PKK diyalog ve çözüm ortamını sabote ediyor

Gönüllü sürgünlerin mesken tuttuğu İsveç'te, bir yıl önce görmüştüm onu. Stockholm'deki ofisinde, biraz sanat biraz siyaset biraz da hasret konuşmuştuk.

Ülkemi ve Dersim'i özledim' derken yüzünde beliren tebessümün hikayesini dinlemiştim... Son görüşmemizde ise dönüş biletini 30 Temmuz'a aldığını söylemişti ve Türkiye'ye geldiğinde arayacağını.. Derken 15 ay sonra yeniden Kemal Burkay'la buluşmak için sözleştik. Rotamız belli, Büyükada'ya gidecektik. Bostancı'dan atladık vapura. Başladık hararetli hararetli konuşmaya. Sonra birden gözlerindeki hüznü ve kederi gördüm. Nasıl etrafa dikkat kesidiğini. Bizim kanıksadığımız desenlerin aslında onun için ne kadar taze kaldığını.. Büyükada'ya vardığımızda öğlen olmuştu. Önce biraz laflayalım dedik. Siyasetçi kimliğinin yanı sıra edebiyatçı ve şair yönüyle de bilinen Burkay'la koyu bir sohbete koyulduk sonra... 31 yıllık yurtdışı serüveninden başladık..

- Memleketten uzakta nasıl geçti yıllar?
31 senede insan kendini ülkesine yabancılaşmış hissedebiliyor. Bu kadar uzun sürede Türkiye'yi sürekli izledim. Yaşadığımız dönem geçmişten farklı. 1930'lu, 40'lı yıllarda göçmen durumuna düşenlerin ülkeyle ilişkileri zayıftı. Çünkü iletişim zayıftı. Benim yurtdışına çıktığım dönem koşullar değişti. Bir kere önemli bir Kürt ve Türk kolonisi vardı. Yani ülkemizden insanlar orada hem çalışmak için vardı, hem de politik sürgünler binlerleydi. Ama buradaki havayı solumanın durumu farklı. Orada ne de olsa yabancı bir ülkedesiniz. O yabancılık, 30 yıl da geçse bitmiyor.

ŞİDDET DAHA GÖRÜNÜR OLMUŞ
- İstanbul'a ilk ne zaman gelmiştiniz?
1962 yazında, ilk romanımı yayıncılara göstermek için gelmiştim. İstanbul benim için hep bir kültür ve sanat merkezi olarak ilginçti. Orhan Veli ve Yahya Kemal'in şiirleriyle, Sait Faik'in hikayeleriyle anlatılan bir kentti. 62'de geldiğimde o kenti aradım. Haydarpaşa'dan Sirkeci'ye geldiğimde benim için düş kırıklığıydı. Ama biliyorsunuz böylesine büyük kentler hemen tanınmazlar. Ben de ilk düş kırıklığının ardından İstanbul'u tanımaya başladım. Sultanahmet'i, Süleymaniye'yi, Adalar'ı...
- Çok değişmiş mi Türkiye?
Bir hayli dönüşüm var. Ekonomik değişim en belirgin olanlardan. Kentler çok büyümüş. İstanbul mesela gökdelenlerle donanmış. Bu, bir bakıma betonlaşmaya yol açmış. Yine de boğaz güzelliği sürüyor. İnsan hayatında da gözleniyor gelişmenin etkileri. Orta tabakanın yaşam kalitesi yükselmiş. Ama yoksul kesimleri unutmamak gerek. Hala ekmeğini taştan çıkaranları gözleyebiliyorsunuz.
- İnsanlar peki, onlar da değişmiş mi?
30 yıla yakın süren çatışma ortamı ne yazık ki şiddeti, toplum yaşamında çok görünür hale getirmiş. İnsanlar daha sinirli, daha gergin. Öte yandan o toplumsal cepheleşme, farklı biçimlerde de olsa devam ediyor. Geçmişte daha çok sağ-sol çatışması vardı Kürt sorununun yanı sıra. Şimdi Kürt sorunu düğüm haline gelmiş. Öte yandan laik-antilaik ayrışması, siyasal cepheleşme bunlar da gözlemlenebiliyor. Şunu fark ettim; insanlar olup biteni objektif olarak anlamaya çalışacaklarına önyargılarıyla yaklaşıyorlar olaylara. Bu da uygun tavır belirlenmesini engelliyor.
