2010 model Dünyayı Kurtaran Adam

Kerem Akça, bu hafta vizyona giren filmleri değerlendirdi

Elbette ki gelişen sinema sektörleri bir koldan da 'çöp' adıyla andığımız Hollywood'un belli döneminde hakimiyet kuran o pespaye, ucuz ve bayağı filmlerin üremesine yol açıyor. Bu konuda Türk sinemasının son döneminden de çok fazla örnek verilebilir. Ancak aslında bu süreçten gerçek anlamda 'ileride kült olacak' (beli bir kitlenin taptığı hale gelecek) dediğimiz iki eserden biri “Kukuriku: Kadın Krallığı”, “Nekrüt” ile birlikte. Yani bu ikili, bu durumun gerçek anlamda hakkını veriyorlar. Öyle ki “Kukuriku: Kadın Krallığı”, tuvalet mizahı ve fantastik dünya yaratmadaki bilinçsizliğin ters tepmesiyle birlikte, sadece alay edilesi tarafıyla bir eğlenceliğe dönüşebiliyor. Böyle olunca da tepeden tırnağa pespaye haliyle, yeni dönemin “Dünyayı Kurtaran Adam”ı olma konusunda herhangi bir sıkıntı çekmiyor.

'Kukuriku: Kadın Krallığı' fragmanı için tıklayınız...

Özellikle Amerikan sinemasında sektörleşmenin tavan yapmasıyla birlikte bunun bir parçası olarak da 'B filmleri' devreye girmiştir her zaman. 1940'larda genelde kara film, fantastik, bilimkurgu, korku gibi alanlarda ürün verdiğine tanık olduğumuz bu eserlerin içinden de aslında kendini ayıran filmler oluyordu. Bunun da sebebi bu yapıtların pespaye, bayağı gibi tanımlarla anılma şansını yakalayarak belli bir kitlenin 'ucuz eğlencesi'ne dönüşmesiydi.

Zamansız bir tuvalet komedisi ya da çöp örneği

Ancak şimdi bakıldığında o zamanın bu konudaki alim isimlerinden Ed Wood'un tencereden uzay gemisi efekti yaptığı filmleri dahi 'kült' mertebesine erişti. Bunun da tam kelime karşılığı 'Belli kitlenin defalarca kez izlemekten keyif aldığı filmler' idi. Hatta bu 'B tipi yapıtlar'ın, Quentin Tarantino, Peter Jackson, Tim Burton gibi yönetmenlerin film çekerken ana esin kaynakları arasına dahi girmeleriyle birlikte bir profesyonelleştirme çabasıyla sinemaya taşınmaya başladılar.

Türk sinemasında da aynen 70'lerde olduğu gibi popüler film üretiminin artmasıyla birlikte böylesine çöp örneklerle daha çok yüzleşmeye başladık. Bu sene “Uçan Melekler” ile “Yüreğine Sor”un ardından “Kukuriku: Kadın Krallığı” da gerçek anlamda bu alana mensup eserler.

Fakat doğrusunu söylemek gerekirse konumuz olan “Kukuriku: Kadın Krallığı”, daha ilk karesinde bu eğilimi gösterdiğini anladığınız için 'Kült olma yani belli kitlelerin eğlence kaynağı olma şansı var mı?' düşüncesiyle izlediğiniz bir yapıt. Bu açıdan da zamansız bir fantastik tuvalet komedisi örneği olarak özetlenebilir.

'Bayağılık'ın bir estetik olduğunu bilmemesi zararına olmuş

Çok uğraşırsak “Osmanlı Cumhuriyeti” (2008), “Yedi Kocalı Hürmüz” (2009), “Neşeli Gençlik” (2007) gibi filmlerle akrabalık kurduğu veya bunların müzikal, politik taşlama ve tuvalet komedisi geleneklerini birleştirdiğini söylemek mümkün bu eserin. Ancak bu sözünü ettiğimiz filmlerden daha da acayip bir şey var karşımızda.

Öyle ki yönetmen Serkan Ok'un 70'lerde 'kitsch' adıyla anılan 'bilinçsiz duran bayağılık estetiği'nin, sonradan 'camp' ismi altında 'bilinçli' hale gelen eğiliminden haberdar olduğunu söylemek zor. Ancak bu konuda daha önce “Acı Aşk”ta (2009) da HD (yüksek çözünülürlüklü dijital kamera) kamera konusuna vakıf olduğunu gördüğümüz Vedat Özdemir'in sinematografisinin bir iz bıraktığını gözlemlemek mümkün burada.

