Eski Milli Eğitim Bakanı Dinçer Açıklaması

Eski Milli Eğitim Bakanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Ömer Dinçer, "Benim Başbakanlık Müsteşarlığım dönemimde Türkiye'de hiçbir dindar insanın ve İslami konuda belirli bir hassasiyet gösteren vakıf ve derneklerin başı ağrımamıştır. Onlara karşı bir yaptırım uygulanmamıştır" dedi.


Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi'nin davetlisi olarak kente gelen Dinçer, beraberindeki AK Parti Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ile Doğubayazıt ilçesine geçerek 4 gün önce vefat eden Doğubayazıtlı kanaat önderi Şeyh Mehmet Nuri Tanrıverdi'nin Uluyol Mahallesi'ndeki taziye çadırında yakınlarına baş sağlığı diledi.

Daha sonra tarihi İshakpaşa Sarayı'nı gezen Dinçer, Ahmedi Hani Türbesi'ni ziyaret etti.

Doğubayazıt Kaymakamı Karahan Daştan'ı ziyaret eden Dinçer, bugün bir gazetede kendisi hakkında çıkan habere ilişkin yaptığı açıklamada, bu hadiseyle ilgili birkaç hususun altını çizmek istediğini belirterek, "2004 yılında MGK, Gülen cemaati hareketiyle alakalı olarak aldığı tasfiye kararı ile bugün gazetede tasfiyesi var diye gündeme getirilen meseleler birbirinden ayrı ve farklı meselelerdir. 2004 yılında Milli Güvenlik Kurulu kararıyla alınan tasfiyede ortaya konulan tutanaklar Başbakanlık'a gönderilmiştir ve Başbakanlık'ta da bu herhangi bir işleme tabi tutulmamıştır" diye konuştu.

Gazetenin o toplantıda tutulan tutanaklarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve o zaman ki bakanların imzalarını gündeme getirerek kararı var dediğini anlatan Dinçer, şöyle devam etti:

"Bu olayları ve süreçleri, bürokratik süreçleri iyi bilmemekte ki eksikliği ifade ediyor. Çünkü Milli Güvenlik Kurulu'nda alınan karalar ve atılan imzalar bu toplantı tutanağıdır ve tasfiye niyetiyle Başbakanlık'a gönderilir. Başbakanlık'ta da o kararlar Bakanlar Kurulu gündemine alınmaksızın dosyasına kaldırılmıştır ve iddia ediyorum hiçbir uygulama ve takibe tabi tutulmamıştır. Bugün gazetenin gündeme getirdiği meseleler ise aslında 28 Şubat sürecinin darbesiyle ilgili etkilerin Türkiye'de işi hangi noktaya götürdüğünü gösteren hususlardır. 28 Şubat darbesinden hemen sonra o dönemin hükümeti Mesut Yılmaz dönemindeki hükümeti irticayla ilgili eylem planı hazırlamıştı işte irticayla ilgili eylem planını takip etmek üzere Başbakanlık, Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu oluşturdu. Bu kurulun amacı ve irticayla mücadele eylem stratejisinin hedefi Türkiye'deki bütünüyle bugün korumaya çalıştıkları Gülen cemaati dahil olmak üzere dindar insanlardı. Adeta Türkiye'deki kendi inancını yaşamak isteyen insanları cendere altına sokmaya çalışan bu strateji aslında bizim zamanımızda boşa çıkartılmıştır. Uygulamalarıyla birlikte zannediyorum arkadaşlar bürokratik süreçleri, formaliteleri, yazışmaları, iyi bilmedikleri için ve bir de Türk hukuk sistemine dair belirli bir fikre sahip olmadıkları için ikisini birbirine karıştırmış bulunuyorlar."

Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerektiğini vurgulayan Dinçer, şunları kaydetti:

