ANALİZ - Körfez'in Müdahalesi Kuzey Afrika'yı İstikrarsızlığa Sürüklüyor
Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri, Kuzey Afrika siyasetinde giderek artan bir rol üstlenmeye ve bölgenin jeopolitiğinin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamaya devam ediyor Bu iki Körfez ülkesi izledikleri dış politikalar ile hem Tunus hem de Libya siyasetinde, destekledikleri isimlerin iktidar kavgasının sertleşmesine, siyasetin “ya hep ya hiç” denklemine sürüklenmesine ve bu ülkelerde istikrarsızlığın derinleşmesine neden olmaktalar Kuzey Afrika ülkelerindeki iktidar mücadelesi, BAE, Suudi Arabistan ve en önemli müttefikleri olan Mısır’ın bölgede rejimlerini tehdit edebilecek alternatiflerin ortadan kaldırılması için büyük fırsat olarak görülüyor Hafter’in Bingazi operasyonları sırasında, özellikle hava saldırıları ile kenti yerle bir ettiği ve operasyonun yaklaşık iki yıldan fazla sürdüğü hatırlanırsa, Trablus için de kanlı bir savaş ihtimali bulunduğunu söylemek mümkün.
İki ülke 2013’te Mısır’da gerçekleşen darbede ve ardından cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Abdulfettah es-Sisi'’nin iktidarının devam edebilmesi için ekonomik ve siyasi yardım sağlayarak Arap Baharı ile başlayan demokratik dönüşüm sürecine büyük bir darbe vurmuşlardı. 2019 yılına gelindiğinde iki ülkenin Tunus ve Libya’da da benzer dış politika hedefleri ön plana çıkmakta. Böylece bu iki Körfez ülkesi izledikleri dış politikalar ile hem Tunus hem de Libya siyasetinde, destekleri isimlerin iktidar kavgasının sertleşmesine, siyasetin “ya hep ya hiç” denklemine sürüklenmesine ve bu ülkelerdeki istikrarsızlığın derinleşmesine neden olmaktalar.
- Nahda'yı hedef alan kampanya
Tunus Arap Baharı’nın yegâne başarılı örneği olmaya ve demokratikleşme sürecindeki kazanımları ile adından söz ettirmeye devam ediyor. Yasemin Devrimi’nin ardından uzlaşı ile aşılan engeller, demokratikleşmede önemli gelişmeler kaydedilmesini sağladı. Böylece nispeten ülkede siyaset normalleşti, otoriter rejim-devlet bağının kırıldı, sivil toplum örgütleri (STK) ülkede arabulucu-destekleyici bir rol oynadı ve krizlerin uzlaşı ile çözülmesi mümkün oldu. Bütün bunlar Tunus’ta dönüşüm sürecinin hızla kurumsallaşmasına, sokak dinamiklerinden soyutlanmasına ve görece istikrarın tesis edilmesine yardımcı oldu. Ancak ülkede bu yıl sonunda gerçekleşmesi planlanan seçimlerde önce tansiyonun yükselmesi, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ülke siyasetini şekillendirme çabası ve hatta olası bir darbe çabasının dillendirilmesi, Tunus’un geleceğine dair bir takım kaygıların da gündemde kalmasına neden oluyor.
Cumhurbaşkanı Baci Kaid es-Sibsi, 2018 yılının son çeyreğinde önce 2019 seçimlerinin ertelenmesi için harcadığı yoğun çaba ve ardından da yaptığı bir dizi diplomatik temas ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ülke siyasetinde artan rolünün tartışılmasına neden olmuştu. Aynı dönemde Nahda hareketinin gizli askeri bir örgütlenmeye sahip olduğu, ülkedeki muhalif siyasetçiler Şükri Belaid ve Muhammed Brahimi suikastlerinin arkasında olduğu suçlamalarının yeniden alevlenmesi ülke siyasetinde yeni bir kutuplaşmanın fitilini ateşledi. Aralık 2018’de, bu suikast davalarını soruşturan Savunma Komisyonu doğrudan Nahda Hareketini suçlamış ve partinin kapatılması için dava başvurusunda bulunacaklarını açıklamıştı.
Bu suçlamaların ardından ise suikastlerin gerçekleştiği dönemin iki önemli ismi, dönemin Başbakanı Hamadi Cibali ve cumhurbaşkanı Munsif Marzuki’den çok çarpıcı açıklamalar geldi. Eski Başbakan Hamadi Cibali, Radio Med’e verdiği röportajında BAE’yi hem Tunus’ta demokrasiyi sabote etmekle hem de 2013’te gerçekleşen Şükri Belaid suikastında rol oynamakla suçladı. Aynı röportajında Cibali, BAE’nin Tunus’ta Nahda’yı iktidardan indirmeyi amaçladığını ve Tunus’ta demokratikleştirmeyi durdurmak için de ülkedeki “bazı odaklara” finans sağladığına da iddia etti.
