Eleştirmenler Çok Film Hareketler Bunlar'ı nasıl buldu?

Sinema eleştirmenlerinden Kerem Akça, haftanın filmleri hakkında değerlendirmelerde bulundu.

Eleştirmenler Çok Film Hareketler Bunlar'ı nasıl buldu?
İşte Kerem Akça'nın yazısı;

Çok ‘Monty Python’ Hareketler Bunlar


Yılmaz Erdoğan’ın BKM çatısı altında genç yeteneklere destek verme amacıyla kurduğu ve serbest bir alan açtığı BKM Mutfak ekibi, ilk sinema filmlerinde de işlerini ciddiye alarak başarıya ulaşmışlar. En önemlisi de, bazı eksiklerine karşın dünya sinemasının kültleşmiş komedi ekibi Monty Python’ın hicivde, görsellikte ve absürdlükte sınır tanımayan ‘skeçler galerisi’nin kıvamında bir yere ulaşmaları elbette!

Sessiz sinemaya baktığımızda sadece ‘slapstick komedi’ alt türünün hakimiyetini görebiliyorduk. 1930’lara gelinmesiyle birlikte sinema tarihi ‘sesli komedi anlayışları’na geçiş yapmıştı. O yıllarda Marx Kardeşler adlı dörtlü bir grup, sinemaya ‘diyalog komedisi’ni tanıttı. Onlar da içlerinde slapstick komediyi benimseyen bir karakter bulundurmalarına karşın, genelde diyaloglar ve durumlar üzerinden yürüyen bir anlayış benimsiyorlardı.

Monty Python ekibi, komedide devrim yapmıştı

1960’larda BBC ekolünden çıkan Mothy Python ekibi ise ülkedeki ‘Carry On’ serisinin başarısının yarattığı özgüvenle sinemaya girdi. Komedi tarihinde ‘ikililer’ ekolünden farklı bir kulvarda yer alan ‘ekipler’ alanının en yenilikçi temsilcisi olmaları ise uzun sürmedi. Öyle ki TV’de de uyguladıkları skeçlerden bir şekilde sinema filmlerine geçiş yaptılar 1970’lerde. Terry Gilliam, Terry Jones, Eric Idle, Graham Chapman, Michael Palin ve John Cleese’den oluşan bu ekip, ‘Monty Pythonesk mizah anlayışı’nı sinemaya getirdiler.

Öyle ki onların komedi anlayışı; diyalog komedisini benimsemesine ve sonradan aktif olan durum komedisine yakın durmasına karşın, sürreel öğeler kullanmayı, absürd komedi anlayışının da izini sürmeyi ihmal etmiyordu. Nihai toplamda da sinema tarihinin belli formüllerini ve türlerini eleştiren skeçler ve filmler çıkarıyorlardı karşımıza.

Türkiye’nin Monty Python’ı

BKM Mutfak ekibi de belki 20’den fazla kişiden oluşan bir nüfusa sahip. Ancak TV arka planının da gücüyle mizah anlayışlarında ‘Monty Pythonesk komedi’den nağmeler sergiliyorlar. “Çok Filim Hareketler Bunlar” için Monty Python ekibinin en serbest takıldığı skeçlerden oluşan son dönem filmleri “Hayatın Anlamı”nın (“The Meaning Life”, 1983) ‘BKM Mutfak’ versiyonu yorumu yapılabilir. Yani bir komedi ekolüne noktayı koyan ve şimdilerde geriye sadece etkisini bırakan bir projenin formülünü uyguluyor bu eser.

Aslında bu durum bir hayli şaşırtıcı. Çünkü ekip, tiyatro alanından gelmesine ve TV programı düzenlemesine karşın, sinemadan da haberdar. Öyle ki burada ‘sinemaya uygun bir şeyler yapalım’ diye yola çıktıkları apaçık ortada. Elbette Monty Python filmlerindeki John Cleese’in ‘anlatıcı kişi’ rolünü burada yine bir kişiye, Eser Yenenler’in omuzlarına yüklemişler. Onun bu ‘tiyatro geleneğine uygun’ anlatısını takiben ise dokuz ayrı skeç izliyoruz.