DARBE OLMAZ, ÇATIŞMA UZAR
- Sağ-sol çatışması bugün çeşitlendi ve şiddetini artırdı yani?
12 Eylül öncesi sağ-sol çatışması, şiddet eylemleri biçiminde yüze vuruyordu ve darbeye yol açtı. Şimdiki yarılmalar ise çatışma ortamının devamına neden oluyor. İnsanlar birbirlerini anlamak istemiyor. Bugünkü yarılma darbe getirmez ama barış süresini uzatır.
- İstanbul'a yerleşmeye nasıl karar verdiniz?
Ankara'yı kendime daha yakın bulurdum geçmişte. Ama bu sefer durum değişti. İstanbul'da kızlarım var, kardeşlerimden biri burada Sabriye, yeğenim Seher Dilovan. Çok da arkadaşım var tabii. 3-5 milyon arasında bir Kürt nüfusunun yaşadığı söyleniyor. Dolayısıyla Kürt politikasıyla ilgilenen biri için İstanbul yabancı bir yer değil. Eğer kendimi emekli sayıp köşeme çekilmeyi düşünseydim tercih edeceğim yer Dersim yöresi ve kendi köyüm olurdu. Memleketim orası, çocukluğum geçti.

DEĞİŞEMEYEN GİDER
- BDP'nin anayasa taleplerine ne diyorsunuz?
Bütün partiler yeni anayasa istiyor ama herkesin istediği aynı değil. BDP'nin talepleri içerisinde olumlu şeyler olabilir katılabileceğimiz. Henüz sürecin başındayız. Tabii yeni anayasa ne kadar demokratik olabilecek veya ne olursa demokratik olur o ayrı bir konu.
- Bütün toplumun kabulleneceği bir anayasa çıkar mı bugünkü Meclis'ten?
Toplumun değişik kesimleri değişik şeyler bekliyor yeni anayasadan. Bazıları hiçbir şey beklemiyor. Mesela CHP ve ulusalcı kesim, mevcut anayasadaki bu Kemalist ideolojik kalıpların kalmasından yana. Eğer pekiştirilmesini de istemezlerse! Oysa anayasanın ideolojik kalıplardan kurtarılması gerekiyor. Değişikliği yasaklanmış üç maddenin de değişime tabi tutulması lazım. Çünkü bu statükoyu korumak için konmuş. Türkiye toplumu eğer rüştünü ispat edecekse bu tür kalıpları aşmalı. Bu ne ölçüde yapılır bilemem. Fazla iyimser değilim. Yine de yeni anayasanın eskisinden daha iyi olacağını düşünüyorum. Bana göre Türkiye'nin demokratik bir ülke olması, Kürt sorununu çözmeye bağlı. Radikal çözüm olmadan daima sorun yaşamaya devam eder.
- Çözüm federasyon diyorsunuz yani...
Size garip gelecek ama Irak Anayasası bunu çok daha önce başarmıştır. 1958'de monarşi yıkılıp cumhuriyet ilan edildiğinde anayasaya şöyle bir madde kondu; 'Irak toplumu Arap ve Kürtlerden oluşur.' Başka gruplarda vardı tabii Türkmenler Süryaniler falan ama ulusal nitelikleri olan Araplar ve Kürtlerdi. Türkiye'de de aynı şey söz konusu. Kürtçe de resmi dilin yanında anadil olarak kabul edildi. Sonra 1970 Anlaşması ile Kürtlere otonomi tanındı. 2000'li yıllarda da Irak Anayasası federal bir anayasa haline geldi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi buna göre oluştu. Bence Kaba hatlarıyla iyi bir örnek.
- 60'larda siyasallaşan Kürt hareketi bugün nerede peki? Neden alternatif çıkmıyor?
