Siyaset sahnesinde bu kez çok güzel hareketler var

Türkiye referandum öncesi tırmanan kutuplaşmayı, Cumhurbaşkanı Gül'ün yeni siyaset dili çağrısı ve Kılıçdaroğlu'nun jestleriyle aşmaya çalışıyor. Kalıcı olacak mı?


Meclis’in 1 Ekim’deki açılış töreninden en çok akılda kalan görüntü, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül salona girdiğinde saygı göstergesi olarak ayağa kalkması ve CHP grubunun da (eski Genel Başkan Deniz Baykal ve etrafında oturan on kadar vekil hariç) onu izlemesiydi.
Baykal’dan farklı olarak Kılıçdaroğlu akşam Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin tarafından verilen geleneksel davete de katıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan ile karşı karşıya gelmediler. Ancak Gül, CHP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Suha Okay ile karşılaşınca Kılıçdaroğlu’na doğru hamle etti ve havadan sudan da olsa sohbet ettiler.
Kılıçdaroğlu önceki akşam Gül’ün konuşmasındaki yeni anayasa tartışmasının bu Meclis tarafından başlatılması çağrısını memnuniyetle karşıladığını söyledi. Dün CHP il başkanları toplantısına girişte yaptığı açıklamada, Türkiye’de keyfi tutuklamalar olduğunu ve bunun ‘adı konmamış bir sıkıyönetim’ olduğunu öne sürerken de dayanaklarından birisi, Gül’ün Meclis açılışında ‘tutuklamaların uzayarak adeta ceza’ niteliği alması konusundaki uyarısıydı.
Gül’ün siyasette yeni ve uzlaşmaya el veren bir dilin gerekliliği sözleri ve Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin cumhurbaşkanına gösterdiği saygı ile ortaya çıkan ortam AK Parti’nin dikkatini de çekiyor.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik sorumuzu şöyle yanıtladı:

* “Cumhurbaşkanının sözlerini önemsiyorum. Doğrusunu isterseniz, CHP’nin dünkü tavrını olumlu buluyorum. Gerçi Kılıçdaroğlu referandum sürecinde bize çok hakaretler etti. Referandumdan sonra CHP’nin gerekli dersleri çıkardığını umuyorum. Rekabet, nezaketle yapılır, öyle yapılmalı.”

* “CHP’nin anayasa tavrını da olumlu buluyorum. Orada tabii bir ifrat-tefrit durumu var: Daha önceki ‘kapağını açmam, kamerayla gelsinler’ tavrından, şimdi ‘Bir hafta içinde Anayasa yapalım’ tavrına, bir uçtan diğerine gidiş var. Ama yine de geldikleri noktayı Türk siyaseti adına olumlu buluyorum. İnşallah bundan sonra da devam eder.”
CHP’li Hakkı Suha Okay ise siyaset dilindeki değişmeyi Gül’ün Meclis açılışındaki çağrısından da 12 Eylül’deki referandumdan da öncesine, Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesine bağlıyor. Okay şöyle açıklıyor:

* “Daha haziran ayında sayın cumhurbaşkanı liderlerle terör konuşmaya karar verdiğinde bir takvim sıkışması olunca, Kemal bey atlayıp İstanbul’a gitmekte tereddüt etmedi. Daha sonra da hem cumhurbaşkanı hem başbakan görüşmek istediğinde olumlu yanıt verdi.”
Okay, CHP’nin bu ‘yeni siyaset dilini’ tercih nedenlerini de şöyle açıklıyor:

* “Birincisi, olumlu muhalefet, olumlu siyaset. İkincisi de kavga değil, uzlaşma amaçlı siyaset. Bunun da iki gerekçesi var. Birincisi, uzlaşma toplumsal muhalefetin önşartı haline geliyor. İkincisi, Türkiye artık gerilim siyasetinden yoruldu, insanları daha fazla yormamak gerekiyor.”