Kutsal Damacana 2’de olmuyor da burada nasıl oluyor?

Dubalar, Kızları Tavlama Sanatı, Sivrisinekler, Hıyarlı Baba, Filmsiz Fragman, Elalem Ne Der ki?, Bisiklet, Uçak, Uçanları Vurmasınlar adlarını taşıyan bu skeçlerin tamamı komedinin farklı ekollerini benimsiyor aslında. Bazılarının eğlendirici ve teatral durmalarına karşın, yine de amaçlarını belli etmeleri Türk sineması için önem arz ediyor elbette.

Öyle ki bunlar yeşil ekran teknolojisiyle üretilmiş birinci sınıf efektler, hepsine uygun popüler film grameri, iyi yazılmış diyaloglar ve üç boyutlu karakterler içeriyor. “Kutsal Damacana 2: İtmen” gibi filmlerde gördüğümüz kitsch cüce şeytan efektinden sonra burada cüce sivrisineklerin böylesine inandırıcı ve üç boyutlu efektlerle karşımıza gelmesi de projenin sinemayı ne kadar ciddiye aldığını özetliyor.

Yılmaz Erdoğan filmlerinin üzerinde

Elbette her birinin kısa film olarak değeri var. Ancak zaten bu durumun da farkında “Çok Filim Hareketler Bunlar”. Anlatıcısı ile de bunu belli ediyor. Kendisini alaya alırken, tiyatro sahnesinin dışına çıktığının bilinciyle hareket ediyor. Bu sebeple de Yılmaz Erdoğan’ın o skeçlerden film oluştursa da hikaye anlatıyor gibi gözüken dramatik yapılarının uzağında duruyor. Daha samimi bir yol aldığı için de o dağınık iskeletlerin (Bkz. “Organize İşler” ve “Vizontele Tuuba”) üzerine çıkmayı beceriyor.

Özellikle “Tropik Fırtına”da (“Tropic Thunder”, 2008) gördüğümüz ‘filmi olmayan fragman’ fikrini uygulayan ‘Filmsiz Fragman’ skeçinin “300”ü ti’ye alan ‘300 Günübirlikçi: Battle of Kilyos’ ismi, replikleri ve kurgusu dikkat çekici. Kahkaha sırasındaki iki numaram ise ‘Sivrisinekler’. Vız vız seslerden yaratıcı bir halay çeken sivrisinekler toplumu yaratmayı becermiş öyle ki!

Leslie Nielsen’li parodi “Uçak”a (“Airplane”, 1980) ve Tunç Başaran’ın klasiği “Uçurtmayı Vurmasınlar”a (1989) gönderme yapan skeçler ise diğer akla gelenler. Tabii gençlik filmleri, yaz filmleri, Türk kültürü, korku filmleri ve daha nicesi dağınık olarak BKM Mutfak Ekibi’nin hışmına uğrayanlar arasında yer alıyor.

Elbette zaman zaman teatral durduğu anlar da oluyor filmin. Bunları da mizah tonunun ve sinemanın düştüğü yerler olarak özetleyebiliriz. Ancak yönetmen Ozan Açıktan, her kısa filme uygun bir görsel yapı kurarak sinemaya hakim olduğunu kanıtlamış.

Bunun da ana sebebi; kurgucu, görüntü yönetmeni ve müzisyenin sektörün alanında profesyonelleşmiş isimleri olmaları elbette. Skeçlerin her birinin de toplumun bir kesmini hicveden ‘sosyal taşlama’ işlevi görmesi bir tarafa, sinemanın klişeleşmiş formüllerini de parodize etmeleri, senaryoyu da kendi yazan ekibin zekiliğini ortaya koyuyor.

