Tekbir getirmek dahi doğru değil
Bağrı yanan, gözünden yaş dinmeyen Türk insanı şehitlerini tekbirler ve sloganlarla uğurluyor.
Ancak Diyanet İşler Başkanlığı, camilerin gösteri alanına çevrilmesini doğru bulmuyor.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, ezberleri bozan açıklamalar yapıyor. Bardakoğlu, toplumda dindarlığın arttığına dair bir bilimsel veri olmadığını belirtirken uyarmayı da ihmal etmiyor: “Bugün dindarlar için en büyük tehlike dünyevileşmedir.”
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Aksiyon dergisine verdiği röportaj şöyle:
-Çok sık yurt içi gezisi yapıyorsunuz.
Merkez ile taşranın bütünleşmesine ihtiyaç var. Gittiğimiz yerde insanımızla buluşmaya önem veriyoruz. Camide vaaz veriyor, cemaatle sohbet ediyorum. İnsanımızı dinî konularda bilgilendiriyorum. Din görevlileri ile bir araya gelip başkanlığın hedeflerini aktarıyorum. Kanaat önderleri ve iş adamları ile bir araya gelip onları dinliyorum. Son 6 ayı yoğun bir programla geçirdik. 20 bin civarında Kutlu Doğum Haftası etkinliği yaptık. Kur’an Yılı programları yoğun bir şekilde sürüyor.
-Din görevlilerine nasıl bir misyon yüklüyorsunuz?
Din görevlilerimiz daha kucaklayıcı, caminin dışı ile daha ilgili olmalı. Cemaatin derdine derman olmalı veya derman olacak insanları harekete geçirmeli. Bir bölgeye, mezhebe yönelik değil, 70 milyon insana yönelik bir hizmet anlayışımız var.
-Ne tür talepler geliyor? Mesela Güneydoğu’dan insanlar ne istiyorlar?
İnsanımızın her yerde din âlimlerine büyük saygısı var. Din her yerde olduğu gibi Güneydoğu’da da birleştirici bir unsur. Bu sevindirici bir şey. Bunu yeterince değerlendirdiğimizi söyleyemeyiz. Tarihimiz, Kur’anımız, Peygamberimiz, heyecanlarımız bir. Birlik beraberlik çağrısından ziyade -o çağrı çoğu zaman yanlış anlaşılıyor- Allah sevgisi, Kur’an sevgisi, dinin ortak amaçları gibi daha üst konuları ele almamız gerekiyor. Arka planı ve içeriği ele almadan sadece kelimeler fazla anlam ifade etmez. Mesela Kur’an Yılı programlarımızda Kur’an’ın rahmetini, şefkatini, insan anlayışını, Allah’a ve insanlığa karşı bize yüklediği ödevleri ele alıyoruz.
-Sosyal problemlerin çözümünde din ve din görevlileri nasıl bir rol oynuyor?
Din görevlisi sosyal alanı kuşatmalı ve sosyal kesimlerin hepsine ulaşmalı. Din görevlisinin vazifesi sadece namaz kıldırmak olmamalı. Toplumda sosyal problemler varsa, insan hakları ihlalleri varsa, çevre bilinçsizliği varsa, ticaret ahlakı yoksa, töre cinayetleri ve ahlaki zaaflar varsa, suç oranları çocuklarımıza kadar inmişse, terör tırmanıyorsa, insanlar birbirine karşı sevgi ve saygıyı yitirmişse, yani ne kadar sosyal sorun varsa, din görevlilerinin elini taşın altına koyması lazım.
-Sosyal kesimler…
Engelliler var, işçiler var, üniversite gençliği var, kendisini ayrı-gayrı hisseden var, farklı mezhep ve inançta olduğu için kendini biraz daha kenarda hisseden var, camiye ayağını hiç atmamış insan var. Bunlara eşit mesafede durmak zorundayız. Az dindar-çok dindar, başı açık-kapalı, namaz kılıyor-kılmıyor, Sünni-Alevi, eğitimli-eğitimsiz, köylü-şehirli bunları hiç aklımıza getirmeden, ayrışma konusu yapmadan onları kucaklamalıyız.
-Geri dönüşüm var mı?
5-6 yıldır bu projeleri uyguluyoruz. Son toplantılarımızda din görevlileri cami dışında hangi hizmetlerde bulunduklarının sunumunu yapıyor, yeni projeleri gündeme getiriyorlar. Cami görevlisi, ‘bulunduğum yerin görevlisiyim’ anlayışına sahip. Sosyal projelerini artık il özel idarelerine, üniversitelere sunarak hayata geçiriyorlar. Sosyal proje danışmanlığı yapıyoruz. Din adamları için cami dışındaki faaliyetler performans kriteri oldu.
-Bütün bu etkinliklere rağmen sosyal problemlerdeki artışı neye bağlıyorsunuz?
Biz üzerimize düşen sorumluluğu yapacağız ama bu tür devasa sosyal sorunlar toplumun ortak aklı ile çözülür. Sadece din eli ile, din görevlisi ile çözülmez. Devletin bütün birimlerinin ortak heyecanla, ortak akılla hareket etmesi lazım.
-Terör yine tırmanıyor, bu sorun nasıl çözülebilir?
Terör olaylarındaki artış üzüntü verici. Milletimize başsağlığı diliyoruz; ancak sadece başsağlığı dilemek, şehitlik hakkında güzel konuşmalar yapmak değil, o çocuklarımızı en iyi şekilde korumak ve teröre bulaşanları da cezalandırmak lazım. Biz her türlü projeye destek vermeye hazırız.
