'Hikaye Anlatma Sanatı Olarak Sinema' Söyleşisi
Gazeteci Acar: 'Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün sanatları kapsayacak bir sanat oluşumudur sinema. Kitleleri etkileyen en önemli iletişim araçlarından biridir ve sinemada her şeyi anlatabilirsiniz' Senarist ve yönetmen Karagöz: 'Hollywood sineması da tekrara düşüyor artık. İzleyici aptal değil. Artık 1950'lerdeki izleyici yok karşımızda. Müthiş eğitilmiş beyinler var. Kimse izleyiciyi hesaba katmıyor'
Siyer Vakfı tarafından düzenlenen '3. Alemlere Rahmet Kısa Film Yarışması' kapsamında, 'Hikaye Anlatma Sanatı Olarak Sinema' başlıklı söyleşi gerçekleştirildi.
Siyer Vakfının Eyüp'teki merkezinde düzenlenen oturumda, Nazif Tunç, Mustafa Demirci ve Elif Eda Karagöz konuşmacı olarak yer aldı.
Söyleşinin oturum başkanlığını üstlenen gazeteci Bedir Acar, sinemada öykü anlatabilmek için, gelenekle olan bağların kuvvetli olması gerektiğini söyledi.
Acar, sinemanın en büyük hikaye anlatma araçlarından biri olduğunu belirterek, 'Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün sanatları kapsayacak bir sanat oluşumudur sinema. Kitleleri etkileyen en önemli iletişim araçlarından biridir ve sinemada her şeyi anlatabilirsiniz. Tabii bir hikayeyi, bir konuyu anlatırken diğer sanat dalları gibi sinemanın da belli formları vardır.' dedi.
Yönetmen Nazif Tunç da Türk sinemasının gömlek değiştirdiğini ifade ederek, 'Sinemamız eski bildiğimiz basmakalıp, şekilci, yemek kitabı gibi senaryo yazan bir nesli geride bıraktı. Artık daha özgün, sinemanın hem halkla hem sanatla ilişkisini derinliğiyle ele alan senaryolar var.' ifadelerini kullandı.
- 'Kendi insanının derinliğine inmeye çalışan bir film ilk defa 1970'de çekilmiş'
Tunç, Türkiye'de sinema alanında tekelleşme sembolünün Muhsin Ertuğrul olduğuna dikkati çekerek, şunları anlattı:
'Muhsin Ertuğrul, tiyatroyu ve sinemayı senaryosuyla, içeriğiyle 1950'li yıllara kadar tek başına yönlendirmiş bir insandır. Tabii Muhsin Ertuğrul'u oraya tek adam olarak atayan zihniyet bir klandır ve zamanımızda o klan sert, katı kuralları olan bir şekilde sürüyor. Şu günlerde yaşadığımız muhalifliklerle de sürüyor. İlk defa kaygısı olan, kendi insanının derinliğine inmeye çalışan bir film, 1970'de çekilmiş. Yani 1950 senesine kadar öyle ya da böyle 'Aynaroz Kadısı' gibi, 'Sevil Berberi' gibi operetler, baleler de yapan, İslamiyet hakkında birtakım 'abidik gubidik' tiplemeler yapan sinema anlayışından, 1970 senesine kadar iyi şeyler olmamış.'
Senaryo yazarı ve yönetmen Elif Eda Karagöz ise senaryonun, hikaye anlatma sanatının formlarından biri olduğunu ve sinemada çok önemli yerde durduğunu dile getirdi.
İyi bir senaryo yazabilmenin yöntemlerinden birinin, senaryo okumak olduğuna işaret eden Karagöz, sinema dilinin keşfedilmesi gerektiğini aktardı.
Karagöz, dünya sinemasında da senaryoların yetersizliğine dikkati çekerek, şu değerlendirmeyi yaptı:
'Yeşilçam döneminde halkçı bir sinema vardı. Sonrasında daha 'otör' diyebileceğimiz, belki sinemayı daha elit bir yere, insanların üzerinde bir yere yerleştiren, kendi zihni içerisinde kapalı bir sinema anlayışı var oldu. Dolayısıyla sinema, dışarıya çok büyük bir şey taşıyamıyor. Kurduğu bir hikayesi varsa eğer sadece kendine saklayan senaryolar var belki. Hollywood sineması da tekrara düşüyor artık. İzleyici aptal değil. Artık 1950'lerdeki izleyici yok karşımızda. Müthiş eğitilmiş beyinler var. Kimse izleyiciyi hesaba katmıyor.'
