Turuncu bir ülke

Hollanda geçen salı Uruguay'ı yenip bu akşamki Dünya Kupası finaline yükseldikten sonra bir an uçak bilet...


Hollanda geçen salı Uruguay’ı yenip bu akşamki Dünya Kupası finaline yükseldikten sonra bir an uçak bilet almayı ve maçın oynandığı sırada Hollanda’da olmayı aklımdan geçirdim. Ülkede nasıl bir ruh hali olduğunu tahayyül edemezsiniz. Pastanelerden evlere kadar her yer turuncuya boyanmış durumda. Hollandalıların yüzde 80 gibi rekor oranda bir bölümünün ya evlerinde ya da birçok kentin meydanlarına kurulan dev ekranlarda maçı izlemesi bekleniyor. Ekranların karşısında hepsi tepeden tırnağa turuncuya bürünmüş insanlar final heyecanını paylaşacak. Hollanda şampiyon olsun veya olmasın, o kalabalıklara katılmak ve tarih yazılırken orada bulunmak çok cazip görünüyordu. Neticede İstanbul’da kalmaya ve finali Hollanda konsolosluğunda izlemeye karar verdim.
Birçok sosyolog ve antropoloğun bu vakayı, milliyetçiliğin hiçbir zaman fazla rağbet görmediği ve ulusal simgelerin nadiren öne çıktığı bir toplumda neler yaşandığını tahlil edip açıklamak için kullanacağından eminim. Bir Türk veya Amerikalıysanız bayrağınızı her zaman her tarafta görmeye alışıksınızdır. Keza milli marşların her fırsatta çalınmasına da. Hollanda da ise böyle değil. Bayrağın kullanımı sıkı sıkıya düzenlenmiştir,
çoğu insan milli marşı sadece bir atlet veya spor takımı Olimpiyat Oyunları’nda altın madalya kazandığında duyar. Fakat diğer taraftan iki veya dört yılda bir Hollanda milli futbol takımı ortaya çıkıverir. Bu takım, Hollandalı olmaktan gurur duymak ve belli dozda milli gurura hâlâ ihtiyacı olan, fakat bunu 11 futbolcunun renklerimizi müdafaa ettiği durumlara saklamayı isteyen milliyetçilik sonrası bir ülkede yaşamaktan mutlu olmak gibi güçlü hisleri tahrik etmeyi başarır.
Bu kez rakip İspanya. 400 yıl önce tahakkümünden kurtulduğumuz bir ülke İspanya, fakat hararetli hisler uyandırmayacak kadar uzun bir zaman bu. Ortak futbol tarihi de zayıf, son 10 yılda sadece iki dostluk maçı oynandı - bu arada ikisini de Hollanda kazanmıştı. Tam aksine, Hollandalı futbol sevdalıları Barcelona’ya karşı her zaman ilgi duymuştur, zira Johan Cruyff 80’lerde ve 90’larda bu takımın hem oyuncusu hem de teknik direktörü olarak görev yaptı. İşte o Barcelona’nın oyuncuları, ilk Dünya Kupası şampiyonluğunu kazanmak için Hollanda’nın yenmesi gereken mevcut İspanya takımının belkemiğini oluşturuyor.
Peki kim kazanır? Bence İspanyollar favori. İki yıl önce Avrupa şampiyonu oldular ve son birkaç haftadır, sürekli göze hoş görünmeyen bir futbol oynayarak kazanabilen Hollanda’dan daha iyi performans gösterdiler. Fakat itiraf etmeliyim ki, Hollanda neredeyse Hollandalı olmayan bir kararlılık ve inatçılık da sergiledi. Gazeteler bu günlerde, Turuncu Makine’nin kupaları değil alkışları aldığı geçmiş turnuvalardan ders çıkaran Hollanda takımının güzel futbolu etkin futbolla değiştirme kararının nedenleri üzerine analizlerle dolu. Bu bakımdan, Hollanda’nın, en iyi takım olmamasına rağmen birçok kupa kazanmayı başaran doğu komşularından bazı
kilit önemde nitelikler devşirdiği doğru. Hollanda’nın ‘Alman’ derslerini nihayete erdirip erdiremeyeceğini bu akşam göreceğiz.
Çoğu Hollandalı Almanya ile bir final seyretmek istiyordu, ama olmadı. Hollandalılara göre bu bütün finallerin şahı olacaktı. İki ülke arasında geçen asırda yaşanan sorunlar ve daha spesifik olarak da, 1974’te Hollanda’nın kaybettiği Dünya Kupası finali göz önüne alındığında, eski husumetleri canlandıran bir maç olacaktı bu. Fakat böyle bir final iki hasım arasında yeşil sahanın içinde ve dışında artan teması ve güçlenen ilişkileri de gösterecekti. Hollanda’nın kilit oyuncusu Robben ve Van Bommel, en başarılı Hollandalı teknik direktörlerden Louis van Gaal’in çalıştırdığı Bayern Münih’te oynuyor. Ama bu final nasip değilmiş.
İspanya’yı yenip yenmememizin bu saatten sonra kimsenin umurunda olduğunu sanmıyorum ve sonuç ne olursa olsun, ülke tepeden tırnağa turuncuya kesecek ve başka hiçbir olayın veremeyeceği bir özgüvene sahip olacak.

Radikal