GÖRÜŞ - ABD'de Başkanlık Seçimine FBI Damgası
FBI'ın, Clinton'ı 'temize çıkaran' son açıklaması, email soruşturması nedeniyle son günlerde kamuoyu desteğini hızla kaybeden Demokrat Parti adayını yeniden avantajlı konuma getirdi Cumhuriyetçi aday Trump'ın mağlup olması halinde seçim sonucunu tanımayacağı yönündeki ısrarı, seçimin ardından başkanın mahkeme kararıyla belirlendiği 2000 yılında hukuk savaşının yeniden yaşanabileceğinin işareti.
SEDAT AYBAR - Demokrat Parti’nin başkan adayı Hillary Clinton’ın elektronik mesajları ile ilgili olarak FBI’ın yeniden başlattığı soruşturmanın başkanlık seçim sonucunu değiştirme potansiyeli yüksekti. Söz konusu mesajlarda bir suç unsuru bulunmuş olsaydı kamuoyu yoklamalarının kazanacağını kesin olarak ilan ettikleri Hillary Clinton’ı zorlu bir seçim yarışı bekliyor olacaktı.
FBI Başkanı James Comey’nin, ekim ayı sonunda yaptığı açıklamanın ardından açık ara önde olan Clinton ile Cumhuriyetçi Trump arasındaki fark hızla kapanmış, hatta bazı kamuoyu yoklamaları Trump’ı önde göstermeye başlamıştı. FBI’ın en son açıklamasıyla Clinton 'temize' çıktı, Trump’ın seçilme şansı yok seviyesine indi, Demokratların etrafındaki kara bulutlar dağıldı, Asya’da piyasalar yükseldi, Meksika Peso’su değer kazandı.
Elektronik mesajlarla ilgili son gelişmeleri ve Clinton’ın önlenemez seçim zaferini kısaca irdeleyelim:
Temmuz 2016’da suç unsuru aranan ama sonunda FBI’ın takipsizlik kararı verdiği Clinton’ın elektronik mesajlarıyla ilgili dosyayı FBI Başkanı James Comey, 28 Ekim’de tekrar gündeme getirdi. Bu mesajlarda suç unsuru olup olmadığı araştırılacaktı. Clinton’ın seçim kampanyasını yürütenler Comey’nin 4 Kasım’a kadar bildiklerini açıklaması gerektiğini dayattılar. Mesleki geleceği daha şimdiden tehlikeye girmiş olan FBI başkanının seçim sonucunu değiştirebilecek bilgiyi seçim öncesinde açıklamış olmasının suç teşkil ettiğini söylüyorlardı. Cumhuriyetçi cephedekiler ise Clinton’a yüklenmek için bir son şans yakalamış oldukları kanaatindeydi. Comey’nin en son yaptığı “mesajlarda suç unsuru bulunmadı” açıklamasıyla seçim sonucu da artık belli olmuş gibi.
FBI’ın, Kongre, Başkan, Senato, CIA ve Anayasa Mahkemesi gibi sivil demokrasinin garantisi olduğu iddia edilen dengeleyici kurumlardan biri olarak kabul edilmesinin Comey’nin omzuna yüklediği anayasal bir yük bulunuyor. Buna göre, FBI başkanının konuşması kadar susması da seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir unsur. Yani, konuşması veya susması, duruma göre yoruma açık. Bu yüzden, Comey’nin kariyerindeki gelişmelerin ne olacağı seçim sonrasında da yakından takip edilecek gibi duruyor.
Aslında, elektronik mesajlar dosyasının tekrar açılmasına neden olan gelişmenin seçimlerle pek ilgisi yok. Bambaşka bir soruşturma sonucu tesadüfen ortaya çıkan mesajların suça delil olma özelliği yüzünden başlatılan bir soruşturma bu. Hillary Clinton’a ait üç adet e-mail adresinin 'server'larından” kendi kişisel server'ına gelen mesajlarla ilgilenen yardımcısı Huma Abidin’in ayrılmış eski Kongre üyesi kocası Anthony D. Weineer’ın, internette on beş yaşındaki bir kız çocuğuyla yaptığı 'chatleşme' (Amerika’da bu tür yazışmalara 'sexting' deniyor) soruşturmasında, bilgisayarında Clinton adına yapılan yazışmaların New York polisi tarafından bulunması tetikliyor soruşturmayı.