Türk Monty Python’ın en serbest işi

Tabii bu henüz ‘Türk Monty Python ekibi’nin ilk, en serbest ve en bağımsız çalışması. Skeç skeç izleyince daha keyifli bir iş. Bu sebeple de sinemasal anlamda “Kutsal Kupa” (“Monty PyhtonThe Holy Grail”, 1975) veya “Brian’ın Yaşamı” (“Life of Brian”, 1979) gibi ‘dramatik yapı’ üzerine kurulmuş komedi örneklerini de verecektir BKM Mutfak ekibi. Öyle ki bu potansiyeli taşıyorlar. En azından Türk sinemasında ‘ekip komedyenler’ eksiğini kapatıyorlar. Orası da önemli.

Monty Python’ın uçarılığını taşıyarak sınır tanımamaları da bu başarının en önemli faktörü elbette... Zira toplumun her kesminden mizah çıkartmayı, her alanını taşlamayı, sanatın farklı eğilimlerine eleştirel bakış atmayı beceriyorlar senaryolarındaki diyalog, karakter ve durum yaratma gücüyle...

Künye:

Çok Filim Hareketler Bunlar
Yönetmen: Ozan Açıktan
Oyuncular: BKM Mutfak oyuncuları
Süre: 100 Dk.
Yapım Yılı: 2010

BİLİMKURGUNUN ALTIN DÖNEMİNE İTHAFEN

Bir ilk film olan “Ay”, bilimkurgu türünün altın döneminden kendi payına farklı bir şey çıkarmayı iyi beceren bir ‘saygı duruşu filmi’. Baştan sona kurduğu atmosferle çekici, gizemli ve heyecan verici olması da, bu sonuca ulaşabilmesindeki en büyük etken kuşkusuz.

Bilimkurgunun tarihsel gelişimine baktığımızda, piyasaya B filmi modunda girdikten sonra 1967’de A tipinin içinde yoluna devam ettiğine tanık oluruz. Bu periyodun arkasından ise türün 1970’lerdeki altın dönemi gelir. “Logan’s Run” (1976), “Westworld” (1973), “Soylent Green” (1975), “5 No’lu Mezbaha” (“Slaughterhouse-Five”, 1972), “Otomatik Portakal” (“A Cclockwork Orange”, 1971) ve “Yaratık” (“Alien”, 1979) gibi farklı alt türlerdeki başarılı örnekler, bu süreçte tür sinemasının alkışlanmasına yol açmıştır.

‘Uzay boşluğu filmi’ alt türünden yola çıkmış

1982 yılında ise türü biraz da melez bir yapının içine sokan “Ölüm Takibi”nin (“Blade Runner”) çekilmesi sonrasında ciddiyet, yerini bilimkurgu parodilerine veya bilimkurgu-komedi kırmalarına bırakmıştır. Duncan Jones da belli ki 50’li ve 60’lı yıllarda çekilen ‘ucuz B filmleri’nin dalga geçilmeyenleri ve ciddi olanları olarak dikkat çeken ve ‘klasik bilimkurgu’ adıyla anılan ‘uzay boşluğu filmi’ (outer space film) alt türünden haberdar. O eğilimin ardından gelen yeniliklerin ise hayranı olmalı.

İsmini “Ay” koyduğu filmi ise, “First Men on the Moon” (1961) gibi uzay gemisinde yolculuğa odaklanan eserler ile onlar kadar eski koksa da 70’lere ait olan “Silent Running” (1972) ve “The Andromeda Strain” (1971) gibi klasik bilimkurgu örneklerinin varlığından çok mutlu belli ki. Zira proje için yola çıkarken ilk aşamada, bu ‘uzay gemisindeki bir insanın mücadelesi’ne odaklanan filmlerin iskeletlerini almak istemiş. Ancak onların yapısının 60’ların sonunda “2001: Bir Uzay Macerası” (“2001: A Space Odyseey”) ve “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”) ile kırıldığının da bilincinde.

