Dr. Ender Saraç Açıklaması'Yılda İki Kez Hacamat Yaptırılabilir'
Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının ele alındığı sempozyumda konuşan Dr. Ender Saraç, hacamatın vücutta birikmiş olan ağır metal ve toksinleri azaltıp, vücudun temizlenmesine yardımcı olduğunu söyledi. Saraç, yılda iki kez hacamat yaptırılmasını önerdi.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Avicenna Besin Takviyeleri’nin desteğiyle düzenlenen Aile Hekimliğinde Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Sempozyumu’nda Türkiye’de geleneksel tıp uygulamalarına ilginin arttığını ancak bu uygulamaların merdiven altı diye tabir edilen yerlerde değil doktor kontrolünde yapılması gerektiği vurgulandı.
Sempozyum Başkanı Aile Hekimi Öğr. Üyesi Süleyman Ersoy, aile hekimlerinin hastalara ilk dokunan doktorlar olduğunu, onların geleneksel tıbbın en yaygın uygulama alanı olan koruyucu hekimlik doğrultusunda hastalara vereceği bilgilerle hastalıkların önüne geçilmesinde mesafe alınabileceğini söyledi.
Dr. Süleyman Ersoy, “Hem kişiler, hem de devlet için hastalığı tedavi etmek yerine hasta olmayı engellemek ekonomik ve kolaydır. Akupunkturdan müzik tedavisine, doğru beslenme bilgilerinden Uygur tıbbına, apiterapiden koku tedavisine, ayurvedadan kupa-sülük-ozon tedavilerine kadar pek çok alternatiften bahsediyoruz. Ancak burada önemli olan bunu kimin uyguladığıdır. Merdiven altı diye tabir edilen, kimin hangi bilgi ile nasıl uygulamalar yaptığını bilemediğimiz yerlerde bu hizmeti almak doğru değildir. Sağlık Bakanlığı GETAT uygulamaları ile geleneksel tıp öğrenmek isteyenlere çeşitli kurslar oluşturarak yardımcı olmaya çalışıyoruz. Vatandaşımız da hizmet alırken bu duruma dikkat etmelidir” dedi.
“Yılda iki kez hacamat yaptırılabilir”
Sempozyumda konuşan Dr. Ender Saraç, geleneksel tıbbı öğrenip şifacı olmak isteyenlerin önce kendilerini tanımaları ve pozitif enerjilerini arttırmaları gerektiğinin altını çizdi. Dr. Ender Saraç, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu konunun yobazı olmamak lazım. Batı tıbbında özellikle teknolojik açıdan çok büyük gelişmeler olduğunu asla reddedemeyiz. Geneksel tıp diye tanımladığınız Çin tıbbı, Hint tıbbı, ayurveda, Uygur tıbbı bunlar da dünyada 1 milyarın üzerinde insanın binlerce yıldır uyguladığı yöntemler. Benim önerim, kendimizi geliştirmek, hiçbir bilginin fanatiği olmamak yönünde. Binlerce yıldır insanlara şifa dağıtan otlar, bitkiler, çaylar var. Değişik iğneleme yöntemleri masajlar, kokular var. İnsanın kendini daha iyi hissetmesi, daha iyi uyumasını sağlayan, kanda mutluluk hormonu olan serotonini arttıran, kişinin yaşlanmasını geciktiren sistemler var. Bu bilgilere açık olmak, birbirleri ile harmanlamayı başarabilmek lazım. Biz vücudumuzu temizlemeden düzeltmeye çalışıyoruz. Ben yılda iki kez hacamat öneriyorum. Hacamat vücutta birikmiş olan ağır metal, toksinleri azaltır ve temizlenmesine yardımcı olur. Sonra temizlenmiş bedenimizi sağlıklı beslemek ve gerekiyorsa destek almak lazım. Burada önemli bir soru, bu geleneksek tıp uygulamalarını kimin yapacağıdır. İşte bu noktada Sağlık Bakanlığı’nın GETAT uygulamalarını çok yerinde buluyorum. Geleneksel tıp uygulamalarını bu konuda eğitim almış, sertifikası olan kişilere yaptırmak önemlidir.”
