BBP'den 'Balyoz' açıklaması
Gündemi sarsan darbe tartışmalarıyla ilgili konuşan BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu, 'Türkiye artık generallerin yönetebileceği basitlikte bir ülke değil' dedi ve ekledi:
Ergenekon davasının Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası olduğunu söyleyen Topçu, "Türkiye artık generallerin yönetebileceği basitlikte bir ülke değil" dedi. Her türlü çeteleşme, cunta ve darbe girişimlerine karşı olduklarına vurgu yapan Topçu, yargının davayla ilgili en adil kararı vereceğinden şüphe duymamak gerektiğini söyledi.
Bu ülke hepimizin diyen Topçu, "Özlemini duyduğumuz çağdaş, demokratik, şeffaf bir hukuk devletine kavuşmamızı engelleyen karanlık ve derin güçlere karşı sesimizi yükseltmek hepimizin ahlaki sorumluluğu ve görevi olmalıdır" ifadesini kullandı.
Fransız Devrimin Generali Napolyon Bonapart'ın "Eninde sonunda devleti yönetmek için asker olmalıdır. Devlet, yalnız mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir... Ben kan döktüm, belki daha da dökeceğim, ama öfkelenmeden ve sadece kan almanın politika hekimliğinde yeri olduğu için... Bir devleti yönetmek için bir sürü yargıç, bir sürü jandarma, bir sürü asker ve bir hayli de para ister..." sözüne atıfta bulunan Topçu, bu sözünü özümsemiş "atanmış" cuntacı militarist zihniyet karşısında mevcut "seçilmiş" sivil-siyasi otorite, hakkaniyet uğrunda bedel ödeme cesaretini göze alabilmeli" şeklinde konuştu. Her darbe sonrası darbecilerin gerekçelerin ardına sığındıklarını hatırlatan Topçu, hükümetin kararlı ve cesur bir şekilde Anayasa değişikliğine bir an önce başlaması gerektiğine dikkat çekti.
Sayın Yalçın TOPÇU, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı olarak, Ergenekon BALYOZ ve başka adlarla devam eden dava hakkında ve son gelişmelerle ilgili düşünceleriniz nedir?
Biz her türlü çeteleşmeye, cunta ve darbe girişimlerine karşıyız... Bu ülkede darbe ve cunta eylemlerinin en büyük bedellerini ödemiş ve tezgâhtan geçirilmiş bir hareketin Genel Başkanıyım… Merhum Ebedi siyasi liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu bu sivil ve demokratik duruşun bayraklığını yaptı. Herkesin cunta iddiaları ile hesaplaştığı bir dönemde cuntacılıkları tarih önünde kesinleşmiş bir darbe komitesinin ve yandaşlarının hukuk önünde hesaba çekilememesi çok acıdır. Bugün 70 sene sonra bile bir Nazi savaş suçlusu bile yaşına başına ve zaman aşımına bakılmaksızın adalet önüne çıkarılıyorsa, bugün 12 Eylül cuntasının 28 Şubat cuntasının failleri de “Adalet” ve Tarih” önünde hesap vermelidir.
Bu sürecin meşruiyeti ve akıbetiyle alakalı endişeleriniz var mı?
Biz Büyük Birlik Partisi olarak egemenlik millete dayanmadıkça meşru değildir diyoruz. Devam eden Ergenekon ve Balyoz davalarının, hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde hiçbir hususi kaygıya kapılmadan sürdürülmesini istiyoruz… Bu ülkenin siyaseti, kurulduğu ilk günden beri askeri vesayeti kabule uyumlu halde dizayn edilmiştir. Bu dizaynın ortadan kalkması hemen olacak bir şey değildir.
