İşte Hanefi Avcı'nın Susurluk Komisyonu'na Verdiği İfadesi
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı`nın başlattığı faili meçhul cinayetler soruşturması kapsamında Hanefi Avcı`nın ifadesi alındı.
Devrimci Karargâh Örgütü davası ile Ergenekon soruşturması kapsamında Odatv`de yapılan aramalara ilişkin davanın tutuklu sanıkları arasında yer alan Avcı, Susurluk Komisyonu`na verdiği ifadelerin arkasında durdu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ise 1997 yılında yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk`ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kurdu.
4 Şubat 1997 tarihinde Susurluk Komisyonu`na ifade veren Hanefi Avcı, dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu. PKK`nın ciddi eylemleri üzerine, devletin PKK mensuplarına ve PKK`ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin, hukuk dışı bir anlayışla görev yapmak gerektiğine inanmaya başladıklarını dile getiren Avcı, "ilk defa Güneydoğu`da JİTEM görevlisi Cem Ersever`in bu tür faaliyetler içerisine girdiğini ve bunu takiben özellikle İstanbul`da PKK`ya önemli ölçüde maddi yardımda bulunan finans çevreleri ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yasal mücadele yapılamadığı anlayışı ile illegal çalışacak gruplar oluşturulması ve illegal mücadele edilmesi düşüncesiyle Emniyet, MİT ve Jandarma içinde böyle grupların oluşturulduğunu ve eylemlerin başlatıldığını, neticede PKK`nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden
teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasa dışı faaliyetlere giriştiklerini" anlatmıştı.
Bu grupların Emniyet, Mit ve Jitem içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar`a bağlı Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin`in başkanlığında özel harekatçılardan ve Korkut Eken`e bağlı sivillerden, MİT içinde Mehmet Eymür`e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğine dikkat çeken Avcı, "Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve beraberinde gelişen beş-on eylemin ve bazı bombalama eylemlerinin bunlar tarafından yapıldığını, bunlara normal Polis ve Jandarmanın müdahale edemediğini, bunların zengin işadamlarına müdahale ettiklerini ve haraca bağladıklarını, bir kısmının basına intikal ettiği halde çok-büyük kısmının intikal etmediği ve bu grupların denetlenemez hale geldiğini" vurgulamıştı.
"YEŞİL, MEHMET EYMÜR VE ARKADAŞLARI TARAFINDAN ELEMAN OLARAK KULLANILDI"
Yeşil denilen kişinin, önceleri Jandarma tarafından Güneydoğu`da eleman olarak kullanılırken, daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü, Yeşil`in o dönem MİT içinde Mehmet Eymür ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kullanıldığını ifade eden Avcı, Ege Bölgesi`nde JİTEM`e bağlı Yüzbaşı Sinan Yaşar ve bazı astsubayların mafya işlerine giriştiklerini, bunların ve Ankara Jandarma İstihbarat görevlisi
binbaşı Ali Yıldız`ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini belirtmişti.
Kocaeli Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük`ün mafyacılarla sıkı diyalogunun olduğunu, Nurullah Tevfik Agansoy`un yurtdışına kaçırılışını MİT görevlisi Yavuz Ataç`ın organize ettiğinin altını çizen Avcı, Alaattin Çakıcı ve adamlarına MİT tarafından yardımcı olunduğunu, Bursalı işadamı Erol Evcil`in Alaattin Çakıcı`yı birkaç defa kiralayarak eylemlerde kullandığını, son defa da banka açmak istemesine mani olanları etkisiz hale getirmesi için iki milyon dolara anlaştığını, Çakıcı`nın durumu MİT görevlisi Yavuz`a anlatarak birlikte plan yaptıklarını, Kocaeli çetesi olarak basına yansıyan Hadi Özcan`ın sürekli MİT ile görüştüğünü" kaydetmişti.
MİT görevlisi Assubay Duran Fırat`ın Eymür`ün temsilcisi ve kirli işleri ile ilgili olarak bütün mafyacılarla irtibatta olduğu ve ayak işlerini yaptığını, Tarık Ümit olayı ve Mehmet Ali Yaprak`ın kaçırılması olaylarında Mehmet Ağar ve Mehmet Eymür`e bağlı gruplar arasında anlaşmazlık çıktığını, Emniyet ile MİT arasında aslında bir çekişme olmadığını, olayın özünde Mehmet Ağar`la Mehmet Eymür`ün çelişkisi bulunduğunu ancak bunun kendilerine bağlı mafya gruplarına yansıdığını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını anlatan Avcı, şunları söylemişti:
"İtirafçı Mustafa Deniz üzerinde çıkan silah taşıma belgesinin yapılan görüşmeler sonunda kendisine yardımcı olmak amacıyla bir idari tasarruf olarak kendisi tarafından düzenlendiğini ve tabancanın Mustafa Deniz`in Jandarma eri olarak görev yaptığı karargah bölüğünün resmi tabancası olduğunu, daha sonra kendisine taşıma ruhsatlı özel tabanca alıp bu tabancayı iade ettiği halde düzenlenmiş olan belgenin alınmamış olduğunu, Cem Ersever`in öldürülmesi olayının o zamanki Habur Gümrük Müdürü Ali Balkan`ın Şoförü Kemal`in yakalanması halinde aydınlatabileceğini, Orhan Taşanlar`ın İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelirken bugün bilinen suçlardan ve rüşvet suçundan yakalanıp yargılanmakta olan personeli beraberinde getirdiğini, bunlarla İzmir Emniyet Müdürlüğünde birlikte çalıştığını, bunları İzmir`den Ankara`ya ve Ankara`dan da İstanbul`a tayin ettirdiğini, İstanbul`da bunların bu olaylara karıştıklarını, Orhan beyin belli bir grup siyasî tarafından İstanbul`a getirildiğini, İstanbul`dan Bursa Valiliğine gönderilmesinde kendi ifade ettiği gibi kumar mafyasının rolü bulunduğunu zannetmediğin belirtti."