-Ayrışmayı önleyici bir faktör olarak dinden nasıl istifade edilebilir?
Her konuyu dinle çözmemiz, dini her konuda çözümleyici bir araç olarak görmemiz mümkün değil. Dinin doğru anlaşılmasının, dinî eğitimin elbette çok büyük faydası var. Ama sosyal sorunları sadece dinle ve din kardeşliği ile çözeceğimizi söylememiz yanıltıcı olur. Her kurum kendi üzerine düşen görevi yapmalı ve bu yapılanlar birbirini tamamlamalıdır. Bütün resmî kurumların, gayriresmî kurumların kendi aralarında iletişime, birbirinden haberdar olmaya, hatta birbirine güvenmeye ihtiyacı var. Bu koordinasyonları önemli görüyorum. Fakirlik sorunu, işsizlik ve eğitim sorunu… Bunları bir kuruma havale etmeniz veya bir mercii suçlu göstermeniz doğru değil.
-Neden?
Türkiye geri kaldı. Bir zamanlar “Bizi din geri bıraktı!” dediler. Kolaycı bir çözümle gerçek sebepleri görmezden geldiler. Batı dünyası ‘Müslümanlık terörü besliyor’ dedi, bir yola girdi. Hâlbuki olayları kolaycı değil, çok daha geniş, gerçekçi bir bakış açısı ile çözmeliydiler. Sosyal olaylar tek sebeple açıklanamaz. Her şeyle ilgisi vardır, karmaşıktır. Her kurum birbiri ile koordinasyon içinde üzerine düşeni yapmalı ve yapılanlar birbirini desteklemeli. Biri diğerini çürütürse, diğeri öbürünü diskalifiye ederse, nötr bir durum olur.
-Din adamlarına caminin dışına çıkın diyorsunuz; ama dini camiye hapsetmek isteyen, dindarlığın artmasından endişe eden çevreler de var. Dindarlık artıyor mu?
Müslümanlığın artması, dinî hassasiyetin artması toplumun rahmetidir. Toplumun iyiye doğru gidişidir; ancak Türkiye’de dindarlığın artması söz konusu değildir. Türkiye’de dindarlığın arttığını söyleyenlerin elinde hiçbir ciddi veri yoktur. Sadece görüntüye göre, görsel dindarlığa göre dindarlığın arttığını söylüyorlar. Önce dindarlığın ne olduğunu belirlemek gerekiyor.
-Nedir dindarlık?
Mesela dindarlık iyi ahlaktır, yalan söylememektir, yanı başımızdaki insanın hâlini hatırını sormaktır diye yola çıkarsak… Türkiye’de ahlaki erdemler gelişiyor mu, gelişmiyor mu? Bu soruya cevap vereceğiz. Türkiye’de insanların birbirinin hâlini hatırını sorması, maddi imkânlarını ve sevgisini paylaşması mı, bencillik mi, herkesin kendi hayatını yaşaması mı artıyor? Mesela, kul hakkı… Dindarlık, trafikte de olsa her yerde ötekinin hakkına saygılı olmaktır. İnsanların elinden, dilinden emin olmasıdır, dindarlık namaz kılmak, başını örtmek, Allah, peygamber demektir. Hangi açıdan bakıyorsak oraya göre farklı sonuçlar alacağız.
-Kur’an’a göre, hadislere göre bir tanım yapmak gerekirse nedir dindarlık?
Her an Allah’la beraber olduğumuzun farkındalığıdır. Dindarlık, Allah’ın murakabesi, lütfu, inayeti altında yaşadığımızın bilincinin iç dünyamıza, zihnimize iyice yerleşmesi ve o bilinçle yaşayış hâlidir. Şimdi ibadetlerin de amacı insanları o bilince doğru götürmektir. İman ve İslam’dan sonra dinin kemâlâtlarından biri, ihsan mertebesidir. Allah bizi biliyor, görüyor, biz onun verdiği emanet hayatı onun rızasına uygun olarak yaşama sorumluluğu altındayız. Bunun içinde ibadet var, kullara, kendimize, ailemize, milletimize ve vatanımıza karşı sorumluluklarımız, ödevlerimiz var. Bunlar bir bütün.
-Peki, sizin tarifinize göre dindarlık artıyor mu?
Ölçmek de zor, arttığını söylemek de… Dindarlığın arttığına dair elimde hiçbir veri yok. Modern hayat, şehirleşme, iş-güç, siyasi çekişmeler, sosyal gerilimler bizdeki bilinç hâlini köreltiyor, gerçek dindarlığı köreltiyor. Dışarı çıktığımızda iç dünyamızda kazandığımız pek çok şeyin uçtuğunu, buharlaştığını görüyoruz. İçerde pek çok şey var, Kur’an dinliyoruz, ibadet ediyoruz, öze dönüş oluyor; dışarı çıkıp kavganın içine girdiğimizde onların her birinden tek tek vazgeçmeye başlıyoruz. O bilincin üzerini dünya meşgalesi gölgelemeye başlıyor. Bu bakımdan dünyevileşme ile dindarlaşma sürekli med-cezir hâli yaşar toplumlarda. Bir an gelir üst bilince doğru çıkarız, bir an gelir dünyanın altında kalırız. Türkiye’de dünyevileşmenin, dünya kaygısının, emellerin, heveslerin, kibirlerin, gururların insanları çok meşgul ettiğini, insanların kendilerine gelecek, başını iki elinin arasına alacak vakti olmadığını, en dinî konuların bile seküler bir anlayışla ele alındığını görüyorum. Seküler dindarlık tarzları oluşuyor.
-Nasıl oluyor bu?