Paramiliter ve kriminal bir örgütlenme yapısı ile bir cunta hazırlığının bağlantılarını araştırma ve mücadele sürecini başlatan Ergenekon davası; yarattığı travmaları ve hukuki tartışmaları bir yana koyarsak, gerek kapsamı gerekse kazandırdığı yeni siyasi boyutu ile Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Derinliği olmayan köşe başını tutmuş bir takım kendini elit sayan, fakat milletin itibar etmediği bu tür teşekküllerin gizli çamaşırları ortaya çıktıkça, o özlediğimiz demokratik yönetimin hâkim olacağı günlerin geleceğine dair ümitler arttı. “Türkiye artık generallerin yönetebileceği basitlikte bir ülke değil”… Dava süreci sulandırılmamalıdır. Magazine alet edilmemelidir... Kurunun yanında yaşlar da yanmamalı!… Bir kin ve intikam fırsatı olarak da kullanılmamalıdır...
Yargının adil bir şekilde karar vereceğinden şüphe duymamak gerekir. Artık vicdanımızın sesine kulak vermemizin zamanı geldi. Bu ülke hepimizin. Özlemini duyduğumuz çağdaş, demokratik, şeffaf bir hukuk devletine kavuşmamızı engelleyen karanlık ve derin güçlere karşı sesimizi yükseltmek hepimizin ahlaki sorumluluğu ve görevi olmalıdır. Siyasi çekişmeleri, ideolojik kavgaları, önyargıları bir kenara bırakalım diyorum. Bizlere reva görülen bu sisli ve karanlık ortamda yaşamak kaderimiz değil ve olmamalı. Bu da ancak sorumluların ortaya çıkmasıyla mümkün olur. Sevinmek ya da üzülmek adına saf belirleyenler daha serinkanlı ve sabırlı olmalı. Neticeyi beklemeli…
Sn. Topçu “Bu ülkenin siyaseti, kurulduğu ilk günden beri askeri vesayeti kabule uyumlu halde dizayn edilmiştir. Bu dizaynın ortadan kalkması hemen olacak bir şey değildir” dediniz. Sizce daha neler yapılmalıdır?
Bir ülkenin dış müdahaleye ve militer müdahalelere açık olmayışının teminatı vesayet rejiminden kurtulmasına bağlıdır. Bu ülkede darbe hukukundan başka bir adalet makinesiyle tanışamamış, başrolünde korkular ve kaygılar olan bezdirici senaryoların figüranları olmaktan kurtulmak için tek olmasa da en önemli aşama ciddi bir Anayasa değişikliğidir. Bugün çok eleştirdiğimiz askeri üstünlük ve baskının kaynağı olarak ihdas edilmiş kurum ve kanunlar, gücünü iç hizmet kanunlarından ve 12 Eylül mahsulü mevcut Anayasadan almaktadır. Her darbe sonrası darbeciler şu gerekçenin ardına sığınır: “Şunu herkes iyi bilmelidir ki; TSK bu milletin ordusudur. Ve TSK hiçbir zaman milletin aleyhinde olabilecek, ülke çıkarlarını zedeleyecek herhangi bir davranış içinde olmamıştır. Bundan böyle de olmayacaktır. Eğer silahlı kuvvetler ‘Anayasa’da kendisine verilen görevin’ gereğini yapma zorunluluğu görmeseydi böyle bir darbe girişimine veya darbeye gerek duymayacaktı...”
