'Asla Teslim Etmeyeceğim'
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “MHP Genel Başkanı olarak, davanın namusunu kendi namusum biliyor, bu kutlu hareketi asla mütecaviz ellere, müptezel emellere bırakmayacağımı, asla teslim etmeyeceğimi ilan ediyorum” dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Bahçeli, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin dış politikasında pek çok ayak bağının ve açmazının olduğunu ileri süren Bahçeli, “Yıllardan beri, dış politikamız maceracı ve marazi bir zihniyetle ele alınmış, bu şekilde yönetilmiş ve yönlendirilmiştir. İşin garibi, değerli yalnızlıktan bile medet umulmuştur. Fakat haklı olduğumuz konularda haksız sayılmamız, kazanmamız gerekirken kaybetmemiz hatalı ve hamasi dış politik tasavvurun eseridir. Aktif dış politika söyleminden pasif ve edilgen bir pozisyona gelinmesi yılların gaflet ve ihmalinin neticesidir. Ülke olarak; ön alacaktık, önü alınan olduk; sözümüz geçecekti sözü kesilen olduk; caydırıcılığımız artacaktı, her cephede cayan bir duruma düştük. Bölgemizde ve dünyada parlayan yıldız olduğumuz iddia edilmişti. Ne var ki ortada ne bir yıldız ne de bir parlaklık görüldü.
Yalnızca sönmüş ve dumanı tüten bir volkana döndük. Türkiye Orta Doğu’ya model olacak, gıpta ile bakılacak, herkesin örnek alacağı bir ülke olacaktı. Değişim dalgasını biz yönetecektik. Bizden habersiz yaprak bile kımıldamayacaktı. Dünya Türkiye’yi hayranlıkla konuşacaktı. Ancak bu yüksek gayelerin hepsi bir bir hayal ve yalan oldu. Çünkü dış politikamız başka başkentlerin çekim alanına girdi, yabancı tez ve hedeflerin yörüngesine sabitlendi. Siyaset alabora olmuşken, ekonomi yavaşlayıp tökezlerken, iç barış ve huzur iklimi istikrarsızlığa hapsolmuşken dış politikadaki aşırı hedeflerin, hayali taahhütlerin gerçekleşmesi elbette imkânsızdır. Hükümet bunu görememiş, 14 yıl süresince havanda su dövmüş, boşa kürek çekmiştir. Keşke her iddia yerini bulsaydı. Keşke Türkiye bölgesinde ve küresel zeminde süper güce ulaşmış olsaydı. Biz samimiyetle bunu ister, bunu dilerdik” ifadelerini kullandı.
“TURİZM SEKTÖRÜNE MUHAKKAK DESTEK VERİLMELİ, ÜLKEMİZ NORMALLEŞMELİDİR”
Bahçeli, 24 Kasım 2015’den bugüne geçen yedi aylık sürede, Türkiye ile Rusya arasında soğuk savaş yıllarını aratmayacak gerilimlerin yaşandığına dikkat çekerek şunları dedi:
“Haklı yere düşürülen Rus uçakları iki ülke arasındaki ilişkilerin donmasına, durmasına neden olmuştur. Rusya’nın hemen devreye soktuğu yaptırımlar seti Türkiye ekonomisini can evinden vurmuştur. Bilhassa turizm sektörü vahim bir darbe yemiştir. Rus uçakları adeta Akdeniz sahil boyuna düşmüştür. Rezervasyonlar yarı yarıya iptal olmuş, istihdam ve döviz girişinde keskin inişler yaşanmıştır. Turizmcilerimizin şikayetleri haddinden fazladır. Artan terör olayları, patlayan canlı bombalar, dış politikadaki sancılı gidişat turizme doğrudan yansımış, çıkan fatura hem ülke ekonomisine hem de girişimcilerimize zarar vermiştir. Bu yılın ilk beş ayında, özellikle Antalya’ya gelen turist sayısı geçen yıla göre yüzde 42 düşmüş, Rus turist sayısındaki azalma ise yüzde 98’i bulmuştur. Bu tablo elbette kaygı vericidir ve müdahaleyi beklemektedir. Cumhurbaşkanı’nın Putin’e yazdığı mektup, Moskova’ya yeni büyükelçi atanması, Rus Milli Günü’ne katılım gibi girişimler, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi adına yapılan bazı iyimser hamlelerdir. Türkiye’nin komşularıyla iyi geçinmesi, gerekmedikten ve şartlar zorlamadıktan sonra kutuplaşma ve husumete şans tanınmaması milli menfaat açısından elzemdir. AKP hükümeti, milli hak ve konulardan taviz vermeden, önüne çıkana iç politikada mevzi elde etmek için meydan okuma gayretkeşliğine tevessül etmeden, girdiği yanlış ve karanlık yoldan derhal dönmelidir. Komşu ülkelerle ilişkilerimizin tamiri, dış politikanın tümden tashihi gecikmeden sağlanmalıdır. Çünkü içi boş diklenmelerin zararını çeken, sonuçlarına katlanan Türkiye’dir, Türk milletinin tamamıdır. Turizm sektörüne muhakkak surette destek verilmeli, ülkemiz normalleşmelidir. 2016 yılının ikinci yarısı, hükümet tarafından samimiyetle atılım dönemi şeklinde görülüyor ve hedefleniyorsa, bunun icap ve sorumlulukları da harfiyen yapılmalıdır. Lafla peynir gemisi yürütme dönemi geride kalmıştır. Hükümet hayatın gerçekleriyle, milletimizin beklentileriyle mutlaka yüzleşmeli, üstlendiği göreve layık olacak donanım ve dinamizmi gösterebilmelidir."