Görüntü yönetmeni filme yönetmenden daha vakıf

Bu doğrultuda da özellikle filmin son kısmındaki 'gölge oyunu estetiği' kıvamındaki gece bölümünü adeta kara filmin 'ışık oyunları' ile çekmesi ve oyunculardan da bu konuda bir 'vodvil başarısı' alması bir özen katıyor “Kukuriku: Kadın Krallığı”na. En azından bu 'ucuz' duruşun hakkını veriyor bu kısımlar onu söyleyebiliriz.

Aslında bu sözünü ettiğimiz bakış açısının genel toplamda bir dağınıklık salgılaması, Özdemir'in filmin bu bölümünün yıldızı olmasına yol açıyor. Adeta Mike Myers'ın “Avanak Ajan”ındaki (“Austin Powers”, 1999) gölgeli mizah oyunu mantığının birebir aynısı var burada. Bu da filmi hafif masalsı bir dünyaya vakıf kılıyor doğrusunu söylemek gerekirse.

Açılış sekansı filmin özeti

Ancak daha ziyade “Kukuriku: Kadın Krallığı”nın üzerine odaklanılması gereken noktası 'Erkekler ile kadınlar yer değiştirip, itaat kavgasının düzeni yerle bir olursa ne olur?' doğrultusunda yarattığı evren. Bu konuda sanat yönetiminin özeni ve oyuncuların proje aşamasındaki seçimi haricinde bir duruş görmek mümkün değil. Öyle ki Serap Aksoy, Levent Ülgen ve Ali Düşenkalkar gibi yeteneğini ispatlanmış oyuncular var burada.

Bunun yanında zamansız, distopik ve bilimkurgusal mekanın herhangi bir tür eğilimini bilmemesi ise, daha açılış sekansındaki 'bayağı duran efektler'le gelen Tanrısal geçiş ile start alıyor. Adeta suluboya ile çizildiğini gördüğümüz yapraklarla sarılı gökyüzünden bakan Adem ile Havva kıvamında iki karakterin bir kanepede uzanıp 'İktidarı değiştirsek mi?' konusundaki hesaplaşmalarını izliyoruz. Aslında burada bir 'Sihirli Annem' dokusu alıyoruz doğrusunu söylemek gerekirse. Devamı da o giriş o giriş kıvamında gidiyor adeta.

Bunu bıraktık burada yönetmenin yaklaşımı, İtalyan usta Pier Paolo Pasolini'nin 70'lerdeki renkli döneminden alıştığımız zamansız seks komedilerini andırır hale geliyor. Ancak bu açmazın içinden de Ok'u ancak üstadın ta kendisi ya da Türkiye'den Ezel Akay kurtarabilirmiş. Öyle ki burada oluşan toplamdan ancak cinsel istismar filmlerinin (hani o Tarantino'nun “Ölüm Geçirmez”inde saygı duruşunda bulunduğu alan) babası Russ Meyer memnun kalabilirmiş.

Adeta bir ucuzluk gösterisi

Bu haliyle ise “Kukuriku: Kadın Krallığı”, garip sahnelerden acayip bir film çıkarma konusunda bir hayli başarılı bir esere ve adeta bir ucuzluk gösterisine dönüşmüş. Kesin bir tür tanımlaması yapamasak da çizgi film estetiğini kuramamasından kurgu ile olay örgüsünü ilerletme beceriksizliğine, genel plan yerleştiriyim derken aksiyondan uzaklaşan açılardan yarattığı dünyaya hapsolmasına ve hatta detaylara önem veremeyerek kendi kişisel evrenine (ya da evrensizliğine) sıkışmasına kadar her yönüyle bir çöp örneği karşımızdaki.

Daha bu yoluna lehçesini kuramadığı, bir kısmının Osmanlı aksanıyla, bir kısmının Osmanlıca kelimelerle, bir kısmının da Türkçe konuştuğu bir insanlar birliği ile giriyor. Bunun devamı da zor olmuyor. Çünkü yönetmen Ok'un bir mizansen kurma becerisi yok.

Koreografisiz müzikal sahneleri pespaye bütünü tamamlıyor

Adeta harala gürele koşuşturan ve bağrışan kadınlar ile onlara eşlik eden mahsun erkekler izliyoruz perdenin hemen önünde. Bu da cinsiyetleri doğrultusunda kartonlaştırılan bir takım ne dediğini anlamadığımız insanın kameranın önünden sürekli geçip gitmesinin temsili haline getiriyor “Kukuriku: Kadın Krallığı”nı.