Yapılan incelemede bu mesajların daha önce incelenmiş olan mesajlardan farklı oldukları ortaya çıkıyor. Comey, seçimlere altmış gün kala başlayan yasaklar yüzünden mesajlarla ilgili soruşturmanın açıklanıp açıklanmaması konusunda ikilemde kalıyor ve hukuki yardım alıyor. Sonunda mesajlarla ilgili soruşturmanın yeniden başlatıldığı açıklamasını yapıyor.
Clinton, bir Cumhuriyetçi olmasına rağmen Başkan Obama tarafından bu göreve atanan Comey’yi, seçimi Trump lehine çevirmek için bu açıklamayı yapmakla suçluyor. Comey’nin ise kendisini, Weineer’ın 'sexting’ini' soruşturanların elektronik postaları kendisinden bağımsız olarak açıklama olasılığına karşı korumak istemiş olabileceği öne sürülüyor. Elinde olan bilgiyi açıklamayarak, potansiyel bir 'suçluyu' başkanlık seçiminde kayırmak, seçimleri Clinton lehine çevirmek için susmayı tercih etmekle suçlanma ihtimaline karşı, kendini korumak için bu açıklamayı yapmış olduğu da iddia ediliyor. Öte yandan, Comey’nin açıklamalarının Clinton’ı kayıran bir boyutu olduğu söylenebilir. Özellikle, en son gelişmenin Clinton kampına kesin zafer fırsatı yaratması göz önünde bulundurulunca.
Seçimlerle ilgili üzerinde pek durulmayan başka bir boyut daha var. Bu da üçüncü adaylarla ilgili olan boyut. Bugün tüm dünyanın ilgiyle izlediği, 8 Kasım seçimlerinde de benzeri bir gelişme olabilir mi?
Genel beklenti, kayda değer bir farkla Demokratların adayı Hillary Clinton’ın seçimi kazanacağı yönünde. Başkan Obama’nın, medyanın, basının, idarenin ve hatta neo-con’ların desteklediği Clinton, erken oy kullanma izni verilen eyaletlerde şu ana kadar önde gidiyor. Ancak, kamuoyu yoklamalarının bildirdiğine göre özellikle ilk FBI açıklamasından sonra Donald Trump’la arasındaki fark da giderek azalıyordu.
Statükonun, zenginlerin ve iktidar merkezinin temsilcisi olmakla eleştirilen Clinton birçok seçmen tarafından güvenilmez bulunuyor. Arkasında açıklanmış ve açıklanmamış pek çok skandal var. En sonuncusu elektronik mesajlar ile ilgiliydi. Öte yandan, Rus lider Putin tarafından beğenilmenin getirdiği dezavantaja ek olarak ağzına geleni söyleyen, kaba, ırkçı ve cinsiyetçi söylemleriyle Trump’ın başkanlık görevi için uygun olmayacağını düşünenler ise bir hayli kalabalık. Trump, “seçimin kendisinden çalındığını”, bu seçimlerde, basının “kayıtsız şartsız Clinton’ın arkasında durduğunu, sanki hiç seçim olmayacakmış gibi sonucun şimdiden ilan edildiğini” iddia ediyor. Trump “kendisi kazanamazsa seçim sonucunu kabullenmeyeceğini” bildirmişti ama Cumhuriyetçilerin Başkan yardımcısı adayı Pence, “kesinlik gösteren sonucu herkesin kabul edeceğini” bildirerek bu konudaki tartışmalara bir bakıma noktayı koydu.
Seçimlere, arada kalmış, ülkenin çıkarlarının büyük şirketlerin çıkarlarından farklı olduğunu düşünen, çevreci, azınlık ve göçmen yanlısı, ne Trump’a ne de Clinton’a güvenen seçmen kitlesini cezbeden ve yaygın medyanın çok fazla üzerinde durmadığı Jill Stein de katılıyor. Seçimlerde belirleyici olabilecek üçüncü unsur bu. Stein, bugüne kadar ABD’nin sorunlarının, büyük sermayenin temsilcilerinin çıkarları doğrultusunda, kötü olandan daha az kötü olan siyasetçinin tercih edilmesi yüzünden sürekli arttığını, bu üçüncü unsurun güçlenmesinin demokrasiyi de güçlendireceğini iddia ediyor. Ancak sol seçmenin, George W. Bush deneyimini yaşatan 2000 yılında yaptığı tercihi, son saniye kararla bu seçimde kullanmaktan imtina etme olasılığı da not edilmeli.