MÜLTECİLERİN DURUMU
Türkiye’nin giderek çetrefilleşen ve çatallaşan bir mülteci sorununun olduğunu savunan Bahçeli, “Yurdundan yuvasından kopup gelen milyonlarca Suriyeli ve Iraklı’ya kapımızı ve gönlümüzü açtık. Milletçe misafirperverliğimizi özenle yaptık. Komşu komşunun külüne muhtaçtır dedik, sabır ve tahammül gösterdik. Ne var ki, mülteci yığılmasının sosyal, ekonomik ve demografik mahsurlarını parti olarak sürekli dile getirdik, muhataplarımızı ısrarla uyardık. Hükümet ise kulağının üzerine yattı, oralı bile olmadı. Bir önceki Başbakanı Davutoğlu’nun; “Kayseri pazarlığı yaptık” sözleriyle 18 Mart 2016’da AB’yle Geri Kabul Anlaşması imzalandı. Davutoğlu, AB’nin istediği gibi, Ege’de yakalanan bütün mültecileri geri almayı kabul ederek, bunun karşılığı olarak, “AB’nin kendi seçeceği mültecileri Avrupa’ya göndereceklerini” açıklamıştı. Ne var ki, AB’nin mülteci seçme işinin BM Mülteciler Yüksek Kurulu sistemi içinde değerlendirileceğine, kalifiye, vasıflı ve işe yarar kişiler dışında alımın yapılamayacağına nedense değinen hiç olmadı. Avrupa’dan alınan her Suriyeli için bir başka Suriyeliyi mülteci statüsünde alacaklarına inandık, inandırıldık. Bu hezeyanla temellenmiş anlaşma aslında Kayseri pazarlığı değil, at pazarlığıydı; karşılığında para alınacak, 1 Haziran’dan itibaren vize muafiyeti olacaktı. Söylenen, servis edilen, milletimize zafermiş gibi takdim edilen buydu. Türkiye Avrupa’nın sınır bekçisi, mültecilerin toplanma kampı olarak görülmüş, hükümet de buna razı olmuştu. Milli onurumuzu ayaklar altına alan bu anlaşmayla ülkemiz AB’nin keyfine mahkum edilmişti. AB Komisyonu’nun 15 Haziran’da yayımlamış olduğu ikinci raporunda, anlaşmanın hedefine ulaştığı sayılarla ortaya koyulmuş, Ege adalarından alımlarla AB ülkelerine yeniden yerleştirme süreçlerinin standartlara uygun gerçekleştiği vurgulanmıştır. AB, Türkiye’ye vize muafiyeti konusunda ilave şartlar getirmiş ve terörle mücadeleyi kösteklemeye, engellemeye kalkışmıştır” açıklamasını yaptı.