Senaryonun bir sohbet biçimi olduğunun altını çizen Karagöz, bağımsız çalıştığını ve izlenebilecek işler yapmaya gayret ettiğini dile getirdi.
Karagöz, 'İnfial' adlı yeni uzun metraj film projesine başladığını ifade ederek, 1913'te ilk kez açılan faizsiz İslami kalkınma bankasının kuruluş hikayesini anlatacaklarını söyledi.
- 'Evrensel değerler İslamın fıtratıyla çakışmıyor'
Sanatçı Mustafa Demirci de sinema ve müzik gibi sanat alanlarında yaşanan İslami tartışmalara değinerek, 'İlahiyatçı kimliğimle konuşmam gerekirse, kendi yaptığım sanat dalı ile ilgili de söyleyebilirim, yeni başladığım dönemlerde bizi tekfir edenler vardı. Git gide bu anlayış yumuşadı. Bu bir süreçti tabii. Müzikal çalışmalar açısından da sinema açısından da bu çatışmayı çok yaşadık. Bir taraftan modern çalışmalar yaptığımız için eleştiriler alırken, diğer taraftan meseleyi dini açıdan da sürekli tartıştık.' diye konuştu.
Demirci, sinemada temel problemin, senaryo ve temaların başına 'İslami' kavramını koyma çabası olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:
'İslami film, İslami müzik yeşertme çabamız var. Bunları, aslında modern çağın, batılılaşma çabalarımızın doğurduğu, dinimizce ya da yaşama biçimimizle örtüşmeyen tartışmaların bir reaksiyonu olarak ele almak lazım. Bir antitez olarak ortaya konmuş şeyler ama bizi nihayetinde çözümsüzlüğe götürüyor. Evrensel değerler, İslam'ın fıtratı ile çakışıyor mu? Çakışmıyor. İslam fıtrat dini ise o zaman evrensel değerleri önceleyerek, hangi işi yaparsanız yapın, bence İslamidir. Biz bu evrensel değerleri sinema ya da müzik diline aktarabilseydik, bugün insanlığa sinemayı biz öğretiyor olurduk.'
Kaynak: AA
Siyer Vakfının Eyüp'teki merkezinde düzenlenen oturumda, Nazif Tunç, Mustafa Demirci ve Elif Eda Karagöz konuşmacı olarak yer aldı.
Söyleşinin oturum başkanlığını üstlenen gazeteci Bedir Acar, sinemada öykü anlatabilmek için, gelenekle olan bağların kuvvetli olması gerektiğini söyledi.
Acar, sinemanın en büyük hikaye anlatma araçlarından biri olduğunu belirterek, 'Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün sanatları kapsayacak bir sanat oluşumudur sinema. Kitleleri etkileyen en önemli iletişim araçlarından biridir ve sinemada her şeyi anlatabilirsiniz. Tabii bir hikayeyi, bir konuyu anlatırken diğer sanat dalları gibi sinemanın da belli formları vardır.' dedi.
Yönetmen Nazif Tunç da Türk sinemasının gömlek değiştirdiğini ifade ederek, 'Sinemamız eski bildiğimiz basmakalıp, şekilci, yemek kitabı gibi senaryo yazan bir nesli geride bıraktı. Artık daha özgün, sinemanın hem halkla hem sanatla ilişkisini derinliğiyle ele alan senaryolar var.' ifadelerini kullandı.