1991 sanıyorum, Cizre, Nusaybin ve Şırnak'ta Nevruz'un kana bulanması. Orada barışçı gösteriler, devletin aşırı şiddet kullanmasıyla kana boyandı ve o bir dönüm noktası oldu. Hatta Öcalan bana aynen şunları söyledi: 'Devlet, kitleleri adeta bize hediye etti.' Bu Öcalan'ın bile beklemediği bir sürprizdi. 90'lı yıllar aynı zamanda faili meçhul cinayetlerin hız kazandığı dönem oldu. Bu ortam ister istemez kitleleri PKK'nın çevresinde topladı... Biz doğru bildiğimiz yöntemlerle çalışmamızı sürdürdük ama silahın sesi diğer bütün sesleri boğdu. Bu, sadece PKK'nın marifeti değildi. Aynı zamanda Kürt ve Türk tarafındaki demokratik sesleri boğan sistemin ürünüdür... Sorun çözüldü mü? Hayır. Hem Türk devleti ve Türk toplumu hem de Kürt tarafı PKK'da dahil bu işin silahla çözülemeyeceğini itiraf edecek duruma geldi. Generaller bile aynı açıklamayı yaptılar. 'Siyaset çözüm bulsun' dediler. Aynı şeyi PKK'nın başındaki adam söyledi.
- Sorun nerede o zaman?
Öyle bir aşamadayız ki artık eski yöntemleri bırakmamız lazım. Hem Türkler hem Kürtler olarak diyalog ve çözüm sürecini başlatmak lazım. Bu tabii kolay değil. Çünkü statükocu güçler bunu engelliyor. Her iki kesimde de var. Savaşa koşullanmış olanlar, başka türlü düşünemeyenler, kin ve nefretle yoğrulmuş kesimler ve savaşın rantını paylaşanlar, bundan güç sağlayanlar engellemeye çalışıyor. Ama hem Kürt hem Türk tarafı bence artık barış istiyor. Bu durumda iki taraf da değişmek zorunda. Değişemeyen yerini başkasına bırakır. Yani Türk kesiminde savaş yanlıları gider, barış yanlıları sahneye gelir. Kürt kesiminde savaştan ısrar edenler gider, barış ve çözüm isteyenler ön plana çıkar. Bunu önümüzdeki süreç gösterecek.

BDP, Öcalan'ı putlaştırdı
- BDP nasıl bir rol oynuyor bu süreçte?
Ne yazık ki PKK'nın etkilerinden tümüyle kurtulup özgürce politika yapamıyor. Nitekim Kürt sorununun çözümü konusunda bile muhatap olarak Öcalan'ı gösteriyor. Tamamen silahların susması için Öcalan görüşülmesi gereken biridir. PKK da öyle, Kandil de öyle. Ama Kürt sorununun çözümü için Öcalan ya da Kandil'i muhatap göstermek doğru değil. Bence BDP gibi bir örgüt, tek başına olmasa bile çözüm konusunda önemli bir aktör olabilmeli. Ne yazık ki bunu yapamıyor. Olacak şey değil! Bu bir insan putlaştırma olayıdır. Kendisine karşı güvensizliktir. Özgür davranamamaktır. Kürt politikasının PKK'nın vesayeti altında olduğunu gösteriyor. Bundan kurtulması lazım. BDP hem bu değişimi sağlamalı hem de Kürtlerin gerçek sorunlarına sahip çıkmalı. İmralı'dan gelen ve sık sık değişen formüllere göre siyaset yapmamalı... İnsanı putlaştırma olayı Ortadoğu'da sık görünen bir durumdur. BAAS Parti'si Irak'ta Saddam Hüseyin'i, Suriye'de Esad'ı put haline getirmişti. Ama bu demek değildir ki bütün Kürtler bu putu benimsemiştir. Bir, Kürt hareketi demokratik olmalı çok sesli olmalı. İkincisi, Kürt halkının temel taleplerini savunmalı. Ve üçüncüsü, şiddetten arınmalı. İnanıyorum ki önümüzdeki aylar güç dengelerini bu yönde değiştirecek.