Namazını hiç aksatmadan kılıyor, Kur’an-ı Kerim’i gözünden yaş akarak dinliyor, ama biraz sonra sanki o bilinç hâli, o bağlılık kaybolmuşçasına, bir dünya kavgasının içine giriyor; yeni bir gözyaşı dönemine kadar o arayı keyfince ve dinin umumi ve özel ilkelerinden de bağımsız olarak yaşıyor. Zamanımızı da, beynimizi de kompartımanlara bölüyoruz. Marketlere girerken çocukların oyalanacağı yerler vardır. Siz alışveriş yaparken çocuklar orada vakit geçirir. Bazen dindarlığımızı belli zamanlara, kandillere, sarığa, cübbeye, belli şekillere hasredip veya ramazanda tam namaz kılmaya, orucunu tutmaya hasredip o bilinç düzeyini, o hayatın bütün alanlarını kuşatan dindarlık hassasiyetini âdeta yitiriyoruz. Hâlbuki Müslümanın, sözü, sohbeti, güzel ahlakı, komşuları ile ilişkileri, ticareti ve her yönü ile kimsenin kendisinden şikayetçi olmadığı, herkesin örnek aldığı bir hayat profili çizmesi gerekir.
-Dünyevileşme dindarlar için büyük bir tehdit mi?
Evet, ben öyle görüyorum. Dinin çok konuşulur olmasını, çok besmeleler çekilir olmasını, her sözün arasına dinî kavramlar konulur olmasını da ben dindarlığın artmasının bir göstergesi olarak kabul etmiyorum. Pek çok İslam ülkesinde din daha görünür, daha dildedir ama o ülkelerdeki dinin çok görünürlüğü, alttaki paylaşmayı unutmuş, toplumları katmanlara ayrıştırmış, bizim tasvip etmeyeceğimiz şeyleri perdeliyor.
-O zaman “dindarlaşma artıyor” diye boşuna korku var?
Bir kere dindarlaşma, endişe edilmesi değil, herkesin sevinmesi gereken bir şeydir. Doğru, yerinde, sağlıklı dindarlaşma; toplumda birliğin, beraberliğin, karşılıklı sevginin, saygının, hoşgörünün artması, kabalığın azalması, dindarlığın şehirleşmesi, kültür ve sanatla bütünleşmesi, nezaket ve zarafetle bir hayat tarzının yükselmesi demektir. Dindarlığın artması kimsenin hayat tarzına karışılacağı anlamına gelmez. Dindarlığın artması herkesin belli hayat tarzına zorlanacağı gibi bir sonuç asla doğurmaz. Dindarlığın artması bilginin ve özgürlüğün artması demektir. Çünkü dindarlık gerçek bilgiye ve özgürlüğe dayanır. Hür irade ile dindarlık anlam kazanır. Zoraki dindarlık olmaz. Allah da kabul etmiyor ki kul kabul etsin. İman, ibadet ve ahlak hür irade ile seçildiğinde anlam ifade eder. Direğe bağladığınız bir adamın kötülük yapma imkânı yoktur. Allah katında insanın hür iradesi ile kötülük yapmaması değerlidir. Namaz kılamayabilecek olduğunuz hâlde namaz kılmanız önemlidir. Cebinizdeki parayı veremeyecek olduğunuz hâlde birine yardımcı olabiliyorsanız o önemlidir. Toplumda dindarlığın artması insanların daha mutlu olması demektir. Kaldı ki sağlıklı dindarlığın arttığına dair hiçbir verimiz yok. Bu kadar dünyevileşmiş bir hayatta, koşturma içinde o dindarlığın artmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.
-İslam korkusu Batı’da gittikçe yaygınlaşıyor. Bu algının sebebi nedir?
Bunu sadece Batılıların hasmane tavrı ile izah etmek, sadece İslam dünyasının kabahati ile izah etmek yeterli olmayacak. Ötekisini suçlayarak bunu çözemeyiz. Bir kanaat, olgu ile karşı karşıya isek o olguyu besleyen kanalları da görmeliyiz. O olgunun umumi siyaset içindeki anlamını da fark etmemiz gerekiyor. İslam dünyasında da aşılması gereken, çözülmesi gereken sorunlar var. Bütün bu kargaşayı, kaosu, herkesin kendi fetvasını vermesini, âdeta masum insanları hedef alan cinayetleri, bombalamaları, İslam dünyasının âdeta kan gölüne dönmesini sadece Batılıların yapıp ettikleri ile izah etmek de tatminkâr olmayacaktır.
-Müslümanlar bu algıyı nasıl giderebilir?
Müslümanların kendi dinlerini anlatırken, kendi sosyal sorunlarını giderirken daha özenli olmaları, işin içine nefretlerini, kaygılarını, ideolojik saplantılarını, gerilim üreten her türlü yanlı-yönlü tavırlarını gözden geçirmeleri gerekir. İslam dünyasının kendi kapısının önünü önce bir süpürmesi lazım.
-Ne tür sorunlar var?
İslam dünyasında ciddi bir eğitim sorunu var. Millî gelirleri paylaşım sorunu, siyasi katılım sorunu var. Ayrılık-gayrılık, etnik köken tartışmalarını tahrik eden birçok hareketlilik var. Millî servetlerin vatandaşa yansıtılmadan belli bir sınıfın elinde çarçur edilmesi var. Sadece kendi kişisel kaygılarını göz önüne alıp dini kendi amaçlarına alet eden birçok farklı grup var. Bunları tartışmak zorundayız. İslam dünyasında terörü besleyen, şiddeti besleyen tavırların, kaynakların iyi analiz edilmesi lazım.