“AÇIKÇA DİYORUM, TÜRKİYE AB’YE MECBUR VE MAHKÛM DEĞİLDİR”
“Sayın Erdoğan’ın Avrupa Parlamentosu’na etkili cevabı da bizleri memnun etmiştir” diyerek sözlerini sürdüren Bahçeli, “Bu YPG denen illet PKK’nın ikizidir. Bu YPG isimli cinayet örgütü, ABD desteğiyle Fırat’ın batısına geçtiğinden beri, tıpkı IŞİD gibi önüne geleni öldürmekte, işkenceye tabi tutmakta, çiftçilerden haraç toplamakta, yargısız infaz ve etnik kıyımla şiddet saçmaktadır. Geçtiğimiz aylarda, Avrupa Konseyi binasının önünde terör örgütü PKK’nın çadır kurmasına izin verenlerin, bu defa koridorlara örgüt flamalarının teşhir edilmesine müsaade etmelerini hangi dostluğa, hangi insanlık değerlerine sığdıralım? Avrupa Birliği’nin bu PKK sevdasının, bu YPG tutkusunun kaynağı nedir? AB’nin tedavisi imkansız kafa yapısına göre, terör Avrupa ülkelerini kana bularsa kötü; ama İstanbul’u, Ankara’yı, Diyarbakır’ı, Şırnak’ı, Mardin’i vurursa iyidir. Brüksel bombalanırsa dünya ayağa kalkar, Ankara’nın kanı akarsa insanlık üç maymunu oynar. Paris’te teröristler ölüm saçarsa ülkeler alarma geçer, Van’da, Hakkari’de, Tunceli’de masumlar acımasızca katledilince hiçbir ülkeden çıt çıkmaz. Gelişmiş olmak demek insan olmak anlamına gelmez. Nitekim robotta gelişmiştir, ama vicdan ve duyguları yoktur. On yıllardır aralarına katılmak istediğimiz birlik üyesi ülkelerin konu Türkiye olunca birden bire hissizleşmesi sadece vicdansızlıkla değil, Türk-İslam müktesebatına nasıl baktıklarını da göstermektedir. Avrupa’ya akın akın giden mültecilerin zor durumlarından istifade ederek Kiliselerde vaftiz ettiren anlayışın, ne demokrasiye ne de özgürlüğe hürmet ve bağlılığı vardır. Gelişmelerden çıkardığımız sonuç budur. Avrupa Parlamentosu’na asılmış YPG flamalarının altında poz veren, terörün yanında sırıta sırıta saf tutan, bu tavırlarıyla Türk milletine alçakça meydan okuyan HDP eşbaşkanı artık çok olmuştur. Biz bu siyasi teröristlerin sırtlarını YPJ’ye, YPG’ye, PYD’ye dayadığını biliyorduk da, Kandil’in AB şubesiyle bu denli haşır neşir olduklarını delilleriyle yeni gördük. Başbakan, AB’ye “varsın orada kalsın vize muafiyetiniz” derken, bir tarafını eksik bırakmıştır. Biz bu eksiği tamamlıyor ve diyoruz ki, vize muafiyetiniz başınızda paralansın, vizeniz kadar başına taş düşsün. AB’ye yakışan bundan böyle zirveleri Kandil’de yapması, yetmiyorsa, İmralı önlerinde yatıya kalması, kapıdan giremiyorsa şansını bacadan deneyerek bebek katiline yüz sürmesidir. Kendilerine yakışan bu olacaktır. Avrupa ülkelerinin; emzikli bebeklerin, henüz doğmamış yavrularımızın kanını dökecek kadar canileşmiş teröristlere ilgi ve sempatileri tam manasıyla Türk düşmanlığıdır. Birleşik Krallık’ta 23 Haziran’da yapılacak AB’den çıkış referandumu beklenen sonucu verirse hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Birleşik Krallığın ayrılması, Avrupa’daki denklemi baştan ayağa değiştirecek, birlik hukukunda büyük bir gedik açacaktır. AB su almakta, tel tel dökülmektedir. Açıkça diyorum, Türkiye AB’ye mecbur ve mahkûm değildir” diye konuştu.
"ARTIK AB’Yİ MASAYA YATIRA ZAMANI GELMİŞTİR"
“Ülkemizin bırakınız kapanmasını, açılmayan müzakere başlıklarıyla yıllardır oyalanması, aşağılanması, küçük görülmesi milli onurun kabul etmeyeceği acziyettir” diyerek sözlerine devam eden Bahçeli, şunları söyledi:
“Gerekirse yeni bir dünya kurar, orada yerimizi alırız. Bunu iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte başarırız. Ne hazindir ki, Birleşik Krallık Başbakanı belirli aralıklarla Türkiye’ye hakareti iş edinmiştir. Emperyalizm mirasçısı bu şahıs diyor ki, “Bu hızla Türkiye 3 bin yılında üye olur.” Şu çelişkiye bakınız ki, bunu söyleyen şahsın ülkesi AB’den çıkmak için iki gün sonra referanduma gidecektir. Birleşik Krallık Başbakanı, Panama belgelerinde yakayı ele verdikten sonra anlaşılan nevri dönmüş, aklı bulanmış, zamanlar arası bocalama yaşamıştır. Bu Sakson zihniyetine, İngiliz sinsiliğine dedelerimiz cevap vermişti; lazım gelirse biz de veririz, biz de haklarından geliriz. Bilinsin ki, Türk milletinin mukaddes surunda delik açtırmayız, Orta Doğu’ya fitne tohumları ekenlerin oyunlarına asla tamam demeyiz. Artık AB’yi masaya yatırma zamanı gelmiştir. AKP bunu yapacak dirayet ve cesareti gösterebilmelidir. Hükümet, milli vicdana tam bir sadakatle hareket eder, Türkiye’nin tarihi haklarını korkusuzca savunursa, Milliyetçi Hareket sorumlu ve milli muhalefet anlayışından dolayı desteğini asla esirgemeyecek, iktidarı yalnız bırakmayacaktır.”
