'Dijitalleşme Kurgusu, İstihdam Ve Nüfus Öngörülerek Planlanmalı'
Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Üyesi Alkin: 'Öncelikle bütün araştırmalar 2030 yılına kadar çalışabilir nüfusunu ciddi manada artırmaya devam edecek bir Türkiye'yi işaret ediyor' '20502060 yıllarıyla ilgili olarak Türkiye için öngörülen nüfus büyüklükleri yaklaşık 9296 milyon, çalışabilir nüfus da 4752 milyon arasında' 'Bu, şu anda 28 milyonun biraz üzerinde olan çalışabilir nüfusun yaklaşık olarak en az bir 20 milyon daha artacağı anlamına geliyor' 'Bu çerçevede bizim bu dijitalleşmeyle ilgili kurguyu bu kadar ciddi miktardaki bir istihdama katılması gereken nüfusu da öngörerek planlamamız lazım'.
Türkiye Varlık Fonu Yönetim Kurulu Üyesi Kerem Alkin, 2050-2060 yılıyla ilgili olarak Türkiye için öngörülen nüfus büyüklüklerinin yaklaşık 92-96 milyon, çalışabilir nüfusun da 47-52 milyon arasında tahmin edildiğini belirterek, "Bu çerçevede bizim bu dijitalleşmeyle ilgili kurguyu, bu kadar ciddi miktardaki bir istihdama katılması gereken nüfusu da öngörerek planlamamız lazım." dedi.
Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'nın (SETA) İstanbul Ofisi'nde düzenlenen "Sanayide Teknolojik Dönüşüm ve Türkiye" paneline katılan Alkin, yaptığı konuşmada, iktisadın insanı merkeze koyan bir alan olduğuna işaret ederek, insanı odağa oturtmanın son derece önemli olduğunu vurguladı.
Ülkelerin gelecek döneme, 25 yıla yönelik olarak kendi gerçekleriyle doğrusal orantılı bir strateji ürettiklerini ifade eden Alkin, şunları söyledi:
"Almanya'nın şöyle bir net gerçeği var; Almanya, bir hızlı yaşlanma ve çalışabilir nüfusunu önemli ölçüde kaybetme gerçeğiyle karşı karşıya. Küresel rekabette bilhassa yüksek teknolojiye dayalı alanların çoğunda Asya Pasifik ve ABD'ye göre aslında rekabet edebilme imkanını kaybettiğinin de farkında. Yani bundan sonra yapay zeka başta olmak üzere bazı kritik önemdeki alanlarda Almanya iddialı bir iş yapamayacak. Çünkü bununla ilgili olarak bir süreç vardı, onları bazı tercihlere bağlı olarak, ya da bazı şeyleri kaçırmış olmaları itibarıyla, Almanya'nın bazı belli ki kaçırdığı unsurlar var, o yüzden Almanya pragmatizm yaptı.
Yani işe pratik açıdan baktı, dedi ki; arkadaş benim geçmişten bu yana özelliğim nedir, ben çok iyi çalışan bir makineyim. Almanya çok iyi çalışan bir makinedir. Alman futbol takımına bakın aynı mantaliteyi görürsünüz. Almanya, 'ben önümüzdeki dönemde dünya ekonomisindeki iddiamı, mükemmel üretimdeki başarımı devam ettirerek sürdürmek zorundayım' dedi. Artı, bu ölçüdeki bir endüstriyel dönüşüm, hızla yaşlanan nüfus ve istihdamdaki kayıplar dikkate alındığında Almanya'nın geleceği açısından da risk oluşturmuyor. Velhasıl Almanya bu açıdan doğru. Çünkü insani boyutları itibarıyla onun için bunun bir anlamı, bir pragmatizmi var."
Alkin, ABD, Japonya ve Çin için aynı şeyin söylenemeyeceğini ifade ederek, dolayısıyla Türkiye'nin bu anlamda oturup işe daha geniş bir perspektiften bakması gerektiğini söyledi.
