Türkiye'de Her 5 Kişiden Biri Böbrek Hastası
Özel Koru Ankara Hastanesi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Akçay, “Çocuk ve gençlik yıllarında başlayan böbrek hastalığının en önemli sebepleri enfeksiyon, taş, doğuştan gelen yapısal bozukluklar ve nefrit dediğimiz genelde yüksek tansiyon, idrarda kan ve protein saptanması ile giden böbrek hastalıkları olduğu için kolayca tanınabilir ve tedavi edilebilirler” dedi.
İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Ali Akçay, Türkiye’de her 5 kişiden birinde bulunan böbrek hastalığı hakkında bilgi verdi. Aslında böbrek hastasının çok zor olduğunu belirten Akçay, “Doğuştan kazandığımız ya da genetik kökenli az görülen birkaç hastalık dışında çoğu böbrek hastalığından aslında kendimiz sorumluyuz. Vücutta yedeği olan tek organ böbrektir. Tek bir böbrek iki böbreğin yaptığı işi rahatlıkla yapabilir ve tek böbrekli hastalarda çoğu zaman hiçbir problemle karşılaşmayız. Bunun en somut örneği böbrek nakli yapılan hastalardır. Vericiden bir böbrek alınır alıcıya takılır, böylece her ikisi de tek böbrekli olurlar. İlginç olarak her iki böbreğin ya da tek bir böbreğin toplam fonksiyonu yüzde 30-40’ın altına düşmeden herhangi bir rahatsızlık da hissetmeyiz” ifadelerini kullandı.
Son yapılan büyük bir çalışmaya göre Türkiye’deki kronik böbrek hastalığı sıklığının yüzde 15,7 olduğunu söyleyen Akçay, “Kronik böbrek hastalığının iki önemli sonucu var. Direkt ya da hipertansiyon gibi dolaylı yollardan kalp hastalığı ve felç gelişimine yol açarak ölüme ya da kalıcı sakatlıklara zemin hazırlayabiliyor. Kronik bir rahatsızlık olduğu için yaşam kalitenizi oldukça düşürüyor. İkinci sonuç ise bir diyaliz cihazına bağımlı olarak yaşamaya devam etmektir. Ancak bir canlı vericiden ya da kadavradan böbrek nakli yapılabilirse hayat kaliteniz ve yaşam süreniz düzelecektir” diye konuştu.
Diyaliz ve böbrek naklinin de hayat kurtarıcı tedaviler olduğunu ifade eden Akçay, böbrek hastalığının belirtilerinden de bahsetti. “Böbrek hastası olduğunuzu anlamak için herhangi bir belirti beklememek gerekiyor” diyen Akçay, “Çünkü son dönem böbrek hastalığı geliştiğinde halsizlik dışında bir şikâyetiniz olmayabilir. Böbrek hastalıkları daha çok bir orta yaş ve üstü hastalığıdır ve oldukça yavaş ilerler. Bu ilerleme esnasında tanı konulabilirse tamamen önlenebilir ya da son dönem böbrek hastalığı gelişimi geciktirilebilir” dedi.
Doktora başvurmak için bir yaş sınırı önermeyen Akçay, ne kadar erken olursa o kadar iyi olacağını, hatta ilkokul çağındaki çocuklardan bile başlanabileceğini ifade etti.
Tansiyon ölçümü, basit bir idrar tetkiki, kanda kreatinin ölçümü ve böbrek ultrasonunun yüzde 99 oranında bir doğruluk ile böbrek hastası olup ounlmadığını ortaya çıkarttığını anlatan Akçay, “Çocuk ve gençlik yıllarında başlayan böbrek hastalığının en önemli sebepleri enfeksiyon, taş, doğuştan gelen yapısal bozukluklar ve nefrit dediğimiz genelde yüksek tansiyon, idrarda kan ve protein saptanması ile giden böbrek hastalıkları olduğu için kolayca tanınabilir ve tedavi edilebilirler. Maalesef özellikle taş ve idrar yolu enfeksiyonuna bağlı nedenlerle tek böbreğini kaybettiğinden bile haberi olmayan genç yaşta pek çok hasta ile karşılaşıyoruz” şeklinde konuştu.