Zira “Maymunlar Cehennemi” ile bir alt tür, zaman yolculuğu filminin, “2001” ile ise çok da cesaret edilemeyen ‘paralel evren filmi’nin içine girmiştir sinema tarihinin gidişatında. Tabii “Yaratık”ın da o formülü, bilimkurgu/korku füzyonunun (sayısız formülü ve türü iç içe sokan sinema anlayışı) içine soktuğunu biliriz, elbette “It! The Terror from Beyond Space” (1958) gibi bir B filminin de yapısını arkasına alaraktan...

Buram buram Tarkovsky’nin “Solaris”i kokuyor

İşte Duncan Jones da bilimkurguda o dönemde olanlardan yola çıkıyor ve burada aya yollanan bir uzay gemisinde yaşayan Sam Bell’in hikayesine uzanıyor. Filmde onun dışında başka bir karakter neredeyse yok diyebiliriz. Zira sadece Kevin Spacey’nin seslendirdiği Gerty adlı bir robot-bilgisayar ile konuşma şansına sahip bir şahsiyet bu. Zaten o da “2001: Bir Uzay Macerası”ndaki HAL’in yeniden canlandırılmış hali. Karakterimiz uzay gemisinin içinde hayattan izole edilmiş bir şekilde yaşıyor. Dünyaya güneş enerjisi yollamak için ayın o boş arazisinde teftişe çıkıyor her gün.

Tabii bu sözünü ettiğimiz portreyi Tarkovsky’nin Stanislav Lem’in romanından uyarladığı ve bellek üzerinden uzay gemisi içinde psikolojik-gerilim yaratan filmi “Solaris” (“Solyaris”, 1972) gibi kuruyor Jones, “2001”deki ‘bilgisayar’ mantığını arkasına alarak. Ki o yapıt, 70’lerde bu ‘uzay gemisi’nin farklı kullanımı ya da ‘canlılaştırılması’ açısından mihenk taşı örneklerden biriydi.

Bunu yaparken de özellikle ayın yüzeyindeki sahnelerde geniş açı kullanan Jones, kamerayı adabında hareket ettirmeyi, minimalist ezgileri öne çıkarmayı ve hipnotize edici bir ses tonunu asla bırakmamayı tercih ediyor, özünde biçimci bir sinema filmi dokusa da...

Bir sinefil bilimkurgusu

Böylece daha en baştan ‘ne olacak şimdi?’ duygusunu hissediyoruz. Bir süre, “Solaris” ekolünü izlermiş gibi görünen Jones, aslında “Soylent Green” ve “Silent Running” gibi dünya enerjisini doğal şeylere bağlayan çevreci bilimkurguların temalarını izliyor. Bunun ardından ise bir anda ‘klonlama filmi’ne dönüşüyor. Aslında sinemada bu formülü çeşitli alanlarda görebilsek de, burada ‘bellek odaklı bir formül’ün içinde özümseyince fazlasıyla şaşırıyoruz.

Zira bir anda iki hatta üç Sam Rockwell ile karşılaşıyoruz. Böyle olunca da ya “Dövüş Kulübü” (“Fight Club”, 1999) gibi psycho-noir alt türünün miladı bir eser, ya da “Tersyüz” (“Adaptation.”
2002) gibi bir ‘yaratıcılık krizi dönemi filmi’ geliyor aklımıza ister istemez. Zaten Jones’un amacı da belli formüller, alt türler ve eğilimler arasında dolaşarak kendi bilimkurgusunu çekmek aslında.

90 dakika boyunca heyecanı, atmosferi, gerilimi ve merak duygusunu üst düzeyde tutması da bir hayli önemli. O filmlerin yapısını kullanması da ‘klonlama filmleri’nin özündeki felsefik potansiyeli iyi değerlendirdiğini gösteriyor yönetmenin. Böylece bir sinemacının zekasını ortaya koyuyor “Ay.

Burada yaptığına ulaşmak için ise Jones, bilimkurgunun has öğelerinden olan; ‘uzayda zaman dünyadan çabuk geçer’, ‘ay zeminine insan basamaz’, ‘uzay gemilerini 1968’den itibaren bilgisayarlar yönetiyor’ gibi motifleri de kullanmayı ihmal etmiyor. Yani yönetmen, bilimkurguya hakim bir sinefil filmi çıkarıyor karşımıza.