- 'Kendi insanının derinliğine inmeye çalışan bir film ilk defa 1970'de çekilmiş'
Tunç, Türkiye'de sinema alanında tekelleşme sembolünün Muhsin Ertuğrul olduğuna dikkati çekerek, şunları anlattı:
'Muhsin Ertuğrul, tiyatroyu ve sinemayı senaryosuyla, içeriğiyle 1950'li yıllara kadar tek başına yönlendirmiş bir insandır. Tabii Muhsin Ertuğrul'u oraya tek adam olarak atayan zihniyet bir klandır ve zamanımızda o klan sert, katı kuralları olan bir şekilde sürüyor. Şu günlerde yaşadığımız muhalifliklerle de sürüyor. İlk defa kaygısı olan, kendi insanının derinliğine inmeye çalışan bir film, 1970'de çekilmiş. Yani 1950 senesine kadar öyle ya da böyle 'Aynaroz Kadısı' gibi, 'Sevil Berberi' gibi operetler, baleler de yapan, İslamiyet hakkında birtakım 'abidik gubidik' tiplemeler yapan sinema anlayışından, 1970 senesine kadar iyi şeyler olmamış.'
Senaryo yazarı ve yönetmen Elif Eda Karagöz ise senaryonun, hikaye anlatma sanatının formlarından biri olduğunu ve sinemada çok önemli yerde durduğunu dile getirdi.
İyi bir senaryo yazabilmenin yöntemlerinden birinin, senaryo okumak olduğuna işaret eden Karagöz, sinema dilinin keşfedilmesi gerektiğini aktardı.
Karagöz, dünya sinemasında da senaryoların yetersizliğine dikkati çekerek, şu değerlendirmeyi yaptı:
'Yeşilçam döneminde halkçı bir sinema vardı. Sonrasında daha 'otör' diyebileceğimiz, belki sinemayı daha elit bir yere, insanların üzerinde bir yere yerleştiren, kendi zihni içerisinde kapalı bir sinema anlayışı var oldu. Dolayısıyla sinema, dışarıya çok büyük bir şey taşıyamıyor. Kurduğu bir hikayesi varsa eğer sadece kendine saklayan senaryolar var belki. Hollywood sineması da tekrara düşüyor artık. İzleyici aptal değil. Artık 1950'lerdeki izleyici yok karşımızda. Müthiş eğitilmiş beyinler var. Kimse izleyiciyi hesaba katmıyor.'
Senaryonun bir sohbet biçimi olduğunun altını çizen Karagöz, bağımsız çalıştığını ve izlenebilecek işler yapmaya gayret ettiğini dile getirdi.
Karagöz, 'İnfial' adlı yeni uzun metraj film projesine başladığını ifade ederek, 1913'te ilk kez açılan faizsiz İslami kalkınma bankasının kuruluş hikayesini anlatacaklarını söyledi.
- 'Evrensel değerler İslamın fıtratıyla çakışmıyor'
Sanatçı Mustafa Demirci de sinema ve müzik gibi sanat alanlarında yaşanan İslami tartışmalara değinerek, 'İlahiyatçı kimliğimle konuşmam gerekirse, kendi yaptığım sanat dalı ile ilgili de söyleyebilirim, yeni başladığım dönemlerde bizi tekfir edenler vardı. Git gide bu anlayış yumuşadı. Bu bir süreçti tabii. Müzikal çalışmalar açısından da sinema açısından da bu çatışmayı çok yaşadık. Bir taraftan modern çalışmalar yaptığımız için eleştiriler alırken, diğer taraftan meseleyi dini açıdan da sürekli tartıştık.' diye konuştu.
Demirci, sinemada temel problemin, senaryo ve temaların başına 'İslami' kavramını koyma çabası olduğunu dile getirerek, şöyle devam etti:
'İslami film, İslami müzik yeşertme çabamız var. Bunları, aslında modern çağın, batılılaşma çabalarımızın doğurduğu, dinimizce ya da yaşama biçimimizle örtüşmeyen tartışmaların bir reaksiyonu olarak ele almak lazım. Bir antitez olarak ortaya konmuş şeyler ama bizi nihayetinde çözümsüzlüğe götürüyor. Evrensel değerler, İslam'ın fıtratı ile çakışıyor mu? Çakışmıyor. İslam fıtrat dini ise o zaman evrensel değerleri önceleyerek, hangi işi yaparsanız yapın, bence İslamidir. Biz bu evrensel değerleri sinema ya da müzik diline aktarabilseydik, bugün insanlığa sinemayı biz öğretiyor olurduk.'