Yaşlanmayla birlikte vücudumuzdaki tüm organlar gibi böbreklerimizin de yaşlandığını vurgulayan Akçay, “20 yaşındaki bir insanın böbreği ile 70-80 yaşındaki bir bireyin böbreği aynı kalitede çalışmaz. Özellikle 40-50 yaşlarından sonra böbrek fonksiyonlarında yüzde 30’ları bulan azalmalar olabilir. Bu fizyolojik duruma yılların hasar yapıcı etkilerini de eklersek yaşlı bireylerin neden daha çabuk böbrek hastası olduğunu anlayabiliriz. Yaşlı böbreği tuza ve suya çok duyarlıdır. Suyu az içme ya da vücuttan su kaybettiren bir hastalık durumu kısa süre içinde akut böbrek yetersizliği oluşturabilir. Ayrıca yaşlı insanların böbreği tuz, yani sodyum kaybetmeye meyillidir. Hipertansiyon tedavisi için tuz kısıtlaması yapan hastalar bir de üstüne vücuttan idrarla tuz kaybettiren idrar söktürücüler kullanıyorsa kolaylıkla hiponatremi dediğimiz bilinçte değişikliklerle kendini gösteren kan tuz değerlerindeki azalmayla doktora başvurabilirler” dedi.
Yaşlı insanların böbreğinin ilaçlara, özellikle ağrı kesicilere karşı da çok hassas olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ali Akçay, kesinlikle gelişigüzel ilaç almamak gerektiğini ve ilaç yazan doktoru da bu konuda sorgulamak gerektiğini ifade etti.
İleri yaştaki erkeklerde prostat büyümesinin de kaçınılmaz bir son olduğundan dolayı büyümüş prostat bezinin idrar yolu çıkışını tıkayarak böbrek yetersizliği yapabildiğini belirten Prof. Dr. Ali Akçay, bu durumun tedavisinin genellikle çok kolay olduğunu da sözlerine ekledi.
Türkiye’de ailevi Akdeniz ateşi ve polikistik böbrek hastalığının çok sık görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Akçay, “Bu hastalıklar genetik geçişli hastalıklar olup, yakın akrabalarında bu hastalığı olanlarda ortaya çıkma ihtimali çok yüksektir ve bu bireylerin nefroloji uzmanına başvurmaları yerinde olur” ifadelerini kullandı.
Diyalize başlayan hastaların neredeyse yarıya yakınını şeker hastalarının oluşturmaya başladığına dikkati çeken Prof. Dr. Ali Akçay, “Bu hastalık çok yavaş seyirli olduğu için 10-15 yıl sonra böbrek hastalığı belirtileri vermeye başlamaktadır. En önemli bulgusu hipertansiyonun şiddetlenmesi ve/veya idrarda protein çıkmasıdır. Maalesef bir diyabet hastasında bir kere böbrek hastalığı gelişmiş ise bunu geriye döndürmek çok zordur, hatta hasta tedavi uyarılarını dikkate almaz ise 2-3 yıl içinde böbreklerini tamamen kaybederek diyaliz hastası olabilir” diye konuştu.
Diyabet hastalarında birinci amacın iyi bir kan şekeri kontrolü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ali Akçay, “Bunun için açlık-tokluk kan şekeri ile takip yeterli değildir ve çoğu zaman yanıltıcı olabilir. Çünkü tetkik öncesi 1-2 gün sıkı bir diyet sonrası normal değerler ölçülebilir. Gerçek şeker düzeyleri kandaki HbA1c düzeylerine bakmakla anlaşılabilir. Bu maddenin kandaki ölçümü ile son 3-4 aydaki kan şekerlerinizin ortalamasını öğrenirsiniz. Normal bireylerde yüzde 4-6 arasıdır, şeker hastalarında ise yüzde 5-6 arası ya da en fazla yüzde 7 olması hedeflenmelidir” ifadelerini kullandı.
