'Bayram, Ramazanı Uğurlamanın Hüzün Tesellisidir'
Divan Edebiyatı uzmanı, yazar İnanç: 'Eskiler, bayramımız bir aydı geçti, derler. Asıl bayramın ramazan olduğunu, bize hem aktarmış, hem de öğretmiş oluyorlar. Esasen bayram zaten, bu 30 günlük bayramı uğurlarken doğan hüznün tesellisidir' 'Şimdi bayramı bir tatil vesilesi olarak kullanıyorlar. Bir yerlerde dinlenme bahanesi olarak anlamaya başladık bir ölçüde. Bu iyi olmadı. Bizim ondan derhal dönmemiz, vazgeçmemiz gerekiyor. Bu hiç şık değil' 'Resulullah'tan uzaklaşıyoruz. Uzaklaştıkça karanlığa gidiyoruz. Bir şeyin güzelliği, iyiliği Resulullah'a yakınlığıyla mütenasiptir'
EKREM KAFTAN - Divan Edebiyatı uzmanı, yazar ve avukat Hayati İnanç, Osmanlı asırlarında insanların asıl ramazan ayını bayram olarak gördüklerini belirterek, 'Eskiler, 'Bayramımız bir aydı.' geçti, derler. Asıl bayramın ramazan olduğunu, bize hem aktarmış hem de öğretmiş oluyorlar. Esasen bayram zaten, bu 30 günlük bayramı uğurlarken doğan hüznün tesellisidir.' dedi.
AA muhabirine konuşan İnanç, Selçuklu ve Osmanlı'nın hayata bakış açılarının her zaman şaşırtıcı olduğunu ifade ederek, 'İnsanı hayran bırakan, hayrete düşüren bir açıdan bakarlar. Sıradan hadiseleri bile öyle bir görürler, öyle bir nazara verirler ki... Bizimkilere biz şair deyip geçiyoruz ama aslında hepsi mütefekkir aynı zamanda. Derin tefekkür yapan insanlar. Çok derin yaşayan insanlar. Hisleri de fikirleri de çok kuvvetli.' diye konuştu.
Osmanlı asırlarında 'bayram' kelimesi yerine Arapça 'ıyd' kelimesinin şiirlerde daha çok yer aldığını hatırlatan İnanç, Aşkî'nin bayram hakkında söylediği, 'Gayrılar vaslıyla şâd olsa ziyad olur gamım/ Ehl-i derdin sürur-ı ıyd yasın arttırır' beytini okuyarak, şöyle açıkladı:
'Bayram malum eski dilde 'ıyd'. Muayede, bayramlaşma. Osmanlı sarayında muayede, çok görkemli bir törenle olurdu. Okuduğumuz beyit şu demeye gelir: 'Bayram geldiğinde insanların neşesi arttıkça benim gamım artar.' Bayram, öyle bir şey ki dert sahibi olanın derdini çoğaltır. Ayrılık acısı çekmekte olana bayram, hüznü ve göz yaşını arttıran bir şey. Bunu kendi hayatımızda, babamızda gözledik. Babam hayattadır, 83 yaşında. Kurban Bayramı hadi neyse telaş oluyor, iş oluyor. Babam, Ramazan Bayramı'na 'ince bayram' der ve her bayramda, -bugüne kadar bir istisnasını görmedim, ağlar.- Herkes yanındaysa, bütün evlatları, torunları varsa sevinçten ağlar, biri noksansa üzüntüsünden ağlar. Yaşımız da ilerledikçe bunun idraki daha da artıyor. Babamız 83 yaşında ise biz de 57. Bizim de torunlarımız var. Onun bir fazla torun sonrası nesli var ama daha çok idrak ediyorsunuz. 'Yaş ilerledikçe hayat yokuş gibi, tırmandıkça nefesin daralır ama görüş açın genişler.' derler.'