Öyle ki buradaki tersine tecavüz sahnesi, bağırma sahnesi gibi bayağı sahnelere veya erkekleri mahkum eden uzay bekçisi tipli karakterlere başka yerde rastlamak mümkün değil. Elbette ki üç müzikal sahnesinin koreografisiz ve kurgusuz bir şekilde sadece müzik ve görüntüyü üst üste uyumsuz olarak bindirilmesiyle yol almasına da şaşırılmamalı. Zira Ezel Akay bile bunu “Yedi Kocalı Hürmüz”de hakkıyla yapamamıştı.

Yeni neslin “Dünyayı Kurtaran Adam”ı

Lafın özü “Kukuriku Kadın Krallığı”, ileride kültleşecek bir eser olarak anılabilir. Bundan 20 yıl sonra tozlanmış film raflarından 'Yeni neslin Dünyayı Kurtaran Adam'ı olarak sökülüp alınacağına şüphe yok. Ancak bu durumdan yönetmeninin haberi olmadığı konusunda da eminiz.

Bu da eserin B filminden ziyade böylesi yapıtları tanımlamak için kullanılan 'Z filmi' ibaresiyle, yani 'en düşük derecede sinema eseri' adı altında anılmasına yol açıyor. Adından posterine kadar her türlü öğesi bu doğrultuda okunabilecek gerçek bir 'ucuzluk başyapıtı' var karşımızda.

FİLMİN NOTU: 2.5

Künye:

Kukuriku: Kadın Krallığı

Yönetmen: Serkan Ok

Oyuncular: Didem Erol, Levent Ülgen, Serap Aksoy, Ali Düşenkalkar, Ceren Soylu, Ayşen Gruda

Süre: 117 dk.

Yapım Yılı: 2010

BİR HOLLYWOOD KABUSU

John Curran ile birlikte bağımsız sinemanın günümüzdeki en önemli 'ilişki filmi' portreleyicilerinden olan İngiliz David MacKenzie, bu sefer karşımıza bir anti-Hollywood dramı ile çıkageliyor. “Çapkın”, yönetmenin genelde yasak ilişkilerini ele aldığı kariyerinin içindeki ilişki filmi konseptinden farklı bir yere doğru yelken açıyor belki. Ancak bir diğer taraftan da cinsellik konusuna yaklaşımını, görsel becerisini, karamsar mesajlarını ve karakterlerin psikolojisini öne çıkaran dramatik yapılarından bir yenisini de sunmasına olanak tanıyor. En kısa tanımıyla eldeki eser, ilişki ustası bir adamın Hollywood taşlamasına soyunduğu bağımsız, hüzünlü ve gerçekçi dramı olarak adlandırılabilir.

'Çapkın' fragmanı için tıklayınız...

“Tutku Nehri” (“Young Adam”, 2003) ve “Tutku” (“Asylum”, 2005) ile 2000'lerde ilişki filmlerinin erbabı olarak yüzeye çıkmakta sıkıntı yaşamayan David MacKenzie, önceki filmi “Hallam Foe”da (2007) ise genç bir çocuğun hayatına girip röntgencilik odaklı akan bir esere imza atmayı tercih ederek bu durumu duygular ve kuşkular üzerine yönlendirmişti. Ancak kendi bildiği sulara geri dönmesi için çok da beklemeyecekti.

Cinsellik meselesi üzerinden akan, anti-kahramanlı bir dram

Öyle ki 2009 tarihli son filmi “Çapkın” (“Spread”, 2009), cinsellik üzerinden yürüyen ilişki bazlı bir dram. Elbette yönetmenin ilk eseri gibi 'biri birini aldattı'dan ziyade cinsel ilişkiye nasıl ve neden girileceği ya da onun esnasında neler yaşanacağını masaya yatıran bir yapıt bu.

Burada bunun çevresine de adeta bir zengin fahişesi ya da jigolosu yerleştiriyor MacKenzie. Öyle bir karakter ki bu, hem şan şöhret piyasasının içinde değil, hem de bütün zengin kadınların yatağına girmiş. Hem çok yakışıklı, hem de parasız pulsuz. Yani dört köşeli ya da keskin hatlarla çizilen Hollywood kahramanlarından ziyade bir derinliği var.

Entrikaya yönelmekten ziyade gerçekçi mesajın peşinde koşması takdir edilmeli

Bunun devamında da yönetmen Hollywood'un anti-tezini bu karakter üzerinden kuruyor ve soruyor 'Her gece başka evde seks dolu yaşam mı, yoksa düzenli yaşam mı?'. Aslında bunu bağladığı yerin böylesi filmlerin kalemine göre son derece doğru ve gerçekçi olduğunu söylemek lazım.