Eski cumhurbaşkanı Munsif Marzuki de Ocak 2019’da BAE ve Suudi Arabistan’ın Tunus’ta eski rejimi yeniden iktidara taşımayı hedefleyen şebekenin bir parçası olduklarını ifade etmişti. Nahda’ya yönelik iddialara cevaben de Marzuki, meclisteki 214 koltuğun 68’ine sahip Nahda’nın ülkede gizli şebekelere sahip olduğu iddialarının sahibinin, Nahda’yı seçim yarışının dışına itmek isteyen dış aktörler olduğunu ifade etti.
Tüm bu tartışmalar yaşanırken, Cumhurbaşkanı Baci Kaid es-Sibsi’nin 19 Kasım 2018’de Mısır’daki 2013 darbesine verdiği destekle de tanınan Mısırlı milyarder Nacib Saviris ve yaklaşık on gün sonra da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı Tunus’ta ağırlaması, Körfez-Mısır hattının Tunus’ta etkin olma çabası olarak yorumlanmasına neden oldu. Sibsi ailesi ile mevcut uzlaşı hükümeti Başbakanı Yusuf Şahid arasında rekabetin Şahid lehine gelişmesi ve Nahda’nın ülke siyasetinde güçlenmeye devam etmesi seçim öncesinde ülkede yeni siyasi fay hatlarının ortaya çıkmasına yol açtı. Siyaset dengelerinin değiştiği ve yeni gerilim hatlarının ortaya çıktığı Tunus’ta BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölgesel aktörler için yeni fırsatlar ortaya çıkmış görünüyor. Sibsi ailesi etrafında bir araya gelmiş siyasi elitlerin de iktidarı kaybetme ihtimaline karşı, siyasi geleceklerini ve konumlarını korumak adına göze alabilecekleri, ülkenin geleceği adına büyük riskleri beraberinde getiriyor.
- Körfez’in Libya hesabı
3 Nisan 2019 günü Libya’nın doğusundaki askeri güçlerin lideri General Halife Hafter, ülkenin başkenti Trablus’u ele geçirmek amacıyla askeri operasyon yapacaklarını açıkladı ve 4 Nisan günü Trablus saldırısına başladı. Operasyonun başladığı ilk günlerde Tarhuna, Gıryan, Sarman, Sabrata ve Aziziye gibi başkenti çevreleyen bölgelerdeki silahlı gruplar Hafter’e direnç göstermedi ve hatta bazıları Hafter saflarına katıldı. Ancak ilerleyen günlerde Zintan ve Misrata güçleri başta olmak üzere Trablus merkezindeki askeri güçler hızlı bir şekilde toparlanarak Hafter karşısında Trablus müdafaasında etkili bir rol oynamaya başladılar. Hafter böylece uzun süredir bir araya gelmek istemeyen Trablus milislerini ve siyasi aktörlerini istemeyerek de olsa biraya getirmiş oldu.
Her iki taraf da çatışmaların ilk yirmi günlük döneminde hava kuvvetlerini kısıtlı bir çerçevede ve birbirlerinin hava kuvvetlerini bertaraf etme amacıyla kullandılar. Hafter’in Bingazi operasyonları sırasında, özellikle hava saldırıları ile kenti yerle bir ettiği ve operasyonun yaklaşık iki yıldan fazla sürdüğü hatırlanırsa, Trablus için de kanlı bir savaş ihtimali bulunduğunu söylemek mümkün. Bu ihtimal, Hafter’in dış güçlerin askeri yardımı ile Trablus savaşını daha kanlı bir noktaya taşıyacağının sinyallerini vermesiyle daha da güçleniyor.
Nitekim 20 Nisan’da BAE'nin, Libya’da sahip olduğu el-Hadim hava üssünden kalkan insansız hava araçları (IHA) ile Trablus merkeze hava saldırısı düzenlediği bildirildi. BAE, daha önce de, 2016 ve 2017 yıllarında Hafter tarafından gerçekleştirilen Derne ve Bingazi’ye yönelik operasyonlara hava saldırıları ile destek sağlamıştı. Hafter’in ülkenin önce doğu bölgesi Barka’da, ardından batı bölgesi Trablus ile güney bölgesi Fizan’da ilerleyişi ve ülkenin önemli bir kısmını kontrolü altına almasında özellikle sağladıkları hava desteğiyle, Mısır ile BAE’nin rolü oldukça büyük. 2014 Ağustosunda ABD, BAE ve Mısır’ın Libya’da gizli bir şekilde askeri operasyon gerçekleştirdiklerini ve Tobruk Temsilciler Meclisi (TM) tarafında savaşan Onur Operasyonu Güçlerine silah sağladıklarını iddia etmişti. Elbette bu dönemde Mısır’ın Trablus’taki Milli Genel Kongre’yi ve Ömer el-Hasi hükümetini tanımadığı ve Tobruk TM ile Başbakanı Abdullah el-Sini’ye destek verdiği bir sır değildi. Ancak 2015 yılına kadar örtülü bir şekilde devam eden bu destek, Libya’da DEAŞ’ın Mısır vatandaşlarını infaz etmesinin ardından, Mısır’ın Libya topraklarında sınır ötesi operasyona başlaması ile açık bir politikaya dönüştü.