"İrtica ile eylem stratejisinin uygulamasına dair yazışmaların bugün cemaate yönelik bir uygulama olarak gösteriyor olmak hiçbir vicdani ahlaka sığmaz. Hiçbir medya etik kuralına da düşmez. Bu açıdan öncelikle ikisinin de ayrı ayrı olduğunu söylemek istiyorum. Bir diğer hususa irtica ile eylem planı, Başbakanlık Uygulamayı Takip Koordinasyonu tarafından takip edildi. Eğer bunları delil olarak göstermek istiyorlarsa çok daha fazla bilgiye ulaşabilirler. Çok daha fazla bürokratik yazışmalara, formalitelere sahip olabilirler. Hatta biz kendilerine yardım eder daha fazlasını verebiliriz bunlara ama bürokratik yazışmaları bugün Türkiye'de uygulamayla ilgili olarak gösteriyor olmak bence çok doğru olmayacak. Bu, öküzün altında buzağı arıyor olmaya benziyor. 28 Şubat sürecinden sonra o yazışmalarla alakalı olarak başı ağrıyan kendisinin herhangi bir müedete tabi tutulduğu ve muhatap edildiği bir insanı bir kurumu görmeleri mümkün olmayacaktır. Ben şunu açıklıkla tüm halkımıza ve kamuoyuna söyleyebilirim ki, benim Başbakanlık Müsteşarlığım dönemimde Türkiye'de hiçbir dindar insanın ve İslami konuda belirli bir hassasiyet gösteren vakıf ve derneklerin başı ağrımamıştır. Onlara karşı bir yaptırım uygulanmamıştır. Dile getirdiği ek eylem planında ise aslında 28 Şubat sürecinin amaçlarının ve ortaya konulan hedeflerin boşa çıkaran ve yapılacak çalışmaların sadece teröre ve PKK'ya yönelik mücadele şekline dönüştüren bir yeni plandır ve biz o zaman 28 Şubat sürecinin stratejilerini doğrusunu, hedefini şaşırtarak teröre muhatap eden bir noktaya dönüştürmeye başlamıştık şimdi bugün onların her birisini normalde biz büyük bir riskle göğüslemeye çalışırken kalkıp bugün onlar bizim günahımızmış gibi suçumuzmuş gibi ithamla dile getirmelerinin hiçbir vicdani tarafı olamaz."

Dinçer, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Geriye dönsünler Balyoz Darbe Planlarının, Ergenekon darbesi için oluşturulan çetelerinin çok ağırlıklı bir şekilde üzerimize geldiği ve büyük bir baskı altında hissettiğimiz bir dönemde bizim göğüslediğimiz birtakım fedakarlıkları ve riskleri az önce ifade ettiğim gibi bizim bir günahımızmış gibi göstermeye çalışmalarını ben çok etik bulmadım doğrusu ve üzüldüğümü ifade etmek istiyorum. 2004 yılında Gülen cemaatine yönelik alınan Mili Güvenlik Kurulu tasfiye kararının o zamanki hükümet tarafından uygulanmaması aslında hükümetin göğüs gerdiği bir riskti. 28 Şubat'ın en ağır etkilerinin olduğu bir dönemde ve yeni yeni ihtilal hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde hükümet büyük bir cesaretle ve riskleri göğüsleyerek o kararları uygulamamıştır.

Bugün bunun belirli bir takdirle karşılanması gerekirken bir suçlama malzemesi olarak kullanılmasını ben tüm kamuoyunun aslında insafına ve basiretine bırakıyorum ve yapılan şeyin doğru olmadığı kanaatindeyim. Bu belgeler kimler tarafında sızdırıldığı konusunda bir fikrim yok. Bu belgelerin konuşulması 28 Şubat sürecinde bu ülkede neyi yapmak istendiği ortaya koyması açısından önemli. Keşke bunları gündeme getirirken sapla samanı karıştırıp öküzün altında buzağı aramak niyetiyle yapmak yerine bunların doğrusunu ve uygulama şekillerini sorarak yapsaydılar. O zaman bir gazetecilik yapmış olacaklardı ama bugün yaptıkları sadece toplumda iki kesim arasına nifak sokmaktan ibaret sonuç doğuracak. 2004 yılındaki Mili Güvenlik Kurulu kararında dershanelere yönelik herhangi bir yaptırım tasfiye edilmemişti. Orada daha çok okullar ve vakıflar dernekler üzerinde bir yaptırım talep ediliyordu ve hükümette bunlara yönelik bir kararı uygulamaya koymadı. Daha da önemlisi bugün hükümet aslında dershaneleri özel eğitim kurumlarına dönüştürürken dikkat edilmesi gereken husus onların dile getirdiği iddiaların tam tersi olarak dershaneleri özel okula dönüştürerek o gün suçlanmaya çalışılan okullara yönelik teşvikle uygulanmaya çalışılıyor. Aslında bu onların bütün iddialarını boşa çıkaran bir sonuç doğuracak."

Kaynak: AA