-Batı’nın İslam dünyasına yönelik politikalarında sorun yok mu?
Tabii İslam dünyasına Batı’nın müdahalesini de görmezden gelemeyiz. Batı’nın müdahalesi, İslam dünyasının kendi sorunlarını kendi kendine çözme kabiliyetini de zayıflatıyor. Batı değişik hesaplar yaparak kendi stratejik çıkarlarına göre elini İslam dünyasından hiç çekmedi. Mevcut olumsuz şartlar daha da fazla olumsuzluklar üretmeye başlıyor.
-Neden bütün Müslümanları terörist gibi görüyorlar?
Batı’nın “İslam’ı El Kaide veya Taliban anlayışı temsil ediyor” diye Müslümanlığı hedef alması, İslam’ın 14 asırlık medeniyetini, kültürünü, tarihini, hoşgörüsünü görmemek ve inkâr etmek anlamına gelir. İslam dünyasında sadece Taliban yok ki! Bu kadar zengin bir birikim ve İslam medeniyeti var, Yunuslar, Mevlanalar var. Batılılar kavgadan yana olurken barıştan ve sulhtan yana olan, Haçlı seferlerine karşı Ortodoksları, dinî baskılara karşı Yahudileri korumuş bir İslam dünyası var. Demek ki konu dinle alakalı değil. Konunun sosyal arka planını, hatta sosyal psikolojik arka planını görmek, uluslararası stratejiler açısından tahlilini yapmak zorundayız. Bir de Batı kendi toplumunda Hıristiyanlılığın fark edilmesi için İslam karşıtlığı yapıyor. Bu tehlikeli bir yol. Ötekini kötüleyerek insan kendi dini üzerinde yoğunlaşmayı sağlayamaz. Bu, bloklaşmayı artırır. Karikatür krizi ve benzer olaylar bu yüzden görülüyor. İslam dünyasında da bu, Batı karşıtlığını, Hıristiyan karşıtlığını getiriyor.
-Gazze olayı gibi bazı krizler bloklaşmayı artırıyor mu? Çatışmayı önlemek için nasıl bir yol izlemek lazım?
Bizim ne toptan Hıristiyanlığa karşı olmamız ne de bir ülkeyi itham etmemiz doğru. Olaylara yoğunlaşmalı ve failleri tanımalıyız. Gazze olayında doğrudan Yahudiliği hedef alan bir suçlama yapmayınız, doğru değildir, dedik. Hatta milletleri, ülkeleri hedef almak da doğru değildir. Kimdir bu olaylara sebep olan? Belli kişiler, belli hükûmetler ve onların belli politikaları… Onlar eleştirilebilir. Ülkeleri veya dinleri hedef alarak söze başlarsak, o zaman biz de aynı hataları yapmış oluruz. Akıllı insan olayları analiz eder, onların üzerine gider, dinleri, ırkları, bölgeleri, ülkeleri işin içine katmaz. İşte Batı, bu dikkati göstermiyor, bilerek yapıyor, sorunları ortaya çıkarmak yerine kolaycılığa kaçıyor, ya bölgeleri ya ülkeleri ya da dinleri hedef tahtasına koyuyor. Bu da bloklaşma meydana getirip gerilimi artırıyor.
-Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırıdan sonra nasıl bir yol izlediniz?
Gazze olayında hem itidali tavsiye ettik hem Yahudiliğin, bir dinin, bir milletin, bir ülkenin toptan itham edilmesinin doğru olmadığını söyledik. Olayın kendisini soruşturmak lazım. Gazze olayında usul hataları yapılmış olabilir.
-Siyasi olayların dinle ilişkilendirilmesi yanlıştır diyorsunuz?
İslam, Hıristiyan veya Yahudi dünyasında bir yanlış varsa bunu dinlere bağlamak doğru değildir, yanlıştır diyorum. Hıristiyan dünyasında yanlışı yapan varsa kilise adamı yapmıştır. Haçlı seferleri, Hıristiyanlığın ürünü müdür? Elbette değildir, bir avuç kilise adamının kışkırtması ve siyasi iktidarların desteği ile oluşmuştur. Haçlı seferlerini Hıristiyanlığa mal ederseniz aynı şeyi yapmış olursunuz. Aynı şekilde terör de dinlere, mezheplere mal edilemez.
-Bu ayrım nasıl yapılabilir?
Bir olay dinî ise, onu dinî ilkeler, dinî saikler ve çerçeveler içinde ele almalıdır. Olay siyaset ve uluslararası stratejilerle ilgili ise onu da siyasiler yürütsün. Din adamları ve dinî konular uluslararası stratejilerin aracı hâline getirilip kullanılmamalıdır. Siyasetçiler barışır, geride din mensuplarının kavgası kalır. Dine ve din mensuplarına zararı olur. Özgürlük ortamına hayır diyemeyiz, herkesi tanıyalım, herkes dinini anlatsın. Hoşgörü ve diyalog elbette olmalıdır. Taraflar birbirine aynı adımı atmalıdır.
-Cami avlularında gösteriler oluyor. Nasıl karşılıyorsunuz?
Cami avluları, ibadet mahalleri gösteri alanına dönüşmemeli. O konuda müftülüklere yazı yazdık. Cenaze namazının ibadet, cami avlularının da ibadet mekânı olduğu, “alkışlamak, ilahi okumak, slogan atmak” gibi ibadetin huzur ve huşuunu bozacak ve cenaze adabına yakışmayacak davranışlarda bulunulmasının dinen uygun olmayacağını, bunun şehidin ruhunu rahatsız edeceğini bildirdik. İbadet mekânlarının gösteri alanına çevrilmesini doğru bulmuyoruz. Tekbir getirmek dahi doğru değildir.
