Abant Platformu'nda Kürt sorunu ve Alevilik konusu

Vesayet ve demokrasinin tartışıldığı Abant Platformu'nda Türkiye'nin en önemli iki sorunu Kürt sorunu ve Alevilik konusu da masaya yatırıldı. Katılımcı konuklardan iki konuyla ilgili çarpıcı tespitler geldi.

Taraf yazarı Orhan Miroğlu, Kürt sorunun demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiğine işaret ederken şiddet yöntemlerini karşı çıktı. Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Necdet Subaşı ise Alevilik sorunun çok boyutlu bir problem olduğuna dikkat çekti.

Toplantının son konuşmasını yapan Necdet Subaşı, Alevilerle devletin arasında kalmış durumda olduğunu ifade etti. "Alevilerin, taleplerinde haklı olduğunu bildiğim yerler de var." diyen Subaşı, "Alevilik, Türkiye'de bir sorun olarak algılanıyor. Osmanlı'dan beri devletin dikkate aldığı, hesaba katılmadığı bir gerçektir bu. Aleviler kendi aralarındaki bağı gevşek tuttukça devlet onlara daha yakınlaşıyor. Toplumun her kesiminde ayrımcılık var. Alevi olduğunuzu ifade ederseniz daha farklı bir ayrımcılık görülüyor. Din derslerine ilişkin çekince ve kimi zaman radikal istekleri de var. Kendi ifadeleriyle söylersek din dersleri Alevileri asimile etmek amacıyla kullanıldığı belirtiliyor. Eşit yurttaşlık haklarının kullanılmadığı dile getirilir." dedi.

Subaşı, devletle Aleviler arasında, Alevilerle Alevilik arasında, Alevilerle Sünniler arasında sorunların bulunduğuna işaret etti. Alevilikle devlet arasındaki ilişkinin bir güvenlik sorunu olarak algılandığını ifade eden Subaşı, şu değerlendirmeyi yaptı: "Son zamanlarda laikliğin önemli ölçüde tehdit altında görüldüğü zamanlarda Alevilerden habersiz Alevilere yaklaşıldığı görülür. Fakat bundan ciddi bir rahatsızlık var. Alevilerle Sünniler arasında sıkıntı var. Sünniler, kendilerini Allah'a daha yakın gördükleri, Aleviler ise kendilerini Allah'la ilişkileri bakımından sık sık yoklandıkları gibi bir önyargı var. Bir nefret algısı var. Aleviler de Sünniler bizden nefret ediyor diye bir düşünce var. Ortak kullanımdan uzaklaşma ve kendi içinde özel bir terminoloji düşüncesi var. En basit bir sıkıntıyı bile Alevilik üzerinden tanımlama ya da dillendirme var. Alevilerin sıkıntılarının nasıl aşılacağına ilişkin bilinen çeşitli çalıştaylar yapıldı. Bu projelerde Aleviler sıkıntılarının tam bir listesini devlete aktarmış oldular. Eğer önlem alınmazsa Aleviler folklorik bir yapıya bürünüyor. Bunlardan biri Cem evleri. Buraların statüleri ve resmiyeti ve bir de din derslerinin kendi kimliklerinin aşındırıldığı gibi eleştirileri var. Bunları dile getirirken Madımak olayı var. Bu sadece sıradan bir müzeleştirme değil. Fakat bu Alevilerden gelen bir yüzleşme isteğidir. Devlet bunu yaparken Alevilerden sanki bir özür dileme gibi algılanıyor."

Subaşı, din dersleri ve Madımak konusunda ise "Din konusunda da yine Tevhid-i Tedrisat kanunu karşımıza çıkıyor. Madımak'ın müze olarak inşa edilmesi durumunda Sivaslı işadamları Bunun Sivas'a hakaret olarak algılanacağını söylüyor. Aleviler, devletle ya da diğer gruplarla iletişim yaşayan bir gruptur. Bu da kopmalara ve kamplaşmalara sebep oluyor. Radikalleşmeler, sosyalistleşenler var. Devletin örtük gereklerinden habersiz değerlendirdiğinizde Cemevlerinin ibadethane olarak statülendirilmesinde ya da din derslerinin yeniden düzenlenmesi konusu dile getirildiğinde bambaşka bir konu karşınıza çıkıyor." ifadelerini kullandı.