Hayati İnanç, yine şair Aşkî'nin, bayram hakkındaki, 'Sen hilal ebrûdan ayrı ıyd matemdir bana/ Kimse bayram eylemez çün kim, görünmeye hilal' beytini şu sözlerle açıkladı:
'Malum, ramazan ayı hilalin görünmesiyle başladığı gibi, bayram da şevval ayının hilalinin görülmesiyle başlar. 'Sen hilal kaşlımdan ayrı olunca bana bayram yok.' diyor. Nasıl bir bakış açısıdır. Nasıl bir öz güvendir. Mütehakkim, öğretici, dik duran. Muhatabının karşısında onun bilge duruşu vardır. Necip Fazıl, Karacaahmet mezarlığını anlatan şiirinde, 'Kapanmış taşlarına ağlıyor koca tarih.' der. Tarihi, ak saçlı, taşlara kapanmış, sarsıla sarsıla ağlayan biri gibi resmetmesi onun tabii onun şairliğine ve dehasına işaret ediyor. Bu da kültürümüzü ak saçlı, mütebessim çehresiyle bizi seyreden, müşfik, bize her an vereceği bir şey olan, bizi her an doyuracağı bir şey olan dağarcığında yemişi olan ihtiyardır, bilgedir. Onun hizmetkârı olmak, onun önünde diz kırmakla mükellefiz. Ona bir katkı sunmak zordan zor bir iş.'
'Bayram hazırlığı esnasında her şey değişirdi. Şimdi hissediş epey azaldı.' diyen İnanç, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Sevmiyorum, 'Nerede o eski ramazanlar, eski bayramlar?' demeyi. Ama öyle bir realite var. Şimdi bayramı bir tatil vesilesi olarak kullanıyorlar. Bir yerlerde dinlenme bahanesi olarak anlamaya başladık bir ölçüde. Bu, iyi olmadı. Bizim ondan derhal dönmemiz, vazgeçmemiz gerekiyor. Bu, hiç şık değil. Çünkü şundan dolayı. Bakın siz de geldiniz işte, yaklaşık bizim yaşlara. 'Gençliğinize çocukluğunuza dair ne kaldı?' diye dönüyorsunuz. İşte bunlar kaldı. Hatıralar onlar. Bir arada olup ağız tadıyla yediğiniz bir yemek varsa, içtiğiniz bir çay varsa, aile efradıyla mütevazı sofraya diz kırdınızsa bunca yıl geçiyor, yarım asır sonra akla o anlar geliyor. Çocuklara ne bırakacaksın? 'Ne güzeldi bayram tatili falan mı diyeceksin?'
İnanç, Selçuklu ve Osmanlı asırlarında, asıl ramazan ayının bayram olarak kabul edildiğini vurgulayarak, 'Bayramı anlarken bir büyüğümüzün şu sözünü hatırlıyorum. Eskiler, 'Bayramımız bir aydı geçti.' derler. Asıl bayramın ramazan olduğunu, bize hem aktarmış hem de öğretmiş oluyorlar. Esasen bayram zaten, bu 30 günlük bayramı uğurlarken doğan hüznün tesellisidir.' ifadelerini kullandı.
- 'Ramazan varken, bu millete bir şey olmaz'
Türk milletinin geleceğinden çok ümitvar olduğunu söyleyen İnanç, şunları dile getirdi:
'Esasen çok ümitvarım. Ramazan varken, bu millete bir şey olmaz. Ancak, eksikliklerimiz çok. Yüzüğü bulduktan sonra taşı yerinde olmayınca insan üzülüyor. Resulullahtan uzaklaşıyoruz. Uzaklaştıkça karanlığa gidiyoruz. Bir şeyin güzelliği, iyiliği Rusulullah'a yakınlığıyla mütenasiptir. Bu eksikliklerimizi, hepimiz üstüne düşeni yaparak tekrar düzeltebiliriz. Karşılaştığımız her gence her vesileyle, mekteplerde, üniversitelerde, serbest ortamlarda, dünyada neden bulunduğumuzu, coğrafi ve tarihi koordinatlarımızın neden ibaret olduğunu anlatmaya gayret edeceğiz. Zordur ama başka da çaremiz yok.'
