PKK ve BDP
BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek'le dün görüştüm, biraz da ilkokuldan beri arkadaşım olduğu için, politika...
BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek'le dün görüştüm, biraz da ilkokuldan beri arkadaşım olduğu için, politikacı-gazeteci ilişkisinin ötesinde ısrarlı olarak sordum: Hakkâri faciasının tertipçisi kim? Özel bilginiz var mı? PKK mı, devlet içinden birileri mi?
Benim kanaatim eylemi PKK'lıların emirle veye inisiyatifle yaptığıdır ama elbette kanıtlarla aydınlanmasını beklemek lazım.
Çiçek de, "ön değerlendirmeler PKK'yı işaret ediyor" dedi ama tepki gösterdi:
- Kim yaparsa yapsın her şeyden önce bu vahşeti kınamak gerekmez mi? 3 yaşında bir bebeğin bacağı koptu! 15 aylık bir bebek ağır yaralı... Şunun bunun provokasyonu diye siyasi hükümler verenler önce bu vahşeti kınasınlar... Kınasınlar da bir ortak zemin oluşsun.
Çiçek'in bu tepkisine katılmamak mümkün mü?
BDP'liler hemen devleti suçladılar. En azından "devlet içinde birileri yaptırdı ama PKK'lılar yaptıysa da kınıyoruz" gibi şeyler söyleyemezler miydi?!
Hangi akıl?
Ekranlarda "provokasyon" teorileri dinliyorum. Batman'da Özdemir kardeşlerin PKK mayınıyla ölmelerinin doğurduğu tepki ortadayken PKK'nın böyle bir eylem daha yapması pek akla uygun değilmiş...
İngiliz Başbakanı Chamberlain da Hitler'in Südetland'i aldıktan sonra artık "Polonya'ya saldırmasının akla uygun olmayacağını" söyleyerek barış müjdesi vermemiş miydi?!
Halbuki Chamberlain kendi aklıyla, Hitler kendi aklıyla düşünüyordu!
Kendi aklımızı örgütün aklının yerine koyarak onun eylemlerini analiz etmek mümkün mü?!
Şemdinli örneği diyorlar... Reşadiye örneği yok mu?!
Doğrusu, Hakkâri olayının aydınlatılmasını istemek ve bu arada BDP ile hükümetin görüşebileceği ortamın oluşmasını sağlamaya çalışmaktır.
Çiçek: Uygun ortamda
Çiçek'e sordum? BDP ile hiç mi görüşmeyeceksiniz?
Çiçek "Görüşürüz tabii ama bu yaklaşımlarla ve böyle ortamlarda görüşmemizi halk kabul etmez" dedi.
Haklı, çünkü hiçbir demokratik hükümet, hele de kan devam ederken, 'halka rağmen' politika geliştiremez.
Ama görüşülmesi gerektiği de ortada...
Referandumda MHP'nin bilinen üslubunun tutmamış olması hükümetin elini demokratik olarak güçlendirmiştir üstelik... Doğru ama bu yetmez, BDP de mutlaka "görüşülebilir" bir muhatap olmaya özen göstermelidir.
Sinn Fein ve IRA
İngiltere'de Sinn Fein adlı etnik milliyetçi parti de IRA ile bağlantılıdır. Tony Blair ve Clinton, Sinn Fein ile görüşmüşler ve neticede terör sona ermiştir.
Fakat Sinn Fein, IRA'nın maşası değildi, IRA karşısında belli bir "kendi iradesi" vardı; IRA'ya siyasi baskı da yapardı gerektiğinde...
Türkiye'de ise BDP'liler "Hadi görüşelim" denildiğinde, "bize bakmayın, Öcalan'la görüşün" dediler!
BDP'nin "kendi iradesi"ne sahip olabilmesi, bunun için mesela süresiz ateşkes ve militanlarını sınır dışına çekme gibi çağrılarda bulunması, hem PKK üzerinde bu yönde baskı oluşturur hem sıradan temasların ötesinde çözüm yönünde görüşmelerin kapısını açar.
Tek taraflı olarak hükümete "ne olursa olsun, görüş" demek gerçekçi değildir, demokratik de değildir.
Hatta sadece BDP değil, Öcalan da radikalizm ve şiddet yoluyla dayatmaları bırakmalı... Süresiz ateşkes ilanı ve militanlarını sınır dışına çekme gibi kararlarla oluşacak "uygun zeminde" 'maksimalist' taleplerle değil, makul adımlarla çözüm yolunun açılabileceğini görmelidir.