Öyle ki filmin “Seks Oyunları” (“Cruel Intentions”, 1999) ile “Vahşi Şeyler” (“Wild Things”, 1998) gibi 'birine oyun oynayalım' kıvamında entrikalı bir hikaye akışı da var ancak bunu sömürmüyor. Uç noktalarda karton bir entrikaya doğru ilerlemekten ziyade gerçekçi mesajını vermeye çalışıyor “Çapkın”. Buna paralel olarak 'mutlu son' mantığının tamamen uzağında gezmesi de Mackenzie dünyasının içinde olduğumuzu daha iyi kavramamıza yol açıyor.

Adeta Pasolini'deki kadar ince ince işlenmiş seks sahneleri var

Tabii yönetmenin burada bu Ashton Kutcher'ın canlandırdığı karakterin cinsel hayatını ele alırken 10 civarı kadınla olan birlikteliğini adeta ayrı koreografilerle çekmeyi becermesi de takdir edilmeli. Öyle ki bu çok yönetmende olan bir özellik değildir. Belki Pasolini'nin zamanında bu kadar cesur ve detaycı çalışmalar yaptığı söylenebilir. O da bu konuda farklı bir yöne kayan bir isimdir.

Genelde ilişkilerdeki iletişimsizliği ele alsa da, şehvet duygusunu da yansıtmayı seven MacKenzie ise burada bunu Kutcher ile Anne Heche'in olgun kadın-genç erkek cinsel ilişkisi üzerinden yapıyor. Belki onları on civarı farklı pozisyonda görüyoruz. Hatta bunlar romantik-komedilerdeki gibi tempo yükselten montaj sekans geleneğiyle de bütünleniyor.

Hollywood'un parlak ışıklarının altında akan bir dram

Ancak yönetmen asla mesajsal anlamda taviz vermiyor. Nihai sonuca varıldığında bu karakterin kiminle 'yatak için', kiminle 'aşk için' yattığını biliyoruz. Zaten 'seks oyunları' meselesinin de kendisi gibi birini bulduğunda karşımıza çıkması, Hollywood'un o parlak ışıklarının altındaki karakterlerin dramına odaklanmamızı sağlıyor. Adeta Hollywood rüyasına giderken kabusa saplanan bir dramla yüzleşmemize yol açıyor.

Elbette bunu duygu sömürüsünden uzak durmasının yanında Cassavetes'vari el kamerası geleneğiyle de perdeye taşımayı seçmiyor. Daha ziyade 2:35:1 formatında dengeli bir hikaye anlatma sineması güdüsünü tercih ediyor Mackenzie her zaman olduğu gibi.

İlişki meselesine yaklaşımı konusunda ustalaşacak bir yönetmen

Öyle ki yönetmenin kendine has bir stili olduğunu açılıştaki partide Kutcher ile Heche'in yani karakterin zıvanadan çıkmasına yol açan olayın dört dakikayı bulan kaydırmalı bir plan sekansla yansıtılmasıyla da açıklayabiliriz. O partinin tamamı kesintisiz tek bir sahnede ya da çekimde halledilmiş lafın özü. Anlayacağınız MacKenzie 'ilişki' meselesinin özellikle 'seks güdüsü', 'tutku', 'şehvet' gibi konularında ve seksin devreye neler sokabileceği kavramının içinde ustalaşacak bir isim. Bunu da dördüncü filmiyle bir kez daha kanıtlıyor.

Hiç taviz vermeden iddialı seks sahneleri çekerken bunlardan anlam çıkarmasını da biliyor. “Çapkın”ın (“Spread”, 2009) de her anı son dönem bağımsız örneklerden “Laurel Canyon” (2002), “Dying Gaul” (2005), “Bella” (2006), “Terapist” (“Shrink”, 2009) gibi filmleri hatırlamamamızı sağlayan bir anti-Hollywood dramı olarak tasarlanmış. Ancak hikaye anlatma sinemasının gerekleriyle...

FİLMİN NOTU: 7

Künye:

Çapkın (Spread)

Yönetmen: David MacKenzie

Oyuncular: Ashton Kutcher, Anne Heche, Margerita Levieva, Ashley Johnson, Sonia Rockwell, Rachel Blanchard

Süre: 97 dk.