Stein’in seçim çalışması daha çok yeraltına enjekte edilen tazyikli su ile doğal gaz ve petrolün çıkarılmasını hedefleyen, böylece suni depremler yaratan 'fracking' denilen sistemin eleştirilmesi üzerinden yürüyor. Bu suni depremlerin uygulandığı yerlerde yaratılan hasarların halkı bezdirdiği söyleniyor. Özellikle Kuzey Dakota ve Colorado’da Kızılderili arazilerinin 'fracking' için kanunsuz bir şekilde ele geçirilmesine karşı çıkan bir söylemi, Suriye, göç, göçmenler, çevre ve kadın sorunlarına doğru yaygınlaştırıyor.
Üçüncülerin bazı seçimlerde ne kadar önemli olduğu ve sonucu belirlediği biliniyor. Daha önce Demokrat Al Gore ile George W. Bush arasında 2000 yılındaki seçimin mahkemede sonuca bağlanması hatırlardadır. O seçimde, birbirlerine çok yakın oy alan iki adaydan Al Gore’un seçimi kaybetmesine yol açan faktörün Ralph Nader olduğu söyleniyor. Nader’ın seçimden çekilmesinin yönlendireceği sol oyların Al Gore’u iktidara kesin olarak taşıyabileceği iddia ediliyordu. Bu oyların Al Gore’a gelmemesiyle tehlikeye düşen seçimi, Demokratlar mahkeme kararıyla kaybetmişti.
En son FBI açıklamasının ardından son saniye gelişmelerin, özellikle Clinton taraftarlarının oylarını Jill Stein’e kaydırabilme olasılığını da ortadan kaldırmış oldu. Stein ve diğer küçük partilerin oy oranının Clinton aleyhine artması, özellikle Trump’la arasındaki fark azalan Clinton için seçimin kesin kaybedilmesi anlamına gelecekti. Ancak bu ihtimal de büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda.
Bugüne gelinceye kadar bazıları kocasıyla bağlantılı birçok skandalı da taşımış olduğu söylenen Clinton’ın geçmişi artık mercek altına alınmış durumda. Clinton’ın başkan olduğu ABD’de neler yapacağı bunun üzerinden tahmin edilmeye çalışılıyor. Hırslı insanların, 'iktidar arzusunun' yarattığı ibret verici bir kişisel tarih bu. Gençlikte, haklı ve masum davaların peşinde koşarak başlayan ama iktidar arzularının biçimsizleştirdiği bir hırsın tarihi söz konusu olan. Bir devlet başkanının linç edilmesinin görüntülerini izlerken gülerek, “geldik, gördük ve öldü” demekten alıkoyamayan bir hırsın tarihi. Elinde dünyanın tüm bölgelerinde şiddet uygulama imkanı bulunduran ülkenin temsilcisinden, hukukun üstünlüğüne inananların endişe duyulabileceği bir duruş bu. Bu anlayışın, bu tavır alışın dünyaya nasıl çeki düzen vermeye çalışacağını izleyeceğiz önümüzdeki yıllarda.
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: AA
FBI Başkanı James Comey’nin, ekim ayı sonunda yaptığı açıklamanın ardından açık ara önde olan Clinton ile Cumhuriyetçi Trump arasındaki fark hızla kapanmış, hatta bazı kamuoyu yoklamaları Trump’ı önde göstermeye başlamıştı. FBI’ın en son açıklamasıyla Clinton 'temize' çıktı, Trump’ın seçilme şansı yok seviyesine indi, Demokratların etrafındaki kara bulutlar dağıldı, Asya’da piyasalar yükseldi, Meksika Peso’su değer kazandı.
Elektronik mesajlarla ilgili son gelişmeleri ve Clinton’ın önlenemez seçim zaferini kısaca irdeleyelim:
Temmuz 2016’da suç unsuru aranan ama sonunda FBI’ın takipsizlik kararı verdiği Clinton’ın elektronik mesajlarıyla ilgili dosyayı FBI Başkanı James Comey, 28 Ekim’de tekrar gündeme getirdi. Bu mesajlarda suç unsuru olup olmadığı araştırılacaktı. Clinton’ın seçim kampanyasını yürütenler Comey’nin 4 Kasım’a kadar bildiklerini açıklaması gerektiğini dayattılar. Mesleki geleceği daha şimdiden tehlikeye girmiş olan FBI başkanının seçim sonucunu değiştirebilecek bilgiyi seçim öncesinde açıklamış olmasının suç teşkil ettiğini söylüyorlardı. Cumhuriyetçi cephedekiler ise Clinton’a yüklenmek için bir son şans yakalamış oldukları kanaatindeydi. Comey’nin en son yaptığı “mesajlarda suç unsuru bulunmadı” açıklamasıyla seçim sonucu da artık belli olmuş gibi.
