Cuntanın silahı: PKK

Evet, yine terör... Daha cesur tarifler yapılmadan da terör bitmeyecek. İfşa etmenin vakti gelmedi mi? Karşımızda postal giyen bir PKK var artık! Terör görünümlü bu cunta f...

 

Evet , yine terör . . . Daha cesur tarifler yapılmadan da terör bitmeyecek . İfşa etmenin vakti gelmedi mi? Karşımızda postal giyen bir PKK var artık! Terör görünümlü bu cunta faaliyeti ile yüzleşmeliyiz . PKK , son eylemleriyle cuntanın taşeronluğunu yapıyor . Son saldırılarla artık apaçık ortaya çıktı ki Türkiye , terör görünümlü bir darbe faaliyeti ile mücadele ediyor . 2000 ' den sonra sivil iradeye kayan siyasi eksen terör üzerinden askerî vesayete çekilmeye çalışılıyor .

Yeniden tırmanan terör , metropolleri de vurmaya başladı . Geçen hafta , İstanbul Halkalı ' da biri sivil 5 kişinin hayatını kaybettiği bir bombalı saldırı düzenlendi . Gelinen noktada herkesin aklında iki soru var . Büyük umutlarla başlanan açılım süreci bitti mi ve neler oluyor? Bu sorulara eski bir özel harpçinin sözleri ile cevap aramaya başlayalım : " Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir . Bazen gayrinizami kuvvetlerin , bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla halkın mukavemet cephesine iltihakına çalışılır . Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri tarafından yapılıyormuş gibi , mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir . " ( Eski Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Cihat Akyol , Türk Silahlı Kuvvetleri Dergisi , Mart 1971 )
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca asker-kurucu zihniyet açısından sivil irade hep " mukavemet cephesi " olarak algılandı . Bu hastalıklı algı açısından sivil iradenin yönetime hâkim olması son dönemlerin moda deyimiyle " eksen kayması " ydı . Laiklik ekseninden , çağdaşlık ekseninden , Cumhuriyet ekseninden kayıyordu ülke . . . Sahte tehdit mekanizmaları üzerinden üretilen terminolojilerle halk bu illüzyona inandırılmaya çalışıldı . İllüzyonun aygıtları bazen çok kanlı da olabiliyordu . Tümgeneral Cihat Akyol ' un yukarıdaki sözleri Cumhuriyet tarihindeki ne çok olaya işaret ediyor değil mi? Halkı sivil iradeden , demokrasi mücadelesinden ayırmak için üretilen terör örgütü senaryoları , eylemler , bombalamalar , katliamlarla dolu toplumsal hafıza . Formül basit : Şiddet tırmanacak , siyasi iktidar bu şiddet eylemleri üzerinden sıkıştırılarak çalışamaz hâle getirilecek , ortaya yönetim zaafı çıkacak ve asker yavaş yavaş iktidarın yolunu tutacak . Tabii bu hemen olmaz . Önce sıkıyönetim veya olağanüstü hâl gibi prosedürlerin uygulanması lazım ki darbeye giden yolda taşlar daha rahat döşenebilsin . Tıpkı 1978 ' de Maraş katliamından üç gün sonra sıkıyönetimin ilan edilmesi gibi . Tıpkı 2003 yılına ait Balyoz darbe planında PKK ve El Kaide ' ye eylem sipariş edilip OHAL ve sıkıyönetimin yolunun açılması için tertipler yapılması gibi . Önce terör ve şiddet tırmanacak , ardından davetiye beklenecek . Çaresiz halk yüzünü askere çevirecek . Onlar da ne yapsın? Bu vatan hizmetine seve seve katlanacaklar! Bu , bazen 12 Mart gibi yarım veya 28 Şubat gibi postmodern de olabilir . Bazen darbe gerçekleşmese bile siyasi iktidara haddi bildirilmiş olacak . Ama neticede senaryonun sonunda sivil iradeye kayan eksen yeniden yerli yerine oturtulacak! Senaryonun detaylarını merak edenlere son yıllarda ortaya saçılan darbe planlarına göz atmalarını tavsiye ediyoruz .