“Besinler ilacınız ilacınız besinleriniz olsun”
Sempozyumda Tıbbi Beslenme ve Fitoterapi Oturumunda konuşan Onkoloji Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar ise Hipokrat’ın “Besinler ilacınız ilacınız besininiz olsun” sözünü hatırlatarak yediklerimizin sağlığımız için önemine dikkat çekti.
Fitoterapi eğitimleri veren Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Adem Akçakaya ise sempozyumda fitoterapinin koruyucu hekimlikteki uygulamaları hakkında bilgiler verdi. Hekimliğin üçe ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Akçakaya, tedavi edici ve rehabilite edici hekimlikten çok koruyucu hekimliğe yönelmemiz gerektiğini söylerken bunun için dengeli beslenmek gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Adem Akçakaya, konuşmasını şu ifadelerle sürsürdü: “Bunun anlamı her besinden vücudumuzun ihtiyacı oranında alınmasıdır. Bunu yaparken genetiği değiştirilmiş, yapısıyla oynanmış, katkı maddeleri ile dolu olan gıdalardan uzak durmalıyız. Bunun yolu ise mümkün olduğu kadar doğal beslenmekten geçer. Doğal beslenme dışarıdan alacağımız toksinlerin vücuda zarar vermesini engellerken mikrobiyota dediğimiz bağırsak floramızın yani ikinci beynimizin sağlıklı olmasını sağlar. Bağırsaklarımızdaki mikrobiyota sağlığımızın temel garantilerinden biridir. Mevsim sebze ve meyveleri ile besleneceğiz. Kışın portakal yazın karpuz yiyeceğiz. Mevsim dışındaki sera ürünlerini önermiyoruz. Bazen takviye yapmak gerekebilir. Mesela güneş ülkesi olmamıza rağmen D vitamini eksikliğini sık görüyoruz. Bunu takviye etmek için Omega 3 alınabilir. Ancak yine de güneşe çıkmayı ve balık yemeyi de ihmal etmemeliyiz. Beslenme düzgün olursa zaten sorunumuz da olmayacaktır. Ama bir rahatsızlık varsa onu da öncelikle doğal yöntemlerle nasıl iyileştirebileceğimize bakabiliriz. Eğer midemiz ağrıyorsa bunu kudret narı ile tedavi edebiliriz. İlaç kullanmadan önce denenebilir. Yalnız fitoterapi uygulamalarında güvenilir ürünleri, uygun formasyonda vermemiz de çok önemli.”
Kaynak: İHA
Sempozyum Başkanı Aile Hekimi Öğr. Üyesi Süleyman Ersoy, aile hekimlerinin hastalara ilk dokunan doktorlar olduğunu, onların geleneksel tıbbın en yaygın uygulama alanı olan koruyucu hekimlik doğrultusunda hastalara vereceği bilgilerle hastalıkların önüne geçilmesinde mesafe alınabileceğini söyledi.
Dr. Süleyman Ersoy, “Hem kişiler, hem de devlet için hastalığı tedavi etmek yerine hasta olmayı engellemek ekonomik ve kolaydır. Akupunkturdan müzik tedavisine, doğru beslenme bilgilerinden Uygur tıbbına, apiterapiden koku tedavisine, ayurvedadan kupa-sülük-ozon tedavilerine kadar pek çok alternatiften bahsediyoruz. Ancak burada önemli olan bunu kimin uyguladığıdır. Merdiven altı diye tabir edilen, kimin hangi bilgi ile nasıl uygulamalar yaptığını bilemediğimiz yerlerde bu hizmeti almak doğru değildir. Sağlık Bakanlığı GETAT uygulamaları ile geleneksel tıp öğrenmek isteyenlere çeşitli kurslar oluşturarak yardımcı olmaya çalışıyoruz. Vatandaşımız da hizmet alırken bu duruma dikkat etmelidir” dedi.
