'Fırat Kalkanı' Ve Türk Diplomasisinin Başarısı

Suriye sorununda Türkiye uzun süre, uluslararası örgütlerin ve bölgeye müdahil büyük devletlerin, sorunun çözümüne katkısını arzuladı ve barışçı çözüm için diplomatik gayret gösterdi Türkiye bu süreç özelinde dış politika menfaatlerinin ve diplomatik başarıların her zaman ittifak ve 'dostluk' zemininde ilerlemediğini acı sonuçlarla da olsa anladı Tüm dünyaya, silahlı kuvvetlerinin ve diplomasisinin her zaman hesaba katılması gerektiğini de göstermiş oldu Türk Silahlı Kuvvetleri de dünyanın sayılı silahlı güçlerinden biri olduğunu bir kez daha ortaya koydu ve Türk diplomasisiyle paralel olarak sağladığı başarı sayesinde, Türk devletinin iradesinin etkin bir şekilde kabulüne zemin hazırladı.

2003 yılında Irak’ın işgali ve Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle başlayan sınırlarımıza yakın bölgelerdeki sorunlar, her geçen gün daha çetrefilli bir hal alarak artmaya devam ediyor. Başlangıçta ABD açısından sorunların kaynağı olarak kabul edilen Saddam Hüseyin ve ona karşı da ABD ve koalisyon ortakları vardı. ABD’nin Irak’ı işgal harekâtı BM ilkelerine aykırı bir şekilde ve BM kararı olmadan başlatıldı ve sürdü. Saddam Hüseyin’in iktidardan uzaklaştırılmasıyla sorunların sona ereceğini düşünenler çok kısa bir süre içinde yanıldıklarını anladılar. Irak’ta (ve aslında ondan önce Afganistan’da) başlayan ateş, bütün Ortadoğu’yu ve özellikle Müslüman halkları yaktı, yakmaya devam ediyor. Başlangıçtaki sorun çarpanları da her geçen gün artıyor.

Bugün Suriye’de somut şeklini alan sorunun taraflarını, devlet olarak ABD, Rusya, İran ve Türkiye, rejim muhalifi birçok grup tarafından oluşturulan Özgür Suriye Ordusu, terör grupları olarak ise kanlı terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı PYD ve YPG, başlangıcı ve kaynağı belli olmayan ve bölge halkının Batı tarafından kurdurulduğuna inandığı bir başka terörist grup olan DEAŞ, El Nusra ve benzeri nice terörist grup ve İran tarafından organize edildiği ve yönlendirildiği bilinen Suriye’deki devlet terörüne ortak olan sözde milis Şii gruplar olarak sıralayabiliriz.

2015 yılında Suriye’de iki büyük hadise gerçekleşti: Birincisi ABD’nin desteği ile PYD/YPG güçlerinin Fırat’ın batısına yayılmaları, ki bu hamlenin, Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde denenen, Türkiye’nin işgalini ve Türk vatanında doğudan batıya geçiş için uygun zemin oluşturma hedefi güden, darbeden de öte, iç savaş çıkarma gayretiyle irtibatı olduğu düşünülmektedir. İkinci büyük hadise ise Rusya’nın Suriye iç savaşına, Esed rejiminin yanında doğrudan müdahil olmasıdır.

Bu iki gelişmeye bir de İran’ın Suriye rejimini doğrudan desteklemek adına 2015’in sonunda 'Muharrem' ismiyle başlattığı plan eklendi ki, bu planın amacı özellikle Halep bölgesindeki muhalif unsurları devre dışı bırakmaktı. İran, bugüne kadar süren bu hamlesiyle, bölgede yapılan zulmün ve akıtılan kanın en büyük müsebbiplerinden biri olarak tarihteki kanlı yerini aldı.