(Aksiyon)
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, ezberleri bozan açıklamalar yapıyor. Bardakoğlu, toplumda dindarlığın arttığına dair bir bilimsel veri olmadığını belirtirken uyarmayı da ihmal etmiyor: “Bugün dindarlar için en büyük tehlike dünyevileşmedir.”
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Aksiyon dergisine verdiği röportaj şöyle:
-Çok sık yurt içi gezisi yapıyorsunuz.
Merkez ile taşranın bütünleşmesine ihtiyaç var. Gittiğimiz yerde insanımızla buluşmaya önem veriyoruz. Camide vaaz veriyor, cemaatle sohbet ediyorum. İnsanımızı dinî konularda bilgilendiriyorum. Din görevlileri ile bir araya gelip başkanlığın hedeflerini aktarıyorum. Kanaat önderleri ve iş adamları ile bir araya gelip onları dinliyorum. Son 6 ayı yoğun bir programla geçirdik. 20 bin civarında Kutlu Doğum Haftası etkinliği yaptık. Kur’an Yılı programları yoğun bir şekilde sürüyor.
-Din görevlilerine nasıl bir misyon yüklüyorsunuz?
Din görevlilerimiz daha kucaklayıcı, caminin dışı ile daha ilgili olmalı. Cemaatin derdine derman olmalı veya derman olacak insanları harekete geçirmeli. Bir bölgeye, mezhebe yönelik değil, 70 milyon insana yönelik bir hizmet anlayışımız var.
-Ne tür talepler geliyor? Mesela Güneydoğu’dan insanlar ne istiyorlar?
İnsanımızın her yerde din âlimlerine büyük saygısı var. Din her yerde olduğu gibi Güneydoğu’da da birleştirici bir unsur. Bu sevindirici bir şey. Bunu yeterince değerlendirdiğimizi söyleyemeyiz. Tarihimiz, Kur’anımız, Peygamberimiz, heyecanlarımız bir. Birlik beraberlik çağrısından ziyade -o çağrı çoğu zaman yanlış anlaşılıyor- Allah sevgisi, Kur’an sevgisi, dinin ortak amaçları gibi daha üst konuları ele almamız gerekiyor. Arka planı ve içeriği ele almadan sadece kelimeler fazla anlam ifade etmez. Mesela Kur’an Yılı programlarımızda Kur’an’ın rahmetini, şefkatini, insan anlayışını, Allah’a ve insanlığa karşı bize yüklediği ödevleri ele alıyoruz.
-Sosyal problemlerin çözümünde din ve din görevlileri nasıl bir rol oynuyor?
Din görevlisi sosyal alanı kuşatmalı ve sosyal kesimlerin hepsine ulaşmalı. Din görevlisinin vazifesi sadece namaz kıldırmak olmamalı. Toplumda sosyal problemler varsa, insan hakları ihlalleri varsa, çevre bilinçsizliği varsa, ticaret ahlakı yoksa, töre cinayetleri ve ahlaki zaaflar varsa, suç oranları çocuklarımıza kadar inmişse, terör tırmanıyorsa, insanlar birbirine karşı sevgi ve saygıyı yitirmişse, yani ne kadar sosyal sorun varsa, din görevlilerinin elini taşın altına koyması lazım.
-Sosyal kesimler…
Engelliler var, işçiler var, üniversite gençliği var, kendisini ayrı-gayrı hisseden var, farklı mezhep ve inançta olduğu için kendini biraz daha kenarda hisseden var, camiye ayağını hiç atmamış insan var. Bunlara eşit mesafede durmak zorundayız. Az dindar-çok dindar, başı açık-kapalı, namaz kılıyor-kılmıyor, Sünni-Alevi, eğitimli-eğitimsiz, köylü-şehirli bunları hiç aklımıza getirmeden, ayrışma konusu yapmadan onları kucaklamalıyız.
-Geri dönüşüm var mı?
5-6 yıldır bu projeleri uyguluyoruz. Son toplantılarımızda din görevlileri cami dışında hangi hizmetlerde bulunduklarının sunumunu yapıyor, yeni projeleri gündeme getiriyorlar. Cami görevlisi, ‘bulunduğum yerin görevlisiyim’ anlayışına sahip. Sosyal projelerini artık il özel idarelerine, üniversitelere sunarak hayata geçiriyorlar. Sosyal proje danışmanlığı yapıyoruz. Din adamları için cami dışındaki faaliyetler performans kriteri oldu.
-Bütün bu etkinliklere rağmen sosyal problemlerdeki artışı neye bağlıyorsunuz?
Biz üzerimize düşen sorumluluğu yapacağız ama bu tür devasa sosyal sorunlar toplumun ortak aklı ile çözülür. Sadece din eli ile, din görevlisi ile çözülmez. Devletin bütün birimlerinin ortak heyecanla, ortak akılla hareket etmesi lazım.
-Terör yine tırmanıyor, bu sorun nasıl çözülebilir?
Terör olaylarındaki artış üzüntü verici. Milletimize başsağlığı diliyoruz; ancak sadece başsağlığı dilemek, şehitlik hakkında güzel konuşmalar yapmak değil, o çocuklarımızı en iyi şekilde korumak ve teröre bulaşanları da cezalandırmak lazım. Biz her türlü projeye destek vermeye hazırız.
-Ayrışmayı önleyici bir faktör olarak dinden nasıl istifade edilebilir?