“ALLAH İNANDIRSIN, TURİST ÖMER OLSA HIZINIZA YETİŞEMEZDİ”
Milliyetçi Hareket Partisi’nin, milletinin sinesinde doğmuş, yine milletine hizmetle dolmuş taşmış Türk siyasetinin 47 yıllık destan ve dimağı olduğunu ifade eden Bahçeli, “Parti içi sözde demokrasi arayıp paradigma değişimi propagandasıyla diretenlerin, paralel kuluçkasında pışpışlanıp MHP’ye yuvalanmayı hedeflemiş çürük yumurtalar olduğunu da gayet iyi biliriz. Hatırlarsanız, değişim korosu 15 Mayıs’ta tarlaya doluşmuş, polis bariyerlerine tırmanmış, tozda toprakta bu kutlu davayı cümle aleme mahcup etmişlerdi. Güya kurultay yapacaklardı. Güya 15 Mayıs’ta MHP’yi denetim altına alacaklarını zannediyorlardı. Çünkü aldıkları paralel talimat buydu. İlk etapta, MHP’yi millet nezdinde küçük düşürürlerse, sağından solundan hırpalayıp çekiştirirlerse efendilerinden ödül alacaklar, servet ve şöhretleri artacaktı. Başaramadılar, yorgun argın geldikleri gibi gittiler. 6.Olağanüstü Büyük Kurultay takvimimizi açıklamamıza, 10 Temmuz’da demokratik şölenimizi yapacağımıza rağmen, bu defa da 19 Haziran diye tutturdular, bu kez de otel salonlarına yığıldılar. Malum isimler, geçtiğimiz Pazar günü, 70 yıllık çok partili siyaset hayatımızda bir ilki gerçekleştirdiler ve kendileri çalıp kendileri oynadılar. Bu zamana kadar görülmemiş çirkeflik ve pervasızlıkla sözüm ona Parti Tüzüğümüzde 13 maddelik değişiklik yaptılar. Vay zavallılarla vay; bu kadar mı küçüldünüz, bu kadar mı şuur kaybına uğradınız? Hadi diyelim, kurultay yaptınız. Hadi bunu kabul ettik sayalım. Peki, yargı kararına göre tek maddelik Tüzük değişikliği gündemiyle toplanması gereken bir kurultayda, hele hele hiç kimsenin haberi olmadan 13 maddeyi hangi ara değiştirdiniz? Merkez Yönetim Kurulu ile Genel Başkan yetkilerini nasıl tırpanlandınız? Bu kararmış aklı, bu ucube hakkı size hangi satılmış, hangi MHP düşmanı verdi? Gözle kaş arasında açılması usulen mümkün olmayan kurultay açıldı, saatlerce delege sayımı yapıldı, gecikmeyle divan seçildi ve çok geçmedi oylama yapılarak Tüzük maddeleri değiştirilmiş oldu. Allah inandırsın, Turist Ömer olsa hızınıza yetişemezdi. Korsan kurultaya kim katıldı, kaç kişi katıldı, neye onay verdi, neye zorlandı belli olmadan, bir baktık ki olan olmuş, Tüzüğün 13 maddesi değişivermiş. Benim diyen madrabazın yapamayacağı bir kurnazlıkla adrese teslim iş tamamlanmış. Ankara 13.Noter, bir gün sonra zorlaya zorlaya 656 delegenin salonda hazır bulunduğunu açıklamıştır. Ne var ki, hiçbir vicdan sahibi çıkıp da, Tüzük hükümlerinde yapılacak bir değişiklik için Denekler Kanunuyla, Türk Medeni Kanunun 78 ve 81’nci maddeleri kapsamında, toplam delege sayısının üçte iki çoğunluğunun aranacağını söyleyememiştir. Salt çoğunlukla Tüzük değiştirilemeyeceğini tescil eden emsal Yargı kararlarını hatırlayan ise hiç olmamıştır. Bizim toplam delege sayımızın üçte iki çoğunluğu 809’dur. Noter 656 delegenin salonda hazır bulunduğunu açıklamıştır. Karar yeter sayısıyla toplantı yeter sayısını karıştıran, Tüzük değişikliğini kanunsuz şekilde oldubittiye getirerek 47 yılımızı inkar eden birkaç densize bu partiyi teslim edeceğimiz, buyurun ne yaparsanız yapın diyeceğimiz mi sanılmaktadır? Nerede bu yoğurdun bolluğu, nerede bu suyun kaynağı? Söylesinler de biz de bilelim, biz de gidip içelim. Şu keyfe ve cürete bakınız, 10 Temmuz’da Olağanüstü Büyük Kurultayı sözde seçilmiş divan yapacakmış. Biz de sadece misafir olarak katılacakmışız. Türk siyasetinde böyle bir kepazelik ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Temiz duygularla Ankara’ya gelen delege kardeşlerim, oyunu görün, oyunun sinsiliğini ve kahpeliğini anlayın. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak, davanın namusunu kendi namusum biliyor, bu kutlu hareketi asla mütecaviz ellere, müptezel emellere bırakmayacağımı, asla teslim etmeyeceğimi bir kez daha ilan ediyorum. Tüm delegelerimizi, tüm dava arkadaşlarımızı 10 Temmuz’da 6.Olağanüstü Büyük Kurultayımızı yapmak için Ankara’ya bekliyorum” açıklamasında bulundu.