Türkiye ' nin bugün de yaşadığı tüm bu sıkıntıların temelinde aynı mücadele var . Terör kılığına bürünmüş bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız . Sivil irade ile askerî vesayet arasında süregelen mücadele her dönem farklı argümanlar veya gerekçeler üzerinden yürütüldü . Sivil iktidarı köşeye sıkıştırma argümanları arasında irtica , bölücülük , dış bağlantı ve ihanet söylemlerini sıralayabiliriz . Bu mücadelenin demirbaşları arasında elbette teröre endekslenen Kürt meselesi de her zaman oldu .
Kürt meselesi veya ona bağlı süreçler sadece hadisenin kendi boyutuyla da sınırlı değil . İç siyasi dengeler açısından hemen her konuda zaman zaman bir manivela görevi gördü . Cumhuriyet tarihi açısından bakıldığında bu durum kuruluş yıllarına kadar gider . Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ' nın tasfiye edilmesine gerekçe olarak Şeyh Said İsyanı ' nın kullanılmasından tutun da günümüzdeki reform sürecine kadar pek çok kritik kavşak ve süreçte bu mesele üzerinden stratejiler geliştirildi .
Son dönemlerdeki mücadelenin de yine Kürt meselesi etrafında şekillendiği gözüküyor . PKK , Türkiye ' nin Avrupa Birliği ( AB ) yoluna girdiği 2000 ' li yıllardan itibaren iç siyasette giderek ağırlık kazanan sivil iradeyi hedef almaya başladı . Terörle mücadelede inisiyatifin sivillerin eline geçmeye başlaması PKK ' nın son yıllardaki azgınlığının en önemli nedenlerinden biri . Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ' ın dilinden düşürmediği " Şiddetin esiri olmayacağız! " ifadesinin çok derin anlamları var . Bugün , her ne kadar gündemde dış politika üzerinden ısıtılan bir " eksen kayması " tartışması olsa da , asıl eksen hesabı iç siyaset üzerinden yürütülüyor . AB süreci ve Türkiye ' nin uzun yıllar sonra kavuştuğu tek parti iktidarı ile yakalanan istikrar ve demokratikleşme dönemi eski senaristleri son bir hamleye itmiş gözüküyor . PKK terör örgütünün 4 yıllık suskunluktan sonra yeniden taşeronluğa başlaması hep bu can çekişmenin ürünü . Türkiye , yakın tarihinde onlarca kez yaşadığı " sivil iktidara terör üzerinden balans ayarı verme " taktiği ile yeniden karşı karşıya . Bu meyanda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ' ın Mayıs 2010 ' daki Sarıyayla baskınının ardından yaptığı açıklamada Tunceli ' de , Lice ' de Mehmetçiğe tetik çeken zihniyet ile Taksim ' de 1977 ' de işçinin üzerine kurşun yağdıran zihniyet arasında hiçbir fark olmadığını söylemesinin çok derin bir anlamı var . Erdoğan aynı konuşmada " Çorum ' u , Kahramanmaraş ' ı , Gazi Mahallesi ' ni , Sivas ' ı kana bulayan zihniyet ile Danıştay ' da kan döken zihniyet arasında hiçbir fark yoktur . " diyordu . Başbakan darbeye zemin hazırlayan Maraş , Çorum olayları ile Danıştay ve son dönemdeki PKK eylemlerini aynı potada değerlendiriyor ve bu eylemlerin arkasındaki gizli ele işaret ediyor . Anlaşılan Başbakan da sivil iktidara yönelik bu balans ayarının