Her konuyu dinle çözmemiz, dini her konuda çözümleyici bir araç olarak görmemiz mümkün değil. Dinin doğru anlaşılmasının, dinî eğitimin elbette çok büyük faydası var. Ama sosyal sorunları sadece dinle ve din kardeşliği ile çözeceğimizi söylememiz yanıltıcı olur. Her kurum kendi üzerine düşen görevi yapmalı ve bu yapılanlar birbirini tamamlamalıdır. Bütün resmî kurumların, gayriresmî kurumların kendi aralarında iletişime, birbirinden haberdar olmaya, hatta birbirine güvenmeye ihtiyacı var. Bu koordinasyonları önemli görüyorum. Fakirlik sorunu, işsizlik ve eğitim sorunu… Bunları bir kuruma havale etmeniz veya bir mercii suçlu göstermeniz doğru değil.
-Neden?
Türkiye geri kaldı. Bir zamanlar “Bizi din geri bıraktı!” dediler. Kolaycı bir çözümle gerçek sebepleri görmezden geldiler. Batı dünyası ‘Müslümanlık terörü besliyor’ dedi, bir yola girdi. Hâlbuki olayları kolaycı değil, çok daha geniş, gerçekçi bir bakış açısı ile çözmeliydiler. Sosyal olaylar tek sebeple açıklanamaz. Her şeyle ilgisi vardır, karmaşıktır. Her kurum birbiri ile koordinasyon içinde üzerine düşeni yapmalı ve yapılanlar birbirini desteklemeli. Biri diğerini çürütürse, diğeri öbürünü diskalifiye ederse, nötr bir durum olur.
-Din adamlarına caminin dışına çıkın diyorsunuz; ama dini camiye hapsetmek isteyen, dindarlığın artmasından endişe eden çevreler de var. Dindarlık artıyor mu?
Müslümanlığın artması, dinî hassasiyetin artması toplumun rahmetidir. Toplumun iyiye doğru gidişidir; ancak Türkiye’de dindarlığın artması söz konusu değildir. Türkiye’de dindarlığın arttığını söyleyenlerin elinde hiçbir ciddi veri yoktur. Sadece görüntüye göre, görsel dindarlığa göre dindarlığın arttığını söylüyorlar. Önce dindarlığın ne olduğunu belirlemek gerekiyor.
-Nedir dindarlık?
Mesela dindarlık iyi ahlaktır, yalan söylememektir, yanı başımızdaki insanın hâlini hatırını sormaktır diye yola çıkarsak… Türkiye’de ahlaki erdemler gelişiyor mu, gelişmiyor mu? Bu soruya cevap vereceğiz. Türkiye’de insanların birbirinin hâlini hatırını sorması, maddi imkânlarını ve sevgisini paylaşması mı, bencillik mi, herkesin kendi hayatını yaşaması mı artıyor? Mesela, kul hakkı… Dindarlık, trafikte de olsa her yerde ötekinin hakkına saygılı olmaktır. İnsanların elinden, dilinden emin olmasıdır, dindarlık namaz kılmak, başını örtmek, Allah, peygamber demektir. Hangi açıdan bakıyorsak oraya göre farklı sonuçlar alacağız.
-Kur’an’a göre, hadislere göre bir tanım yapmak gerekirse nedir dindarlık?
Her an Allah’la beraber olduğumuzun farkındalığıdır. Dindarlık, Allah’ın murakabesi, lütfu, inayeti altında yaşadığımızın bilincinin iç dünyamıza, zihnimize iyice yerleşmesi ve o bilinçle yaşayış hâlidir. Şimdi ibadetlerin de amacı insanları o bilince doğru götürmektir. İman ve İslam’dan sonra dinin kemâlâtlarından biri, ihsan mertebesidir. Allah bizi biliyor, görüyor, biz onun verdiği emanet hayatı onun rızasına uygun olarak yaşama sorumluluğu altındayız. Bunun içinde ibadet var, kullara, kendimize, ailemize, milletimize ve vatanımıza karşı sorumluluklarımız, ödevlerimiz var. Bunlar bir bütün.
-Peki, sizin tarifinize göre dindarlık artıyor mu?
Ölçmek de zor, arttığını söylemek de… Dindarlığın arttığına dair elimde hiçbir veri yok. Modern hayat, şehirleşme, iş-güç, siyasi çekişmeler, sosyal gerilimler bizdeki bilinç hâlini köreltiyor, gerçek dindarlığı köreltiyor. Dışarı çıktığımızda iç dünyamızda kazandığımız pek çok şeyin uçtuğunu, buharlaştığını görüyoruz. İçerde pek çok şey var, Kur’an dinliyoruz, ibadet ediyoruz, öze dönüş oluyor; dışarı çıkıp kavganın içine girdiğimizde onların her birinden tek tek vazgeçmeye başlıyoruz. O bilincin üzerini dünya meşgalesi gölgelemeye başlıyor. Bu bakımdan dünyevileşme ile dindarlaşma sürekli med-cezir hâli yaşar toplumlarda. Bir an gelir üst bilince doğru çıkarız, bir an gelir dünyanın altında kalırız. Türkiye’de dünyevileşmenin, dünya kaygısının, emellerin, heveslerin, kibirlerin, gururların insanları çok meşgul ettiğini, insanların kendilerine gelecek, başını iki elinin arasına alacak vakti olmadığını, en dinî konuların bile seküler bir anlayışla ele alındığını görüyorum. Seküler dindarlık tarzları oluşuyor.
-Nasıl oluyor bu?