Klonlama filmlerinde atılım yapıyor

“Ay”, bu doğrultuda pastiş (birçok sahne veya görüntüden orijinal metne yapıştırma sanatı) bir yapıya bürünse de; filmin her anından keyif almak ve sonundaki çok film izleyenleri şaşırtmayan sürprizle şoka girmek de mümkün olabiliyor işin ilginci. Bu sebeple de filmi, bir ‘saygı duruşu filmi’ (homage) olarak görebileceğimiz gibi kendi payına türe yeni şeyler katabilen bir eser adı altında incelemek de mümkün.

Öyle ki son kalemde “Stepford Kadınları” (“Stepford Wives”, 1975) gibi alt türün o sevdiği döneminin milatlarından olan bir esere gönderme yaparak de son yılların en değişken klonlama filmi olduğunu gösteriyor. Tabii bunun altını fütüristik dünyanın korkutuculuğuna dikkat çekerek doldurması da önemli.

Bütün bunların ışığında aslında genç ve çok da rastlamadığımız sinefil bir sinemacının doğuşuna tanıklık ediyoruz. “Ay”ın belki özellikle de bağlandığı son açısından belli sorunları var. Ancak genç kuşaktan sinefil bir yönetmenin sanatımıza giriş yaptığını müjdelemesi esas önemli olan. ‘Klasik bilimkurgu’da farklı bir iskelet sunması da en kilit artıları arasında sayılabilir. Öyle ki çoğu zaman ‘usta işi’ bir yapıtın içinde olduğumuzu dahi hissettiriyor.

Künye:

Ay (Moon)
Yönetmen: Duncan Jones
Oyuncular: Sam Rockwell, Kevin Spacey (ses), Dominique McElligott, Rosie Shaw
Süre: 94 dk.
Yapım Yılı: 2009

HAYAT GÜZELDİR... ‘MAYIN’A BASMAZSAN EĞER...

2003’te “Karşı Pencere” ile melodram formülünde tavan yapan Ferzan Özpetek, o zamandan beri yalpalarken burada keskin bir düşüşle yere çakılmış. Öyle ki “Serseri Mayınlar”, sinema filminden ziyade hayatın güzellikleri, mutlu anları, görünen yüzü ve tercihleri üzerine bir çeşitleme olarak anılabilir.

Güzel erkekler, yemekler, acıklı aile tablosu, yakışıklı erkekler, eşcinseller, mutluluk, sosyete... Biz her ne kadar bunu kabul etmek istemesek de Ferzan Özpetek, sadece belli kavramların sinema filmine nasıl girebileceği üzerine filmler çekiyor gibi sanki. Özellikle de bazı projelerinde bu daha da açığa çıkıyor. Bu listenin birinciliği için “Bir Ömür Yetmez” (“Saturno Contro”, 2007) ile “Serseri Mayınlar” (“Mine Vaganti”, 2010) çekişiyor. Türkiye’nin “Romantik Komedi”si (2010), ABD’nin “Sexthe City”si (2008) varsa, İtalya’nın da “Serseri Mayınlar”ı var kaymak tabakanın şıklığı ve zenginliği üzerine yoğunlaşmasıyla...

Gabriele Muccino, daha iyisini yapmıştı

Ancak bu anlayıştan sinema filmi adına nasıl bir şey çıkmış? Çok da fazla bir şey çıkamamış. Öyle ki Özpetek, burada bir ailenin bireylerinin sorunlarını inceliyor. Eşcinsel olduğunu açıklayan bir küçük kardeş, kalp krizleri geçiren bir baba, cinsel ilişki isteyen bir teyze ve daha niceleriyle bir ‘aile yapısı’ tasviri mevcut. Ancak aynı meseleyi işleyen Gabriele Muccino’nun “Son Öpücük”ü (“L’Ultimo Bacio”, 2001), formülü ve senaryosuyla bu durumu daha sinemasal bir zemine oturtuyordu. Her ne kadar romantik-komedi tonunu benimsese de...