Yapım Yılı: 2009

'MESELE'Sİ KENDİNDEN BÜYÜK

İlginçtir Türk sinemasında en temel sorunlardan biri son yıllarda 'iyi fikir bulursak sinema filmi çekmeye gerek yok' anlayışı olmaya başladı. Bu durumdan nasıl sıyrılınacağını ise tahmin etmek zor. Ancak “Memleket Meselesi”nin özündeki 'kayıtları polis sildiği için haksız duruma düşen vatandaş' izleğinden ziyade bu problemiyle 'memlekete meselesi'ne dönüştüğü söylenebilir. Bunun devamında eldeki eser, ulusal sinemanın 'harcanmış fikirler' havuzundaki yerini almakta zorlanmazken, durumlardan komedi yaratmaktaki beceriksizliği ve TV dizisi kıvamındaki görselliği ile de sinema seyircisini doyurmakta bir hayli sıkıntı çekiyor.

'Memleket Meselesi' fragmanı için tıklayınız...

Aslında son dönem Türk filmlerinde bazı problemlerin sürekli öne çıkmaya başladığını gözlemlemek mümkün. Bunlardan birincisi prodüksiyon kalitesinin yüksekliğini yönetmenlik sanatı zannetmek, ikincisi ise özündeki fikir iyi ise onun üzerine bir film inşa etme gereğini duymamak. Bunlardan ikincisinin ise hem sanat sineması hem de popüler sinemada hakimiyet kurduğunu görebiliyoruz son yıllarda.

Politik konjonktüre dil uzatan zeki bir mizah malzemesi var

İşte “Memleket Meselesi” de bir keçinin hayatını kurtarmaya çalışırken devletin polisinden dayak yemesine karşın 'silinen kayıtlar' sebebiyle mağdur duruma düşen bir adamın hikayesini sunuyor. Ahmet Uğurlu'nun canlandırdığı Adil öğretmenin gözünden akan bir sosyal komedi olarak anılabilir.

Bu doğrultuda da aslında karşımıza çıkan şeyin fikir düzeyindeki zekiliğinin bütüne yayılmasını beklememiz, dünya sinemasını takip ettiğimiz için son derece doğal. Ancak her zaman gerçekleşenle yine yüzleşmek durumunda kalıyoruz ve makus talihimizi yenemeyeceğimize dair umutlarımızı bir kez bir başka bahara bırakmak durumunda kalıyoruz.

Teknik anlamda TV dizilerinin kalitesinden yukarıda değil

Öyle ki İsa Yıldız imzalı bu eser, o hikayeden bırakın hikaye anlatı becerisiyle yakalanan detaylar ve hiciv dolu dramatik yapıyı, gerçek anlamda bir popüler sinema filmi dahi çıkarmayı beceremiyor. Belki 110 dakikayı bulan süresiyle bir TV dizi kisvesi altında kanallarımıza pazarlanabilirmiş.

Çünkü burada ne hikayeyi anlatan bir yönetmen, ne karakterler, ne de bir olay örgüsü var. Bunlar olmayınca da zaten Zeki Demirkubuz'un ilk dönem filmlerinden tanıdığımız Ali Utku'nun sinematografik gözü de boş yere harcanmış oluyor.

Fikir varsa filme gerek yok mu?

Üstüne üstlük bu durumun arka planına bir de 'komik olduğu zannedilen espri izleği' ekleniyor. Bu da Ahmet Uğurlu, Tuna Orhan gibi yeteneklerinden şüphe etmediğimiz oyuncuların en az sene başında izlediğimiz “Ay Lav yu”daki (2010) gibi 'oluşamayan durumlar' sebebiyle adeta bir 'konuşmalı tiyatro'nun içindeymiş izlenimi vermeleriyle canlanıyor.

“Memleket Meselesi”ni izlerken bir süre sonra yönetmen kamerayı bırakıp gitmiş diye düşünüyoruz ve görüntülerle anlam yaratmasına alışık olduğumuz sinema ezberimizi bir kenara bırakıyoruz. Bu da filmin kendi iddialı ismi gibi bir 'mesele'ye dönüşmesine yol açıyor. Hem de Türk sinemasının en büyük yarasına parmak basaraktan! 'Fikir varsa filme gerek yok' düşüncesi.

FİLMİN NOTU: 2.1

Künye:

Memleket Meselesi

Yönetmen: İsa Yıldız, Murat Onur

Oyuncular: Ahmet Uğurlu, Tuna Orhan, Füsun Demirel, Ahmet Kural

Süre: 105 dk.