nerelere dayandığının farkında . PKK ' nın Ergenekon süreci ile birlikte giderek netleşen taşeron ve maşa kimliği zihinleri bu anlamda netleştirmiş durumda . Zaten Başbakan da geçtiğimiz hafta AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmada buna işaret etti : " Ne yazık ki bütün hükûmetler terör örgütü karşısında hep geri adım attı . Görüyorsunuz , duyuyorsunuz eli kanlı terör örgütü , hiç tahmin edilemeyecek , yan yana gelmesi tahayyül dahi edilemeyecek başka birtakım kirli odaklarla işbirliği içinde , koordinasyon içinde çalışmış ve çalışmaya devam ediyor . İddianameler ortada , deliller ortada ; açığa çıkan gerçekler ortada . . . Biz geri adım atmayacağız . "
Başbakan 15 Haziran ' daki grup toplantısında ise oluşturulan ittifaka dikkat çekti . Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak tanımladığı demokratik açılım ile Anayasa değişikliğine CHP , MHP , BDP , PKK ve İmralı ' nın ittifak hâlinde karşı çıktığını söyleyen Erdoğan , " Bu ittifakın , bu örtüşmenin ne anlama geldiğini eminim ki benim tüm vatandaşlarım en iyi şekilde değerlendirecek ve kararını da ona göre verecektir . " dedi . Başbakan Erdoğan ' ın açıklamasındaki vesayet ve zamanla vurgusu manidardı .
" Bütün hükûmetler terör örgütü karşısında hep geri adım attı . " diyen Başbakan kendilerinin buna asla teslim olmayacaklarının altını ısrarla çiziyor . Başbakan ' ın gönderme yaptığı bu tespitin arkasında çok önemli tarihî virajlar var . Bu pencereden bakıldığı zaman 12 Eylül Darbesi sonrasında sivil iradenin iktidara geldiği 1983 ' ten hemen sonra silahlı mücadelenin başlamış olması da tesadüf değildi . Daha sonra da sivil iradenin gündeme geldiği her dönem PKK ile mücadelede çok kanlı olaylara sahne oldu . Bunun için 1990-1995 dönemini iyi tahlil etmek gerekiyor . Dönemin başbakanı Süleyman Demirel 1991 yılında Diyarbakır ' a giderek " Kürt realitesini tanıyoruz . " dedi . Açıklama ile birlikte Kürt meselesinde sivil iradenin devreye gireceğine dair umutlar oluştu . Bir önceki yıl 92 asker şehit olmuşken 91 ' de bu sayı iki buçuk katına çıkarak 213 ' e yükseldi . Nitekim Demirel bu gelişmelerden sonra Kürt meselesinde inisiyatifi askere teslim etmek zorunda kalacaktı : " Hüsamettin Cindoruk : Demirel bu işi askere havale etti . Daha başbakanken böyle yaptı . Demirel tahaffuz hissi içinde . Yani kendini saklamak istiyor . " ( Hasan Cemal , Türkiye ' nin Asker Sorunu , S . 190 , Doğan Kitap )
Cumhurbaşkanı Turgut Özal ' ın sivil arayışlara girdiği 1992 yılında terör hadiseleri tekrar katlandı . Türkiye 1992 yılında 444 asker , 144 polis , 167 köy korucusu şehit verdi . Şırnak , Lice baskınları gibi kanlı olayların meydana geldiği 1992 yılı aynı zamanda PKK ' ya en fazla katılımın yaşandığı dönemdi . Dağdaki militan sayısı çift basamaklı rakamlarla ifade edilmeye başlandı .
OHAL ' in kaldırılması ve PKK ' ya genel affın gündeme geldiği 1993 yılı Türkiye ' nin yakın tarihine büyük şiddet eylemleri ile kazındı . 33 er , Sivas , Başbağlar , Uğur Mumcu , Eşref Bitlis olayları bunlardan bazıları . Sivil iradenin arkasındaki en güçlü isim olan Turgut Özal şüpheli şekilde öldü .
HABERİN TAMAMI AKSİYON DERGİSİ ' NDE

Zaman