Namazını hiç aksatmadan kılıyor, Kur’an-ı Kerim’i gözünden yaş akarak dinliyor, ama biraz sonra sanki o bilinç hâli, o bağlılık kaybolmuşçasına, bir dünya kavgasının içine giriyor; yeni bir gözyaşı dönemine kadar o arayı keyfince ve dinin umumi ve özel ilkelerinden de bağımsız olarak yaşıyor. Zamanımızı da, beynimizi de kompartımanlara bölüyoruz. Marketlere girerken çocukların oyalanacağı yerler vardır. Siz alışveriş yaparken çocuklar orada vakit geçirir. Bazen dindarlığımızı belli zamanlara, kandillere, sarığa, cübbeye, belli şekillere hasredip veya ramazanda tam namaz kılmaya, orucunu tutmaya hasredip o bilinç düzeyini, o hayatın bütün alanlarını kuşatan dindarlık hassasiyetini âdeta yitiriyoruz. Hâlbuki Müslümanın, sözü, sohbeti, güzel ahlakı, komşuları ile ilişkileri, ticareti ve her yönü ile kimsenin kendisinden şikayetçi olmadığı, herkesin örnek aldığı bir hayat profili çizmesi gerekir.
-Dünyevileşme dindarlar için büyük bir tehdit mi?
Evet, ben öyle görüyorum. Dinin çok konuşulur olmasını, çok besmeleler çekilir olmasını, her sözün arasına dinî kavramlar konulur olmasını da ben dindarlığın artmasının bir göstergesi olarak kabul etmiyorum. Pek çok İslam ülkesinde din daha görünür, daha dildedir ama o ülkelerdeki dinin çok görünürlüğü, alttaki paylaşmayı unutmuş, toplumları katmanlara ayrıştırmış, bizim tasvip etmeyeceğimiz şeyleri perdeliyor.
-O zaman “dindarlaşma artıyor” diye boşuna korku var?
Bir kere dindarlaşma, endişe edilmesi değil, herkesin sevinmesi gereken bir şeydir. Doğru, yerinde, sağlıklı dindarlaşma; toplumda birliğin, beraberliğin, karşılıklı sevginin, saygının, hoşgörünün artması, kabalığın azalması, dindarlığın şehirleşmesi, kültür ve sanatla bütünleşmesi, nezaket ve zarafetle bir hayat tarzının yükselmesi demektir. Dindarlığın artması kimsenin hayat tarzına karışılacağı anlamına gelmez. Dindarlığın artması herkesin belli hayat tarzına zorlanacağı gibi bir sonuç asla doğurmaz. Dindarlığın artması bilginin ve özgürlüğün artması demektir. Çünkü dindarlık gerçek bilgiye ve özgürlüğe dayanır. Hür irade ile dindarlık anlam kazanır. Zoraki dindarlık olmaz. Allah da kabul etmiyor ki kul kabul etsin. İman, ibadet ve ahlak hür irade ile seçildiğinde anlam ifade eder. Direğe bağladığınız bir adamın kötülük yapma imkânı yoktur. Allah katında insanın hür iradesi ile kötülük yapmaması değerlidir. Namaz kılamayabilecek olduğunuz hâlde namaz kılmanız önemlidir. Cebinizdeki parayı veremeyecek olduğunuz hâlde birine yardımcı olabiliyorsanız o önemlidir. Toplumda dindarlığın artması insanların daha mutlu olması demektir. Kaldı ki sağlıklı dindarlığın arttığına dair hiçbir verimiz yok. Bu kadar dünyevileşmiş bir hayatta, koşturma içinde o dindarlığın artmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.
-İslam korkusu Batı’da gittikçe yaygınlaşıyor. Bu algının sebebi nedir?
Bunu sadece Batılıların hasmane tavrı ile izah etmek, sadece İslam dünyasının kabahati ile izah etmek yeterli olmayacak. Ötekisini suçlayarak bunu çözemeyiz. Bir kanaat, olgu ile karşı karşıya isek o olguyu besleyen kanalları da görmeliyiz. O olgunun umumi siyaset içindeki anlamını da fark etmemiz gerekiyor. İslam dünyasında da aşılması gereken, çözülmesi gereken sorunlar var. Bütün bu kargaşayı, kaosu, herkesin kendi fetvasını vermesini, âdeta masum insanları hedef alan cinayetleri, bombalamaları, İslam dünyasının âdeta kan gölüne dönmesini sadece Batılıların yapıp ettikleri ile izah etmek de tatminkâr olmayacaktır.
-Müslümanlar bu algıyı nasıl giderebilir?
Müslümanların kendi dinlerini anlatırken, kendi sosyal sorunlarını giderirken daha özenli olmaları, işin içine nefretlerini, kaygılarını, ideolojik saplantılarını, gerilim üreten her türlü yanlı-yönlü tavırlarını gözden geçirmeleri gerekir. İslam dünyasının kendi kapısının önünü önce bir süpürmesi lazım.
-Ne tür sorunlar var?
İslam dünyasında ciddi bir eğitim sorunu var. Millî gelirleri paylaşım sorunu, siyasi katılım sorunu var. Ayrılık-gayrılık, etnik köken tartışmalarını tahrik eden birçok hareketlilik var. Millî servetlerin vatandaşa yansıtılmadan belli bir sınıfın elinde çarçur edilmesi var. Sadece kendi kişisel kaygılarını göz önüne alıp dini kendi amaçlarına alet eden birçok farklı grup var. Bunları tartışmak zorundayız. İslam dünyasında terörü besleyen, şiddeti besleyen tavırların, kaynakların iyi analiz edilmesi lazım.
-Batı’nın İslam dünyasına yönelik politikalarında sorun yok mu?
