CHP’deki tek değişim Kılıçdaroğlu - AÇIK GÖRÜŞ

CHP’deki asıl sorun, Deniz Baykal’dan ziyade partinin siyasete yaklaşım tarzıdır.



CHP’deki asıl sorun, Deniz Baykal’dan ziyade partinin siyasete yaklaşım tarzıdır.
Bu yaklaşımın sıkı takipçilerinden biri olan Önder Sav’ın ‘yeni CHP’de daha güçlü şekilde konumunu muhafaza edeceği dikkate alındığında, Kılıçdaroğlu’nun atlaması gereken hendeğin aslında devasa bir uçurum olduğunu söylemek gerekiyor.


İHSAN BAL

Prof. Dr. USAK Güvenlik Terörizm ve Etnik Çatışmalar Merkezi Başkanı

aykal’ın kaset skandalıyla başlayan CHP’deki değişim arayışları çeşitli zıtlıkları içinde barındırıyor: Bir tarafta karanlık ve kirli bir kaset oyunu, diğer tarafta aydınlık bir CHP ve temiz siyaset talebi. Bir tarafta statükocu bir CHP’nin varlığı, diğer tarafta halkçı bir CHP beklentisi. Bir yandan komplo tuzakları, diğer yandan komplosuz bir CHP’nin geleceği umudu. Bir tarafta çetelerin avukatlığına soyunan bir CHP gerçeği, diğer tarafta hukuka duyulan özlem. Bir yanda Anayasa Mahkemesi koridorlarında gidip gelen bir CHP, diğer yanda mahkeme yerine sandığa gitmeye duyulan istek... CHP’deki değişimi anlayabilmek ve geleceği tahmin edebilmek o kadar kolay değil. Ne de olsa burası Türkiye ve genelde bu ülkede olaylar normal seyrinde gelişmez. Hal böyle olunca, CHP ile ilgili yapılan bütün analizler, gerçekler ile temenniler arasında sıkışıp kalıyor. Yukarıdaki genel panorama çerçevesinde CHP’nin bugünü ve yarını ile ilgili nasıl bir sürece girdiğini üç başlık altında incelemekte yarar var.

Hakim zihniyet tasfiye olmadıkça

İlk olarak kasetin gölgesinde kalan CHP’ye bakacak olursak ilginç sonuçlara varmak mümkün. Belli ki Deniz Baykal’la ilgili ‘seks skandalını’ gündeme taşıyan kaset CHP’ye hâkim zihniyetin değil, Baykal’ın tasfiyesini amaçlamıştır. 53 yıllık arkadaşı Önder Sav’ın kaset şantajının ardından son derece zayıf bir delille Mustafa Sarıgül’ü Baykal’a karşı tetikçi tutmakla suçlaması hiç de tatmin edici bir savunma şeklini yansıtmıyordu. Anımsanacağı üzere, Sav kendi telefonunu açık unutarak medyanın diline düştüğünde bile Baykal, Sav’ın bugün Baykal’a verdiğinden daha fazla bir destekle 53 yıllık arkadaşını trajikomik durumdan kurtarmıştı. Ancak görünen o ki Önder Sav, farklı bir yol tercih etti ve Baykal’ın ifadesiyle “bazı gizli işler” çevirdi. Nitekim Baykal “bu ittifak, insani, ahlaki, vicdani değil, nezaket ve dostluğa sığmaz. Kemal Kılıçdaroğlu bu partide öne çıktığında onun için ‘etkin bir yerde olmamalı’ diyen Önder Sav olmuştur. Aynı şekilde ‘Önder Sav, bu partide olduğu sürece değişim dönüşüm olmaz’ diyen de Kılıçdaroğlu’dur. Ben büyük mutabakat diye söylemiştim, ancak kutsal olmayan bir ittifak kurdular” demiştir. Baykal’ın açıklamaları sitemin de ötesinde daha çok somut veriler ışığında yapılmış acı bir saptamadır. Kasetle köşeye sıkıştırılıp tasfiyeye zorlanmış bir siyasi lider, en çok desteğe ihtiyaç duyduğu bir dönemde en yakın dostu tarafından ortada bırakılmıştır. Aslında gelişmeler başından beri soru işaretlerini beraberinde getirmişti. Ergenekon davasında ortaya çıkan birçok delili, hatta somut laboratuar analizlerini dahi reddederek karşı duruş sergileyen CHP yetkililerin, Baykal’ın kaseti konusunda daha ilk günden pes etmeleri bu işte bir bit yeniği olduğu izlenimini veriyor, ortada bazı CHP Brütüslerinin dolandığı şüphesini doğuruyordu. Tabi ki tüm bunların doğruluğunu şu an saptamamız mümkün değil, zamana bırakmak gerekiyor. İlerleyen zamanda Türkiye, gerçeği tüm detaylarıyla bilen Baykal’dan doğruları öğrenecektir.

