Türban dönemecinde Kılıçdaroğlu ve CHP politbürosu
Referandum kampanyası boyunca, "Türbanı biz çözeriz" diyen (ama somut bir...
Referandum kampanyası boyunca, “Türbanı biz çözeriz” diyen (ama somut bir çözüm projesi ortaya koymayan) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hâlâ, parti politbürosunun ve bugüne kadar katılaştırılmış laiklik taraftarlarının baskısı altında. Parti politbürosunun “Türban tek başına olmaz, bunu bir paket halinde çözeceğiz” söylemi, geleneksel ve tipik bir CHP politbürosu söylemi, yani tipik bir çözümsüzlük söylemi.
Kılıçdaroğlu’nun zaman zaman çözüme yönelik olarak kendine göre bazı çekingen adımlar atmayı deneyip sonra birden suskunluğa yönelen davranış çizgisini bu çerçeve içinde anlamaya çalışmakta yarar bulunuyor.
***
Dün başörtüsü açısından yine hareketli bir gündü. İstanbul Üniversitesi’nde şapkayla derse giren bir kız öğrencinin dersten zorla çıkarılması üzerine YÖK Başkanlığı’na verdiği dilekçe yeni bir uygulamaya neden oldu. YÖK Başkanlığı üniversite yönetimine başörtülü öğrencilerin derslerden çıkarılamayacağı anlamına gelen bir genelge gönderdi.
CHP’nin YÖK yönetiminin genelgesi karşısında sessiz kaldığını ve sürecin yargıya taşınmadığını gördük. (Baykal CHP’si böyle durumlarda son derece ‘atak’ davranışlar sergilerdi.) Milliyet gazetesinden Fikret Bila, CHP’nin bu tutumunu Kılıçdaroğlu’nun, “Anayasa ve YÖK yasasında başörtüsünü yasaklayan bir hüküm yok” sözlerine bağladı.
CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay konuya itiraz etmediklerini doğrularken, konunun yasal alandaki çözümünde yine eski anlayışı sürdüren bir yaklaşım ortaya koydu. Okay, başörtüsünü, dokunulmazlık ve YÖK gibi konularla bir paket halinde ele almak istediklerini ifade etti. Benzer bir açıklamayı bundan kısa süre önce Kılıçdaroğlu’nun “sorunu çözeriz” açıklamasının ardından Kemal Anadol da yapmıştı.
Kılıçdaroğlu’nun süreci okuma biçimiyle CHP politbürosunun açıklamaları arasındaki farklılık, (bazı kesimler bu farklılığı önemsemese de) dikkat çekecek bir hale geliyor. Ne olursa olsun, CHP’nin içinde başörtüsü yasağının çözümüne direnmeye niyetli ciddi bir odağın var olduğu kesin.
***
Bir önceki yazımda, Canan Arıtman, Nur Serter ve Necla Arat’ın başörtüsü konusundaki son tepkilerini ve değerlendirmelerini aktardım. Başörtüsü konusundaki direncin sembol isimleri konumunda olan bu üç ismin tepkilerinin ve psikolojilerinin incelemeye değer olduğunu söyledim.
Benim, üçü de kadın olan bu milletvekillerine gönderme yaparak başörtüsü konusunu aktarmama CHP’li veya CHP çizgisine yakın olduğunu düşündüğüm bazı okurlarımdan tepkiler geldi.
Özel bir kastım yoktu. Gazeteciler onlarla konuşmuştu. Doğru da yapmışlardı. Sonuçta bu üç isim sorunun doğrudan muhatabı olacak kadar etkili bir geçmişe sahip.
Neyse mesele zaten yalnızca onlarla sınırlı değil. Üniversite kapılarında başı örtülü kız öğrencilerin uğradıkları aşağılanmanın birinci dereceden sorumlusu o dönemdeki YÖK elitiydi. Üniversiteye egemen olan darbeci, militarist,
aşırı milliyetçi, otoriter unsurlar, Kürt çocuklarını “anadil seçmeli olsun” dedikleri için üniversiteden kovup polise teslim ederken, başörtülü kızları
da kapıdan kovuyorlar, dışlıyorlar ve aşağılıyorlardı. Bütün bunları da, bir ‘ideolojik mücadele’, hatta ‘kutsal bir dava’ havası içinde yapıyorlardı.
İnsan haklarına aykırı, dışlayıcı bir anlayışın bu kadar uzun bir süre boyunca “kadın özgürlüğü” ambalajı içinde sunulmuş, birçok kadın ve erkeğin ikna edilmiş olması, bir “başarı öyküsü” olarak değerlendirilebilir. Binlerce, onbinlerce insan bunların gerçekten “modern Türkiye” için
yapıldığına inanarak bu yasakçı ortaçağ zihniyetine yıllarca destek çıktı.
Ama haksız ve otoriter bir zihniyeti temsil eden bu çizginin toplumun sağduyusu karşısında yenilgiye uğraması kaçınılmazdı... Bu zihniyetin yenildiğini onu savunanların enerjisinin tükenmesinden de görebiliyoruz... Mesela geçenlerde bir TV kanalında bir eski ‘YÖK Başkanı’nı dinledim. Hiçbir inandırıcılığının, hiçbir enerjisinin kalmadığı ve tam bir yenilmişlik psikolojisi içinde olduğu, net bir şekilde görülüyordu.
***
Türkiye’deki değişim karşısında yenilmişlik psikolojisi içinde olan kitlenin en büyük yığınak merkezi CHP’ydi.
Bu kitlenin yakın geçmişte neler yaptığını kısaca hatırlayalım: Baykal önderliğinde Anayasa Mahkemesi kapısında nöbet tuttular.
Anayasa Mahkemesi’ni Meclis’ten çıkan kanunları engelleme merkezi haline getirdiler.
Her türlü değişim ve demokrasi talebinin tutarlı bir şekilde karşısında durdular.
Baykal’ın sorunları taşlaştırma üzerine kurulu siyaset algısının tasfiyesi kaçınılmazdı.
Yani, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelişi, ir ‘yenilgi’nin ürünüydü. Ama CHP’de derinlikli bir değişimin gerçekleşmesi için gereken zamanı küçümseyemeyiz.
***
Başörtüsü yasağının gerçekten çözüme doğru gittiği bu dönemde, CHP’nin çözümün parçası olmayı mı tercih edeceğini, yoksa Baykal’dan miras kalan ‘taşlaştırma siyaseti’nin mi daha ağır basacağını hep birlikte göreceğiz.
İlginç bir aşamadan geçtiğimizi söyleyebiliriz.