Hem BAE’nin hem de Mısır’ın Hafter’e verdiği destek elbette bununla sınırlı değil. Hafter’in başarısız darbe girişiminin ardından Tobruk TM ile ittifak kurduğu tarihten itibaren Mısır, Hafter’in askeri anlamda güçlenmesi ve düzenli bir askeri birlik kurabilmesi için yoğun bir çaba harcadı. Mısır’da gerçekleşen aşiret görüşmeleri, milis güçlerinin Hafter’in liderliğindeki “Libya Ulusal Ordusu” çatısı altında toplanma çabasının merkezi haline dönüştü.
BAE ise özellikle son dönemde, Hafter’in uluslararası meşruiyet arayışına ve Libya’nın liderliği konumuna yükselme çabasına verdiği aktif diplomatik destek ile Libya politikasını genişletmiş oldu. Peş peşe Fransa ve İtalya’nın gerçekleştirdiği Libya zirvelerinin ardından, BM Libya için yeni bir yol haritası belirlediğini açıklamıştı. BM Özel Temsilcisi Gassan Selame'nin yol haritası çerçevesinde, Libya Ulusal Konferansı, Hafter ile Ulusal Mutabakat Hükümeti ve Başkanı Fayiz es-Serrac arasında bir anlaşma yapılmasını ve yeniden Libya'daki rakip kurumları ve aktörleri tek çatı altında birleştirmeyi hedeflemekteydi. Ancak BM arabuluculuğu ile gerçekleşen bu görüşmeler, şubat ayındaki “Fizan Operasyonları” nedeniyle ertelenmişti.
Bunun üzerine BAE, BM destekli görüşmelerin ertelenmesinin ardından Hafter’in elini güçlendirmek adına bir diplomasi turu gerçekleştirilmişti. BAE öncelikle Hafter’in ele geçirdiği güneydeki petrol sahalarında varlığına meşruiyet kazandırmak amacıyla Libya Ulusal Petrol Şirketi başkanı ile görüşerek kurumu, petrol sevkiyatını engelleyen güney petrol sahalarındaki “mücbir sebepleri” kaldırmaya ikna etti. Libya Ulusal Petrol Şirketi, Hafter’in petrol sahasındaki varlığını “olağanüstü bir olay” olarak tanıdıklarını açıkladı. Böylece Hafter’in ve Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nun orada bulunmasını meşrulaştırdı ve Libya’daki kontrolünü güçlendirdi.
Şubat ayının sonlarında ise BAE ve BM girişimleri ile Serrac ve Hafter Abu Dabi'de bir araya gelerek görüşmelere başladı. Her ne kadar bu görüşmelerden Libya’da seçimlerin gerçekleştirilmesine yönelik ortak bir karar çıksa da süreç Hafter’in istediği hızda ilerlemedi. Hafter’in amacı BM tarafından düzenlenen ve 14 Nisan’da yapılması planlanan Libya Ulusal Konferansına, sahadaki kazanımlarını garanti altına da alacak şekilde ve hatta ülkenin siyasi lideri olarak tanındığı güçlü bir konumda katılmaktı. Ancak gelinen noktada Hafter’in diplomatik yolları rafa kaldırdığı ve askeri yöntemlerle ilerleyişine devam etmeyi tercih ettiği görülüyor.
- Kuzey Afrika dış güçlerin rekabet alanına dönüştü
2019 yılı, şimdiden Kuzey Afrika siyasetinin tansiyonun yükseldiği bir yıl olacağa benziyor. Sudan ve Cezayir’deki gelişmelerin ardından Arap Baharı’nın ikinci dalgasının başlayıp başlamadığı tartışmaları devam ederken, Kuzey Afrika, bölge jeopolitiğine dış cephenin eklenmesi ile bölgesel ve uluslararası rekabetin sahası haline geliyor. Bu ülkelerdeki iktidar mücadelesi, BAE, Suudi Arabistan ve en önemli müttefikleri olan Mısır tarafından, bölgede rejimlerini tehdit edebilecek alternatiflerin ortadan kaldırılması için büyük fırsat olarak görülmekte. Hakeza, Libya ve Tunus’taki siyasi aktörler de siyasi belirsizliği aşmak ve kendi lehlerine şekillendirmek adına, iktidar mücadelesinin dış cephesini giderek yoğunlaştırmaktalar. Körfezin iki önemli aktörü, BAE ve Suudi Arabistan ise bu dış cephenin en aktif oyuncuları olarak, Kuzey Afrika siyasetinde yıkıcı bir politika izlemeye devam ediyorlar.
[Tunus, Libya ve Mısır konularında serbest araştırmacı olarak çalışan Nebahat Tanrıverdi Yaşar Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora çalışmalarını sürdürmektedir]