Türk devleti, dış politikasını barış üstüne bina etmiş bir devlettir. Bu çerçevede, yıllarca güvenliğinin sınırlarında başladığını ifade eden bir politika izlemiştir. Ancak son yirmi yılda, özellikle güney sınırındaki devletlerin yönetim zafiyetleri nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sınırları ve iç güvenliği, yeni ve artan sorunlarla karşı karşıya kaldı. Türkiye uzun süre, uluslararası örgütlerin ve bölgeye müdahil büyük devletlerin, sorunun çözümüne katkısını arzuladı ve barışçı çözüm için diplomatik gayret gösterdi.

Suriye sorunundaki çarpanların çeşitliliği ve meselenin griftliği, çözümüne uzaktan katkıyı mümkün kılmamaktaydı. Suriye sorunu, Türkiye açısından sadece Suriye’nin iç sorunu değildir. Suriye rejimi önemli sayıdaki Suriyelinin can güvenliğini tehdit ediyor olmakla birlikte, bu sorun aynı zamanda Türkiye’nin iç güvenliğini de doğrudan ilgilendiren bir hal almıştı. Meselenin Türkiye’yi ilgilendiren boyutları kısaca şöyle özetlenebilir:

1. İnsani yönü ile Esed rejimi, İran destekli Şii teröristler, DEAŞ ve PYD/YPG tarafından teröre maruz bırakılan ve diğer devletler ile uluslararası örgütler tarafından önemsenmeyen, değer verilmeyen Suriyeli Türkmenlerin, Kürtlerin ve Arapların insanca yaşama haklarının sağlanması, onların işkenceden, açlıktan ve ölümden kurtarılması,

2. Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanması,

3. Suriye’deki durumdan da güç bulan Türkiye içindeki terörün bertaraf edilmesi,

4. Türkiye’nin güneyinde Irak’tan başlayıp Suriye’nin de kuzeyini kapsayacak şekilde bir terör devleti kurulmasına engel olunması veya

5. Böyle bir devlet kurulmasa dahi, Suriye’nin kuzeyini de kapsayacak şekilde, terörist Kürt gruplara doğu-batı geçiş koridoru sağlanmasına engel olunması,

6. Bölgenin demografik yapısının değiştirilmesine engel olunması,

7. Suriye’nin toprak bütünlüğü sağlanırken, yönetiminin halkın bütününü kucaklayan bir yapıya kavuşması,

8. Bölgede daimi barışın tesis edilmesi,

9. Ve bu maksadı teminen bölge dışı güçlerin bölgeye müdahalesinin önlenmesi.

- Fırat Kalkanı'nın başarısı

Türkiye bütün bunların gerçekleşebilmesi için bölgeye müdahil olmasının gerekli olduğu kanaatiyle Ağustos 2016’da Suriye’ye müteveccihen Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı.

Fırat Kalkanı Harekâtı altı ay gibi kısa sürede birçok şeyi başardı:

1. ABD’nin bölgede başaramadığı şeyi başararak, DEAŞ’ın geri çekilmesini sağladı.

2. Bununla da kalınmadı Halep’te katliam, açlık ve yoklukla karşı karşıya kalan yaklaşık elli bin masum insanın salimen kenti terk etmelerini temin etti.

3. Batılı siyasetçilerin ve kamuoyunu oluşturan güçlerin kasıtlı olarak çıkardıkları “Türkiye DEAŞ’ı destekliyor” kara propagandasını boşa çıkardı.

4. 15 Temmuz darbe teşebbüsü badiresini henüz atlatmış ve komuta kademesinin önemli kısmını kaybetmiş Türk ordusunun harekât kabiliyetini kaybetmediğini, önemli bir güç çarpanı olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

5. Rusya ile oluşturulan diplomatik kanal sayesinde, Suriye politikasını rejimi destek üzerine kurgulamış olan Rusya, DEAŞ’ı da hedefleri arasına aldı.

