AB yolundaki Türkiye'nin durumu ne olur?

AB yolundaki Türkiye'nin durumunu AB Komisyonu'nun genişleme ve komşuluk politikasından sorumlu üyesi Štefan Füle değerlendirdi.

AB yolundaki Türkiye'nin durumu ne olur?
İşte Štefan Füle’nin değerlendirmesi
Türkiye sadece bölgesel liderliği nedeniyle değil; aynı zamanda demokrasi, İslam ve laikliğin pekâlâ birlikte yürüyebildiğini gözler önüne seren bir örnek olması dolayısıyla da stratejik olarak önemli bir ülkedir.
Genişlemeden sorumlu komisyon üyesi olarak göreve başlamamın ardından Türkiye’ye ilk resmi ziyaretimi birkaç güç içinde gerçekleştireceğim. Türkiye’yi AB’ye daha yakınlaştırmak, komisyon üyesi olarak benim en önemli önceliklerim arasında yer alıyor. Ocak ayında Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilen oturumlarda da ifade ettiğim üzere, Türkiye’yi Avrupa Birliği içinde tahayyül edip edemediğim sorusuna vereceğim yanıt hep aynı: Evet, tahayyül edebiliyorum.
Konumu, büyüklüğü ve stratejik yönelimi dolayısıyla Türkiye, AB için her zaman kilit önemde bir ortak olmuştur. Türkiye’nin Avrupa yönelimi, birçok Avrupa kuruluşuna üye olması ve siyasi liderlerinin zaman içinde ortaya koydukları seçimler ile defalarca teyit edilmiştir.
AB’ye katılım, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te başlattığı modernleşme sürecinin devamı açısından en çok umut vaat eden perspektiftir. Türkiye’nin Avrupa’da olduğunu göstermek için güzel İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinden başka bir kanıta gerek var mıdır?
İlişkilerimiz sıfırdan başlamıyor. Bizim zaten bir geçmişimiz var. Türkiye ile AB arasında mallar artık serbestçe dolaşabiliyor; ikili ticaret üç katına çıktı ve bugün AB, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olduğu gibi, Türkiye de AB’nin 7. en önemli ticaret ortağı.
Bunun yanı sıra, AB ve Türk şirketlerinin yer aldığı birleşme ve devralmaların sayısında da ciddi bir artış meydana geldi; böylelikle, ekonomilerimizin birbirlerine olan bağımlılığı da hiç olmadığı kadar arttı. Bir bakıma, Türk ekonomisinin rekabet gücü, Avrupa’nın rekabet gücüyle iç içe geçti. Ancak, Türkiye’nin AB’ye katılım hedefinin bir gün gerçekleşebilmesi için daha da yapılabilecekler var.
Komisyon bu hedefe tam destek vermektedir; hepimiz inanç ve tutarlılıkla bu hedefin peşinden gitmeliyiz.
Türkiye’ye desteği sürdüreceğiz
Bu bağlamda, hem AB’den hem de Türkiye’den, bu süreci sorgulayan kimi seslerin yükseldiğinin farkındayım. Ancak hiç şüphem yok ki yapılacak en doğru şey, taahhütlerimizi yerine getirerek sürece bağlılığımızın güvenilirliğini sürdürmektir. Güvenilirlik her iki tarafın somut adımlarıyla tesis edilir. İşbirliği programımızı ve Türkiye’de gerçekleştirilen iddialı reformlara verdiğimiz desteği sürdüreceğiz. Müzakere sürecinde birlikte çalışmaya devam ederek yeni fasıllar açmalı ve açılmış olan fasıllarda ilerleme kaydetmeliyiz. Kıbrıs’taki açmazı aşmalıyız.
Kıbrıs sorunu
Kıbrıs’ta sürdürülen görüşmeler, Ada’nın yeniden birleşmesine yönelik kapsamlı bir çözüme ulaşılması için eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Ben, bu sorunun giderilmesi için elimdeki tüm olanakları kullanarak çözümü destekleyeceğim.
Bu konuyu kısır bir döngü olmaktan çıkarıp verimli bir döngüye çevirebileceğimize olan inancım tamdır; yeter ki ilgili tüm aktörlerin siyasi iradesi bu yönde olsun. Bunu gerçekleştirmenin cesaret ve kararlılık gerektirdiğini biliyorum; ancak Türkiye’nin bunlardan yoksun olmadığına inanıyorum.
Türkiye, bunun bir örneğini Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde sarf ettiği çabalarla ve üstlendiği yapıcı rolle gösterdi. Biz bu süreci yoğun bir şekilde destekliyoruz ve sınırın açılması da dahil, iki ülke arasında kararlaştırılan adımların atılabilmesini kolaylaştıracak teknik ve mali desteği vermeye de hazırız.
Türkiye sadece bölgesel liderliği nedeniyle değil; aynı zamanda demokrasi, İslam ve laikliğin pekâlâ birlikte yürüyebildiğini gözler önüne seren bir örnek olması dolayısıyla da stratejik olarak önemli bir ülkedir.
AB’de, dini vecibelerini serbestçe yerine getiren ve demokratik bir ülke vatandaşının sorumluluk bilinciyle hareket eden geniş bir Müslüman azınlığa sahibiz. Pek çoğu halihazırda AB vatandaşı.
AB, dinleriyle değil, inanç özgürlüğü dahil olmak üzere, Avrupa toplumlarının dokusunu oluşturan temel özgürlüklere duyduğu saygı ile tanımlanır.
Türkiye, Avrupa Birliği’ne katılımı hedefleyen bir ülke olarak, AB vatandaşlarının yararlandığı özgürlüklerden, kendi vatandaşlarının da faydalanmasını sağlamalıdır.
Yurttaş, işçi ve tüketicilerin haklarını kuvvetlendiren; kamu fonlarının en iyi şekilde idaresini sağlayan veya gıda güvenliği gibi alanlarda iyileşme sağlayan yeni yasalar, AB’yi memnun etmek ya da müzakere sürecinin ilerlemesini temin etmek için değil; her şeyden önce Türk vatandaşları için gereklidir.
Bu reformları gerçekleştirmek zahmetli ve zor bir iş olup açık ve dürüst tartışmaların yapılmasını da gerekli kılar. Bunun da ötesinde, toplumun farklı kesimleriyle siyasi partiler arasında gerçek bir diyaloğu ve uzlaşma ruhunu gerektirir.
Altı sene önce Birliğe katılan Çek Cumhuriyeti’nden gelen bir kişi olarak şunu ifade edebilirim ki; katılım müzakerelerinin başarıya ulaşmasında anahtar rol oynayan bu zahmete gerçekten değecektir.