Yapım Yılı: 2010

DERS NİTELİĞİNDE

Aslında bir filme 'kötü' demek yanlış ve son derece kaçamak bir tanım kanımca. Ancak elinizde “Hayde Bre” gibi 120 dakikalık kısa hikayenin uzamasıyla çıkan bir film varsa ve onun yönetmenlik koltuğunda Orhan Oğuz gibi Yeşilçam dokulu ucuz minimalizm yapan bir isim oturuyorsa ise bunu söyleyebiliriz. Öyle ki bu eser, üniversitelerde 'Kötü film nasıl çekilir?' konulu derslerde eğitim niyetine gösterilmeli. Çünkü görüntü yönetiminden kurgusuna, kamera kullanımından oyunculuklarına, proje aşamasından mekan yerleşimine kadar her şey bu tanımı karşılıyor. Özetle 'Sinema 101' dersinde kare kare anlatılabilecek bir eser “Hayde Bre”.

'Hayde Bre' fragmanı için tıklayınız...

Eğer 'Bir film nasıl kötü olabilir?' sorusunu soranlardansanız. “Hayde Bre”yi koltuğunuzun altına alıp dolaşmanızı önerebiliriz. Özellikle de üniversitelerde 'kamera nasıl kullanılmaz', 'karakterler nasıl canlandırılmaz', 'senaryo nasıl yazılmaz', 'kurgu nasıl düzenlenmez', 'dramatik yapı nasıl kurulmaz' gibi konular üzerinden okutabilecek bir 'Sinema 101' filmi karşımızdaki.

Al birini vur ötekine

Yedinci sanattaki kariyerine Cannes, Antalya ve İstanbul film festivallerinde aldığı ödüllerle başlayan Orhan Oğuz, nedendir bilinmez son 10 senede başlattığı düşüş ivmesini, bu filmiyle de hakkını vererek sürdürüyor. Tabana vurup vurmadığı ise tartışma konusu! Çünkü ortadaki örneklerin hangisini 'dip nokta' olarak tanımlarsak diğerine ayıp olabilir.

İşin doğrusu “Kara Kentin Çocukları” (2000), “Büyü” (2004) ve “Aura” (2007) sonrasında ancak “Hayde Bre” kıvamında bir kişisel miras filmi üreyebilirdi. Öyle ki bu eser, yönetmenin gerçek hayat hikayesini perdeye taşıdığı bir yapıt. Ama bu da bir şeyleri değiştirmiyor. Belki Oğuz'un kariyerinin ilk yıllarındaki görüntü yönetmenliği döneminden bir kalitesi olduğunu biliyoruz. Ancak bir türlü sinemada bunu bütüne yayma becerisi çıkaramıyor kendisi.

Kötü film nasıldır, nasıl çekilir?

Burada da bir baba-kız ilişkisi dramına el atsa da bunu Yeşilçam dokusuna yakın bir şekilde demodeleştirmesini bırakın, o yoldan bile aldığı herhangi bir sonuç görmek mümkün değil. En azından Çağan Irmak geri kalmış olsa da bu durumun hakkını yerine getirir ve bir tercih yaptığını hissettirir. Oğuz ise burada bir kısım uzun plan alan kamera hareketleri yoluyla 'ucuz minimalizm' peşine düşmüş.

Bu sebeple de Nilüfer Açıkalın'ın beş dakikada edindiği Makedon asıllı kadın aksanı, İlker İnanoğlu'nun sokaktan çevrilip sete zorla sokulmuş izlenimi veren karakteri, dramatik akışta yükselen yerlerdeki duygusal bütünlüğü yakalama zaafı ve en çok da 'dışadönük' şeylerden sonuç almaya seçerek karton bir iskelet kurması sebebiyle “Hayde Bre”, tepeden tırnağa bir örnek teşkil ediyor. 'Kötü film nasıl olur?' sorusunun cevabını hala bulamayanlar izlemeli.

FİLMİN NOTU: 1.5

Künye:

Hayde Bre

Yönetmen: Orhan Oğuz

Oyuncular: Nilüfer Açıkalın, Şevket Emrulla, İlker İnanoğlu, Mustafa Yaşar

Süre: 120 dk.

Yapım Yılı: 2010

DENETLENMİŞ KOPYA

İran ve Fransa gibi ülkelerde üretilen sinema örneklerinin genelde festival kitlesini yakalamak için belli stratejiler izlediği görülür. Bunlar da minimalizm, tempo ağırlaştırma, sanatsal göndermeler, dikkat çekici coğrafi mekan kullanımı, diyalog odaklı akış ve entelektüel karakterlerin izini sürmek gibi maddeler ışığında görsel anlamda sinemayı ciddiye almamaktır. İşte “Aslı Gibidir” de bu işlevi gören yapıtların son örneği. İki entelektüel karakterin aşk hikayesi üzerinden sözde evliliğe bakış atıyor, ancak mesajına yaklaşımı ile René Clair ve Fransız Şiirsel Gerçekçiliği akımı mensuplarının 1930'larda ürettiği tiyatro etkili filmlerin yapısına geri götürüyor bizleri maalesef.

