ANALIZ - Transatlantik Iliskilerde Yeni 'Küresel Öteki' Açiklamasi Çin
Biden yönetimi ve Avrupali müttefikler, Trump döneminin Transatlantik iliskilerde yarattigi aci hatiralari silebilmek adina “yenilenmis bir ortaklik” amacinda. Bu ortakligin hedef tahtasinda ise artik Rusya kadar Çin de oturuyor ABD’nin adeta G7 ve Quad Ittifakini bir araya getirdigi ve temel amacinin Çin’i yalnizlastirmak oldugu görülüyor. Nitekim G7’nin bu yilki sonuç bildirgesine bakildiginda “küresel jeopolitik riskler” basligi altinda Çin’in açiktan hedef alindigini ve bu ülkenin ortak bir tehdit olarak insa edilmeye çalisildigini görüyoruz Kapitalist rekabetin dayattigi “tarafini seç” baskisini Türkiye dahil pek çok ülkenin giderek daha fazla hissedecegi öngörülebilir. Bu anlamda her iki tarafi da idare eden “riski dengeleme” stratejisini uygulamak giderek zorlasacak Biden yönetimi “Çin ile çatisma degil, rekabet içindeyiz” dese de rakibi alasagi etmek ve hegemonyasini saglama almak için Trump dönemine nazaran daha genis çapli ve sistematik bir politika ortaya koyma yolunda. Çin’den gelen ilk tepkilere bakilirsa bizi sert bir hesaplasma bekliyor
- Çin ortak tehdit olarak insa ediliyor
???????Trump döneminde uygulanan korumaci ekonomi ve ötekilestirici söylemler nedeniyle pek çok bölge ile oldugu gibi Bati’yla iliskileri de yara alan ABD, Biden yönetiminde öncelikle Transatlantik camiayla olan iliskileri tamir etme yolunu seçti. “ABD geri döndü” slogani esliginde gerçeklestirilen ikili ve çoklu görüsmeler sayesinde, Biden yönetimi yüz yüze diplomasi uygulayarak Batili müttefiklerine “yalniz olmadiklari” mesajini verdi. Bunu yaparken elbette fedakârca bir yaklasimdan ziyade, ittifak kurmanin temel mantigini olusturan, karsilikli kazanç duygusu ön planda. Gerek G7 gerekse NATO ve AB zirvelerinde ABD’nin tüm dikkatini devam eden Rusya tehdidine ve Asya Pasifik’te yükselen Çin tehlikesine odakladigi görülüyor. Bu “çifte tehdit” yaklasimiyla ABD, Putin Rusya’si ile olan mevcut gerilimlerin takipçisi olacagi mesajini verirken diger yandan giderek belirginlesen Çin rekabetine karsi saflari siklastirmaya çalisiyor.
2014’te Kirim’i ilhakinin ardindan Rusya’yi aralarindan atan gelismis ülkeler, G8’den G7’ye evrilmis ve o tarihten bu yana Trump’in aksi yöndeki çabalarina ragmen Rusya’yi tenkit etmeye devam etmisti. Dünyanin ikinci büyük ekonomisi olan Çin ise bu yapiya asla alinmadi. ABD, Kanada, Ingiltere, Fransa, Almanya, Japonya ve Italya’nin, AB’nin de katilimiyla düzenledikleri bu yilki toplantiya davet edilen ülkelerden üçü dikkat çekici. Konuk katilimcilar Hindistan, Güney Kore ve Avustralya’nin özellikle Çin’in yakin çevresinde yer alan ülkeler oldugunu unutmamak gerek. Hindistan, Avustralya ve Japonya, ABD ile birlikte 2007’den bu yana “Dörtlü Güvenlik Diyalogu” (Quad Ittifaki) denilen bir yapinin daha parçasi. Bu yapi, özellikle Güney Çin Denizi’nde Çin’e askeri ve diplomatik yollarla karsi koyma amaci tasiyor. G7’nin bu yilki dördüncü konuk üyesi olan Güney Afrika ise Çin’in en çok ticaret yaptigi ülkelerin basinda geliyor.