Kaynak: İHA
Yalnızca sönmüş ve dumanı tüten bir volkana döndük. Türkiye Orta Doğu’ya model olacak, gıpta ile bakılacak, herkesin örnek alacağı bir ülke olacaktı. Değişim dalgasını biz yönetecektik. Bizden habersiz yaprak bile kımıldamayacaktı. Dünya Türkiye’yi hayranlıkla konuşacaktı. Ancak bu yüksek gayelerin hepsi bir bir hayal ve yalan oldu. Çünkü dış politikamız başka başkentlerin çekim alanına girdi, yabancı tez ve hedeflerin yörüngesine sabitlendi. Siyaset alabora olmuşken, ekonomi yavaşlayıp tökezlerken, iç barış ve huzur iklimi istikrarsızlığa hapsolmuşken dış politikadaki aşırı hedeflerin, hayali taahhütlerin gerçekleşmesi elbette imkânsızdır. Hükümet bunu görememiş, 14 yıl süresince havanda su dövmüş, boşa kürek çekmiştir. Keşke her iddia yerini bulsaydı. Keşke Türkiye bölgesinde ve küresel zeminde süper güce ulaşmış olsaydı. Biz samimiyetle bunu ister, bunu dilerdik” ifadelerini kullandı.
“TURİZM SEKTÖRÜNE MUHAKKAK DESTEK VERİLMELİ, ÜLKEMİZ NORMALLEŞMELİDİR”
Bahçeli, 24 Kasım 2015’den bugüne geçen yedi aylık sürede, Türkiye ile Rusya arasında soğuk savaş yıllarını aratmayacak gerilimlerin yaşandığına dikkat çekerek şunları dedi:
“Haklı yere düşürülen Rus uçakları iki ülke arasındaki ilişkilerin donmasına, durmasına neden olmuştur. Rusya’nın hemen devreye soktuğu yaptırımlar seti Türkiye ekonomisini can evinden vurmuştur. Bilhassa turizm sektörü vahim bir darbe yemiştir. Rus uçakları adeta Akdeniz sahil boyuna düşmüştür. Rezervasyonlar yarı yarıya iptal olmuş, istihdam ve döviz girişinde keskin inişler yaşanmıştır. Turizmcilerimizin şikayetleri haddinden fazladır. Artan terör olayları, patlayan canlı bombalar, dış politikadaki sancılı gidişat turizme doğrudan yansımış, çıkan fatura hem ülke ekonomisine hem de girişimcilerimize zarar vermiştir. Bu yılın ilk beş ayında, özellikle Antalya’ya gelen turist sayısı geçen yıla göre yüzde 42 düşmüş, Rus turist sayısındaki azalma ise yüzde 98’i bulmuştur. Bu tablo elbette kaygı vericidir ve müdahaleyi beklemektedir. Cumhurbaşkanı’nın Putin’e yazdığı mektup, Moskova’ya yeni büyükelçi atanması, Rus Milli Günü’ne katılım gibi girişimler, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi adına yapılan bazı iyimser hamlelerdir. Türkiye’nin komşularıyla iyi geçinmesi, gerekmedikten ve şartlar zorlamadıktan sonra kutuplaşma ve husumete şans tanınmaması milli menfaat açısından elzemdir. AKP hükümeti, milli hak ve konulardan taviz vermeden, önüne çıkana iç politikada mevzi elde etmek için meydan okuma gayretkeşliğine tevessül etmeden, girdiği yanlış ve karanlık yoldan derhal dönmelidir. Komşu ülkelerle ilişkilerimizin tamiri, dış politikanın tümden tashihi gecikmeden sağlanmalıdır. Çünkü içi boş diklenmelerin zararını çeken, sonuçlarına katlanan Türkiye’dir, Türk milletinin tamamıdır. Turizm sektörüne muhakkak surette destek verilmeli, ülkemiz normalleşmelidir. 2016 yılının ikinci yarısı, hükümet tarafından samimiyetle atılım dönemi şeklinde görülüyor ve hedefleniyorsa, bunun icap ve sorumlulukları da harfiyen yapılmalıdır. Lafla peynir gemisi yürütme dönemi geride kalmıştır. Hükümet hayatın gerçekleriyle, milletimizin beklentileriyle mutlaka yüzleşmeli, üstlendiği göreve layık olacak donanım ve dinamizmi gösterebilmelidir."