Türk Devlet geleneğinde “Asker sahip olduğu ayrıcalıklardan vazgeçmez” derler… Bu bir nass değil ama, uğrunda aitleri tarafından ciddi ve her türlü kuralsız ve kuramsız mücadele verilebilecek de bir gerçek. Konjonktürel şartların ve inisiyatiflerin yardımı ile iktidarını sürdüren AKP, bu avantajlarını önümüzdeki dönemlerde yitirebilir. Bu dinamiklere karşı direnç göstermeye başlayan; askerin işi askerliktir siyasetle iştigal etmemeli görüşüne mugayir; ordu kurmayı, emekli paşalarla ve demokratik esnekliğe kesinlikle sahip olmayan ne idüğü belirsiz ulusalcılarla birlikte, askerin her söylediğinden hikmet ve himmet arayan medyanın da desteği ile gündem oluşturup, laik-anti laik tartışmalarla ve asker düşmanı ithamlarıyla iktidarı köşeye sıkıştırmaya başlayabilir. Hükümet kararlı ve cesur bir şekilde Anayasa değişikliğine bir an önce başlamalıdır. Elindeki imkanı ve aritmetik avantajları iyi kullanmalı…
Millî iradeye hiçbir şekilde engel olmayan ve ipotek koydurtmayan, O'nun üstünde veya yanında, hariçte ve/veya dahilde herhangi bir merci ve ortak kabul etmeyen; Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez mutlak bütünlüğünü tavizsiz kabul eden, Tam bağımsızlığını ve egemenliğini her türlü tartışmanın dışında bırakan, kuvvetler ayrılığı prensibini ve parlamentarizmi temel ilke alan, Vatandaş-merkezli, âmir devlet değil hâdim, sosyal hukuk devleti anlayışı ve pratiğine sahip bir Anayasa değişikliğini gerçekleştiremediği sürece bu devran böyle gidecektir.
“Eninde sonunda devleti yönetmek için asker olmalıdır. Devlet, yalnız mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir... Ben kan döktüm, belki daha da dökeceğim, ama öfkelenmeden ve sadece kan almanın politika hekimliğinde yeri olduğu için... Bir devleti yönetmek için bir sürü yargıç, bir sürü jandarma, bir sürü asker ve bir hayli de para ister…” Diyen Napolyon Bonapart’ın bu sözünü özümsemiş “atanmış” cuntacı militarist zihniyet karşısında mevcut “seçilmiş” sivil-siyasi otorite, hakkaniyet uğrunda bedel ödeme cesaretini göze alabilmeli.
Büyük Birlik Partisi, devletimizin de dış müdahaleye açık bu yapıdan, cesur ve tam bağımsız bir ülkenin akılcı kurgusuna ve huzur vurgusuna sahip yöneticileri ve kadroları içerisinde barındırmaktadır.
Demokrasi ve değişim adına, bu memleket mukadderatını yüzyıllardır halka ve hakka rağmen sömüren militarizme karşı yerli-milli dik duruş gerçekleştirilmeli. Bundan öncekiler gibi iktidar nimetini; muhalefetteki vaatler ve ideallerinin aksine, birilerinin dümen suyunda rotalarını kilitleyip çarçur edip gitmemeli…
Bu ülke hepimizin diyen Topçu, "Özlemini duyduğumuz çağdaş, demokratik, şeffaf bir hukuk devletine kavuşmamızı engelleyen karanlık ve derin güçlere karşı sesimizi yükseltmek hepimizin ahlaki sorumluluğu ve görevi olmalıdır" ifadesini kullandı.
Fransız Devrimin Generali Napolyon Bonapart'ın "Eninde sonunda devleti yönetmek için asker olmalıdır. Devlet, yalnız mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir... Ben kan döktüm, belki daha da dökeceğim, ama öfkelenmeden ve sadece kan almanın politika hekimliğinde yeri olduğu için... Bir devleti yönetmek için bir sürü yargıç, bir sürü jandarma, bir sürü asker ve bir hayli de para ister..." sözüne atıfta bulunan Topçu, bu sözünü özümsemiş "atanmış" cuntacı militarist zihniyet karşısında mevcut "seçilmiş" sivil-siyasi otorite, hakkaniyet uğrunda bedel ödeme cesaretini göze alabilmeli" şeklinde konuştu. Her darbe sonrası darbecilerin gerekçelerin ardına sığındıklarını hatırlatan Topçu, hükümetin kararlı ve cesur bir şekilde Anayasa değişikliğine bir an önce başlaması gerektiğine dikkat çekti.
Sayın Yalçın TOPÇU, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı olarak, Ergenekon BALYOZ ve başka adlarla devam eden dava hakkında ve son gelişmelerle ilgili düşünceleriniz nedir?