Bu açidan bakinca Pazar günkü zirvede ABD’nin adeta G7 ve Quad Ittifakini bir araya getirdigi ve temel amacinin Çin’i yalnizlastirmak oldugu görülüyor. Nitekim G7’nin bu yilki sonuç bildirgesine bakildiginda “küresel jeopolitik riskler” basligi altinda Çin’in açiktan hedef alindigini ve bu ülkenin ortak bir tehdit olarak insa edilmeye çalisildigini görüyoruz. 2050 civarinda dünyanin bir numarali ekonomisi olmasi beklenen Çin; sadece hegemonyasini kaybetme riski tasiyan ABD için degil, yakin çevresindeki diger bölgesel güçler için de bir endise kaynagi. Her ne kadar Hindistan gibi bazi yakin komsularin yani baslarindaki Çin’i ürkütmemek adina temkinli davrandigi; hatta riski dengeleme (hedging) politikasi uygulayarak hem Washington’i hem de Pekin’i idare etmeye çalistigi bilinse de ABD Çin karsiti cepheyi olabildigince genisletme çabasinda. Washington’un yüzünü Asya Pasifik’e dönme çabasi Obama döneminde öne çiksa da aslinda bunun ön adimlari, Quad Ittifaki örneginde görüldügü gibi, G. W. Bush döneminde atilmisti. Obama ile “Asya’ya Yönelim” (Pivot to Asia) politikasina agirlik veren ABD’nin, ayni dönemde “Avrupa ve Ortadogu’nun sorunlarini öncelikle bu bölgelere ait ülkeler çözsün” yönünde, “uzaktan dengeleme”ye (offshore balancing) dayali bir strateji izlemeye çalistigi görüldü. Suriye, ne yazik ki ABD’nin özellikle Orta Dogu’dan çikarak kemer sikma ve Asya Pasifik’e yönelme politikasinin en yakici sonuçlarini gördügümüz yer oldu.
Amerikan dis politikasinda devamlilik unsurlari oldugunun sik sik alti çizilir. Trump yönetimi de bu anlamda Obama’dan devraldigi “Asya’ya Yönelim” politikasina öncelik vermeye devam etti. Çin’i bir “ulusal güvenlik tehdidi” olarak ilan ederek, kamuoyunun gözünde bu ülkeyi Amerikan çikarlarinin önündeki basat tehdit olarak gösterdi. Özellikle ABD’nin öz kaynaklarini devreye sokarak, iç dengelemeye agirlik verdi. ABD ve Çin arasinda bir süredir gözlemledigimiz “ticaret savaslari” ya da deniz kuvvetlerindeki askeri teknolojik hamleler, bu iç dengelemenin bir parçasiydi. Bu haftaki zirve trafiginin ortaya koydugu üzere, simdi sira ikinci asamada; yani dis dengelemede.
- G7’nin yoksul ülkeler açilimi Çin'in önünü kesme amaçli
G7, NATO ve AB toplantilari vasitasiyla ABD, ortak Çin tehdidine karsi, güçlü bölgesel ve küresel ittifaklar kurmaya çalisiyor ve Çin’i alenen bir tehdit olarak tanimlamaktan çekinmiyor. Bu “tehditle” mücadele, neorealist Mearsheimer’in önerdigi üzere, ABD’nin Soguk Savas doktrini olan “çevreleme” (containment) stratejisine evrilir mi, bu henüz net degil. Ancak 21. yüzyilda Çin’le mücadelenin, bir önceki yüzyilin Soguk Savas dinamikleriyle tipatip ayni olmayacagini kestirmek mümkün. “Kusak ve Yol Projesi” sayesinde tüm dünyayi bir ag gibi saran Çin, siyasi bir önkosul içermeyen uygun krediler vasitasiyla Bati’nin ilgi göstermedigi pek çok yoksul ülkeyi “borç tuzagina” düsürmüs durumda. Afrika cografyasi bu açidan hayli dikkat çekici.
ABD özellikle bu noktadan hareket ederek, Çin’i “oyunu kuralina göre oynamaya” davet ediyor. Malum, söz konusu oyunun; yani liberal, kapitalist dünya sisteminin kurucusu ABD. Washington’in son hamleleri ile Pekin artik, bu oyunu istedigi gibi oynamaktan mahrum kalacak. G7 zirvesinin sonuç bildirgesinde yayinlanan, yoksul ülkelere altyapi projelerinde destek verme karari ya da ihtiyaci olan ülkelere Kovid-19 asisi dagitma sözü, Çin’in bir süredir devam eden sessiz ve derinden yayilma stratejisinin önünü kesme amaçli. G7’nin yoksul ülkelerle “deger odakli, yüksek kaliteli ve açik” isbirlikleri kurma önerisi, dogrudan Çin modeline bir baskaldiri. Çin ise tüm dünyayi ilgilendiren sorunlarin küçük bir grup devlet tarafindan çözülemeyecegine vurgu yaparak, kartlarin yeniden karilmasini istiyor. Dolayisiyla da aslinda, mevcut dünya sistemine, bu sistemin kurumsal yapilarina ve degerler manzumesine, alttan alta bir itiraz ortaya koyuyor. Bu itirazi, Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimî üyesi olarak yapiyor olmasi ise ayrica ironik.