Yazar Orhan Miroğlu ise Kürt sorunu üzerinde dururken, çocukluğunda yaşadıklarını ve şahit olduğu olayları da anlattı. Miroğlu, şunları aktardı: "Küçüklüğümde, Kemal isminin neden Dersim'de çok kullanıldığını hep merak etmiştim. Babam bana bir yüzbaşının olduğunu ve değme devlet büyüklerinden daha iyi birisi olduğunu, Dersim'i iyi yönettiğini anlatmıştı. Kemal isminin sıklığı Mustafa Kemal'le ilişkiliydi. Hangi askerin rütbesinin ne olduğu çocukluğumuzda sık sık tartışırdık. Komutan deyince aklımıza hep büyük rütbe gelirdi. O zamanlar bizim oraya bir asker gelecekse hemen en iyi yemek olan bulgur pilavı ve et pişirilirdi. Fakat gelen bir başçavuş olurdu. Yine de komutan diye bilirdik. Olaylar 1938 Dersim isyanıyla da sınırlı değil. 1950'li yıllara kadar süren bir süreç var. Bu sıralar çok partili dönemdir. Kürtlerin tercihi yine CHP'den yana oldu. CHP'nin il başkanları ilin en yetkili kişileri. 25 yıl sürmüş bir düzenin sonucudur. Ondan sonra Demokrat Parti'den yana tercih kullandıklarını görürüz. Devletle Kürtler arasındaki ilişkiler eskiden modern düzen ilişkileri seviyesinde değildi. CHP döneminde bir yüzbaşıyı ilden başka bir yere tayin edilemezdi. DP döneminde ise bu mümkün olmuştur. Bu dönem askeri vesayetin kırılması adına önemlidir. 70'li yıllarda hem dayı hem de amcalarım sürgüne gitti. Dayılarımdan birisi Sivas'taki toplama kampına gitmiştir. Dayımın atı sürgünden sonra köye sahipsiz dönmüştü. Köy kadınları ağıt yakmışlardı. O dönemdeki mitingler "Hawar" (İmdat) adında yapılıyorken, bugünlerde "Edi bese" (Artık Yeter) adıyla yapılır oldu."

"DEMOKRASİDEN UZAKLAŞIRSAK BARIŞ ATMOSFERİ ZARAR GÖRÜR"

Miroğlu, Kürt sorununun ancak demokratik yöntemlerle çözülebileceğine inandığını kaydetti. Bu konuda ümitli olmakla birlikte, bazı endişeleri bulunduğunu ifade eden Miroğlu, "Yakın tarih bakımından Dersim ve Diyarbakır Cezaevi önemli. Bu ülkede hala Diyarbakır tarihiyle ilgili yazılmış önemli bir eser yok. Yapılırsa Kürt meselsinin bugün geldiği noktaya da ışık tutar diye düşünüyorum. Aslında bugüne bakmak lazım. Türkiye kamuoyunun PKK, Türk ve Kürt algıları karşılıklı olarak düşünülmeli. Bugün gelinen noktada Türkiye 1,5 yıldır AKP'nin başlattığı ve Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren bir demokratik açılım başlattı. AKP'nin önemli bir avantajı, kendisi ve resmi statü arasında bir mesafe koymuş tek partidir. Bir PKK yetkilisi demokratik özerklik haklarımızı korumak için silahları kullanacağız demesi önemli ve vahim bir gelişme. Çünkü demokratik zeminden uzaklaşırsak önümüzdeki barış atmosferinin zarar göreceğini düşünüyorum." şeklinde endişelerini dile getirdi.

Kaynak: CİHAN