Türkiye Büyük Millet Meclisi ise 1997 yılında yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk`ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kurdu.
4 Şubat 1997 tarihinde Susurluk Komisyonu`na ifade veren Hanefi Avcı, dikkat çekici açıklamalarda bulunmuştu. PKK`nın ciddi eylemleri üzerine, devletin PKK mensuplarına ve PKK`ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin, hukuk dışı bir anlayışla görev yapmak gerektiğine inanmaya başladıklarını dile getiren Avcı, "ilk defa Güneydoğu`da JİTEM görevlisi Cem Ersever`in bu tür faaliyetler içerisine girdiğini ve bunu takiben özellikle İstanbul`da PKK`ya önemli ölçüde maddi yardımda bulunan finans çevreleri ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yasal mücadele yapılamadığı anlayışı ile illegal çalışacak gruplar oluşturulması ve illegal mücadele edilmesi düşüncesiyle Emniyet, MİT ve Jandarma içinde böyle grupların oluşturulduğunu ve eylemlerin başlatıldığını, neticede PKK`nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden
teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasa dışı faaliyetlere giriştiklerini" anlatmıştı.
Bu grupların Emniyet, Mit ve Jitem içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar`a bağlı Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin`in başkanlığında özel harekatçılardan ve Korkut Eken`e bağlı sivillerden, MİT içinde Mehmet Eymür`e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğine dikkat çeken Avcı, "Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve beraberinde gelişen beş-on eylemin ve bazı bombalama eylemlerinin bunlar tarafından yapıldığını, bunlara normal Polis ve Jandarmanın müdahale edemediğini, bunların zengin işadamlarına müdahale ettiklerini ve haraca bağladıklarını, bir kısmının basına intikal ettiği halde çok-büyük kısmının intikal etmediği ve bu grupların denetlenemez hale geldiğini" vurgulamıştı.
"YEŞİL, MEHMET EYMÜR VE ARKADAŞLARI TARAFINDAN ELEMAN OLARAK KULLANILDI"
Yeşil denilen kişinin, önceleri Jandarma tarafından Güneydoğu`da eleman olarak kullanılırken, daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü, Yeşil`in o dönem MİT içinde Mehmet Eymür ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kullanıldığını ifade eden Avcı, Ege Bölgesi`nde JİTEM`e bağlı Yüzbaşı Sinan Yaşar ve bazı astsubayların mafya işlerine giriştiklerini, bunların ve Ankara Jandarma İstihbarat görevlisi
binbaşı Ali Yıldız`ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini belirtmişti.
Kocaeli Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük`ün mafyacılarla sıkı diyalogunun olduğunu, Nurullah Tevfik Agansoy`un yurtdışına kaçırılışını MİT görevlisi Yavuz Ataç`ın organize ettiğinin altını çizen Avcı, Alaattin Çakıcı ve adamlarına MİT tarafından yardımcı olunduğunu, Bursalı işadamı Erol Evcil`in Alaattin Çakıcı`yı birkaç defa kiralayarak eylemlerde kullandığını, son defa da banka açmak istemesine mani olanları etkisiz hale getirmesi için iki milyon dolara anlaştığını, Çakıcı`nın durumu MİT görevlisi Yavuz`a anlatarak birlikte plan yaptıklarını, Kocaeli çetesi olarak basına yansıyan Hadi Özcan`ın sürekli MİT ile görüştüğünü" kaydetmişti.
MİT görevlisi Assubay Duran Fırat`ın Eymür`ün temsilcisi ve kirli işleri ile ilgili olarak bütün mafyacılarla irtibatta olduğu ve ayak işlerini yaptığını, Tarık Ümit olayı ve Mehmet Ali Yaprak`ın kaçırılması olaylarında Mehmet Ağar ve Mehmet Eymür`e bağlı gruplar arasında anlaşmazlık çıktığını, Emniyet ile MİT arasında aslında bir çekişme olmadığını, olayın özünde Mehmet Ağar`la Mehmet Eymür`ün çelişkisi bulunduğunu ancak bunun kendilerine bağlı mafya gruplarına yansıdığını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını anlatan Avcı, şunları söylemişti:
"İtirafçı Mustafa Deniz üzerinde çıkan silah taşıma belgesinin yapılan görüşmeler sonunda kendisine yardımcı olmak amacıyla bir idari tasarruf olarak kendisi tarafından düzenlendiğini ve tabancanın Mustafa Deniz`in Jandarma eri olarak görev yaptığı karargah bölüğünün resmi tabancası olduğunu, daha sonra kendisine taşıma ruhsatlı özel tabanca alıp bu tabancayı iade ettiği halde düzenlenmiş olan belgenin alınmamış olduğunu, Cem Ersever`in öldürülmesi olayının o zamanki Habur Gümrük Müdürü Ali Balkan`ın Şoförü Kemal`in yakalanması halinde aydınlatabileceğini, Orhan Taşanlar`ın İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelirken bugün bilinen suçlardan ve rüşvet suçundan yakalanıp yargılanmakta olan personeli beraberinde getirdiğini, bunlarla İzmir Emniyet Müdürlüğünde birlikte çalıştığını, bunları İzmir`den Ankara`ya ve Ankara`dan da İstanbul`a tayin ettirdiğini, İstanbul`da bunların bu olaylara karıştıklarını, Orhan beyin belli bir grup siyasî tarafından İstanbul`a getirildiğini, İstanbul`dan Bursa Valiliğine gönderilmesinde kendi ifade ettiği gibi kumar mafyasının rolü bulunduğunu zannetmediğin belirtti."