Biz her türlü çeteleşmeye, cunta ve darbe girişimlerine karşıyız... Bu ülkede darbe ve cunta eylemlerinin en büyük bedellerini ödemiş ve tezgâhtan geçirilmiş bir hareketin Genel Başkanıyım… Merhum Ebedi siyasi liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu bu sivil ve demokratik duruşun bayraklığını yaptı. Herkesin cunta iddiaları ile hesaplaştığı bir dönemde cuntacılıkları tarih önünde kesinleşmiş bir darbe komitesinin ve yandaşlarının hukuk önünde hesaba çekilememesi çok acıdır. Bugün 70 sene sonra bile bir Nazi savaş suçlusu bile yaşına başına ve zaman aşımına bakılmaksızın adalet önüne çıkarılıyorsa, bugün 12 Eylül cuntasının 28 Şubat cuntasının failleri de “Adalet” ve Tarih” önünde hesap vermelidir.
Bu sürecin meşruiyeti ve akıbetiyle alakalı endişeleriniz var mı?
Biz Büyük Birlik Partisi olarak egemenlik millete dayanmadıkça meşru değildir diyoruz. Devam eden Ergenekon ve Balyoz davalarının, hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde hiçbir hususi kaygıya kapılmadan sürdürülmesini istiyoruz… Bu ülkenin siyaseti, kurulduğu ilk günden beri askeri vesayeti kabule uyumlu halde dizayn edilmiştir. Bu dizaynın ortadan kalkması hemen olacak bir şey değildir.
Paramiliter ve kriminal bir örgütlenme yapısı ile bir cunta hazırlığının bağlantılarını araştırma ve mücadele sürecini başlatan Ergenekon davası; yarattığı travmaları ve hukuki tartışmaları bir yana koyarsak, gerek kapsamı gerekse kazandırdığı yeni siyasi boyutu ile Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Derinliği olmayan köşe başını tutmuş bir takım kendini elit sayan, fakat milletin itibar etmediği bu tür teşekküllerin gizli çamaşırları ortaya çıktıkça, o özlediğimiz demokratik yönetimin hâkim olacağı günlerin geleceğine dair ümitler arttı. “Türkiye artık generallerin yönetebileceği basitlikte bir ülke değil”… Dava süreci sulandırılmamalıdır. Magazine alet edilmemelidir... Kurunun yanında yaşlar da yanmamalı!… Bir kin ve intikam fırsatı olarak da kullanılmamalıdır...
Yargının adil bir şekilde karar vereceğinden şüphe duymamak gerekir. Artık vicdanımızın sesine kulak vermemizin zamanı geldi. Bu ülke hepimizin. Özlemini duyduğumuz çağdaş, demokratik, şeffaf bir hukuk devletine kavuşmamızı engelleyen karanlık ve derin güçlere karşı sesimizi yükseltmek hepimizin ahlaki sorumluluğu ve görevi olmalıdır. Siyasi çekişmeleri, ideolojik kavgaları, önyargıları bir kenara bırakalım diyorum. Bizlere reva görülen bu sisli ve karanlık ortamda yaşamak kaderimiz değil ve olmamalı. Bu da ancak sorumluların ortaya çıkmasıyla mümkün olur. Sevinmek ya da üzülmek adına saf belirleyenler daha serinkanlı ve sabırlı olmalı. Neticeyi beklemeli…
Sn. Topçu “Bu ülkenin siyaseti, kurulduğu ilk günden beri askeri vesayeti kabule uyumlu halde dizayn edilmiştir. Bu dizaynın ortadan kalkması hemen olacak bir şey değildir” dediniz. Sizce daha neler yapılmalıdır?
