Depremde Kaybettiği Ailesinin Acısı Hala Yüreğinde
Sakarya'da, merkez üssü Kocaeli'nin Gölcük ilçesi olan Marmara Depremi'nde enkazdan çıkmayı başaran Melek Soyhan, aradan geçen 19 yıla rağmen kaybettiği hayat arkadaşı ile iki oğlunu unutamıyor Acılarına 20 ay önce annesini, 4 ay önce de babasını kaybetmesiyle yenileri eklenen Soyhan, çalışma hayatına tutunarak yaşadığı tüm zorlukların üstesinden gelmeye çalışıyor Anne Soyhan: 'Onları 20 sene geçmiş olarak görmüyorum, hep böyle içimde yaşatıyorum. Unutamıyorum. Çalışma hayatı psikolojim için bana çok büyük destek ama yine kendimle baş başa kaldığımda onları unutmak mümkün değil' 'Mezarlık, benim için o kadar değerli ki. Bazen çiçek götürüyorsunuz, onlar soluyor ama sadece bana ait olduğu için orada ben çok mutluyum. Konuşuyorum onlarla, sohbet ediyorum'
Serdivan ilçesinde yaşayan iki çocuk annesi Soyhan (52), merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan Marmara Depremi'ne dört katlı binanın birinci katında yakalandı. Enkazdan sağ kurtulmayı başaran Soyhan, eşi ve 2,5 yaşındaki oğlu Ömer Batuhan ile 13 yaşındaki oğlu Oğuzhan'ı kaybetti.
Ailesini kaybetmenin büyük acısını yaşayan Soyhan, aradan 19 yıl geçmesine rağmen onları hala unutamıyor. Soyhan, yan yana defnedilen eşi ve çocuklarının mezarlarını sık sık ziyaret ederek, onlara dua ediyor, mezarlarını temizliyor.
Yaşadığı acılara bir de 20 ay önce annesini, 4 ay önce de babasının vefatıyla yenileri eklenen Soyhan, acıları katlansa da çalışma hayatına tutunarak yaşadığı zorlukların üstesinden gelmeye çalışıyor.
- "Onları unutmak mümkün değil"
Melek Soyhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin çok sevdiği ailesini kendisinden aldığını söyledi.
Çok büyük acı yaşadığını belirten Soyhan, "Çok büyük felaket. Kimse birbirini bulamadı. Çocuklarımı, eşimi çıkaramadım. Yardım kuruluşları gelene kadar enkaza ulaşamadık. Ulaşıldığında da çocuklarımızı defnettik. Onları 20 sene geçmiş olarak görmüyorum, hep böyle içimde yaşatıyorum. Unutamıyorum. Çalışma hayatı psikolojim için bana çok büyük destek ama yine kendimle baş başa kaldığımda onları unutmak mümkün değil." diye konuştu.
Soyhan, oturdukları dört katlı binanın yıkıldığını fakat yatak odası açıkta kaldığı için enkazdan sağ çıktığını aktararak, o gün toz ve topraktan insanları bulamadıklarını, ortamın mahşer yeri gibi olduğunu söyledi.
Yaşananları atlatmanın çok zor olduğunu ifade eden Soyhan, "Buna atlatmak deniliyorsa peki atlattık diyelim ama her şey dün gibi olduğu için çok fazla da atlattığımı düşünmüyorum. Çünkü her an her dakika gözümün önündeler. Hatırlamamak mümkün değil, ilk iki yıl zaten çok zor geçti. Hiçbir şey düşünmeden, biraz şuursuzca diyeyim, aklımı çok kaybetmek de istemedim, kendi kendimi tedavi ettim ben. İşte psikiyatrilere gideyim, doktorlara gideyim, tedavi olayım, böyle bir şey yapmadım. Daha sonra ailemin büyük desteğiyle çalışma hayatına başladım. Psikolojimi birazcık olsun yendim. Çünkü eğer çalışmasaydım, sürekli kendimi dinleyecektim, kendimi dinlemiş olursam da hastalanacağım, etrafıma da zarar vereceğim. Bu sebepten çalışıp ayakta kalmayı başardım." şeklinde konuştu.
Acısının sadece eşi ve çocuklarıyla kalmadığını, bundan 4 ay önce babasını, 20 ay önce de annesini kaybettiğini dile getiren Soyhan, bu sefer evin hepten karanlık ve sessiz kaldığını dile getirdi.
Melek Soyhan, hayatta tek gerçeğin ölüm olduğunu kaydederek, "Bir şekilde hepimiz öleceğiz. Bence dimdik ayakta durmak lazım. Eli tutan, aklı başında olan herkesin yapabileceği bir iş vardır. Bence çalışmaları lazım." dedi.
- "İnsan ailesini, çocuklarını unutur mu?"
Geçmişe baktığında evini, odasını, mutfağını, oralarda gezinen çocuklarını, bazen kapı zilinin çaldığını, komşularını düşündüğünü belirten Soyhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hayatta olsalardı en çok yapmak isteyeceğim şeyi hiç düşünemedim. Onu düşünmeye vaktim olmadı. Çünkü onların gidişi o kadar büyük acıydı ki, bilmiyorum. Onlarla çok güzel vakit geçirirdim. Genelde onların istediği şeyleri yapardım. Hayatta olsalardı yine onların istediği gibi yaşardım. Onlar mutlu olsun diye herhalde. Mezarlarını sık ziyaret ediyorum. Mezarlık, benim için o kadar değerli ki, yıkılıyor, dökülüyor. Bazen çiçek götürüyorsunuz, onlar soluyor ama sadece bana ait olduğu için orada ben çok mutluyum. Konuşuyorum onlarla, sohbet ediyorum, çiçeklerini suluyorum, topraklarını kazıyorum, 'Yeniden geleceğim.' diyorum, dualarını okuyorum. Çok yoğun çalıştığım için eskisi gibi fazla gidemiyorum. Çalışma saatlerimiz biraz uzun, bu yüzden 15-20 günde bir, bazen ayda 1, şimdi kış olduğu için biraz daha ara verdim. Etrafında bir sürü şehit var, onun yaşında ölmüş bir sürü çocuk var. Onlarla da konuşuyor, çiçeklerini suluyorum. Aslında mezarlığa gittiğimde bir günümü mezarlığa ayırıyorum, onları bırakmadım. Unutulur mu? İnsan ailesini, çocuklarını unutur mu? Ben onlarla büyüdüm, onları terk edemem, olmaz."
Soyhan, depremin korkulacak bir afet olayı olmadığını, binaların insanları öldürdüğünü ifade ederek, bu konuda vatandaşların da duyarlı olması gerektiğini kaydetti.