- Kürt halkı bunu görmüyor mu?
Bütün Kürtler PKK'nın arkasından gitmiyor. BDP'ye oy vermiyor. BDP, Kürt seçmeninin yarısının bile oyunu alsaydı barajı çok rahat aşardı.
KENDİ TABANI TEPKİLİ
- PKK'nın sivilleri hedef alan son saldırıları tabana nasıl yansıdı?
PKK'nın silah bırakması gerektiğini söyleyen sesler Kürtler arasında yükseliyor. Türkler arasında nasıl 'başka şeyler devreye sokmak lazım, Kürt yurttaşlarımızı kazanmak lazım' düşüncesi güçlenmeye başladıysa Kürtler arasında da 'bu iş sırf silahla olmaz, PKK siyasallaşmalı' eğilimi güçleniyor. Tam da böyle bir aşamada, diyalog kurulmuşken, hükümet politikalarında beli bir değişiklik varken PKK'nın silahlı eylemi tırmandırması, Kürt kamuoyuna ters düştü. Hatta PKK'ya destek veren kesimlere de ters düştü. Bu taban bile artık tepki gösteriyor. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir 'Artık silahın miladı dolmuştur' dedi. Ama Öcalan haşladı onu. 'Sen kim oluyorsun' dedi. Osman Baydemir sıradan bir insan değil, sembolik bir isim aynı zamanda. Baydemir gibi birisi 'silahın miladı dolmuş' diyorsa bu sadece onun görüşü değildir. İnanıyorum ki BDP içinde açıkça söylemeseler de önde gelen pek çok politikacı 'silahın miladının dolduğunu' biliyor ama söyleyemiyor. Ya lafları ağızlarına tıkanıyor ya da susturuluyorlar. Yeterince cesur da değiller. Kürt kesiminde PKK'ya destek veren aydınlar arasında önemli tereddütler oluştu. Yani hem PKK yanlış eylemler yapacak hem de Kürtlere destek veren iyi niyetli Türk aydınlardan destek bekleyecek, buna hakkı yok. Genç insanlardan bile 'bizim için adam öldürme' diye internet sitelerinde yansımalar oldu. Bu, önemli bir gösterge.
OYUNLARINI BOŞA ÇIKARALIM
- Bitlis ve Hakkari saldırılarını nasıl okuyosunuz? Ne yapmaya çalışıyor örgüt?
PKK uzatmaları oynuyor, bunun böyle gitmeyeceğini onlar da biliyor. Ama örgüt tek başlı değil. Her ne kadar Öcalan çok etkin görünüyor ya da gösteriliyorsa da tek başına hakim değil duruma. Öcalan'ın tavrı da değişebiliyor bir günden diğerine. Mesela dün ordu hakim durumdaydı, Öcalan orduyu önemsiyordu. Şimdi askeri vesayet önemli ölçüde geriletildi, hükümet daha etkin. Öcalan askerle hükümet arasında gidip geliyor. Kandil'deki durum da öyle. Orada da tek başlılık yok. Karayılan ile örneğin Duran Kalkan kesimi. PKK içinde farklı başka eller de olabilir. Derin devletin eli, Suriye'nin, İran'ın eli. PKK yaygın bir örgüt. Böyle bir örgütün tek düşünmesi ve silahları bir anda bırakması kolay değil. Bırakmak istediğinde engel olanlar da var. Mesela Öcalan yakalandığında PKK silah bırakmaya çok hazırdı, derin devlet buna yanaşmadı. Çünkü PKK'yı kullanmak istedi. Terör bahanesinin devam etmesini istediler. Öcalan elimizde, onun eliyle PKK'ya yön verir ve kullanırız dediler.
- Türk ve Kürt halkına yansıması nasıl olur sizce?