Skandalın gölgesinde bir kurultay

Kaset skandalıyla değişim rüzgârlarının esmeye başladığı ve bu skandalla şekillenen CHP’nin yeni lider adayı Kılıçdaroğlu, medyada Gandi ve Ecevit’e benzetiliyor. Her ne kadar bu benzetmeler gündemi meşgul etse de, Kılıçdaroğlu’nun arkasına aldığı bu rüzgârın ve buna dayalı yapılan yorumların gerçeklerden ziyade özlemleri yansıttığı açıktır. CHP’ye gönül veren önemli bir çoğunluğun, partinin halkla bütünleşmesini istediği bilinen bir gerçektir. Bu kesim CHP’nin halkla beraber aynı sofrada oturmasını, kahvesinde çayını içmesini ve vatandaşın elini tutarak ona destek olmasını arzulamaktadır. Her alanda halkla bütünleşen, devleti ve sistemi halkla beraber dizayn eden, önceliklerinde sosyal hayata, ekonomi, siyaset, hukuk, demokrasi ve insan haklarına yaklaşan bir CHP düşlemektedir.

Efsane geri mi dönüyor?

Kısacası CHP içinde önemli bir kesimde halkı öne alan, merkeze koyan ve onu okuyarak siyasetini şekillendiren bir CHP özlemi vardır. Kafasındaki elitist toplum mühendisliği projesini halka giydiren değil, halkın ölçüsünü alarak kıyafetler diken; onun ölçüsüne ve isteğine uygun malzemelerle siyaseti dokuyan bir CHP özlemi...  Bu özlemi giderme ve böyle bir halk-parti ilişkisi yaratma idealine en yaklaşmış olan lider, kuşkusuz Türkiye’de ortanın solunu inşa etmiş ve Karaoğlan efsanesiyle bir dönemi etkisi altına almış siyasetçi Bülent Ecevit’tir.

Ancak unutmamak gerekir ki Bülent Ecevit’in rüzgârı ve halka temas eden eli, onun çabalarıyla, birikimleriyle ve kendisini konuşlandırdığı yerle yakından ilişkiliydi. O birçok eseri kaleme almış bir siyasetçiydi. Bakanlık deneyimleri vardı.

Tüm bunların yanında kendi felsefi düşüncesiyle arkasından sürüklediği bir kadrosu vardı. Ecevit, İsmet İnönü’nün karşısına çıktığında kazanmak için ne İnönü gibi karizmatik bir liderin skandallarla sarsılmasına ne de statükonun devamından yana olan bir kısım insanların desteğine muhtaçtı. O Nihat Erim hükümetinde yer almayarak, halkçı bir yaklaşımla kendisinin sol değerlerini uygulamaya koyacak ilkesel bir duruş sergilemişti. Çünkü o askeri vesayete karşıydı, kontrgerillayı ve çeteleri açıktan sorgulayabiliyordu. Çünkü o sanayileşme hamleleri yapan Türkiye’nin işçi sınıfının ve köylerden akın akın kentlere göç eden kitlelerin ihtiyacını ve duygu ve düşüncelerini okuyabiliyor, bir taraftan da o günün koşullarında bir tarım toplumu olan Türkiye’nin çiftçisine hitap edebiliyordu.

Ecevit, Türkiye’nin o yıllarda yaşadığı değişimi okuyan bir sosyal demokrat lider olarak öne çıkmış, halktaki sosyal değişim ve gelişimleri siyasal açıdan okumuştu. Bunun sonucu olarak da devletçi ve statükocu; elitist ve dizayn edici bir lider olmak yerine halkçı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir lider olarak ortaya çıkmıştı ve İnönü’ye siyaset sahnesinde galip gelmişti. Durduğu nokta ve onun tüm bu özellikleri, kısa süre içerisinde onu yüzde 27’lerden yüzde 30’lara ve daha sonra da yüzde 40’ların üzerinde bir oy oranına taşımıştır. CHP’de Kılıçdaroğlu’na Ecevit gömleğini giydirmeye çalışanların daha yolun başında hayal kırıklığına uğradıklarını söylemek hevesleri kursakta bırakmak olur. Şüphesiz Türkiye’nin çok ihtiyacı olan halkçı sosyal demokrat bir CHP’yi Kılıçdaroğlu’nun inşa etmesi bu ülkede herkesin yararına olacaktır. Ancak durum biraz daha derinlemesine incelendiğinde ve titiz karşılaştırmalar yapıldığında bu özdeşleştirme en başından başarılı görünmemektedir.