FBI’ın, Kongre, Başkan, Senato, CIA ve Anayasa Mahkemesi gibi sivil demokrasinin garantisi olduğu iddia edilen dengeleyici kurumlardan biri olarak kabul edilmesinin Comey’nin omzuna yüklediği anayasal bir yük bulunuyor. Buna göre, FBI başkanının konuşması kadar susması da seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir unsur. Yani, konuşması veya susması, duruma göre yoruma açık. Bu yüzden, Comey’nin kariyerindeki gelişmelerin ne olacağı seçim sonrasında da yakından takip edilecek gibi duruyor.
Aslında, elektronik mesajlar dosyasının tekrar açılmasına neden olan gelişmenin seçimlerle pek ilgisi yok. Bambaşka bir soruşturma sonucu tesadüfen ortaya çıkan mesajların suça delil olma özelliği yüzünden başlatılan bir soruşturma bu. Hillary Clinton’a ait üç adet e-mail adresinin 'server'larından” kendi kişisel server'ına gelen mesajlarla ilgilenen yardımcısı Huma Abidin’in ayrılmış eski Kongre üyesi kocası Anthony D. Weineer’ın, internette on beş yaşındaki bir kız çocuğuyla yaptığı 'chatleşme' (Amerika’da bu tür yazışmalara 'sexting' deniyor) soruşturmasında, bilgisayarında Clinton adına yapılan yazışmaların New York polisi tarafından bulunması tetikliyor soruşturmayı.
Yapılan incelemede bu mesajların daha önce incelenmiş olan mesajlardan farklı oldukları ortaya çıkıyor. Comey, seçimlere altmış gün kala başlayan yasaklar yüzünden mesajlarla ilgili soruşturmanın açıklanıp açıklanmaması konusunda ikilemde kalıyor ve hukuki yardım alıyor. Sonunda mesajlarla ilgili soruşturmanın yeniden başlatıldığı açıklamasını yapıyor.
Clinton, bir Cumhuriyetçi olmasına rağmen Başkan Obama tarafından bu göreve atanan Comey’yi, seçimi Trump lehine çevirmek için bu açıklamayı yapmakla suçluyor. Comey’nin ise kendisini, Weineer’ın 'sexting’ini' soruşturanların elektronik postaları kendisinden bağımsız olarak açıklama olasılığına karşı korumak istemiş olabileceği öne sürülüyor. Elinde olan bilgiyi açıklamayarak, potansiyel bir 'suçluyu' başkanlık seçiminde kayırmak, seçimleri Clinton lehine çevirmek için susmayı tercih etmekle suçlanma ihtimaline karşı, kendini korumak için bu açıklamayı yapmış olduğu da iddia ediliyor. Öte yandan, Comey’nin açıklamalarının Clinton’ı kayıran bir boyutu olduğu söylenebilir. Özellikle, en son gelişmenin Clinton kampına kesin zafer fırsatı yaratması göz önünde bulundurulunca.
Seçimlerle ilgili üzerinde pek durulmayan başka bir boyut daha var. Bu da üçüncü adaylarla ilgili olan boyut. Bugün tüm dünyanın ilgiyle izlediği, 8 Kasım seçimlerinde de benzeri bir gelişme olabilir mi?
Genel beklenti, kayda değer bir farkla Demokratların adayı Hillary Clinton’ın seçimi kazanacağı yönünde. Başkan Obama’nın, medyanın, basının, idarenin ve hatta neo-con’ların desteklediği Clinton, erken oy kullanma izni verilen eyaletlerde şu ana kadar önde gidiyor. Ancak, kamuoyu yoklamalarının bildirdiğine göre özellikle ilk FBI açıklamasından sonra Donald Trump’la arasındaki fark da giderek azalıyordu.
Statükonun, zenginlerin ve iktidar merkezinin temsilcisi olmakla eleştirilen Clinton birçok seçmen tarafından güvenilmez bulunuyor. Arkasında açıklanmış ve açıklanmamış pek çok skandal var. En sonuncusu elektronik mesajlar ile ilgiliydi. Öte yandan, Rus lider Putin tarafından beğenilmenin getirdiği dezavantaja ek olarak ağzına geleni söyleyen, kaba, ırkçı ve cinsiyetçi söylemleriyle Trump’ın başkanlık görevi için uygun olmayacağını düşünenler ise bir hayli kalabalık. Trump, “seçimin kendisinden çalındığını”, bu seçimlerde, basının “kayıtsız şartsız Clinton’ın arkasında durduğunu, sanki hiç seçim olmayacakmış gibi sonucun şimdiden ilan edildiğini” iddia ediyor. Trump “kendisi kazanamazsa seçim sonucunu kabullenmeyeceğini” bildirmişti ama Cumhuriyetçilerin Başkan yardımcısı adayı Pence, “kesinlik gösteren sonucu herkesin kabul edeceğini” bildirerek bu konudaki tartışmalara bir bakıma noktayı koydu.
