Miroğlu: Kürt Kimliği İçin İnsan Öldürmeyi Ancak Kürtler Durdurabilir (özel)

Kürt aydın Orhan Miroğlu, yarın kitapçı raflarındaki yerini alacak olan “Silahları Gömmek” adlı kitabında Kürt sorunu üzerine tarihi ve sosyolojik anlatımlarda yer veriyor.

PKK`ya karşı savaşta birbiriyle çatışma içinde olan kurumların beslendiği statükonun darmadağın olduğunu ileri süren Miroğlu, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Faili meçhul cinayetler, Dersim katliamı, İstiklal Mahkemeleri`nin aldığı ve hayata geçirdiği idam kararlarının aydınlatılması bağlamında Genelkurmay`ın, MİT`in ve devletin başka kurumlarının yakın ve uzak tarih bakımından son derece önemli raporları, kararlar ve bilgiler barındıran kayıtlarının açılmasına ilişkin talepler gittikçe güçleniyor. Nihayet Mehmet Eymür`ün sorgulandığı ve savaş suçu işlemeye devam eden tuğgenerallerin ordudan firar ettiği bir döneme girdik. Türkiye`nin PKK`yla savaşa `ihtiyacı` kalmadı. Ama gelişmeler şunu da ortaya koyuyor ki; muhatabı savaşta ısrar ederse hükümet buna cevap olacak güvenlik eksenli yeni düzenlemeler yapmaktan da geri kalmayacak. Geldiğimiz noktada, Kürt kimliği adına insan öldürmeyi ancak Kürtlerin kendileri durdurabilir. Silvan eyleminden sonra başlayan yeni `savaş hamlesi` en çok Kürtleri sarstı."
PKK`nın geri çekilmesinin karşılıksız kalması ve hemen akabinde, faili meçhul cinayetlerin işlenmeye başlamasının barış sürecine büyük bir darbe olduğunu anlatan Miroğlu, Ahmet Taner Kışlalı Ankara`da, Gaffar Okan`ın Diyarbakır`da öldürülmesi; HADEP Silopi yöneticileri Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz`in karakola çağrıldıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamamasını örnek gösterdi. Öcalan`ın bu dönemde PKK başta olmak üzere hareketin birtakım kurumlarına yönelik tarihi kararlar aldığını dile getiren Miroğlu, bu kararlardan biri ve en önemlisinin PKK`nın tarihi rolünü artık tamamladığı yolunda alınan karar olduğunu ifade etti. O dönemde Öcalan`ın HADEP`in de kendini feshetmesi ve sol kesimlerle yeni bir parti kurulmasını teklif ettiğini hatırlatan Miroğlu, bunun Murat Karayalçın ve arkadaşlarının kurmaya hazırlandığı yeni partiyle işbirliği yapılarak kurulacağını ifade etti. Ortak program için bazı görüşmelerin de yapıldığını anlatan Miroğlu, konuyu şu şekilde aktarıyor:
"Ama Karayalçın ve arkadaşlarının hazırladığı parti programı sosyal demokrat bir parti programından ziyade `ulusal sol` bir programı andırıyordu. Bu taslak program HADEP ve SHP`li heyetler arasında tartışıldı. Programda, Cumhuriyet`in iki mağduru diyebileceğimiz Müslümanlar ve Kürtler hakkında yer alan ifadeler, HADEP`li heyeti tedirgin etti. Bu ifadelere göre Cumhuriyet bu iki `düşman` kesimle çarpışarak bugünlere gelmişti ve bu değerler her ne pahasına olursa olsun korunmalıydı. HADEP heyeti, Kürtleri sosyal demokrat bir parti programına davet etmenin mümkün olduğunu, ama böylesi bir ulusal programa davetin mümkün olmadığını hem SHP heyetiyle, hem de HADEP yönetimiyle paylaştı. Dolayısıyla, bu görüşmelerden sonuç alınamadı. Oysa o dönemde Karayalçın`ın ortak bir parti oluşumu için genel başkan olarak kabul edilebileceği ve Kürt tarafının da partinin sekretaryasında görev alabileceği fikri genel olarak kabul görüyordu. Öcalan, her halükârda, kongrede bayrak indirilmiş olması nedeniyle HADEP`le yola devam etmenin doğru olmadığına inanıyordu ve geçmişte yaşanan bu türden hatıraların ve onların sembolü olmuş HADEP`in adının değiştirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ortak parti çalışması hayata geçirilemedi ve Karayalçın arkadaşlarıyla beraber SHP`yi kurdu. Kısa bir zaman sonra da kendisini feshetmesine gerek kalmadan Anayasa Mahkemesi HADEP`i kapattı."