“Bu hedefi tutturmak için sakın ilaçlara bel bağlamayın” diyen Akçay, “İlle de diyet iradenizin hakkını vererek yediğiniz şeyleri kontrol etmezseniz şekerleriniz yüksek gidecektir. İdeal kilosuna ulaşan bir diyabet hastasına kolay kolay bir şey olmaz. Bazen diyabet ilaçları tam tersi etkiyle, insanlara gereksiz bir güven vererek diyet yapma alışkanlığını kırmaktadır. Diyabet hastalarındaki ikinci önemli hedef normal kan basıncı değerlerini tutturabilmektir, yani 130/80 mm Hg altına inmek. Bunun için de diyet ve tuz tüketiminin azaltılması yeterlidir aslında. Bunlarla başarılamaz ise hipertansiyon ilaçları devreye girer” şeklinde konuştu.
Damar sertliğine ve daralmasına bağlı koroner kalp hastalığı gelişen kişilerde aynı mekanizma ile böbreğin kanlanmasını sağlayan damarlarda da sertlik ve daralma oluşumunun böbrek yetersizliğine sebep olabildiğini ifade eden Akçay, “Bu hastalar potansiyel bir böbrek hastası gibi takip edilmelidir. Araya girecek en ufak bir sorun böbrek yetersizliğine yol açabilir” diye konuştu.
Diyalize başlayan yeni hastaların diyabetten sonraki ikinci en önemli nedeninin hipertansiyon olduğuna işaret eden Akçay, “Diyabet hastaları için yaptığımız önerilerin aynısı burada da geçerlidir. Hipertansiyon tedavisi için elimizde çok çeşitli ilaçlara sahibiz. Bunların yan etkileri de yaşa ve altta yatan hastalığa göre değişebilmektedir. Bir ilaç başlandıktan sonra yıllarca kontrole gelmeyen hastalarla karşılaşıyoruz. Böylece ilaçtan istenen verim alınamadığı gibi yan etkileri de ekstrası oluyor” açıklamasında bulundu.
Yetişkin bireylerin en az yarısının hayatlarının bir döneminde taş düşürdüğü bilgisini veren Akçay, şöyle devam etti:
“Az bir kısım hastada ise bu sorun kronikleşir ve sürekli taş oluşumu ile karşılaşırız. Normal şartlar altında çok büyük ya da çok fazla taş yoksa böbrek yetersizliği beklemeyiz. Ancak bazen taşlar tam düşmeden idrar yolunu tıkayabilir. Bu durum erkenden fark edilmez ise o böbrek maalesef tamamen kaybedilir. Bu nedenle taş düşüren ya da taşı düşündürür şikayetleri olan bir kişi en azında bir ultrason ile taşın tam olarak düşüp düşmediğini kontrol ettirmelidir.”
Kaynak: İHA
Son yapılan büyük bir çalışmaya göre Türkiye’deki kronik böbrek hastalığı sıklığının yüzde 15,7 olduğunu söyleyen Akçay, “Kronik böbrek hastalığının iki önemli sonucu var. Direkt ya da hipertansiyon gibi dolaylı yollardan kalp hastalığı ve felç gelişimine yol açarak ölüme ya da kalıcı sakatlıklara zemin hazırlayabiliyor. Kronik bir rahatsızlık olduğu için yaşam kalitenizi oldukça düşürüyor. İkinci sonuç ise bir diyaliz cihazına bağımlı olarak yaşamaya devam etmektir. Ancak bir canlı vericiden ya da kadavradan böbrek nakli yapılabilirse hayat kaliteniz ve yaşam süreniz düzelecektir” diye konuştu.
Diyaliz ve böbrek naklinin de hayat kurtarıcı tedaviler olduğunu ifade eden Akçay, böbrek hastalığının belirtilerinden de bahsetti. “Böbrek hastası olduğunuzu anlamak için herhangi bir belirti beklememek gerekiyor” diyen Akçay, “Çünkü son dönem böbrek hastalığı geliştiğinde halsizlik dışında bir şikâyetiniz olmayabilir. Böbrek hastalıkları daha çok bir orta yaş ve üstü hastalığıdır ve oldukça yavaş ilerler. Bu ilerleme esnasında tanı konulabilirse tamamen önlenebilir ya da son dönem böbrek hastalığı gelişimi geciktirilebilir” dedi.
