Tophane muteber yer değildir!

Dün yeni bir kelime öğrendim: "muteberleşme."    Şöyle. Tophane'de bir gece önce sergi açılışında ağır...


Dün yeni bir kelime öğrendim: "muteberleşme."    Şöyle. Tophane'de bir gece önce sergi açılışında ağır saldırıya uğrayan sanat galerilerini geziyordum. Bazıları, 20 kişilik sopalı taşlı grubun biber gazıyla terör estirdiği travmatik gece sonrasında kepenklerini açmamış, diğerleri ise her şeye rağmen boy göstermişti. Gencecik, pırıl pırıl insanlar çalışıyor bu mekânlarda. Ruhunu henüz şeytana satmamış, sanata, estetiğe, ideallere inanan tipler. Uzun saçlı, temiz yüzlü çocuklar; kare gözlüklü, garip saçlı, kendi modasını yaratan genç kadınlar. Avant-gard ve iyimserlik. Bir şekilde o mahalledeki dönerciler, züccaciyeciler, berbat hediyelikler ve yıkılmaya ramak kalmış eski binaların arasına, modern sanatı sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Neden Tophane? Çünkü Çukurcuma'dan başlayıp Tophane'ye kadar inen dar sokaklardaki küçük galeriler, tasarım atölyeleri, son yıllarda başlayan "Beyoğlu rönesansının" önemli adreslerinden. Buna Galata ve Tünel civarındaki galerileri, rıhtımda sergi için kullanılan boş tütün depolarını, Modern Sanat Müzesi'ni ve İstanbul Bienali'ni de katarsanız, İstanbul'un neden dünya sanat haritasında "yükselen" bir merkez haline geldiğini anlarsınız.
Buralarda yaşlı Avrupa'nın sunamadığı bir dinamizm var. Hijyenik orta sınıf muhitlerinde olmayan tezatlar var. İroni var. Çatışmayı besleyen, "damardan" bir hayat var.
Ha "muteberleşme" diyorduk... Dün sohbet ettiğim sanatseverler, bir gece önceki saldırıyı anlamaya çalışıyorlardı. Aslında esnafla araları iyiydi; Beyoğlu Belediyesi galerileri destekliyordu; ancak bir süredir o bölgedeki galeri ve pansiyonlara Tophane gençlerinden baskılar geliyordu. Kimileri olayı Tophane Dayanışma Derneği, milliyetçiler ya da "Tophane Tarikatı" diye ne olduğunu anlamadığım bir gruptan söz edip durdu.
Bu arada sanatseverler, mahallelinin 'muteberleşme'den rahatsız olduğunu, oysa kendilerinin de böyle bir değişimin aracı olmak istemediğini anlattılar. Oradan anladım ki "muteberleşme" orta sınıf altı bir mahallede, 10 yıllık bir süre zarfında, binaların restore edilip, cafelerin açıldığı, gayrimenkulün değer kazandığı dönüşüm sürecine deniyor. Üç kuruşluk binaları, yatırımcılar, sanatseverler alıyor. House Cafe açılıyor. Bir de bakmışsınız ki "trendy" bir muhit olmuş doğup büyüdüğünüz yer.
Doğrusu o mahallenin çocuğu olarak Tophane'nin muteberleşmesinin öyle kolay olmayacağını bilenlerdenim.
Bendeniz aslında Cihangir çocuğuyum. Çocukluğum, ortaokul ve lise yıllarım muteber-öncesinin Cihangir'inde geçti. Şimdiki Cihangir değil söz ettiğim. Bir yanda Beyoğlu'ndan taşan pavyonların, gece hayatının izlerini taşıyan, diğer yanda 12 Eylül sonrası toparlanmaya çalışan entelektüel gettoyu barındıran Cihangir. Robert Kolej'deki arkadaşlarımın anneleri, haklı olarak hafta sonu bizim evde buluşmaktan pek hoşlanmazdı. Travestiler vardı sokağımızda; derin bir ses tonuyla konuşan konsomatrisler, pencereye yapışmış yaşlı teyze ve amcalar. Sürekli hamile kalan mahallenin delisi. Geceleri köpek sürüleri. Yokuşta mahzur kalan arabalar. Ve bolcana yazar-çizer.
Anne ressam, baba mimar. Bu yüzden evde her gece eş dostla kalabalık yemekler olurdu. Hayatta bildiğim şeylerin yarısını, çocukken o masalara kulak kabartarak öğrendim. Sanat, siyaset, solun durumu, festivalde son görülen sanat filmiyle ilgili yorumlar, babamın Erdal'la Neruda şiir çevirileri, Çiçek Bar'da kimler varmış, son çıkan romanında kim eski sevgilisinden intikam almış falan filan. Masumiyet Müzesi işte.
Cihangir artık eski Cihangir değil tabii. Muteber bir semt. Ben ise mümkünse Cihangir'e hiç adım atmıyorum. Neden bilmem. Daha yaşanabilir hale geldiği için değil. Geçmişi hatırlamak içimi acıttığı için galiba...