Zaten Özpetek, bence son 10 yılda çıkış yapan genç İtalyan tür sineması yönetmenleri içinde Muccino ve Sorrentino’dan daha aşağılarda yer alıyor. Zira onların yüksek tempolu, müziğe ustalıkla kullanan ve el kamerasını kurgusal anlamda zekice yerleştiren sinemasından eser yok Özpetek’in sinemasında. O, bu ‘harala gürele’ gözükse de keyifle izlenen sinema bombardımanını herhalde eşcinsellik sosu ve Yeşilçam melodramlarının tonuyla daha olgun hale getirmenin peşinde olmalı. Bir Türk ruhu katıyor anlayacağınız...

“Karşı Pencere”, kariyerinin tavan noktası idi

Aslında kariyerinin “Hamam”dan (1997) “Karşı Pencere”ye (“La Finestra Di Fronte”, 2003) uzanan sürecinde melodramın içinde ‘bellek merkezli bir film modeli’ benimseyerek zirve yapmıştı Özpetek. “Kutsal Yürek” (“Cuore Sacro”, 2003), onun düşüş filmi olduktan sonra bu ‘melodram’ tonunu öznel yapıya kavuşturan yapılarından uzaklaşmaya başladı. Belki de yeni bir başlangıç için. “Mükemmel Bir Gün” (“Uno giorno Perfetto”, 2008), belki son üç filminin en eli yüzü düzgün olanı, karamsarlığı sebebiyle.

Ancak “Bir Ömür Yetmez” ve “Serseri Mayınlar”, yukarıda sözünü ettiğimiz kavramların serbest bir şekilde üstümüze atılmış hali gibi duruyorlar. İyi oluşturulamamış hikayeleri ve omurgasız dramatik yapıları var. Halbuki bu son döneminde kaydırmalı kamerayı kullanması, zaman zaman plan sekanslar dokuması, işçiliğindeki özeni de arttırmış Özpetek’in. Fakat hem her iki filmde de ölüm kavramına çok derin yaklaştığını zannetmesi, hem de burada işin içine mizah katma arzusuyla yanıp tutuşması, tonu iyi tutturulamamış bir eser getirmiş karşımıza.

Tamam hayat güzel olabilir, ancak aniden ‘mayın’a basarsan ne olacak?

Öyle ki “Serseri Mayınlar”da güzel kadınlar, güzel erkekler, yemekler ve eşcinsel direniş var. Mutululuk üzerine mutluluk depolaması var. Hayatın gerçeklikleri yok yani. Sadece kişisel bir bakış bu zira. Ancak akılda kalıcı bir müzik de yok. Halbuki “Karşı Pencere”nin ‘Goche di memoria’ şarkısı, sözleri ve ezgisiyle halen belleklerimizde!

Belki de Özpetek’in her şeyi olan akılda kalıcı müzikle duyguyu birleştiren tür filmlerinin ruhu eksilmiş denebilir. Üstüne üstlük mizah olacak diye pembe dizilerde gördüğümüz tek boyutlu bir piyano ezgisi de ‘ölüm’, ‘eşcinsel karakterlerin şarkı söylemesi’ gibi absürd anların üzerine bindiriliyor.

Böylece filmin melodramatik, üzücü ve belki de ağlatıcı tarafı yıkılıyor. Araya isminde olduğu gibi ‘serseri mayın’ edasıyla giren absürd espriler yüzünden bu da. Belki de “Serseri Mayınlar” ismi buradan gelmiş olabilir! Sonda başka bir şey sebebiyle var olduğunu öğrensek de...

Lafın özü o mizahi detayların ya da numaraların eğlenceli değil de trajikomik olduğu söylenebilir. Bu sebeple de “Serseri Mayınlar”, aslında pembe dizilerden herhangi bir farkı kalmayan, aceleye getirilmiş bir esere dönüşmüş.