'Aslı Gibidir' fragmanı için tıklayınız...

Abbas Kiarostami, o meşhur İranlı yönetmen. Hani sosyal gerçekçi dünyasıyla sanat çevrelerini kendine hayran bırakan, yeni dönemin Ken Loach'u olan var ya. O işte. Aslında burada Fransa ortaklığında bir iş çıkartması da şaşırtıcı değil. Çünkü mantık orada da aynı işliyor. Yönetmenin son filmi “Aslı Gibidir” (“Copie Conforme” 2010) de çıktığı noktayı inkar etmeyen ve amacına ulaşmış bir yapıt. Öyle ki 'İçine biraz entelektüellik katılıp 'konuşan kafalar' çekilmesiyle birlikte sanat çevrelerinde 'iyi film' intibası bırakıp festivalleri dolaşırız' görüşüyle üretilmiş bir film olmakta sıkıntı çekmiyor.

Bağımsız bir yönetmen kamerayı elinden almalıymış

Aslında bu açıdan Richard Linklater'ın kısıtlı döneme odaklanarak bu yapıyı benimsediği, “Gün Doğmadan” (“Before Sunrise”, 1996) ile “Gün Batmadan”dan (“Before Sunset”, 2004) oluşturduğu serisinin eserlerine çok benziyor. Öyle ki bir roman yazarı ile bir resim tüccarını bir araya getiren eser, sırfen diyalog üzerinden akıyor. Aslında projenin aslan payı Paolo Sorrentino filmlerinden tanıdığımız görüntü yönetmeni Luca Bigazzi'ye verilebilir. Zira burada bazı anlarda öyle uzun planlar yakalamış ki görüntü çalışmasına hayran kalıyorsunuz.

Ancak gelin görün ki Kiarostami onun kadar profesyonel değil. Elinde oyuncu yönetimi odaklı akması gereken bir film var iken iç mekana bu tipleri sokup ille de 'görsel yapıyı bozup teatral olacağım' anlayışıyla takılmış. Böyle olunca da filmi izlerken 'Bağımsız bir Amerikalı yönetmen kamerayı elinden almalı' diye düşünüyorsunuz ister istemez.

Buradaki mesaj güdüsü ilk filmini çeken yönetmenlerde görülür ancak!

Ama “Aslı Gibidir” (“Copie Conforme”, 2010) gerçek anlamda görsel yapısına hiç kafa patlatılmadan geyik diyaloglarla ilerleyen ve 'Evliliği bozarsanız Tanrı sizi affetmez' gibi ahlakçı ve dinci bir mesajla karşımıza dikilen bir eserde böyle bir şey mümkün mü?

Üstelik Kiarostami'nin bu söylemine ulaşırken son dönemden Alper Çağlar'ın ilk filminin acemiliğine verdiğimiz 'kör kör gözün parmağına' mesaj kaygısını uygulaması inanılır gibi değil. Dünyanın herhangi bir yerinde böyle yönetmenlik yapılsa, direk kapıya koyarlar. Hele hele bu kişinin kariyerinde 15 film rakamına dayandığını düşünebiliyor musunuz?

Ne işin var üstad?

Ancak İran sineması ve Fransız sineması elbette birazcık önyargılı beğeni kazanan, sanat kitlesini doyuran ülkelerin dışavurumlarılar. Bu sebeple Juliette Binoche ve İtalya'nın Tuscana bölgesi hatrına bir şeyleri kabullenmek ise hiç mümkün değil. Belki İtalyanca, Fransızca ve İngilizce konuşmalarla da evrensel bir coğrafi zevk ve dilsel eğlence aşılanıyor. Ama o da bir yere kadar elbette.

Tabii Jean-Claude Carriere gibi Luis Bunuel ve Yeni Dalga'nın has senaristinin de yan karakter olarak dahil olması bu entelektüel düzeyi tamamlıyor. Ama içimizden, 'Ne işin var üstad?' diyesimiz gelmiyor değil. Ama Carriere'in son dönemindeki düşüşünü göz önünde bulundurunca onun da yaptığını garipsemiyoruz.

Woody Allen'ın filmlerinin 'denetlenmiş kopya'sı

Uzun lafın kısası “Aslı Gibidir”, aynen 'denetlenmiş kopya' anlamına gelen ismi gibi Woody Allen'ın ilişki filmlerinin bir kopyası niteliğinde. Bu doğrultuda da Abbas Kiarostami'nin yönetmensel acemiliğine takılıp üslupsuz kalarak diyaloglara hapsoluyor. Onlarda ise bir başarı olduğunu söylemek zor. Belki Woody Allen da benzer bir tavırla filmler çeker ancak en azından samimi tarafı vardır.