-'Türkçe'den Türkçe'ye tercüme yapıyorum'
Hayati İnanç, divan şiirine yaklaşık 45 yıldan beri büyük bir ilgi ve sevgi duyduğunu aktararak, konuşmasına şöyle devam etti:
'Dört kitap oldu, beşincisi de yolda. Hepsinde yapmaya çalıştığım şu oldu. Klasik şiirimizi, Baki'yi, Nâbi'yi, Şeyh Galib'i anlatırken, muhatabımız, anlamak için bir enerji harcamak zorunda kalıyor. Diyelim, 20 yaşında bir talebeyle konuşuyor. Bu kelimeler kullanılmıyor, ortada yok. Zihninde yer almıyor. Kelimelerin manaları, şifreler çözülüp de şiir anlaşılınca çocuğun yüzü gülüyor. Demek o çocuğun ihtiyacı, şiiri Türkçe'den Türkçe'ye şerh etmek. Türkçe'den Türkçe'ye tercüme yapıyorum. Kendimin çok etkilendiğim bir beyti yazıyorum, ben ne anladım. Beyit bana nereden yaklaştı, önümde neler aydınlandı bu sayede. 40-45 yıldan bu yana klasik şiirle meşgulüm. Bu şiirlerin bende bıraktığı izler oluyor. Kendi tecrübemi de aktarıyorum. O şiiri okurken aslında bir yerde de seyahate gidiyorsunuz. Eskiler şiir için 'sihr-i helal' derler. Helalinden sihir, demeye geliyor. Bu sizi alır götürür, o şairler tehlikeli de kimselerdir. Onları takip etmeyi beceremezseniz, yanlış yerlere de gidebilirsiniz. Baştan bilmek lazım. Tuzağa düşmemek lazım. İşte bütün bunlar, kitaplarda izah buldu.'
-'Eski şiirleri şerh etmeyi yol olarak seçtim'
Şiirin kendisi için bir tutku olduğunu dile getiren İnanç, 'Hiç şiir yazmadım, tecrübem yok. Yazma kabiliyetim var mı yok mu bilmiyorum. Ben kendime bir yol seçtim, eski şiirleri şerh etmeyi yol olarak seçtim. Mesleğinizin ne olduğunun bir önemi yok. Şiirle meşgul olan birçok tabip vardır, matematikçi vardır, çok da başarılıdır. Ayrı şeyler çünkü. Bizim biraz da hezarfene ihtiyacımız var. Şimdi multi-disipliner diyorlar. Biz buna hezarfen derdik. Adam şu işi yapıyor diye illa orada kalacak değil. Osmanlı tarihinde devlet büyüklerimize bakınca onu görüyoruz. Her biri bir sanatta mahirdir. Kanuni mesela. 3 bin 600 beyitlik bir divanı vardır. Dört de yabancı dil bilir. Demek ki hadiseye bizim baktığımız gibi bakmıyor. 72 yaşında vefat etti. Full taym şair, part taym devlet başkanıdır. Her birinde böyle bir hüner görüyoruz. Bunun tabii kumaşla ilgisi var. Kumaş çok sağlam, nereye koysan zirveye çıkıyor. Eline kalem alıyor Şeyh Galib oluyor, tahta oturuyor Yavuz oluyor. Hangi sahaya eğilse başarılı. O dönemde herkes bir numara. Kanuni ile beraber Baki, Barbaros Hayrettin Paşa, Ebussuud Efendi, Mimar Sinan var. Hepsi bir numara.'
Ünlü tarihçi Arnold Tonbyee'nin, 'Osmanlı cebren durdurulmuş bir medeniyet, tabii hayatını tamamlamadı.' dediğini hatırlatan Hayati İnanç, şöyle devam etti:
'Tonbyee, Osmanlı medeniyetinin tabii akışını tamamlayacağını düşünüyor. Ben eli kulağında görüyorum. Gidişat orayadır. Tarihin seyri böyle. Kaderin sevki böyle. Biz ne kadar vazifeden kaçsak yahut tembellik yapsak veya kulağımızın üstüne yatsak da eşyanın tabiatıdır. Burası imparatorluk merkezidir. Bir şekilde sorumluluğunuz devam ediyor. Suriye'den üç buçuk milyon ez kaza gelmiş değildir. Allah'ın tesadüfi işi olmaz. Üç buçuk milyon insan. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir iltica, böyle bir göç normal karşılanıp da vücut bulamaz. Bu insanları buraya getiren sebep. Çanakkale'dir. Sayamayacağın kadar Suriyeli şehit var orada. Yani Suriye'yi ayrı bir yer olarak görmeye son 70-80 yılda cebren başladın. Neresi ayrı? Hem dinin aynı hem akraban.'