MÜLTECİLERİN DURUMU
Türkiye’nin giderek çetrefilleşen ve çatallaşan bir mülteci sorununun olduğunu savunan Bahçeli, “Yurdundan yuvasından kopup gelen milyonlarca Suriyeli ve Iraklı’ya kapımızı ve gönlümüzü açtık. Milletçe misafirperverliğimizi özenle yaptık. Komşu komşunun külüne muhtaçtır dedik, sabır ve tahammül gösterdik. Ne var ki, mülteci yığılmasının sosyal, ekonomik ve demografik mahsurlarını parti olarak sürekli dile getirdik, muhataplarımızı ısrarla uyardık. Hükümet ise kulağının üzerine yattı, oralı bile olmadı. Bir önceki Başbakanı Davutoğlu’nun; “Kayseri pazarlığı yaptık” sözleriyle 18 Mart 2016’da AB’yle Geri Kabul Anlaşması imzalandı. Davutoğlu, AB’nin istediği gibi, Ege’de yakalanan bütün mültecileri geri almayı kabul ederek, bunun karşılığı olarak, “AB’nin kendi seçeceği mültecileri Avrupa’ya göndereceklerini” açıklamıştı. Ne var ki, AB’nin mülteci seçme işinin BM Mülteciler Yüksek Kurulu sistemi içinde değerlendirileceğine, kalifiye, vasıflı ve işe yarar kişiler dışında alımın yapılamayacağına nedense değinen hiç olmadı. Avrupa’dan alınan her Suriyeli için bir başka Suriyeliyi mülteci statüsünde alacaklarına inandık, inandırıldık. Bu hezeyanla temellenmiş anlaşma aslında Kayseri pazarlığı değil, at pazarlığıydı; karşılığında para alınacak, 1 Haziran’dan itibaren vize muafiyeti olacaktı. Söylenen, servis edilen, milletimize zafermiş gibi takdim edilen buydu. Türkiye Avrupa’nın sınır bekçisi, mültecilerin toplanma kampı olarak görülmüş, hükümet de buna razı olmuştu. Milli onurumuzu ayaklar altına alan bu anlaşmayla ülkemiz AB’nin keyfine mahkum edilmişti. AB Komisyonu’nun 15 Haziran’da yayımlamış olduğu ikinci raporunda, anlaşmanın hedefine ulaştığı sayılarla ortaya koyulmuş, Ege adalarından alımlarla AB ülkelerine yeniden yerleştirme süreçlerinin standartlara uygun gerçekleştiği vurgulanmıştır. AB, Türkiye’ye vize muafiyeti konusunda ilave şartlar getirmiş ve terörle mücadeleyi kösteklemeye, engellemeye kalkışmıştır” açıklamasını yaptı.
“AÇIKÇA DİYORUM, TÜRKİYE AB’YE MECBUR VE MAHKÛM DEĞİLDİR”
“Sayın Erdoğan’ın Avrupa Parlamentosu’na etkili cevabı da bizleri memnun etmiştir” diyerek sözlerini sürdüren Bahçeli, “Bu YPG denen illet PKK’nın ikizidir. Bu YPG isimli cinayet örgütü, ABD desteğiyle Fırat’ın batısına geçtiğinden beri, tıpkı IŞİD gibi önüne geleni öldürmekte, işkenceye tabi tutmakta, çiftçilerden haraç toplamakta, yargısız infaz ve etnik kıyımla şiddet saçmaktadır. Geçtiğimiz aylarda, Avrupa Konseyi binasının önünde terör örgütü PKK’nın çadır kurmasına izin verenlerin, bu defa koridorlara örgüt flamalarının teşhir edilmesine müsaade etmelerini hangi dostluğa, hangi insanlık değerlerine sığdıralım? Avrupa Birliği’nin bu PKK sevdasının, bu YPG tutkusunun kaynağı nedir? AB’nin tedavisi imkansız kafa yapısına göre, terör Avrupa ülkelerini kana bularsa kötü; ama İstanbul’u, Ankara’yı, Diyarbakır’ı, Şırnak’ı, Mardin’i vurursa iyidir. Brüksel bombalanırsa dünya ayağa kalkar, Ankara’nın kanı akarsa insanlık üç maymunu oynar. Paris’te teröristler ölüm saçarsa ülkeler alarma geçer, Van’da, Hakkari’de, Tunceli’de masumlar acımasızca katledilince hiçbir ülkeden çıt çıkmaz. Gelişmiş olmak demek insan olmak anlamına gelmez. Nitekim robotta