emrah Serbes (Behzat Ç.’nin yaratıcısı) gibi isimler (Afili Filintilar grubu altında kendine ait sözünü söyleyen isimler) bu ağın dışında bir şeyler yapmaya çalıştığı için –ayrıca- önemli bir iş yapmış oluyorlar.
Dizinin senaristi Burak Aksak bu işin ortaya çıkmasında büyük pay sahibi olan bir diğer isim. Karakterlerin kendisiyle özdeşleşen replikleri, sinema tarihine dalıp giden hikayeler, anlatımdaki cesur dil vs. hepsini Aksak'ın kamlemine borçluyuz. Aksak bir yandan, karakterleri en uç noktalara kadar götürüyor, absürdlüğün sınır tanımazlığının hakkını veriyor, diğer yandan ise, her bölümde güncel göndermeleri hikayeye ustaca yediriyor.
Son olarak tabii ki karakterler... İlk görüşte aşık olduğu Leyla’sına önce açılmak, sonra kavuşmak için çabalayan Mecnun, telefon melodisi Ferdi Tayfur’un ‘Hadi gel köyümüze geri dönelim’ olmasına rağmen Mecnun’u sevmekten kendini alıkoyamayan Leyla, sürekli işi değiştiren ama hiçbir işte tutturamayan İsmail (kanımca dizinin en başarılı karakteri), elinde devamlı LCD televizyonla(rla) dolaşan hırsız Yavuz, Bakkal’dan başka her şeye benzeyen ve herkesin belasını esirgemediği Bakkal Erdal, çözüm bulmak yerine işleri daha da berbat eden Dede, zengin züppe karakterini sevimli hale getiren Leyla’nın eski sevgilisi Arda, suratını görmediğimiz kötü ‘baba’ ve filmlerden, dergilerden, geçmişten, dünya dışından fırlayan onlarca absürd karakter…
Ve dizinin ruh hali ne olursa olsun, bir Leyla ile Mecnun hikayesi var elbette. Bir aşk hikayesi, aşkı için çabalayan adamın hikayesi. Bir de, ne kadar absürd olursa olsun ‘o eski mahalle dizilerinde’ olan hissiyatı taşıyor ‘Leyla ile Mecnun’. Naif duygular, iyi karakterler, kötülerin bile sempatik olduğu o eski zamanlar... Sonuç; iyi yazılmış, iyi oynanmış bir dizi.
Leyla ile Mecnun
Yönetmen: Onur Ünlü
Senaryo: Burak Aksak
Oyuncular: Ali Atay, Ezgi Asaroğlu, Ahmet Mümtaz Taylan, Asuman Dabak, İşdar Gökseven, Cengiz Bozkurt, Köksal Engür, Serkan Keskin, Osman Sonant