6. Bundan da öte Türkiye’nin dış politikada önemli bir aktör olduğunun altını bir kez daha çizdi.

Gelinen noktada, 2016’nın son gününde Suriye’de ateşkes imzalandı. ABD bu sürece dahil edilmedi. Bu ateşkesin garantörleri olarak Rusya ve Türkiye kabul edildi. Rusya rejim yanlıları, Türkiye ise muhalifler nezdinde ateşkesin devamını garanti ettiler.

Suriye ateşkesi ve bu süreç, bölgedeki işbirliği dengelerini de değiştirdi. Türkiye’nin müttefiki ABD’nin, Türkiye’nin menfaati aleyhine bölgedeki terör örgütlerine doğrudan desteği, bölgedeki işbirliği mekanizmalarının değişimini fitilleyen ana âmil oldu. Türkiye bu süreç özelinde dış politika menfaatlerinin ve diplomatik başarıların her zaman ittifak ve 'dostluk' zemininde ilerlemediğini acı sonuçlarla da olsa anladı. Öte yandan tüm dünyaya, silahlı kuvvetlerinin ve diplomasisinin her zaman hesaba katılması gerektiğini de göstermiş oldu.

Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın sayılı silahlı güçlerinden biri olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Silahlı Kuvvetler, büyük Alman Generali Clausewitz’in “Savaş diplomasinin bir başka şekliyle devamıdır” ve “Savaş, düşmanı irademizi kabule zorlamak için biɾ kuvvet kullanma eylemidiɾ” özdeyişlerini ispat eder şekilde, Türk diplomasisi ile paralel olarak sağladığı başarı sayesinde, Türk devletinin iradesinin etkin bir şekilde kabulüne zemin hazırladı.

ABD yönetiminin Suriye meselesinde Türkiye aleyhinde sergilediği tutumun Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verdiği ve bu zararın etkisinin uzun süre devam edeceği aşikârdır. ABD’nin Suriye’de terör örgütlerine sağladığı mühimmat ve silah desteği bu sıkıntının sebeplerinden biri olduğu gibi, bir yönüyle de Türk-Rus işbirliğinin zeminini hazırlamıştır. Bölgedeki sorunun çözümü için her türlü işbirliği mekanizmasını kullanma gayretindeki Türkiye, ilişkinin bozulmasının müsebbibi olmamasının rahatlığıyla, bundan sonraki dış politika uygulamalarında daha rahat adımlar atabilecektir. Yeni Amerikan yönetimini bekleyen en önemli dış politika sorunlarından biri, Ortadoğu’da, hassaten Suriye özelinde, başta Türkiye nezdinde kaybettiği itibar ve güveni tekrar sağlamaya çalışmak olacaktır.

Suriye’de sınırlı bir mücadele gibi başlayan çatışmalar, küresel güç mücadelesinin bir unsuru olarak karşımıza çıkmıştır. Bu mücadelede Türkiye, gerektiği zaman, menfaatlerine halel getirmemek için gücünü etkili bir şekilde kullanabileceğini tüm dünyaya göstermiştir. efkar-ı umumiye, Fırat Kalkanı Harekatı’nın emperyalist amaçları olmayan bir devletin, güvenlik ve insani kaygılarla neler yapabileceğinin ve bu amaç vücut bulana kadar devam ettiriceğinin farkına varmış durumdadır. Bu başarı, 15 Temmuz ihanetinden yara alarak kurtulan Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Türk diplomasisinin eseridir.

Türkiye Suriye’de Batılı müttefiklerinin ummadığı ve arzu etmediği rolleri üstlendi. Çözüm sürecinde devre dışı kalan ve Türkiye’nin Rusya ile işbirliğinden rahatsız olan (başta ABD olmak üzere) Batı’nın, Türkiye’ye karşı örtülü veya açıktan birçok şeyi deneyeceği hesaba katılmalıdır. Bu da ayrı bir yazının konusu olacak bir husustur.

[Dr. Fatih Erbaş uluslararası güvenlik stratejileri uzmanıdır]
Kaynak: AA