Duvara karşı olmak ve referandum

Daha önce duvarların kaldırılmasını savunan Kürtçüler açılımla birlikte şoka uğradılar. Referandum kararıyla ise demokratik özerklik adı altında, "duvara karşı değiliz" noktasına geldiler; yani söylemlerinden bütünüyle çark ettiler.


12 Eylül’de oylanacak Anayasa değişikliği paketinde asker sivil ilişkileri, Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı kamplaşmaya neden olan belli başlı maddeler olarak öne çıkıyor.
AKP, anayasa değişikliğiyle vesayet rejiminin son bulacağını, yerine demokrasinin geleceğini vaat ediyor. Hayırcı taraf, bu değişiklik amacının aslında AKP vesayetini tesis etmek olduğunu iddia ediyor. Kürtçüler ise seçim barajının düşürülmesi gibi maddelerin pakette yer almadığı gerekçesiyle değişikliği boykot ediyor. Bütün bu argümanlar, yalın kulağın duyduğu yorumsuz açıklamalardan ibaret. Politik söylemler, doğası gereği dışa vurulan açıklamalar üzerinden geliştiriliyor. Oysa bilgi, gerçekliğin görünen kısmına bakarak çizilen bir resim değildir; aksine gerçekliğe ilişkin insanın yeniden kurduğu mantıksal soyutlamalardır.


Sivil Alan Siyasal Alan Ayrımı

Serbest kamusal alan her tür çıkarın müzakereye sokulduğu yerdir. Çıkarların mutlaka maddi olması gerekmez; Max Weber’in belirlemesiyle manevi olanlar da çıkar kapsamı içinde yer alır. “Sivil alan”da sözlerde yarıştırılan çıkarlar “siyasal alan”a taşınınca doğal olarak siyasallaşarak taraflaşmaya yol açar. Dolayısıyla kamusal alanı serbest olan ülkelerde siyasallaşma ve taraflaşmanın yadsınacağı alanlar vicdan ile özel hayattır.
Türkiye’de siyasal kararların sivil alandan yükselmesini yadsıyan vesayetçi zihinler, taraflaşmaya fena gözle bakıyor. Onlara göre devlet işleri böyle ayağa düşürülmemelidir; halk bu işlerden uzak tutulmalıdır. Aslında onlar, tam bu nedenden dolayı neyin oylandığından çok, referandumun bizzat kendisine karşıdırlar. Çünkü referandum, siyasi kararların vasiye, vekile ve tavassuta gerek kalmaksızın halk tarafından alınması anlamına geliyor. Bu nedenle referandum, jakoben vesayetçiliğin yüzüne atılan kezzap gibidir.
Demokratik ülkelerdeki politik kararlar, sivil alandan siyasal alana yükselir. Halkın belli düşünce ve çıkarlar etrafında taraf olmalarını yadsımak veya vehimden yola çıkarak niyet okuyuculuğu yapmak demokrasinin bizzat kendisine düşmanlıktır. Sivil alanın siyasal toplumun (devletin) denetiminde olduğu otoriter ülkelerde ise taraflaşmaya ihtiyaç duyulmaz çünkü, kamuyla ilgili kararlar toplum katmanına uğramadan güç elitlerince verilmektedir. Güç elitlerinin nazarında toplum, farklılığın ve tarafların olmadığı homojen bir kitledir.
12 Eylül’de yapılacak referandum etrafında ortaya çıkan taraflaşma esasen Kürt Açılımıyla ilgilidir. Bir yanda karar alma süreçlerine katılmaya hevesli çağcıl demokrasi yanlıları, diğer yanda etnikçi ve ulusçu korku duvarlarının kaldırılmasına karşı çıkan vesayetçiler. Öte yanda ise “benim olmayan rejimin vesayet yada demokrasi olması fark etmez” diyen Kürtçüler.