- 'Türk, toprağın üstünde yaşayamazsa, altında yaşar'
Hayati İnanç, Türkiye'nin 15 Temmuz'da Suriye gibi yapılmak istendiğini ifade ederek, şunları dile getirdi:
'Bizim başımızı da 15 Temmuz'da benzer bir şey yokladı. Vatan, tehdidi altına girdik. İlk defa millet rüşdünü ispat etti. Kimse düşündü mü bizden herhangi bir yere gitmeyi, düşünür mü? İmkansız. Bir şeyi anlamamız lazım. 1995'te Saraybosna'dan, 1989'da Bulgaristan'dan, Türkiye'ye canları tehdit altına girdiği için gelenler oldu. Romanya'dan gelenler oldu. Sonra Irak, Suriye, Mısır, Sudan bölgesinden gelenler oldu. Başı sıkışan buraya koşuyor. Niye? Ağasın sen de ondan. Peki senin koşacağın bir yer var mı? Hiçbir Türk'ün aklında böyle bir şey yoktur. Davet edilse bile gitmez. Üstünde yaşayamazsak altında yaşayacağız. Bize 15 Temmuz gösterdi ki Çanakkale ruhu, değişmeden aynen devam ediyor.
Bu bizim verdiğimiz eğitimin başarısı filan, hiç alakası yok. Tamamen vehbi, ledünni... O gece olup biten, millet cezbeye geldi. Bunun izahı yok. Kimse bunu anlayamaz. Sen daha çocuğu elinden tutup camiye götürmemişsin. Çocuğa bir mızraklı ilmihal okutmamışsın. Çocuk 16 yaşına gelmiş. Ekmek parası için sanayi çarşısına göndermişsin. Hiçbir şefkatin yok, merhametin yok. Bu çocuk, 15-20 yaşındaki yerli model arabasına binmiş, bayrağı çekmiş tankın karşısına dikiliyor. Ne bu şimdi. Tamamen bir cezbedir ve ilahi bir derstir.'
- 'Okumuşlardan biri olarak ben dahi milletten özür dilerim'
Hayati İnanç, Müslüman Türkler olarak, Selçuklu'dan, Tuğrul Bey'den Alparslan'dan beri bu topraklarda yaşadığımızın altını çizerek, sözlerini şöyle tamamladı:
'Bu işin hiç şakası yok. Bir de ne zaman anladın bunun dinimize, milletimize kast ettiğini. Bu insanları bir noktada birleştiren o millet olma şuuru, millet ruhudur. Unutmuştuk, Allahü Teala bize hatırlattı. Her şerde, bir hayır var. Dışarıdan görünüş itibarıyla hakikaten çok tehlikeli. Ama bu sayede fark ettik ki 'Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın' dediği gibi Necip Fazıl'ın. Bu şerefsizlik, bu namussuzluk ayan beyan ortaya çıkmasaydı, belki de farkına varmayacaktık. Okumuşlardan biri olarak ben dahi milletten özür dilerim. Milleti yanlış anladığım için kendimi sorgulamak zorunda kaldım. Korkuyordum. 1915'te Çanakkale'de böyle oldu ama bu millet bitti. Allah göstermesin, başımıza bir şey gelirse kimseyi bulamayız diyordum. Hepimizin önünde okumamışları gördüm, demek ki Elhamdülillah öyle değil. Millet evvela bizi eğitti.'
Kaynak: AA
AA muhabirine konuşan İnanç, Selçuklu ve Osmanlı'nın hayata bakış açılarının her zaman şaşırtıcı olduğunu ifade ederek, 'İnsanı hayran bırakan, hayrete düşüren bir açıdan bakarlar. Sıradan hadiseleri bile öyle bir görürler, öyle bir nazara verirler ki... Bizimkilere biz şair deyip geçiyoruz ama aslında hepsi mütefekkir aynı zamanda. Derin tefekkür yapan insanlar. Çok derin yaşayan insanlar. Hisleri de fikirleri de çok kuvvetli.' diye konuştu.