Doktora başvurmak için bir yaş sınırı önermeyen Akçay, ne kadar erken olursa o kadar iyi olacağını, hatta ilkokul çağındaki çocuklardan bile başlanabileceğini ifade etti.
Tansiyon ölçümü, basit bir idrar tetkiki, kanda kreatinin ölçümü ve böbrek ultrasonunun yüzde 99 oranında bir doğruluk ile böbrek hastası olup ounlmadığını ortaya çıkarttığını anlatan Akçay, “Çocuk ve gençlik yıllarında başlayan böbrek hastalığının en önemli sebepleri enfeksiyon, taş, doğuştan gelen yapısal bozukluklar ve nefrit dediğimiz genelde yüksek tansiyon, idrarda kan ve protein saptanması ile giden böbrek hastalıkları olduğu için kolayca tanınabilir ve tedavi edilebilirler. Maalesef özellikle taş ve idrar yolu enfeksiyonuna bağlı nedenlerle tek böbreğini kaybettiğinden bile haberi olmayan genç yaşta pek çok hasta ile karşılaşıyoruz” şeklinde konuştu.
Yaşlanmayla birlikte vücudumuzdaki tüm organlar gibi böbreklerimizin de yaşlandığını vurgulayan Akçay, “20 yaşındaki bir insanın böbreği ile 70-80 yaşındaki bir bireyin böbreği aynı kalitede çalışmaz. Özellikle 40-50 yaşlarından sonra böbrek fonksiyonlarında yüzde 30’ları bulan azalmalar olabilir. Bu fizyolojik duruma yılların hasar yapıcı etkilerini de eklersek yaşlı bireylerin neden daha çabuk böbrek hastası olduğunu anlayabiliriz. Yaşlı böbreği tuza ve suya çok duyarlıdır. Suyu az içme ya da vücuttan su kaybettiren bir hastalık durumu kısa süre içinde akut böbrek yetersizliği oluşturabilir. Ayrıca yaşlı insanların böbreği tuz, yani sodyum kaybetmeye meyillidir. Hipertansiyon tedavisi için tuz kısıtlaması yapan hastalar bir de üstüne vücuttan idrarla tuz kaybettiren idrar söktürücüler kullanıyorsa kolaylıkla hiponatremi dediğimiz bilinçte değişikliklerle kendini gösteren kan tuz değerlerindeki azalmayla doktora başvurabilirler” dedi.
Yaşlı insanların böbreğinin ilaçlara, özellikle ağrı kesicilere karşı da çok hassas olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ali Akçay, kesinlikle gelişigüzel ilaç almamak gerektiğini ve ilaç yazan doktoru da bu konuda sorgulamak gerektiğini ifade etti.
İleri yaştaki erkeklerde prostat büyümesinin de kaçınılmaz bir son olduğundan dolayı büyümüş prostat bezinin idrar yolu çıkışını tıkayarak böbrek yetersizliği yapabildiğini belirten Prof. Dr. Ali Akçay, bu durumun tedavisinin genellikle çok kolay olduğunu da sözlerine ekledi.
Türkiye’de ailevi Akdeniz ateşi ve polikistik böbrek hastalığının çok sık görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Akçay, “Bu hastalıklar genetik geçişli hastalıklar olup, yakın akrabalarında bu hastalığı olanlarda ortaya çıkma ihtimali çok yüksektir ve bu bireylerin nefroloji uzmanına başvurmaları yerinde olur” ifadelerini kullandı.