Denize Düşen MHP’nin Çaresizliği

Halkı masa başında kurguladıkları yapay ulus kimlik kalıbında eritilecek malzeme olarak gören jakoben ulusalcılar, CHP öncülüğünde, anayasa değişikliğine “hayır” diyerek bize sürpriz yapmadı. AKP’nin “evet” demesi de sürpriz değil; çünkü demokrasinin gelişmesi rakip ulusalcılara karşı her halükarda AKP’ye mevzi kazandırıyor. MHP ve BDP’nin tutumları ise psiko-patolojik.
MHP, gerek sosyolojik gerekse ideolojik olarak yapay üst kimlik kalıbı olan “resmi Türklüğe” alternatif olarak savunduğu “fiili Türklüğü”, zamanla alt kimlik milliyetçiliğine dönüştürdü. Bunda, AKP’nin merkeze yerleşerek MHP nin önünü kesmesiyle ve Büyük Birlik hareketinin partiden ayrılarak “ülkü” içindeki “İslami” yönün aşınması etkili oldu. Fiili durum MHP’yi giderek muhafazakar çevreden uzaklaştırıp laisist merkeze, yani ulusalcılığa yaklaştırıyor. PKK hassasiyeti ise bu süreci hızlandıran katalizör. Gelişen bu süreç, partinin liberal demokrat yüzü Doç. Dr. Vedat BİLGİN’in danışmanlıktan azil örneğinde olduğu gibi, MHP’yi iyice kavruklaştıracağa benziyor. Neticede MHP, mağduru olduğu anayasanın değişmesine hayır diyen bir parti konumunda. BDP’lilerin tutumu ise eski Türk film senaryolarındaki kadar basit, trajik ve komik.


BDP’nin Yaptığı Udönüşü

Sözcülüğünü BDP’nin yaptığı Kürtçülük, Kürt Açılımıyla bocalamaya başladı. Açılım, Kürtçülerin oynaya geldikleri ofansif oyun planını alt üst etti. İtilmişlik- kakılmışlık bahanesiyle hakem aldatmaya yönelik triplerin de önünü kesti. Arkasından gelen referandum ise eşitlik, özgürlük, kültürel haklar, ana dil vb. gibi taktikler üzerine geliştirdiği gol kurgularını sona erdirdi. BDP, Gol yediğini kabul edip kendini özeleştiriye tabi tutmak yerine referandumu boykot edeceğini deklere ederek mızıkçılık yapıyor.
Şu seçim barajı indirilebilse, Kürtçülerin üzerinde bir maraba şalvarıyla bir çift Mekap ayakkabıdan başka bir şeyin olmadığı anlaşılacak! Daha önce duvarların kaldırılmasını savunan Kürtçüler açılımla birlikte şoka uğradılar. Referandum kararıyla ise demokratik özerklik adı altında, “duvara karşı değiliz” noktasına geldiler; yani söylemlerinden bütünüyle çark ettiler. Ne demek istiyorlar: “Duvarlar aynen kalsın, ama bize bakan kısmında Stalin ve Apo’nun resimleri asılsın, duvarın üstünde ise Türk bayrağının yanında kızıl yıldız armalı Kürt bayrağı dalgalansın.”


Ulusçuluğun Sefaleti

Sorun şu ki, 19.yy’lın ana akım belirleyicisi ulusçuluk gittikçe önemini kaybediyor. Ulusçuluğun aldığı yara iki hasım kardeşi, CHP ile MHP’yi, bir araya getirdi. Birincisi kız ikincisi erkek olan bu kardeşler, ortak düşman modern demokrasiye karşı, yine kendileri gibi milliyetçi olan BDP’yi üvey kardeş olarak aileye dahil edeceklerdir. İşte referandum süreci, bütün bu kerametleri ortaya çıkaran bir turnusol kağıdı.
Referandum, sonucu ne olursa olsun, her halükarda demokrasiye takiye yapanları üzecektir. Referandumun yol açtığı kutuplaşma, vesayet duvarlarının gümbür gümbür çatlatmaktadır. Bu doğrultuda çıkan her tartışma ve kamplaşma vesayet rejiminin sanal korku duvarlarını sarsması anlamında hayırlıdır.
Kamuoyunda “açılım” olarak şöhret bulan bütün girişimler korku duvarlarını yıkmayı amaçlayan projelerdir. Bunların en tipiği, Berlin Duvarı mesabesindeki, Kürt Açılımıdır. Referendum ile açılımların üst üste kesişmesi ise büyük bir fırsattır. Kürt açılımının referandum çalışmalarının baş gündemi olması onun önemiyle ilgilidir. Vesayetin inşa edip her vesile ile tahkim ettiği korku duvarları balyoz ve kazma yıkılamaz; hakkında konuşup tartışarak, yani üzerine ışık tutarak yıkılabilir. Çünkü bu duvar, gerçek değil, sanaldır.
Sonuçta, referandumda sandığa giden evetçilerde hayırcılarda vesayetin ilgasına, demokrasinin ise yüceltilmesine katkı vermiş olacaklardır. Hatta halkı boykota davet etmek, bu doğrultuda siyasi çalışmalar yapmak da ayni kabildendir. Demokrasinin en büyük düşmanı ise kamu işlerine duyarsız kalmaktır; karar alma süreçlerine katılmaktan imtina etmektir.