‘ERBAKAN İLE İTTİFAK OLSAYDI PARLAMANTO BİLEŞİMİ BAŞKA OLURDU’
PKK`nın yerine ise Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi (KADEK)`nin kurulduğunu dile getiren Miroğlu, barıştan uzaklaşıp güncel politikaya kafa yormaya başlayan Öcalan`ın 2002 seçimlerinde ANAP, CHP, DSP`ye işbirliği teklifi yapılmasını istediğini aktarıyor. Gerçekleşmesi imkânsıza yakın gibi duran bu teklifin hayata geçirilmesinin mümkün olmadığını anlatan Miroğlu, bu partilerin hiçbirinin Kürt siyasetiyle seçim ittifakı yapabilecek bir tercih içinde görünmediğini belirterek şunları kaydediyor:
"Buna karşılık, AK Parti`nin kurulmasıyla iyice zayıflayan Necmettin Erbakan`ın Saadet Partisi, HADEP`e seçim işbirliği teklif etti. Her iki partinin seçim barajı nedeniyle parlamentoya milletvekili götüremeyecekleri çok açıktı. Ne var ki Erbakan Hoca, HADEP`in güçlü olduğu illerde dahi belirlenecek milletvekili listelerine SP`nin onayıyla karar verilmesini teklif edince görüşmeler koptu. HADEP çevresi bu teklifi `ahlaksız teklif` olarak gördü ve öyle de tanımladı. Erbakan Hoca, daha sonra bu teklifini yumuşattı, ama bu da sonucu değiştirmedi. HADEP içinde bu işbirliğinin yapılmasından yana olanlar da vardı, karşı çıkanlar da. Bu seçim ittifakına karşı çıkanlar, sol kimliğiyle tanınan bir partinin İslami çizgide bir partiyle ittifak yapmasının halka anlatılamayacağı yolunda görüşler ifade ediyorlardı. Oysa bu yaklaşım gerçeği yansıtmıyordu. HADEP, sol ve Alevi kesimlerden fazla oy alan bir parti değildi. Seçmeni dini geleneklere karşı hassastı ve yıllar içinde bu seçmen profilinde bir değişiklik olmamıştı. Öte yandan bu seçim işbirliğinin gerçekleşmesi halinde bunun, SP seçmeni arasında nasıl bir tepkiyle karşılaşacağı bilinmemekle beraber, 28 Şubat nedeniyle mağduriyet yaşayan bir seçmen kitlesinin, benzer mağduriyetleri yaşayan Kürt seçmenlerin desteklediği bir partiyle işbirliğine razı edilmesi, Erbakan Hoca faktörüyle beraber düşünüldüğünde çok da zor görünmüyordu. Yine de HADEP`te bu işbirliğine karşı çıkanlar başarılı oldu. Onların gönlü, Karayalçın`ın SHP`siyle ittifaktan yanaydı. Ama ne SHP, ne Karayalçın bu işbirliğine yanaştı. Yedek parti -HADEP kapatılma riskiyle karşı karşıya olduğu için- DEHAP`la girilen seçimlerde yüzde 6,2 oy alındı. Saadet Partisi`nin oyları ise yüzde 2.5`da kaldı. DEHAP ve SP’nin toplamda aldığı oylar yüzde 9`u buluyordu. DEHAP ve SP ittifakı barajı aşabilir miydi? Bu konuda kesin bir şey söylenemese de olası bu ittifakın AK Parti’ye giden oyların önemli bir bölümünü alabileceği düşünülebilir. Buna karşılık HADEP’e giden çok az miktarda olduğu tahmin edilen Alevi-sol oylarda da bir düşüş yaşanabilirdi. Kişisel olarak ben yine de bu ittifakın Sünni, Kürt ve Türk oylarını alabileceğini ve barajı aşabileceğini düşünmekteydim ve bu ittifakın yapılmasından yana bir tavra sahiptim. Sonuç olarak bu ittifak gerçekleşmedi ve DEHAP seçimlere geleneksel sol-blokla girdi. Baraj engeli olmasaydı DEHAP parlamentoya 64 milletvekiliyle ve dördüncü parti olarak girecekti. Bu durumda AK Parti 280 civarında milletvekili çıkarmış olacaktı. SP’yle ittifak yapılmış olsa ve bu seçim ittifakı barajı aşmış olsaydı hem parlamentonun bileşimi, hem siyasi süreç bambaşka dengelerin üstüne oturacaktı."