gelişmiştir, ama vicdan ve duyguları yoktur. On yıllardır aralarına katılmak istediğimiz birlik üyesi ülkelerin konu Türkiye olunca birden bire hissizleşmesi sadece vicdansızlıkla değil, Türk-İslam müktesebatına nasıl baktıklarını da göstermektedir. Avrupa’ya akın akın giden mültecilerin zor durumlarından istifade ederek Kiliselerde vaftiz ettiren anlayışın, ne demokrasiye ne de özgürlüğe hürmet ve bağlılığı vardır. Gelişmelerden çıkardığımız sonuç budur. Avrupa Parlamentosu’na asılmış YPG flamalarının altında poz veren, terörün yanında sırıta sırıta saf tutan, bu tavırlarıyla Türk milletine alçakça meydan okuyan HDP eşbaşkanı artık çok olmuştur. Biz bu siyasi teröristlerin sırtlarını YPJ’ye, YPG’ye, PYD’ye dayadığını biliyorduk da, Kandil’in AB şubesiyle bu denli haşır neşir olduklarını delilleriyle yeni gördük. Başbakan, AB’ye “varsın orada kalsın vize muafiyetiniz” derken, bir tarafını eksik bırakmıştır. Biz bu eksiği tamamlıyor ve diyoruz ki, vize muafiyetiniz başınızda paralansın, vizeniz kadar başına taş düşsün. AB’ye yakışan bundan böyle zirveleri Kandil’de yapması, yetmiyorsa, İmralı önlerinde yatıya kalması, kapıdan giremiyorsa şansını bacadan deneyerek bebek katiline yüz sürmesidir. Kendilerine yakışan bu olacaktır. Avrupa ülkelerinin; emzikli bebeklerin, henüz doğmamış yavrularımızın kanını dökecek kadar canileşmiş teröristlere ilgi ve sempatileri tam manasıyla Türk düşmanlığıdır. Birleşik Krallık’ta 23 Haziran’da yapılacak AB’den çıkış referandumu beklenen sonucu verirse hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Birleşik Krallığın ayrılması, Avrupa’daki denklemi baştan ayağa değiştirecek, birlik hukukunda büyük bir gedik açacaktır. AB su almakta, tel tel dökülmektedir. Açıkça diyorum, Türkiye AB’ye mecbur ve mahkûm değildir” diye konuştu.
"ARTIK AB’Yİ MASAYA YATIRA ZAMANI GELMİŞTİR"
“Ülkemizin bırakınız kapanmasını, açılmayan müzakere başlıklarıyla yıllardır oyalanması, aşağılanması, küçük görülmesi milli onurun kabul etmeyeceği acziyettir” diyerek sözlerine devam eden Bahçeli, şunları söyledi:
“Gerekirse yeni bir dünya kurar, orada yerimizi alırız. Bunu iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte başarırız. Ne hazindir ki, Birleşik Krallık Başbakanı belirli aralıklarla Türkiye’ye hakareti iş edinmiştir. Emperyalizm mirasçısı bu şahıs diyor ki, “Bu hızla Türkiye 3 bin yılında üye olur.” Şu çelişkiye bakınız ki, bunu söyleyen şahsın ülkesi AB’den çıkmak için iki gün sonra referanduma gidecektir. Birleşik Krallık Başbakanı, Panama belgelerinde yakayı ele verdikten sonra anlaşılan nevri dönmüş, aklı bulanmış, zamanlar arası bocalama yaşamıştır. Bu Sakson zihniyetine, İngiliz sinsiliğine dedelerimiz cevap vermişti; lazım gelirse biz de veririz, biz de haklarından geliriz. Bilinsin ki, Türk milletinin mukaddes surunda delik açtırmayız, Orta Doğu’ya fitne tohumları ekenlerin oyunlarına asla tamam demeyiz. Artık AB’yi masaya yatırma zamanı gelmiştir. AKP bunu yapacak dirayet ve cesareti gösterebilmelidir. Hükümet, milli vicdana tam bir sadakatle hareket eder, Türkiye’nin tarihi haklarını korkusuzca savunursa, Milliyetçi Hareket sorumlu ve milli muhalefet anlayışından dolayı desteğini asla esirgemeyecek, iktidarı yalnız bırakmayacaktır.”