- "Türkiye'nin çalışabilir nüfusu 2030'a kadar ciddi manada artmaya devam edecek"
Öncelikle bütün araştırmaların 2030 yılına kadar çalışabilir nüfusu ciddi manada artırmaya devam edecek bir Türkiye'yi işaret ettiğini bildiren Alkin, 2050-2060 yıllarıyla ilgili olarak Türkiye için öngörülen nüfus büyüklüklerinin yaklaşık 92-96 milyon, çalışabilir nüfusun da 47-52 milyon arasında tahmin edildiğini kaydetti.
Bunun, şu anda 28 milyonun biraz üzerinde olan çalışabilir nüfusun yaklaşık olarak en az bir 20 milyon daha artacağı anlamına geldiğini dile getiren Alkin, şöyle devam etti:
"Bu çerçevede bizim bu dijitalleşmeyle ilgili kurguyu bu kadar ciddi miktardaki bir istihdama katılması gereken nüfusu da öngörerek planlamamız lazım. Süper dijitalleşmeyle ciddi manada bir sıçrama yaptığınızda, bunu tarımda, sanayide, çok kritik önemdeki sektörlerde gerçekleştirdiğinizde, bu şartlar altında doğal olarak nüfusu 96 milyona, çalışabilir nüfusu da en az 47 milyona gidecek olan bir ülkeyle ilgili olarak bir istihdam stratejiniz de olması gerekiyor bu durumda. Dolayısıyla sanayileşmede Türkiye açısından tarihi önem arz eden bir dijitalleşme kurgulayacaksanız, bununla ilgili bir strateji oluşturacaksanız, bunun doğaldır ki Türkiye'nin istihdam stratejisi üzerindeki etkilerini de düşünerek buna göre bir yapılanma yapmanız lazım.
Bununla ilgili olarak bir yerel modellemeniz de olması gerekiyor. Yani bu sürece bağlı olarak Türkiye'deki bütün illerin pozisyonlarını, yerel ekonomik üretim yapılarınızın genel pozisyonlarınızı dikkate alarak, aynı zamanda yerel üretim merkezleri üzerinden bununla ilgili olarak nasıl bir strateji oluşturacaksınız ve dolayısıyla illere bu dijitalleşme sürecinde nasıl bir görev aktarmanız gerekiyor, bunun gerçekleşmesi adına ekosistemi nasıl güçlendireceksiniz, ekosistemi güçlendirmek lazım, o illerdeki paydaşlar nasıl zenginleştirilmeli ve bu değer zinciri, Türkiye'nin kamu tarafında okumakta en büyük hata yaptığı konulardan biri."
- "Müthiş bir dağınıklılık var"
"Kamuda yapılmaya çalışılan, çok saygı duyulması gereken çalışmalara rağmen müthiş de bir dağınıklılık var" diyen Alkin, bunun olmadığını düşündüklerini ama bir başka perspektiften baktıklarında Türkiye'nin bilim ve teknoloji stratejisiyle ilgili olarak artık mutlaka bu sinerjinin bir ana üstlenicide toplanacağı, dolayısıyla bir ana üstlenicinin olduğu yeni bir kurguya ihtiyaç olduğunu söyledi.
Alkin, "Bizim şu anda bilim ve teknoloji yol haritamızı oluşturmada kendine görev üstlenmiş olan yapımız akıl almaz dağınık. Bunun mutlaka biraz daha odaklı hale gelmesi gerekiyor ve dolayısıyla bazı kurumlarımızın, 'evet, aslında benim bununla ilgili olarak bir görev üstlenmemem lazım, bu görevi şu kurumun üstlenmesi gerekiyor' anlamında bir anlayışa ihtiyacımız var." dedi.