Eşcinsel topluma karşı muhafazakar bir bakışı var

Özpetek’in her yıl film üretmesi bu sebeple sakıncalı olabilir. Ancak işin ilginci burada eşcinsel kitleyi de ‘öteki’leştirerek sürekli abartılı şekillere sokması da bir hayli garip. Herhalde ya kendini kaybetti ya da zaman darlığının kurbanı oldu.

Fakat filmin söyleminin bu konuda tutucu olduğu ve eşcinselleri ötekileştirdiği söylenebilir. Bu sebeple de mesajının doğru olmadığını iddia edebiliriz rahatlıkla. “Serseri Mayınlar” da Özpetek istese de istemese de bu ideolojik duruşuyla yazılacak sinema tarihinde onun filmografisine..

Aslında sözünü ettiğimiz ‘mizahi’ yanlar da filmin ‘hayat güzeldir kapılıp gidin’ tavrını dağıtan motifler. Yani amacı doğrultusunda araya sokulan birer ‘mayın’lar! Öyle ki bir anda anlamsız bir müzik ve ahlaken yanlış bir senaryo dönüşü, bütün algınızı da dağıtabilir. Bu da olağan bir durum. Halbuki “Karşı Pencere”deki veya “Cahil Periler”deki (“Le Fate Ingoranti”, 2001) sinema duygusu böyle miydi? Elbette hayır...

Künye:

Serseri Mayınlar (Mine Vaganti)
Yönetmen: Ferzan Özpetek
Oyuncular: Ricardo Scamarcio, Alessandro Preziosi, Nicole Grimaudo
Süre: 110 dk.
Yapım Yılı: 2010

‘BİR GECEDE OLDU’YA SAYGILARLA...

İrlanda’daki ‘artık yıl efsanesi’ni ele alan bir romantik-komedi. Yönetmenlik koltuğunda bütün türlere hakimiyetiyle dikkat çeken Anand Tucker’ın bulunmasıyla kalitesini birazcık yukarılara çekse de ‘slapstick kültür farklı komiklikleri’ ile çaptan düşüyor. Kısacası Amy Adams’ın oyunculuğundan ve İrlanda’nın kırsal kesiminin güzelliğinden tatmin olabileceklere uygun bir proje var karşımızda..

Son zamanlarda bir İrlanda aşkıdır sürüp gidiyor. Burada “Gelin Benim Olacak” (“Made of Honor”, 2008) ve “Not: Seni Seviyorum”dan (“P.S. I Love You”, 2007) sonra yine kendilerini İrlanda bayırlarına atan bir aşkın öyküsüne tanıklık ediyoruz. Aslında bu geleneğin oluşmasının ana sebebi, hem Hollywood’un elinde ‘farklı ülke’ kalmaması, hem de o bölgenin erkeklerinin aşk yaratacak kadar yakışıklı olmaları ve seksi ses tonlarıyla dikkat çekmeleri. Uzun lafın kısası bu filmler İrlanda erkeğini çekici bulan kadınlar ve oranın yöre güzelliklerini merak eden izleyiciler için üretiliyor biraz da.

İş kadının doğaya girmesine yaslanan abartılı komedilerden biri değil

“Aşka Yolculuk” da bu durumu zaman zaman açığa çıkarmasına karşın; belli anlarında güldürmeyi, duygusallaştırmayı ve seyirciyi içine almayı da beceriyor. Ancak genel toplamında Amy Adams’ın İrlanda’nın dar doğasına, otellerine ve kasaba hayatına alışma sürecinde başvurduğu slapstick komedi anlarıyla dramatik yapının yalpalandığı söylenebilir.

Fakat yine de “Beni Unutma” (“Sweet Home Alabama”, 2002) gibi o ‘doğa’yla baş başa kalan iş kadının dağılmasıyla gelen ‘abartılı komedi’ örneklerinden biri olmuyor bu yapıt. Bu sebeple de çok yeniymiş gibi şehir-taşra çatışması üzerine alt metinleri silsilesi sunmayı tercih etmiyor.