Seçimlere, arada kalmış, ülkenin çıkarlarının büyük şirketlerin çıkarlarından farklı olduğunu düşünen, çevreci, azınlık ve göçmen yanlısı, ne Trump’a ne de Clinton’a güvenen seçmen kitlesini cezbeden ve yaygın medyanın çok fazla üzerinde durmadığı Jill Stein de katılıyor. Seçimlerde belirleyici olabilecek üçüncü unsur bu. Stein, bugüne kadar ABD’nin sorunlarının, büyük sermayenin temsilcilerinin çıkarları doğrultusunda, kötü olandan daha az kötü olan siyasetçinin tercih edilmesi yüzünden sürekli arttığını, bu üçüncü unsurun güçlenmesinin demokrasiyi de güçlendireceğini iddia ediyor. Ancak sol seçmenin, George W. Bush deneyimini yaşatan 2000 yılında yaptığı tercihi, son saniye kararla bu seçimde kullanmaktan imtina etme olasılığı da not edilmeli.
Stein’in seçim çalışması daha çok yeraltına enjekte edilen tazyikli su ile doğal gaz ve petrolün çıkarılmasını hedefleyen, böylece suni depremler yaratan 'fracking' denilen sistemin eleştirilmesi üzerinden yürüyor. Bu suni depremlerin uygulandığı yerlerde yaratılan hasarların halkı bezdirdiği söyleniyor. Özellikle Kuzey Dakota ve Colorado’da Kızılderili arazilerinin 'fracking' için kanunsuz bir şekilde ele geçirilmesine karşı çıkan bir söylemi, Suriye, göç, göçmenler, çevre ve kadın sorunlarına doğru yaygınlaştırıyor.
Üçüncülerin bazı seçimlerde ne kadar önemli olduğu ve sonucu belirlediği biliniyor. Daha önce Demokrat Al Gore ile George W. Bush arasında 2000 yılındaki seçimin mahkemede sonuca bağlanması hatırlardadır. O seçimde, birbirlerine çok yakın oy alan iki adaydan Al Gore’un seçimi kaybetmesine yol açan faktörün Ralph Nader olduğu söyleniyor. Nader’ın seçimden çekilmesinin yönlendireceği sol oyların Al Gore’u iktidara kesin olarak taşıyabileceği iddia ediliyordu. Bu oyların Al Gore’a gelmemesiyle tehlikeye düşen seçimi, Demokratlar mahkeme kararıyla kaybetmişti.
En son FBI açıklamasının ardından son saniye gelişmelerin, özellikle Clinton taraftarlarının oylarını Jill Stein’e kaydırabilme olasılığını da ortadan kaldırmış oldu. Stein ve diğer küçük partilerin oy oranının Clinton aleyhine artması, özellikle Trump’la arasındaki fark azalan Clinton için seçimin kesin kaybedilmesi anlamına gelecekti. Ancak bu ihtimal de büyük ölçüde ortadan kalkmış durumda.
Bugüne gelinceye kadar bazıları kocasıyla bağlantılı birçok skandalı da taşımış olduğu söylenen Clinton’ın geçmişi artık mercek altına alınmış durumda. Clinton’ın başkan olduğu ABD’de neler yapacağı bunun üzerinden tahmin edilmeye çalışılıyor. Hırslı insanların, 'iktidar arzusunun' yarattığı ibret verici bir kişisel tarih bu. Gençlikte, haklı ve masum davaların peşinde koşarak başlayan ama iktidar arzularının biçimsizleştirdiği bir hırsın tarihi söz konusu olan. Bir devlet başkanının linç edilmesinin görüntülerini izlerken gülerek, “geldik, gördük ve öldü” demekten alıkoyamayan bir hırsın tarihi. Elinde dünyanın tüm bölgelerinde şiddet uygulama imkanı bulunduran ülkenin temsilcisinden, hukukun üstünlüğüne inananların endişe duyulabileceği bir duruş bu. Bu anlayışın, bu tavır alışın dünyaya nasıl çeki düzen vermeye çalışacağını izleyeceğiz önümüzdeki yıllarda.
* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.