Sadece Tuscana görüntüsü için ise farklı dönemlerden Tarkovsky imzalı “Nostalghia” (1983) ile Spike Lee'nin son filmi “Miracle at St. Anna” (2008) görülebilir. İlla da arka planlar için “Aslı Gibidir”e müracaat etmek şart değil.

Zaten karşımızda tiyatro estetiğini Fransız Şiirsel Gerçekçiliği döneminde (1930'larda Fransa'da aktif olan bir akım) özellikle René Clair'in filmlerinde gördüğümüz gibi kullanan bir eser var. Bu da filmi sahnenin gerisindeki dokudan anlam yaratma güdüsünü 70 sene önceki haliyle kullanmaya itiyor. Ortada böylesine bir demodelik kol gezer iken, fazla söze gerek var mı zaten?

FİLMİN NOTU: 3.7

Künye:

Aslı Gibidir (Copie Conforme / Certified Copy)

Yönetmen: Abbas Kiarostami

Oyuncular: Juliette Binoche, William Shimell, Jean-Claude Carriere, Agathe Natanson, Giana Giachetti

Süre: 106 dk.

Yapım Yılı: 2010

AİLE BOYU EĞLENCE

250 milyon dolarlık bir masal filmi. Jonathan Swift'in 'fantastik macera' romanı, günümüze dek sayısız kez sinemaya uyarlansa da hiç de buradaki gibi özündeki 'peri masalı' konseptini kullanamamıştır kuşkusuz. Öyle ki “Şrek”in izinde kopyala-yapıştır bilgisayar animasyonları ile tanıdığımız yönetmen Rob Letterman, burada kendi “King Kong”unu yaratıyor adeta. Popüler kültür referanslarıyla ilerleyen, müzikal koreografisi, düello sahnesi, savaş sahnesi gibi bölümleriyle B sınıfından A tipine geçen fantastik sinema için keyif kat sayısına zirve yaptıran bir eser karşımızdaki. Uzun lafın kısası 7'den 70'e bir eğlence depolaması sunuyor bu yeni “Gulliver'in Gezileri”.

Galeri için tıklayınız...'Gulliver'in Gezileri' fragmanı için tıklayınız...#

Bu hafta çarşamba günü vizyona giren filmin o gün yazdığım eleştirisine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

'Gulliver'in Gezileri' eleştirisi için tıklayınız...

FİLMİN NOTU: 5.4

Künye:

Gulliver'in Gezileri (Gulliver's Travels)

Yönetmen: Rob Letterman

Oyuncular: Jack Black, Emily Blunt, Amanda Peet, Jason Segel, Billy Connolly, T.J. Miller, Chris O'Dowd

Süre: 87 dk.

Yıl: 2010

KEREM AKÇA'NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

Ateşle Oynayan Kız (Flickan som lekte med elden): 5.2

Av Mevsimi: 6

Başımıza Gelenler! (Life as We Know It): 4

Biri Beni Isırdı (Vampires Suck): 4.2

Çakal: 6

Çakallarla Dans: 2.2

Durdurulamaz (Unstoppable): 4

Git Başımdan! (Due Date): 3.9

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1: 6.3

Hırsızlar Şehri (The Town): 6.5

Karanlık Cennet (L'Autre Monde): 5.5

Karmakarışık (Tangled): 4.9

Memlekette Demokrasi Var: 3.2

Narnia Günlükleri: Şafak Yıldızı'nın Yolculuğu (Chronicles of Narnia: Voyage of the Dawn Trader): 6

New York'ta Beş Minare: 6.4

Ölüm Zinciri (Chain Letter): 4

Pak Panter: 4.9

Paranormal Activity 2: 7

Prensesin Uykusu: 4

Sosyal Ağ (The Social Network): 7

Sultanın Sırrı: 3.8

Şenlikname: Bir İstanbul Masalı: 2.7

Teslimiyet: 3.4

Testere 3D (Saw 3D): 3.3

Turist (The Tourist): 2.8

Uçan Melekler: 1.9

Vay Arkadaş: 5.5

Ye Dua Et Sev (Eat Pray Love): 3

Yine Mi Sen? (You Again): 3.1

Yukarıdaki Tehlike (Skyline): 6

Zor Baba 3 (Little Fockers): 4.1

Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

keremakca@haberturk.com



Kaynak: Habertürk