Kaos ortamı en başta Kürt halkına zarar veriyor, diyalog ve demokratikleşme ortamını sabote ediyor, çözümü zora sokuyor. Şimdiye kadarki uyarılarımız, yanlışta ısrar edenleri bundan döndermeye ne yazık ki yetmedi. Bundan sonra yaşanacaklar onlar için öğretici olur mu, yaşayıp göreceğiz. İçerde ve dışarıda şiddeti kışkırtan güçlerin varlığını da unutmamalı. Her şeye rağmen Kürtler ve Türkler karşılıklı olarak sağduyuya uygun davranmalıyız. Uzun deneyimlerimiz şiddetin bir şeyi çözmeyeceğini bize gösterdi. Hem Kürtler hem Türkler bakımından halkın ezici çoğunluğunun barışçı bir çözümden yana olduğu kanısındayım. Kitleler silahlar sussun istiyor. Bunun için el ele vermeli ve şiddeti tırmandırıp diyalog, çözüm ve barış sürecini sabote etmek, ülkeyi 90'lı yıllarda olduğu gibi bir yangın yerine çevirmek isteyenlerin oyunlarını boşa çıkarmalıyız.
İRAN, KARAYILAN İLE ANLAŞTI
- Karayılan'ın İran'da yakalandığı, ardından bırakıldığı iddia edildi...
Karayılan yakalandı dendiğinde bir süre sessizlik oldu dikkat ederseniz. Karayılan görünmedi. Ben şahsen şunu düşündüm; bir ihtimal İran ile görüşmelere gitti ve İran onu tuttu orada. Anlaşmaya zorladı. Ama şu açık İran ile PKK arasında bir anlaşma oldu. PEJAK, İran'a yönelik eylemlerini durdurdu. Bu tam da Suriye ile Türkiye'nin ilişkilerinin gerginleştiği döneme rastladı. Bölge devletleri Kürt hareketini birbirlerine karşı bir kart olarak geçmişten bu yana kullanmaya kalktılar. İlk değil. PKK mesela 1990'lı yıllarda Güney'deki Kürtlere savaştı kaç kere. Niye savaştı buna hakkı var mı? Hatta PKK'nın Kandil'de üstlenmeye hakkı var mı? Oradaki yerel yönetimi de zora sokuyor.
- Bir çağrı yapacak olsanız...
Öyle bir noktaya geldik ki artık savaşmak kimseye yarar sağlamayacak. Çatışma sonlanmalı. Sorunu da barışçı yöntemlerle eşitlik temelinde çözmeliyiz. Yani Kürtlere haklarını tanımakla Türkler bir şey kaybetmez, çok şey kazanırlar. Bir arada barış içerisinde yaşarız.
- Şunu mu diyorsunuz, Türkler isterse Kürt sorunu çözülür...
Tabii, hem de nasıl. Türkler kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyi Kürtlere yapmamalı.

HAYAT HEP OLACAK DOSTUM...
Sohbet uzayıp gitmişti. Ama Büyükada'yı da görmek istiyordu Kemal Burkay. Atladık bir faytona ve koyulduk yola. 15 dakika sonra çay molası için durduğumuz restoranda, garsonlardan biri yaklaştı yanımıza. Çekingendi önce.. Sonra '30 yıldır sizi bekliyoruz hocam' diye girdi lafa. Derken rahatladı. O da dahil oldu bize. Ama zaman geçiyor, dışarıda faytoncular bekliyordu. Kalkmamız gerekiyordu yani. 'Çaylar ikramım olsun' dedi bizi uğurlarken. Ve tekrar yoldayız.. İsveç'teyken bana verdiği şiiri hatırlattım. İlk kez AKŞAM'da yayımlanan; 'Dün o körfez yoluna saptım. Eski bir dostu arar gibi. Ama kederli ve buruk. Yüzümü okşayan yel. Hey transit yolcu, dedi bana. Aradığın geçmişi bulamazsın. Yıllar onu alıp gitti...' Biraz durdu, 'Son şiirimi yine İsveç'te yazdım' dedi. Bu arada yolun da sonuna gelmiştik hani! Ve o yine Kemal Burkay'ca veda etti, son şiiriyle; 'Hayat hep olacak dostum, sen olsan da olmasan da. Bu gezegende ya da başkasında...'