Osmanlı asırlarında 'bayram' kelimesi yerine Arapça 'ıyd' kelimesinin şiirlerde daha çok yer aldığını hatırlatan İnanç, Aşkî'nin bayram hakkında söylediği, 'Gayrılar vaslıyla şâd olsa ziyad olur gamım/ Ehl-i derdin sürur-ı ıyd yasın arttırır' beytini okuyarak, şöyle açıkladı:
'Bayram malum eski dilde 'ıyd'. Muayede, bayramlaşma. Osmanlı sarayında muayede, çok görkemli bir törenle olurdu. Okuduğumuz beyit şu demeye gelir: 'Bayram geldiğinde insanların neşesi arttıkça benim gamım artar.' Bayram, öyle bir şey ki dert sahibi olanın derdini çoğaltır. Ayrılık acısı çekmekte olana bayram, hüznü ve göz yaşını arttıran bir şey. Bunu kendi hayatımızda, babamızda gözledik. Babam hayattadır, 83 yaşında. Kurban Bayramı hadi neyse telaş oluyor, iş oluyor. Babam, Ramazan Bayramı'na 'ince bayram' der ve her bayramda, -bugüne kadar bir istisnasını görmedim, ağlar.- Herkes yanındaysa, bütün evlatları, torunları varsa sevinçten ağlar, biri noksansa üzüntüsünden ağlar. Yaşımız da ilerledikçe bunun idraki daha da artıyor. Babamız 83 yaşında ise biz de 57. Bizim de torunlarımız var. Onun bir fazla torun sonrası nesli var ama daha çok idrak ediyorsunuz. 'Yaş ilerledikçe hayat yokuş gibi, tırmandıkça nefesin daralır ama görüş açın genişler.' derler.'
Hayati İnanç, yine şair Aşkî'nin, bayram hakkındaki, 'Sen hilal ebrûdan ayrı ıyd matemdir bana/ Kimse bayram eylemez çün kim, görünmeye hilal' beytini şu sözlerle açıkladı:
'Malum, ramazan ayı hilalin görünmesiyle başladığı gibi, bayram da şevval ayının hilalinin görülmesiyle başlar. 'Sen hilal kaşlımdan ayrı olunca bana bayram yok.' diyor. Nasıl bir bakış açısıdır. Nasıl bir öz güvendir. Mütehakkim, öğretici, dik duran. Muhatabının karşısında onun bilge duruşu vardır. Necip Fazıl, Karacaahmet mezarlığını anlatan şiirinde, 'Kapanmış taşlarına ağlıyor koca tarih.' der. Tarihi, ak saçlı, taşlara kapanmış, sarsıla sarsıla ağlayan biri gibi resmetmesi onun tabii onun şairliğine ve dehasına işaret ediyor. Bu da kültürümüzü ak saçlı, mütebessim çehresiyle bizi seyreden, müşfik, bize her an vereceği bir şey olan, bizi her an doyuracağı bir şey olan dağarcığında yemişi olan ihtiyardır, bilgedir. Onun hizmetkârı olmak, onun önünde diz kırmakla mükellefiz. Ona bir katkı sunmak zordan zor bir iş.'
'Bayram hazırlığı esnasında her şey değişirdi. Şimdi hissediş epey azaldı.' diyen İnanç, sözlerini şöyle sürdürdü:
'Sevmiyorum, 'Nerede o eski ramazanlar, eski bayramlar?' demeyi. Ama öyle bir realite var. Şimdi bayramı bir tatil vesilesi olarak kullanıyorlar. Bir yerlerde dinlenme bahanesi olarak anlamaya başladık bir ölçüde. Bu, iyi olmadı. Bizim ondan derhal dönmemiz, vazgeçmemiz gerekiyor. Bu, hiç şık değil. Çünkü şundan dolayı. Bakın siz de geldiniz işte, yaklaşık bizim yaşlara. 'Gençliğinize çocukluğunuza dair ne kaldı?' diye dönüyorsunuz. İşte bunlar kaldı. Hatıralar onlar. Bir arada olup ağız tadıyla yediğiniz bir yemek varsa, içtiğiniz bir çay varsa, aile efradıyla mütevazı sofraya diz kırdınızsa bunca yıl geçiyor, yarım asır sonra akla o anlar geliyor. Çocuklara ne bırakacaksın? 'Ne güzeldi bayram tatili falan mı diyeceksin?'
İnanç, Selçuklu ve Osmanlı asırlarında, asıl ramazan ayının bayram olarak kabul edildiğini vurgulayarak, 'Bayramı anlarken bir büyüğümüzün şu sözünü hatırlıyorum. Eskiler, 'Bayramımız bir aydı geçti.' derler. Asıl bayramın ramazan olduğunu, bize hem aktarmış hem de öğretmiş oluyorlar. Esasen bayram zaten, bu 30 günlük bayramı uğurlarken doğan hüznün tesellisidir.' ifadelerini kullandı.
