Biz isteriz ki...
Son günlerde bazı bakanların kamuoyuna anlattıkları ve önerdikleri, mevcut...
Son günlerde bazı bakanların kamuoyuna anlattıkları ve önerdikleri, mevcut bilgi setinin çok gerisinde kalıyor. Onların kamuoyuna anlattıkları ile mevcut bilgi ve gelişmeler uyuşmuyor. Biz isteriz ki, onların konuşmaları iktisat kitaplarına girsin. Ama mizah kitaplarını tercih hakkına da saygılı olmak gerekir. Son bir haftadan iki sıcak örneği ele alalım.
Malum, Merkez Bankası TL zorunlu karşılıklarını artırdı. Bunun yanında döviz cinsi zorunlu karşılıkları da.
Dış Ticaretten Sorumlu Bakan Zafer Çağlayan bu karara şöyle yaklaşıyor: “Daha da artırsın”! Peki, ‘ihracatçının yanında’ olan bir bakan neden
böyle bir şey istesin ki?
Bakan Çağlayan’ın bakış açısında şu olmalı: döviz cinsi zorunlu karşılıklar artırılırsa bankaların elindeki döviz azalır, dövize olan talep artar, kur yükselir! İşte bu beklenti ile zorunlu karşılıkların daha da artırılması talebini ortaya koyuyor. Böylelikle ihracatçının da daha da fazla yanında
olacağını düşünüyor! Ama beklenen sonuç öyle değil. Bankaların döviz cinsi zorunlu karşılık yükümlülüklerinin artması dövize olan taleplerini mutlak biçimde artırmaz.
Yani döviz pozisyon değişikliği yaratmaz. Sadece ellerindeki döviz likiditesinin bir bölümünü Merkez Bankası’nda tutmak zorunda olurlar. O kadar. İkincisi ve de ‘ihracatçının hamisi’ Çağlayan’ın farkında olmadığı önemli nokta; zorunlu karşılıkların artması, kredi maliyetlerini yukarı çeker. Bu, iktisat okuyanların öğrenmeden sınıf geçemediği bir konudur. Alınan kararın bu sonucunu düşünmeden “daha da fazla artırın” havasına girmek ise orta vadede ihracatçıya iyilik değildir.
Geçen haftadan bir başka
örnek de, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan. İstanbul borsasındaki son on günlük yükselişin referandum sonucuna bağlı olduğunu anlatıyordu. Ama bu yükselişin referandumla ilgisi yoktu!
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 24 Eylül günü New York’ta Bloomberg HT’yle yaptığı söyleşide şunları söylüyor: “Buralarda Türkiye’den çok olumlu bahsediliyor. Yani referandum. Son bir hafta, on günlük borsada tamamen referandum sonucu, başka bir şey değil yani.”
Doğrusu şöyle: Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bu sözleri söylediği gündeki (24 Eylül) İstanbul ve New York borsalarındaki kapanış
değerlerinin, referandum öncesine göre (7 Eylül) değişimleri arasında önemli bir fark yok. İstanbul borsası yüzde 5.75 artarken, New York borsası (DJI) yüzde 5.02 artış kaydetmiş.
Tabii ki nedenselliğin küresel boyutta gelişmiş ülke borsalarından, özelde de
New York borsasından geldiğini anımsatmaya gerek yok.
Başta New York borsası olmak üzere dünya borsalarında kabaca bir aylık dönemde kayda değer bir artışı getiren olgu; ABD’de Merkez Bankası’nın (FED’in) daha fazla miktarsal bir gevşetmeye gitme sinyalinin konuşulması idi. Kansas FED’in Jackson Hole toplantılarından bu yana bu konu yaygın biçimde konuşuluyordu. Nitekim FED toplantısı sonrasında bu yönde açıklamalar geldi. Daha fazla parasal gevşetme, en başta borsalar olmak üzere varlık fiyatlarını biraz daha yukarı ittirecekti. İşte son bir ayda New York borsasında bu durum satın alınmaya başlandı.
New York borsası her zamanki gibi küresel lokomotif oldu.
Bizim borsamıza da yansıyan bu.
İşte bu durumu, yerel ölçekte referandum sonucuna bağlamayı sadece bakan
Babacan düşünebilmiş!
Aşağıdaki grafikte her iki
borsanın nasıl seyrettiği açık biçimde görülebiliyor.
ABD’de 6 Eylül tatil iken, Türkiye’de 8, 9 ve 10 Eylül tarihlerinde bayram tatili olduğundan borsalarda işlem olmadı. Çizgilerdeki boşluk tatillerden kaynaklanıyor.
Referandum sonuçlarının ilave bir katkısı, özel bir ivmesi olsaydı; New York borsasının yüzde 5 arttığı bir süreçte İstanbul borsasının yüzde 7-8 arttığı bir örnekle karşı karşıya olacaktık.
New York borsasında ağustos sonuna göre 24 Eylül tarihindeki birikimli değişim yüzde 8.44 iken, İMKB’deki değişim yüzde 7.12’dir. Bu görünümde de referanduma özel bir görünüm yoktur.
Tersine kabaca bir aylık dönemde borsamız geride kalmış!
