New York'un kayıp minareleri
Hacı Gümüş, finale doğru Bitlis'te kıyıdan suya bakar ve suları bulan...
Hacı Gümüş, finale doğru Bitlis'te kıyıdan suya bakar ve suları bulandırmamak için Türkiye'ye dönmediğini söyler... Bu cümle, 'New York'ta Beş Minare'nin Gülen cemaatini akladığını iddia edenler acaba haklılar mı' sorusunu getiriyor akla. Peki, nedir Mahsun Kırmızıgül'ü bu filmi uzun zaman üstünde çalıştıktan sonra bir 'büyük proje' olarak sunacak kadar heyecanlandıran? Fethullah Gülen'i ülkeye sokup aklamak için yapılmış girişim olarak düşünmek bana paranoyaklık olarak geliyor. Öte yandan Hacı Gümüş gibi bir karakterin kimseye benzemez özgün bir karakter olduğunu söylemek de saflıktır.
'New York'ta Beş Minare' basında kopartılan fırtınayı hak etmiyor. Yani öyle 'hiçbir Türk filminde göremediğimiz şeyler var' diye ayılıp bayılacak bir durum yok. Hatta sinemanın teknoloji, aksiyon ve efekt olduğu yalanına kanmayacaklar için hayal kırıklığı da denebilir. Tıpkı Mahsun'un önceki filmlerinde ipleri bıraktığı Yıldız Kenter (Beyaz Melek) ve Altan Erkekli (Güneşi Gördüm) gibi, oyun büyük bir ustanın, Haluk Bilginer'in üstüne kurulmuş. Yine diğer iki filmde gösterdiği didaktik tavır azalmakla birlikte devam ediyor. Mahsun Kırmızıgül sinemada yol almak istiyorsa diyaloglara daha dikkat etmesi gerekecek. Havada kalan, sallanan ya da durumun anlamını gereği gibi veremeyen konuşmalar göze çarpıyor bu filmde. Herkes 'çok ağlamaklı' diye yakınıyor ancak onun dozajı da üç filmi arasında en az olanı.
Açıkçası İslam'a terör gölgesinin düşmesi üzerine de tatminkar olmaktan uzak. Hacı Gümüş konuşarak polisleri şipşak ikna