- 'Ramazan varken, bu millete bir şey olmaz'
Türk milletinin geleceğinden çok ümitvar olduğunu söyleyen İnanç, şunları dile getirdi:
'Esasen çok ümitvarım. Ramazan varken, bu millete bir şey olmaz. Ancak, eksikliklerimiz çok. Yüzüğü bulduktan sonra taşı yerinde olmayınca insan üzülüyor. Resulullahtan uzaklaşıyoruz. Uzaklaştıkça karanlığa gidiyoruz. Bir şeyin güzelliği, iyiliği Rusulullah'a yakınlığıyla mütenasiptir. Bu eksikliklerimizi, hepimiz üstüne düşeni yaparak tekrar düzeltebiliriz. Karşılaştığımız her gence her vesileyle, mekteplerde, üniversitelerde, serbest ortamlarda, dünyada neden bulunduğumuzu, coğrafi ve tarihi koordinatlarımızın neden ibaret olduğunu anlatmaya gayret edeceğiz. Zordur ama başka da çaremiz yok.'
-'Türkçe'den Türkçe'ye tercüme yapıyorum'
Hayati İnanç, divan şiirine yaklaşık 45 yıldan beri büyük bir ilgi ve sevgi duyduğunu aktararak, konuşmasına şöyle devam etti:
'Dört kitap oldu, beşincisi de yolda. Hepsinde yapmaya çalıştığım şu oldu. Klasik şiirimizi, Baki'yi, Nâbi'yi, Şeyh Galib'i anlatırken, muhatabımız, anlamak için bir enerji harcamak zorunda kalıyor. Diyelim, 20 yaşında bir talebeyle konuşuyor. Bu kelimeler kullanılmıyor, ortada yok. Zihninde yer almıyor. Kelimelerin manaları, şifreler çözülüp de şiir anlaşılınca çocuğun yüzü gülüyor. Demek o çocuğun ihtiyacı, şiiri Türkçe'den Türkçe'ye şerh etmek. Türkçe'den Türkçe'ye tercüme yapıyorum. Kendimin çok etkilendiğim bir beyti yazıyorum, ben ne anladım. Beyit bana nereden yaklaştı, önümde neler aydınlandı bu sayede. 40-45 yıldan bu yana klasik şiirle meşgulüm. Bu şiirlerin bende bıraktığı izler oluyor. Kendi tecrübemi de aktarıyorum. O şiiri okurken aslında bir yerde de seyahate gidiyorsunuz. Eskiler şiir için 'sihr-i helal' derler. Helalinden sihir, demeye geliyor. Bu sizi alır götürür, o şairler tehlikeli de kimselerdir. Onları takip etmeyi beceremezseniz, yanlış yerlere de gidebilirsiniz. Baştan bilmek lazım. Tuzağa düşmemek lazım. İşte bütün bunlar, kitaplarda izah buldu.'
-'Eski şiirleri şerh etmeyi yol olarak seçtim'
Şiirin kendisi için bir tutku olduğunu dile getiren İnanç, 'Hiç şiir yazmadım, tecrübem yok. Yazma kabiliyetim var mı yok mu bilmiyorum. Ben kendime bir yol seçtim, eski şiirleri şerh etmeyi yol olarak seçtim. Mesleğinizin ne olduğunun bir önemi yok. Şiirle meşgul olan birçok tabip vardır, matematikçi vardır, çok da başarılıdır. Ayrı şeyler çünkü. Bizim biraz da hezarfene ihtiyacımız var. Şimdi multi-disipliner diyorlar. Biz buna hezarfen derdik. Adam şu işi yapıyor diye illa orada kalacak değil. Osmanlı tarihinde devlet büyüklerimize bakınca onu görüyoruz. Her biri bir sanatta mahirdir. Kanuni mesela. 3 bin 600 beyitlik bir divanı vardır. Dört de yabancı dil bilir. Demek ki hadiseye bizim baktığımız gibi bakmıyor. 72 yaşında vefat etti. Full taym şair, part taym devlet başkanıdır. Her birinde böyle bir hüner görüyoruz. Bunun tabii kumaşla ilgisi var. Kumaş çok sağlam, nereye koysan zirveye çıkıyor. Eline kalem alıyor Şeyh Galib oluyor, tahta oturuyor Yavuz oluyor. Hangi sahaya eğilse başarılı. O dönemde herkes bir numara. Kanuni ile beraber Baki, Barbaros Hayrettin Paşa, Ebussuud Efendi, Mimar Sinan var. Hepsi bir numara.'