Screwball komedinin veliahtına saygıda kusur etmiyor

Aksine Frank Capra’nın romantik-komedinin sinemadaki ilk alanı olan screwball komedinin öncüsü “Bir Gecede Oldu”nun (“It Happened One Night”, 1934) film modelini benimseyen bir esere dönüşüyor. Aslında screwball komediyi benimseyip retro aşkına kapılmak çok moda oldu ve bu konuda yenilikçi şeyler yapıldı.

“Aşka Veda” (“Down with Love”, 2003) ve “Dayanılmaz Zulüm” (“Intolerable Cruelty”, 2004) gibi örneklerle. Bu sebeple de Anand Tucker’ın filmi orijinal durmuyor. Sadece İrlandalı kasabalı çocuk ile Amerikan emperyalist kızının aşk hikayesinin ‘yol filmi’ üzerinden anlatmasıyla zaman zaman eğlenceli anlar sunuyor. Özellikle de ‘Louis Vuitton’ esprisine dikkat derim.

Her türe hakim bir yönetmen

Ancak yine de Anand Tucker gibi “Paylaşılamayan Tutkular” (“HilaryJackie”, 1998), “Aşkı Ararken” (“Shopgirl”, 2005), “Babanı En Son Ne Zaman Gördün?” (“When Did You Last See Your Father”, 2008) ve “Red Riding 1983”i (2008) çekip türler arasında dolaşmasına karşın kalitesini ispatlayan bir yönetmenin kariyerinde en alt sıraya yerleştiriyor.

Öyle ki yönetmen “Aşkı Ararken” gibi “Bir Konuşabilse...” (“Lost in Translation”, 2003) ile başlayan ‘yeni aşk filmi modeli’nin geleneğini izleyen postmodern bir tür filmi de çekmişti. Melodram, kara film gibi alanlardaki başarısı ise tartışma götürmez bir gerçekti. Buradaysa inişli çıkışlı bir yapıyla çıkagelmiş. Romantik-komedinin olmazsa olmaz gereklerini yerine getirirken slapstick komedi sularından aşağı yuvarlanmasıyla çaptan düşerken, ‘kasabaya gelen şehirli’ klişesinin yönünde gidip ‘ille de ders veren’ bir komediye dönüşmemesiyle takdir topluyor.

Anlayacağınız “Aşka Yolculuk”, vasat bir romantik-komedi. İrlanda romantizminden hoşlananlar veya Amy Adams’ın oyunculuk kimliğinden haberdar olanlara önerilebilir.


Künye:

Aşka Yolculuk (Leap Year)
Yönetmen: Anand Tucker
Oyuncular: Amy Adams, Matthew Goode, Adam Scott, John Lithgow
Süre: 100 Dk.
Yapım Yılı: 2009

SAM MENDES’İN NEFES ALMA TURLARI

Çocuk yapmaya karar veren genç bir çift, ABD’nin yollarında bir geziye çıkarlar. Amaçları kesin bir sonuca varmadan önce, ailelerini ve arkadaşlarını görmektir. Ancak bu yolculuğun amacı sapar ve beklenmedik insan portreleriyle karşılaşır ikilimiz.

“Amerikan Güzeli” (“American Beauty”, 1999), “Hayallerin Peşinde” (“Revolutionary Road”, 2008) gibi filmleriyle dikkat çeken Sam Mendes’in filmiyle ilgili Türkiye prömiyerini yaptığı !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali zamanında yazdığım ‘İşlevsiz Aileler Potporisi’ başlıklı yazıma, H2 arşivimde 13 Şubat 2010 tarihinden ulaşabilirsiniz.

Künye:

Uzaklara Gidelim (Away We Go)
Yönetmen: Sam Mendes
Oyuncular: John Krasinki, Maya Rudolph, Jeff Daniels, Maggie Gyllenhaal, Catherine O’Hara
Süre: 95 dk.
Yapım Yılı: 2009