- “Tarafini seç” baskisi
Batili liberal degerler sistemi olmaksizin devlet kapitalizmi uygulayan Çin’in Washington Konsensüsüne alternatif bir Pekin Konsensüsü yaratma çabasi sonuç verir mi, bu simdilik belirsiz. Anahtar, liderlerden çok, ülke kamuoylarinin elinde. Kitleler, demokrasi, insan haklari ve bireysel özgürlüklerden taviz vererek zenginlesmeyi tercih ederlerse, ABD’nin sansi giderek azalir; Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimler kazançli çikar. Bu nedenle de Biden yönetimi “evrensel insan haklari” mottosuna vurgu yapiyor. Elbette bu vurgunun Filistin gibi ahlaki ve vicdani meseleler yerine, ekonomik sebeplerle gündeme getirilmesi çeliskili bir durum. Ancak görülen o ki Biden yönetimi, Dogu Türkistan ve Hong Kong gibi hassas noktalardan hareketle Çin’i evrensel degerlere muhalefetten yargilamaya ve yalnizlastirmaya devam edecek. Çin ise “anti-yaptirim” yasasi gibi araçlarla, ABD’nin ekonomik tedbirlerine yanit vererek, Batili özel sirketleri ABD ile Çin arasinda seçim yapmaya zorlayacak. Halihazirda AB bile kendi içerisinde Çin ile isbirliginin sinirlari konusunda uzlasmis degil. Italya’nin Kusak-Yol Projesine katilim için Çin ile masaya oturmasi Almanya ve Fransa’dan bir hayli tepki almisti. Bununla birlikte gerek Ingiltere, Almanya, Fransa ve Hollanda gibi Bati Avrupali ülkeler gerek Bati Blokuna görece geç katilan Orta ve Dogu Avrupa ülkeleri, Çin ile farkli alanlarda pek çok isbirligi anlasmasi imzalamis durumda. Tüm bunlar ise, ABD’nin canini bolca sikan konular. Ayni sey Rusya ile yapilacak anlasmalar için de geçerli. Türkiye’nin S-400 meselesinde yasadigi gibi, Almanya da Kuzey Akim-2 dogalgaz boru hatti nedeniyle ABD baskisi altinda. Washington her ne sartta olursa olsun, müttefiklerini Rusya veya Çin eksenine kaptirmak ya da herhangi bir bagimlilik iliskisi içine sokmak istemiyor.
Bu kapitalist rekabetin dayattigi “tarafini seç” baskisini Türkiye dahil pek çok ülkenin giderek daha fazla hissedecegi öngörülebilir. Bu anlamda her iki tarafi da idare eden “riski dengeleme” stratejisini uygulamak giderek zorlasacak. AB ülkeleri simdiden bu baskiya karsi çözüm yollari ariyor. G7’ye ilaveten, NATO ve AB zirvelerinde ABD’nin Çin karsiti mesajlarini Avrupali ülkelerin yumusattigi iddia ediliyor. Bu durumda, sonuç bildirgelerinde yer alan tüm uyari mesajlarina ragmen, AB ülkelerinin ekonomik gerekçelerle ABD’ye nazaran daha itidalli davrandigini; seffaflik ve hesap verebilirlik kriterleri ile barisçil ve demokratik bir dünya vurgusu yaptigi görülüyor. Yine de NATO Zirvesinde oldugu gibi ABD-AB Zirvesinde de Çin, Rusya ile birlikte temel gündem maddesini olusturmaya devam ediyor. “Baslica düsman” olarak halen Rusya’ya isaret eden NATO, dezenformasyon dahil, Çin’in stratejik meydan okumalarina karsi duracagini açikladi. Atlantik Ittifaki Çin’i “dogrudan askeri tehdit” olarak tanimlamasa da 2030 Strateji Konsepti ile bu ülkenin yükselisinden duydugu rahatsizligi dile getirdi. Tüm bunlarin “ileride gerçeklestirilmesi planlanan çatisma ortamina hizmet ettigini” ileri süren Çin ise NATO’nun Soguk Savas mantigindan çikamadigini ve Çin’in barisçil kalkinmasini engellemeye çalistigini öne sürüyor.
Görüldügü üzere saflar hizla siklasiyor. Biden yönetimi ve Avrupali müttefikler, Trump döneminin Transatlantik iliskilerde yarattigi aci hatiralari silebilmek adina “yenilenmis bir ortaklik” amacinda. Bu ortakligin hedef tahtasinda ise artik Rusya kadar Çin de oturuyor. Biden yönetimi “Çin ile çatisma degil, rekabet içindeyiz” dese de rakibi alasagi etmek ve hegemonyasini saglama almak için, Trump dönemine nazaran daha genis çapli ve sistematik bir politika ortaya koyma yolunda. Çin’den gelen ilk tepkilere bakilirsa bizi sert bir hesaplasma bekliyor. “Güç dengesi” teorileri, iç ve dis dengeleme sonuç vermezse üçüncü ve son asamanin savas olacagini öne sürer. Umariz uluslararasi camia bu yönde bir restlesme içinde olmaz ve rasyonel akil yeni bir dünya savasini engelleyecek sekilde devrede kalir.
[Doç. Dr. Helin Sari Ertem Istanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararasi Iliskiler Bölümü Ögretim Üyesidir]