Bir ülkenin dış müdahaleye ve militer müdahalelere açık olmayışının teminatı vesayet rejiminden kurtulmasına bağlıdır. Bu ülkede darbe hukukundan başka bir adalet makinesiyle tanışamamış, başrolünde korkular ve kaygılar olan bezdirici senaryoların figüranları olmaktan kurtulmak için tek olmasa da en önemli aşama ciddi bir Anayasa değişikliğidir. Bugün çok eleştirdiğimiz askeri üstünlük ve baskının kaynağı olarak ihdas edilmiş kurum ve kanunlar, gücünü iç hizmet kanunlarından ve 12 Eylül mahsulü mevcut Anayasadan almaktadır. Her darbe sonrası darbeciler şu gerekçenin ardına sığınır: “Şunu herkes iyi bilmelidir ki; TSK bu milletin ordusudur. Ve TSK hiçbir zaman milletin aleyhinde olabilecek, ülke çıkarlarını zedeleyecek herhangi bir davranış içinde olmamıştır. Bundan böyle de olmayacaktır. Eğer silahlı kuvvetler ‘Anayasa’da kendisine verilen görevin’ gereğini yapma zorunluluğu görmeseydi böyle bir darbe girişimine veya darbeye gerek duymayacaktı...”
Türk Devlet geleneğinde “Asker sahip olduğu ayrıcalıklardan vazgeçmez” derler… Bu bir nass değil ama, uğrunda aitleri tarafından ciddi ve her türlü kuralsız ve kuramsız mücadele verilebilecek de bir gerçek. Konjonktürel şartların ve inisiyatiflerin yardımı ile iktidarını sürdüren AKP, bu avantajlarını önümüzdeki dönemlerde yitirebilir. Bu dinamiklere karşı direnç göstermeye başlayan; askerin işi askerliktir siyasetle iştigal etmemeli görüşüne mugayir; ordu kurmayı, emekli paşalarla ve demokratik esnekliğe kesinlikle sahip olmayan ne idüğü belirsiz ulusalcılarla birlikte, askerin her söylediğinden hikmet ve himmet arayan medyanın da desteği ile gündem oluşturup, laik-anti laik tartışmalarla ve asker düşmanı ithamlarıyla iktidarı köşeye sıkıştırmaya başlayabilir. Hükümet kararlı ve cesur bir şekilde Anayasa değişikliğine bir an önce başlamalıdır. Elindeki imkanı ve aritmetik avantajları iyi kullanmalı…
Millî iradeye hiçbir şekilde engel olmayan ve ipotek koydurtmayan, O'nun üstünde veya yanında, hariçte ve/veya dahilde herhangi bir merci ve ortak kabul etmeyen; Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez mutlak bütünlüğünü tavizsiz kabul eden, Tam bağımsızlığını ve egemenliğini her türlü tartışmanın dışında bırakan, kuvvetler ayrılığı prensibini ve parlamentarizmi temel ilke alan, Vatandaş-merkezli, âmir devlet değil hâdim, sosyal hukuk devleti anlayışı ve pratiğine sahip bir Anayasa değişikliğini gerçekleştiremediği sürece bu devran böyle gidecektir.
“Eninde sonunda devleti yönetmek için asker olmalıdır. Devlet, yalnız mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir... Ben kan döktüm, belki daha da dökeceğim, ama öfkelenmeden ve sadece kan almanın politika hekimliğinde yeri olduğu için... Bir devleti yönetmek için bir sürü yargıç, bir sürü jandarma, bir sürü asker ve bir hayli de para ister…” Diyen Napolyon Bonapart’ın bu sözünü özümsemiş “atanmış” cuntacı militarist zihniyet karşısında mevcut “seçilmiş” sivil-siyasi otorite, hakkaniyet uğrunda bedel ödeme cesaretini göze alabilmeli.
Büyük Birlik Partisi, devletimizin de dış müdahaleye açık bu yapıdan, cesur ve tam bağımsız bir ülkenin akılcı kurgusuna ve huzur vurgusuna sahip yöneticileri ve kadroları içerisinde barındırmaktadır.
Demokrasi ve değişim adına, bu memleket mukadderatını yüzyıllardır halka ve hakka rağmen sömüren militarizme karşı yerli-milli dik duruş gerçekleştirilmeli. Bundan öncekiler gibi iktidar nimetini; muhalefetteki vaatler ve ideallerinin aksine, birilerinin dümen suyunda rotalarını kilitleyip çarçur edip gitmemeli…