Tabii İslam dünyasına Batı’nın müdahalesini de görmezden gelemeyiz. Batı’nın müdahalesi, İslam dünyasının kendi sorunlarını kendi kendine çözme kabiliyetini de zayıflatıyor. Batı değişik hesaplar yaparak kendi stratejik çıkarlarına göre elini İslam dünyasından hiç çekmedi. Mevcut olumsuz şartlar daha da fazla olumsuzluklar üretmeye başlıyor.
-Neden bütün Müslümanları terörist gibi görüyorlar?
Batı’nın “İslam’ı El Kaide veya Taliban anlayışı temsil ediyor” diye Müslümanlığı hedef alması, İslam’ın 14 asırlık medeniyetini, kültürünü, tarihini, hoşgörüsünü görmemek ve inkâr etmek anlamına gelir. İslam dünyasında sadece Taliban yok ki! Bu kadar zengin bir birikim ve İslam medeniyeti var, Yunuslar, Mevlanalar var. Batılılar kavgadan yana olurken barıştan ve sulhtan yana olan, Haçlı seferlerine karşı Ortodoksları, dinî baskılara karşı Yahudileri korumuş bir İslam dünyası var. Demek ki konu dinle alakalı değil. Konunun sosyal arka planını, hatta sosyal psikolojik arka planını görmek, uluslararası stratejiler açısından tahlilini yapmak zorundayız. Bir de Batı kendi toplumunda Hıristiyanlılığın fark edilmesi için İslam karşıtlığı yapıyor. Bu tehlikeli bir yol. Ötekini kötüleyerek insan kendi dini üzerinde yoğunlaşmayı sağlayamaz. Bu, bloklaşmayı artırır. Karikatür krizi ve benzer olaylar bu yüzden görülüyor. İslam dünyasında da bu, Batı karşıtlığını, Hıristiyan karşıtlığını getiriyor.
-Gazze olayı gibi bazı krizler bloklaşmayı artırıyor mu? Çatışmayı önlemek için nasıl bir yol izlemek lazım?
Bizim ne toptan Hıristiyanlığa karşı olmamız ne de bir ülkeyi itham etmemiz doğru. Olaylara yoğunlaşmalı ve failleri tanımalıyız. Gazze olayında doğrudan Yahudiliği hedef alan bir suçlama yapmayınız, doğru değildir, dedik. Hatta milletleri, ülkeleri hedef almak da doğru değildir. Kimdir bu olaylara sebep olan? Belli kişiler, belli hükûmetler ve onların belli politikaları… Onlar eleştirilebilir. Ülkeleri veya dinleri hedef alarak söze başlarsak, o zaman biz de aynı hataları yapmış oluruz. Akıllı insan olayları analiz eder, onların üzerine gider, dinleri, ırkları, bölgeleri, ülkeleri işin içine katmaz. İşte Batı, bu dikkati göstermiyor, bilerek yapıyor, sorunları ortaya çıkarmak yerine kolaycılığa kaçıyor, ya bölgeleri ya ülkeleri ya da dinleri hedef tahtasına koyuyor. Bu da bloklaşma meydana getirip gerilimi artırıyor.
-Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırıdan sonra nasıl bir yol izlediniz?
Gazze olayında hem itidali tavsiye ettik hem Yahudiliğin, bir dinin, bir milletin, bir ülkenin toptan itham edilmesinin doğru olmadığını söyledik. Olayın kendisini soruşturmak lazım. Gazze olayında usul hataları yapılmış olabilir.
-Siyasi olayların dinle ilişkilendirilmesi yanlıştır diyorsunuz?
İslam, Hıristiyan veya Yahudi dünyasında bir yanlış varsa bunu dinlere bağlamak doğru değildir, yanlıştır diyorum. Hıristiyan dünyasında yanlışı yapan varsa kilise adamı yapmıştır. Haçlı seferleri, Hıristiyanlığın ürünü müdür? Elbette değildir, bir avuç kilise adamının kışkırtması ve siyasi iktidarların desteği ile oluşmuştur. Haçlı seferlerini Hıristiyanlığa mal ederseniz aynı şeyi yapmış olursunuz. Aynı şekilde terör de dinlere, mezheplere mal edilemez.
-Bu ayrım nasıl yapılabilir?
Bir olay dinî ise, onu dinî ilkeler, dinî saikler ve çerçeveler içinde ele almalıdır. Olay siyaset ve uluslararası stratejilerle ilgili ise onu da siyasiler yürütsün. Din adamları ve dinî konular uluslararası stratejilerin aracı hâline getirilip kullanılmamalıdır. Siyasetçiler barışır, geride din mensuplarının kavgası kalır. Dine ve din mensuplarına zararı olur. Özgürlük ortamına hayır diyemeyiz, herkesi tanıyalım, herkes dinini anlatsın. Hoşgörü ve diyalog elbette olmalıdır. Taraflar birbirine aynı adımı atmalıdır.
-Cami avlularında gösteriler oluyor. Nasıl karşılıyorsunuz?
Cami avluları, ibadet mahalleri gösteri alanına dönüşmemeli. O konuda müftülüklere yazı yazdık. Cenaze namazının ibadet, cami avlularının da ibadet mekânı olduğu, “alkışlamak, ilahi okumak, slogan atmak” gibi ibadetin huzur ve huşuunu bozacak ve cenaze adabına yakışmayacak davranışlarda bulunulmasının dinen uygun olmayacağını, bunun şehidin ruhunu rahatsız edeceğini bildirdik. İbadet mekânlarının gösteri alanına çevrilmesini doğru bulmuyoruz. Tekbir getirmek dahi doğru değildir.
(Aksiyon)