Diyalize başlayan hastaların neredeyse yarıya yakınını şeker hastalarının oluşturmaya başladığına dikkati çeken Prof. Dr. Ali Akçay, “Bu hastalık çok yavaş seyirli olduğu için 10-15 yıl sonra böbrek hastalığı belirtileri vermeye başlamaktadır. En önemli bulgusu hipertansiyonun şiddetlenmesi ve/veya idrarda protein çıkmasıdır. Maalesef bir diyabet hastasında bir kere böbrek hastalığı gelişmiş ise bunu geriye döndürmek çok zordur, hatta hasta tedavi uyarılarını dikkate almaz ise 2-3 yıl içinde böbreklerini tamamen kaybederek diyaliz hastası olabilir” diye konuştu.
Diyabet hastalarında birinci amacın iyi bir kan şekeri kontrolü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ali Akçay, “Bunun için açlık-tokluk kan şekeri ile takip yeterli değildir ve çoğu zaman yanıltıcı olabilir. Çünkü tetkik öncesi 1-2 gün sıkı bir diyet sonrası normal değerler ölçülebilir. Gerçek şeker düzeyleri kandaki HbA1c düzeylerine bakmakla anlaşılabilir. Bu maddenin kandaki ölçümü ile son 3-4 aydaki kan şekerlerinizin ortalamasını öğrenirsiniz. Normal bireylerde yüzde 4-6 arasıdır, şeker hastalarında ise yüzde 5-6 arası ya da en fazla yüzde 7 olması hedeflenmelidir” ifadelerini kullandı.
“Bu hedefi tutturmak için sakın ilaçlara bel bağlamayın” diyen Akçay, “İlle de diyet iradenizin hakkını vererek yediğiniz şeyleri kontrol etmezseniz şekerleriniz yüksek gidecektir. İdeal kilosuna ulaşan bir diyabet hastasına kolay kolay bir şey olmaz. Bazen diyabet ilaçları tam tersi etkiyle, insanlara gereksiz bir güven vererek diyet yapma alışkanlığını kırmaktadır. Diyabet hastalarındaki ikinci önemli hedef normal kan basıncı değerlerini tutturabilmektir, yani 130/80 mm Hg altına inmek. Bunun için de diyet ve tuz tüketiminin azaltılması yeterlidir aslında. Bunlarla başarılamaz ise hipertansiyon ilaçları devreye girer” şeklinde konuştu.
Damar sertliğine ve daralmasına bağlı koroner kalp hastalığı gelişen kişilerde aynı mekanizma ile böbreğin kanlanmasını sağlayan damarlarda da sertlik ve daralma oluşumunun böbrek yetersizliğine sebep olabildiğini ifade eden Akçay, “Bu hastalar potansiyel bir böbrek hastası gibi takip edilmelidir. Araya girecek en ufak bir sorun böbrek yetersizliğine yol açabilir” diye konuştu.
Diyalize başlayan yeni hastaların diyabetten sonraki ikinci en önemli nedeninin hipertansiyon olduğuna işaret eden Akçay, “Diyabet hastaları için yaptığımız önerilerin aynısı burada da geçerlidir. Hipertansiyon tedavisi için elimizde çok çeşitli ilaçlara sahibiz. Bunların yan etkileri de yaşa ve altta yatan hastalığa göre değişebilmektedir. Bir ilaç başlandıktan sonra yıllarca kontrole gelmeyen hastalarla karşılaşıyoruz. Böylece ilaçtan istenen verim alınamadığı gibi yan etkileri de ekstrası oluyor” açıklamasında bulundu.
Yetişkin bireylerin en az yarısının hayatlarının bir döneminde taş düşürdüğü bilgisini veren Akçay, şöyle devam etti:
“Az bir kısım hastada ise bu sorun kronikleşir ve sürekli taş oluşumu ile karşılaşırız. Normal şartlar altında çok büyük ya da çok fazla taş yoksa böbrek yetersizliği beklemeyiz. Ancak bazen taşlar tam düşmeden idrar yolunu tıkayabilir. Bu durum erkenden fark edilmez ise o böbrek maalesef tamamen kaybedilir. Bu nedenle taş düşüren ya da taşı düşündürür şikayetleri olan bir kişi en azında bir ultrason ile taşın tam olarak düşüp düşmediğini kontrol ettirmelidir.”