“ALLAH İNANDIRSIN, TURİST ÖMER OLSA HIZINIZA YETİŞEMEZDİ”
Milliyetçi Hareket Partisi’nin, milletinin sinesinde doğmuş, yine milletine hizmetle dolmuş taşmış Türk siyasetinin 47 yıllık destan ve dimağı olduğunu ifade eden Bahçeli, “Parti içi sözde demokrasi arayıp paradigma değişimi propagandasıyla diretenlerin, paralel kuluçkasında pışpışlanıp MHP’ye yuvalanmayı hedeflemiş çürük yumurtalar olduğunu da gayet iyi biliriz. Hatırlarsanız, değişim korosu 15 Mayıs’ta tarlaya doluşmuş, polis bariyerlerine tırmanmış, tozda toprakta bu kutlu davayı cümle aleme mahcup etmişlerdi. Güya kurultay yapacaklardı. Güya 15 Mayıs’ta MHP’yi denetim altına alacaklarını zannediyorlardı. Çünkü aldıkları paralel talimat buydu. İlk etapta, MHP’yi millet nezdinde küçük düşürürlerse, sağından solundan hırpalayıp çekiştirirlerse efendilerinden ödül alacaklar, servet ve şöhretleri artacaktı. Başaramadılar, yorgun argın geldikleri gibi gittiler. 6.Olağanüstü Büyük Kurultay takvimimizi açıklamamıza, 10 Temmuz’da demokratik şölenimizi yapacağımıza rağmen, bu defa da 19 Haziran diye tutturdular, bu kez de otel salonlarına yığıldılar. Malum isimler, geçtiğimiz Pazar günü, 70 yıllık çok partili siyaset hayatımızda bir ilki gerçekleştirdiler ve kendileri çalıp kendileri oynadılar. Bu zamana kadar görülmemiş çirkeflik ve pervasızlıkla sözüm ona Parti Tüzüğümüzde 13 maddelik değişiklik yaptılar. Vay zavallılarla vay; bu kadar mı küçüldünüz, bu kadar mı şuur kaybına uğradınız? Hadi diyelim, kurultay yaptınız. Hadi bunu kabul ettik sayalım. Peki, yargı kararına göre tek maddelik Tüzük değişikliği gündemiyle toplanması gereken bir kurultayda, hele hele hiç kimsenin haberi olmadan 13 maddeyi hangi ara değiştirdiniz? Merkez Yönetim Kurulu ile Genel Başkan yetkilerini nasıl tırpanlandınız? Bu kararmış aklı, bu ucube hakkı size hangi satılmış, hangi MHP düşmanı verdi? Gözle kaş arasında açılması usulen mümkün olmayan kurultay açıldı, saatlerce delege sayımı yapıldı, gecikmeyle divan seçildi ve çok geçmedi oylama yapılarak Tüzük maddeleri değiştirilmiş oldu. Allah inandırsın, Turist Ömer olsa hızınıza yetişemezdi. Korsan kurultaya kim katıldı, kaç kişi katıldı, neye onay verdi, neye zorlandı belli olmadan, bir baktık ki olan olmuş, Tüzüğün 13 maddesi değişivermiş. Benim diyen madrabazın yapamayacağı bir kurnazlıkla adrese teslim iş tamamlanmış. Ankara 13.Noter, bir gün sonra zorlaya zorlaya 656 delegenin salonda hazır bulunduğunu açıklamıştır. Ne var ki, hiçbir vicdan sahibi çıkıp da, Tüzük hükümlerinde yapılacak bir değişiklik için Denekler Kanunuyla, Türk Medeni Kanunun 78 ve 81’nci maddeleri kapsamında, toplam delege sayısının üçte iki çoğunluğunun aranacağını söyleyememiştir. Salt çoğunlukla Tüzük değiştirilemeyeceğini tescil eden emsal Yargı kararlarını hatırlayan ise hiç olmamıştır. Bizim toplam delege sayımızın üçte iki çoğunluğu 809’dur. Noter 656 delegenin salonda hazır bulunduğunu açıklamıştır. Karar yeter sayısıyla toplantı yeter sayısını karıştıran, Tüzük değişikliğini kanunsuz şekilde oldubittiye getirerek 47 yılımızı inkar eden birkaç densize bu partiyi teslim edeceğimiz, buyurun ne yaparsanız yapın diyeceğimiz mi sanılmaktadır? Nerede bu yoğurdun bolluğu, nerede bu suyun kaynağı? Söylesinler de biz de bilelim, biz de gidip içelim. Şu keyfe ve cürete bakınız, 10 Temmuz’da Olağanüstü Büyük Kurultayı sözde seçilmiş divan yapacakmış. Biz de sadece misafir olarak katılacakmışız. Türk siyasetinde böyle bir kepazelik ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Temiz duygularla Ankara’ya gelen delege kardeşlerim, oyunu görün, oyunun sinsiliğini ve kahpeliğini anlayın. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak, davanın namusunu kendi namusum biliyor, bu kutlu hareketi asla mütecaviz ellere, müptezel emellere bırakmayacağımı, asla teslim etmeyeceğimi bir kez daha ilan ediyorum. Tüm delegelerimizi, tüm dava arkadaşlarımızı 10 Temmuz’da 6.Olağanüstü Büyük Kurultayımızı yapmak için Ankara’ya bekliyorum” açıklamasında bulundu.