“Yılda iki kez hacamat yaptırılabilir”
Sempozyumda konuşan Dr. Ender Saraç, geleneksel tıbbı öğrenip şifacı olmak isteyenlerin önce kendilerini tanımaları ve pozitif enerjilerini arttırmaları gerektiğinin altını çizdi. Dr. Ender Saraç, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu konunun yobazı olmamak lazım. Batı tıbbında özellikle teknolojik açıdan çok büyük gelişmeler olduğunu asla reddedemeyiz. Geneksel tıp diye tanımladığınız Çin tıbbı, Hint tıbbı, ayurveda, Uygur tıbbı bunlar da dünyada 1 milyarın üzerinde insanın binlerce yıldır uyguladığı yöntemler. Benim önerim, kendimizi geliştirmek, hiçbir bilginin fanatiği olmamak yönünde. Binlerce yıldır insanlara şifa dağıtan otlar, bitkiler, çaylar var. Değişik iğneleme yöntemleri masajlar, kokular var. İnsanın kendini daha iyi hissetmesi, daha iyi uyumasını sağlayan, kanda mutluluk hormonu olan serotonini arttıran, kişinin yaşlanmasını geciktiren sistemler var. Bu bilgilere açık olmak, birbirleri ile harmanlamayı başarabilmek lazım. Biz vücudumuzu temizlemeden düzeltmeye çalışıyoruz. Ben yılda iki kez hacamat öneriyorum. Hacamat vücutta birikmiş olan ağır metal, toksinleri azaltır ve temizlenmesine yardımcı olur. Sonra temizlenmiş bedenimizi sağlıklı beslemek ve gerekiyorsa destek almak lazım. Burada önemli bir soru, bu geleneksek tıp uygulamalarını kimin yapacağıdır. İşte bu noktada Sağlık Bakanlığı’nın GETAT uygulamalarını çok yerinde buluyorum. Geleneksel tıp uygulamalarını bu konuda eğitim almış, sertifikası olan kişilere yaptırmak önemlidir.”
“Besinler ilacınız ilacınız besinleriniz olsun”
Sempozyumda Tıbbi Beslenme ve Fitoterapi Oturumunda konuşan Onkoloji Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar ise Hipokrat’ın “Besinler ilacınız ilacınız besininiz olsun” sözünü hatırlatarak yediklerimizin sağlığımız için önemine dikkat çekti.
Fitoterapi eğitimleri veren Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Adem Akçakaya ise sempozyumda fitoterapinin koruyucu hekimlikteki uygulamaları hakkında bilgiler verdi. Hekimliğin üçe ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Akçakaya, tedavi edici ve rehabilite edici hekimlikten çok koruyucu hekimliğe yönelmemiz gerektiğini söylerken bunun için dengeli beslenmek gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Adem Akçakaya, konuşmasını şu ifadelerle sürsürdü: “Bunun anlamı her besinden vücudumuzun ihtiyacı oranında alınmasıdır. Bunu yaparken genetiği değiştirilmiş, yapısıyla oynanmış, katkı maddeleri ile dolu olan gıdalardan uzak durmalıyız. Bunun yolu ise mümkün olduğu kadar doğal beslenmekten geçer. Doğal beslenme dışarıdan alacağımız toksinlerin vücuda zarar vermesini engellerken mikrobiyota dediğimiz bağırsak floramızın yani ikinci beynimizin sağlıklı olmasını sağlar. Bağırsaklarımızdaki mikrobiyota sağlığımızın temel garantilerinden biridir. Mevsim sebze ve meyveleri ile besleneceğiz. Kışın portakal yazın karpuz yiyeceğiz. Mevsim dışındaki sera ürünlerini önermiyoruz. Bazen takviye yapmak gerekebilir. Mesela güneş ülkesi olmamıza rağmen D vitamini eksikliğini sık görüyoruz. Bunu takviye etmek için Omega 3 alınabilir. Ancak yine de güneşe çıkmayı ve balık yemeyi de ihmal etmemeliyiz. Beslenme düzgün olursa zaten sorunumuz da olmayacaktır. Ama bir rahatsızlık varsa onu da öncelikle doğal yöntemlerle nasıl iyileştirebileceğimize bakabiliriz. Eğer midemiz ağrıyorsa bunu kudret narı ile tedavi edebiliriz. İlaç kullanmadan önce denenebilir. Yalnız fitoterapi uygulamalarında güvenilir ürünleri, uygun formasyonda vermemiz de çok önemli.”