Ünlü tarihçi Arnold Tonbyee'nin, 'Osmanlı cebren durdurulmuş bir medeniyet, tabii hayatını tamamlamadı.' dediğini hatırlatan Hayati İnanç, şöyle devam etti:
'Tonbyee, Osmanlı medeniyetinin tabii akışını tamamlayacağını düşünüyor. Ben eli kulağında görüyorum. Gidişat orayadır. Tarihin seyri böyle. Kaderin sevki böyle. Biz ne kadar vazifeden kaçsak yahut tembellik yapsak veya kulağımızın üstüne yatsak da eşyanın tabiatıdır. Burası imparatorluk merkezidir. Bir şekilde sorumluluğunuz devam ediyor. Suriye'den üç buçuk milyon ez kaza gelmiş değildir. Allah'ın tesadüfi işi olmaz. Üç buçuk milyon insan. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir iltica, böyle bir göç normal karşılanıp da vücut bulamaz. Bu insanları buraya getiren sebep. Çanakkale'dir. Sayamayacağın kadar Suriyeli şehit var orada. Yani Suriye'yi ayrı bir yer olarak görmeye son 70-80 yılda cebren başladın. Neresi ayrı? Hem dinin aynı hem akraban.'
- 'Türk, toprağın üstünde yaşayamazsa, altında yaşar'
Hayati İnanç, Türkiye'nin 15 Temmuz'da Suriye gibi yapılmak istendiğini ifade ederek, şunları dile getirdi:
'Bizim başımızı da 15 Temmuz'da benzer bir şey yokladı. Vatan, tehdidi altına girdik. İlk defa millet rüşdünü ispat etti. Kimse düşündü mü bizden herhangi bir yere gitmeyi, düşünür mü? İmkansız. Bir şeyi anlamamız lazım. 1995'te Saraybosna'dan, 1989'da Bulgaristan'dan, Türkiye'ye canları tehdit altına girdiği için gelenler oldu. Romanya'dan gelenler oldu. Sonra Irak, Suriye, Mısır, Sudan bölgesinden gelenler oldu. Başı sıkışan buraya koşuyor. Niye? Ağasın sen de ondan. Peki senin koşacağın bir yer var mı? Hiçbir Türk'ün aklında böyle bir şey yoktur. Davet edilse bile gitmez. Üstünde yaşayamazsak altında yaşayacağız. Bize 15 Temmuz gösterdi ki Çanakkale ruhu, değişmeden aynen devam ediyor.
Bu bizim verdiğimiz eğitimin başarısı filan, hiç alakası yok. Tamamen vehbi, ledünni... O gece olup biten, millet cezbeye geldi. Bunun izahı yok. Kimse bunu anlayamaz. Sen daha çocuğu elinden tutup camiye götürmemişsin. Çocuğa bir mızraklı ilmihal okutmamışsın. Çocuk 16 yaşına gelmiş. Ekmek parası için sanayi çarşısına göndermişsin. Hiçbir şefkatin yok, merhametin yok. Bu çocuk, 15-20 yaşındaki yerli model arabasına binmiş, bayrağı çekmiş tankın karşısına dikiliyor. Ne bu şimdi. Tamamen bir cezbedir ve ilahi bir derstir.'
- 'Okumuşlardan biri olarak ben dahi milletten özür dilerim'
Hayati İnanç, Müslüman Türkler olarak, Selçuklu'dan, Tuğrul Bey'den Alparslan'dan beri bu topraklarda yaşadığımızın altını çizerek, sözlerini şöyle tamamladı:
'Bu işin hiç şakası yok. Bir de ne zaman anladın bunun dinimize, milletimize kast ettiğini. Bu insanları bir noktada birleştiren o millet olma şuuru, millet ruhudur. Unutmuştuk, Allahü Teala bize hatırlattı. Her şerde, bir hayır var. Dışarıdan görünüş itibarıyla hakikaten çok tehlikeli. Ama bu sayede fark ettik ki 'Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın' dediği gibi Necip Fazıl'ın. Bu şerefsizlik, bu namussuzluk ayan beyan ortaya çıkmasaydı, belki de farkına varmayacaktık. Okumuşlardan biri olarak ben dahi milletten özür dilerim. Milleti yanlış anladığım için kendimi sorgulamak zorunda kaldım. Korkuyordum. 1915'te Çanakkale'de böyle oldu ama bu millet bitti. Allah göstermesin, başımıza bir şey gelirse kimseyi bulamayız diyordum. Hepimizin önünde okumamışları gördüm, demek ki Elhamdülillah öyle değil. Millet evvela bizi eğitti.'