* “Cumhurbaşkanı gelince ayağa kalkmamak bile bir gerilim meselesi oluyor. Sayın Abdullah Gül, biz seçim yönetemine karşı çıkmış olsak da Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanıdır. Sonra, efendim Meclis açılış kokteyline gidilecek mi, gidilmeyecek mi diye bir medya malzemesi olmak istemiyoruz. Artık siyasetle aramızdaki suni gerilimleri aradan çıkarmak istiyoruz. Eleştirilerimizle, önerilerimizle, siyasetimizle konuşulmak istiyoruz.”
Aslında Gül ve Kılıçdaroğlu arasında bir süredir yüz yüze olmasa da demeçler ve duruşlar aracılığıyla süren bir diyalog ve ortak siyaset dili yakınsamasından söz etmek mümkün.
Bunun başlangıç noktasında, Okay’ın sözünü ettiği toplantı ardından Kılıçdaroğlu’nun 24 Haziran’da Radikal’de yayımlanan Demecinde Gül’ün seçimine itirazlarına değinerek “Geçmiş geçmişte kaldı. Cumhurbaşkanına görev düştüğüne inanıyoruz” diyerek destek vermesi var.
Bu demecin Gül tarafından önemle not edildiğini Köşk kaynaklarından biliyoruz. demeçler üzerinden diyalog, referandum sonrasında, Gül’ün ABD seyahatinde de devam etti. Anayasa çalışmalarına hemen başlanması gerektiği konusunda iki lider hemen hemen aynı tutumdaydı ve bu durum Gül’ün Kılıçdaroğlu’nun tutumunu ‘olağanüstü’ bulup ‘önemsemesiyle zirveye ulaştı. Keza Gül’ün Meclis açılışında vurguladığı tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmesi uyarısı, Gül ile Kılıçdaroğlu arasında daha önceki bir konuşmaya atıftı; Kılıçdaroğlu o mesajı aldı ve ardından Meclis açılışı geldi.
Bu ortamın kalıcı olup olmamasında başka unsurlar da var. Örneğin Gül’ün tutumu BDP’yi de etkilemiş durumda. Nitekim Gül’ün konuşmasını ‘cesur’ BDP’liler, Meclis açılış davetinde ne yapıp edip, Başbakan Erdoğan ile görüşmenin yolunu buldular.
Ancak burada kilit hâlâ Erdoğan’ın elinde. Erdoğan’ın 12 Eylül gecesi konuşması, dışlayıcı olmadı. Referandum sırasında ‘hayır’ diyecek olanları darbeci zihniyette ilan etmesini, sonradan düzeltti ve o oyların da demokrasi içinde olduğunu kabul etti.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın yüzde 42 hayır oyu verenlerin ‘korktuğu’ saptaması da Gül’ün ABD seyahatinde yaptığı “Sandık öncesi kutuplaşmayı geride bırakalım” tutumuyla uyum içinde. Bir yandan ‘adı konmamış sıkıyönetim’ eleştirisi yapan Kılıçdaroğlu’nun Meclis açılışında CHP grubunu ayağa kaldırması, bu nedenle simgesel önemi yüksek bir dönüm noktası.

Son Kürt ‘açılımını’ ABD de merak ediyor
ABD, yeni Irak hükümetinin onaylaması şartıyla Türkiye’nın Irak sınırının güneyinde PKK saldırılarına karşı askeri önlem hakkını destekliyorsa da AK Parti hükümetinin son atılımıyla ne yapmak istediğini hâlâ çözmeye çalışıyor.
Radikal’e bilgi veren Amerikalı kaynaklar, Türk hükümetinin son haftalarda attığı adımlar konusunda ne bilgilerinin, ne alakalarının, ne de bir önerilerinin olduğunu söylediler.
Türk hükümetinin son temaslarından kastedilen ise 12 Eylül’deki referandumdan itibaren hükümetin Ankara’da, Meclis’te BDP ile, İmralı’da istihbarat (MİT) yetkilileri aracılığıyla Abdullah Öcalan ile, Irak’ta Kürt lider Mesud Barzani ile yürütülen görüşmeler. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Irak Kürtleriyle, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da eşzamanlı olarak ABD’li yetkililerle görüşmesi arasında, ABD’li yetkililere göre, kendi açılarından bir ilişki bulunmuyor.
Bir kaynak bu durumu Radikal’e şöyle özetledi: “Türkiye’nin Irak topraklarından kaynaklanarak vatandaşlarına ve çıkarlarına yönelen tehdit konusundaki endişelerini kabul ediyoruz. Irak yetkililerini topraklarının terörist barınma ve eylem zemini olarak kullanılmasını önleme gereği konusunda uluslararası sorumluluklarını hatırlatmaya devam edeceğiz. Irak’ın egemenlik haklarına tam saygı çerçevesinde, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması hedefiyle Türk hükümeti ile Irak yetkilileri arasında diyaloğa yardımcı olmayı da sürdüreceğiz. Bu sorumluluktan kaçmak mümkün değil. Irak hükümetinin Türkiye’ye terörist saldırıları önleme konusunda kapasitesinin olup olmadığı konusu var elbette; ama diğer yanda yükümlülükleri de var. Kendileri yapamıyorlarsa, birlikte nasıl yapabilecekleri konusunu Türklerle konuşabilirler.
Konunun en can alıcı bölümü sonda geliyor: “Üçlü işbirliği mekanziması yakında ikiliye dönüşecek. ABD olarak çekildiğimiz zaman Irak ve Türkiye kalacak. Hem Türk hem Iraklı yetkililer bu durumu dikkate alıyor olmalı.”