Her şeyden öte bugün motoru kendinden olan, kendi değer ve sürükleyiciliğiyle partiyi bir tarafa doğru taşıyarak genel başkan olmaya aday bir Kılıçdaroğlu yok. Seks kasetinin yendiği bir lider karşısında, koltuğu biraz mahcup biraz da gardı düşmüş olarak devralan bir Kılıçdaroğlu var. Ayrıca CHP’deki asıl sorunun, Deniz Baykal’dan ziyade siyasete bakış felsefesi olduğu ve bu felsefenin sıkı takipçilerinden biri olan Önder Sav’ın yeni CHP’de daha güçlü şekilde konumunu muhafaza edeceği dikkate alındığında, Kılıçdaroğlu’nun atlaması gereken hendeğin aslında devasa bir uçurum olduğunu söylemek gerekiyor.

Ecevit, 47 yaşındayken kendi rüzgârı ve vizyonuyla dinamik bir lider olarak CHP’nin başına geçmiş bir siyasetçiyken, Kılıçdaroğlu 62 yaşında yaşamının önemli bir kısmını devlet memuru olarak geçirmiş, CHP’nin “başına getirilmiş” bir lider adayıdır.

Gandi benzetmesine ne demeli?

Yine de umulan odur ki Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra kendi değerlerini ve kendi felsefesini parti içinde inşa ederek CHP’yi dönüştürebilsin ve özlenen CHP’ye kapı açabilsin. İşte o zaman gerçek bir Kılıçdaroğlu-Ecevit benzeşmesinden söz edilebilir.

Ancak şu ana kadarki performansı, Kürt sorunundan Anayasa reformuna kadar Türkiye’de siyasal elitin statüko karşısındaki konumunu ortaya koymada turnusol kağıdı işlevi gören konulardaki yaklaşımı göz önüne alındığında pek de iyi görünmüyor. Bu gibi örnekler yan yana konulduğunda iki lider arasında olumlu bir benzerlik kurulması mümkün görünmüyor. Kılıçdaroğlu liderliğinin başarısı, özlenen CHP’nin -Ecevit’in CHP’sinin- “halkla beraber halk için” anlayışını elitist, seçkinci ve bürokratik CHP ile nasıl barıştıracağına bağlı.

Ulusal bir benzetmeyle Kılıçdaroğlu’ndan Karaoğlan efsanesi yaratma hayali, uluslararası alanda Kılıçdaroğlu’nun Hindistan’ın pasif direnişçi lideri Gandi’yle özdeşleştirilmesi yoluyla kuruluyor. Hindistan’ın bağımsızlık yolunda efsanevi lider Gandi, şiddete karşı pasif itaatsizliği en üst seviyede uygulamış, halktan biri olarak yaşamış, kendisi fakir ama beyni ve gönlü tüm Hindistan’ı doyuracak zenginlikte olan bir liderdi. Böyle bir liderin hayat felsefesinin merkezinde toplumuna inanarak otoriteyi değiştirme ve ülkesini bağımsızlığa götürme ideali vardı. Şiddet kullanmadan, bu kadar geniş bir toplumu o zamanın süper gücü İngiltere karşısında bir araya getirip örgütleyebilme yeteneği vardı. Bugün dünyanın en kalabalık demokrasisi varlığını Gandi’nin yeşerttiği ve büyüttüğü Hint toplum ve siyaset felsefesine borçludur.

Halkı alaya alan ‘aydın’ CHP’liler...

Elinde dosya son anayasa reformunu mahkemeye taşırken görüntülenen Kılıçdaroğlu, halkın merkeze alındığı bir demokrasi ve hukuk yürüyüşünü CHP yapısına nüfuz ettirebilecek mi? Gandi olmak sadece bazı temennilerle ve hayali kurgularla mümkün olmuyor. Gandi olabilmek için her şeyden öte halkın otoriteyi, devleti şekillendirdiği bir demokrasiyi oluşturmak ve hukukun üstünlüğünü içten bir şekilde savunmak gerekiyor. Bu bağlamda kuşkusuz çetelere, askeri vesayete, oligarşik bürokrasi özlemine ve seçkinlerin hukukuna meydan okumak gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’si Gandi’nin vizyonundan esinlenir ve onu Türkiye’ye taşırsa Türkiye dünya lideri olur.

Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin en ciddi sorunu olarak ilan ettiği yoksulluk, gelir adaletsizliği ve iş sorunu ancak çetelerden ve vesayetlerden arındırılmış daha demokratik bir Türkiye’de mümkündür.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun en büyük sorunu, sağında solunda dolaşan ve bugün kanatlarına rüzgâr pompalayan kişilerin aslında halka inanmaması ve halkı sürekli göbeğini kaşıyan, bir çuval fasulyeye, on çuval kömüre kanan insanlar olarak görmesidir. Kılıçdaroğlu tüm bunları dikkate alarak CHP’yi değiştirebilir ve 21. yüzyılın Karaoğlan’ı olabilirse Türkiye dünyanın gıpta ile baktığı bir ülke haline gelebilir. Tüm bunları yapabilir mi? Sanırım bu sorunun cevabını Kılıçdaroğlu da bilmiyor. Bekleyip göreceğiz...

[email protected]

Star Gazete