Küresel finans krizinden sonra ülkelerin sanayi, tarım ve inşaat olmak üzere 3 "vatansever" sektörü olduğu gerçeğinin ortaya çıktığını söyleyen Alkin, sözlerini şöyle tamamladı:
"Hiçbir zaman sanayinin mili gelirde katma değer üretimindeki payı yüzde 25'in altında olmamalıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin bundan sonra, Türk sanayisinin mille gelirdeki payının yeniden yüzde 25'e çıkarılmasıyla ilgili bir stratejimiz olması lazım. Türkiye'nin tarım ülkesi olduğunu iddia ediyoruz. Son 10 yıl içerisinde tarım sektörünün milli gelirde aldığı payda çeyrek dönem itibarıyla görebildiği en iyi oran 9,2, bunun maalesef 7'lere kadar düştüğü çeyrekler ve yıllar oluyor, yüzde 10 olması gerekiyor. Bir tarım ülkesi olarak Türkiye'nin milli gelirde tarımın payını yüzde 10'a getirememiş olması üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir konu. Konut endüstrisi, üretiminden kaynaklanan tartışmalar nedeniyle şu anda sıkıntılı bir dönem geçiriyor. İnşaat sektörünün de öyle ya da böyle katma değerde yüzde 7'lik bir payı olması gerekiyor.
Toplamda 3 önemli sektörün yüzde 42'lik bir payı olması gerekiyor, geri kalan kısmın hizmetler sektörü alanında paylaşılmasından söz edilmesi lazım. Amerika bu 3 sektörün payını yüzde 30'ların altına dahi düşürmüştü. İngiltere'nin durumu daha vahimdi. O nedenle son küresel krizde bu iki ülke gittiler duvara tosladılar. Bu vesileyle bunlardan ders alıp, bu 3 kritik önemdeki sektörün, gelecekteki istihdam ihtiyaçlarımız ve katma değerdeki rolleri dikkate alındığında asla bu oranların altına inmemelerine, hele sanayinin payının yüzde 25'in altına inmemesine azami dikkat göstermemiz gerekiyor. Bu da ancak ve ancak sanayinin ürettiği katma değerin kalitesini artıracak bir çok iyi yönetilen dijitalleşme süreciyle olabilir."
- "Bilim ve teknolojide son 50 yıldır icraat yok"
Moderatörlüğünü SETA Ekonomi Araştırmaları Direktörü Nurullah Gür'ün üstlendiği etkinlikte Alkin'in yanı sıra Sabah Gazetesi Yazarı Şeref Oğuz, Altınay Robot firmasından Hakan Altınay ve SETA'dan Sadık Ünay yer aldı.
Şeref Oğuz, Türkiye'de "iyiler ittifakı" olmadığını ve herkesin tek başına hareket ettiğini belirterek, "Sanayiciler tek başlarına acayip işler yapıyorlar, birbirlerinden haberleri yok. İkisi aynı anda aynı uçağın farklı parçalarını yapıyorlar, birbirlerinden haberleri yok. Habuki büyük ihtimalle o maliyetleri azaltacak replikasyonlar var, aynı işi boşuna yapıyorlar. Birbirleriyle iş bölümü olmadığından dolayı bütçeler şişiyor, zamanlar kayboluyor. Daha da önemlisi aralarında asla bir güven yok. Bu güven olmayınca da istediğiniz kadar siz burada paralar yatırın bir şey elde edemiyorsunuz" şeklinde konuştu.
Hakan Altınay da son 20 yıldan beri ülkenin bilim ve teknoloji politikasıyla ilgilendiğini söyledi. Yaklaşık 50 yıldan beri Türkiye'de bilim ve teknoloji konusunda strateji çalışması yapıldığını hatırlatan Altınay, şu ifadeleri kullandı:
"Stratejiyi biz '3 i' kavramıyla tanımlıyoruz. Yani istihbarat, istikamet ve icraat. 50 yıldan beri yapılan çalışmayı analiz ettiğimizde bilgi toplama konusunu iyi yapmışız, son 10 yılda çok güçlü hedefler koymuşuz ama icraat yok. Yani nasıl yapacağımızı bilmiyoruz."
Sadık Ünay ise Türkiye'nin bilim ve teknoloji konusunda bölgesinde hızlı yol aldığına işaret ederek, "Yol aldıkça karşınıza yabancı, küresel güçler de çıkabilir ama belli bir aşamadan sonra siz zaten o rekabete girersiniz. Bu anlamda eğitimin seviyesini çok üst düzeye çekmek, özellikle matematik ve fen eğitiminde sürekli kalitemizi sorgulamak gerekiyor." dedi.
Kaynak: AA
Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'nın (SETA) İstanbul Ofisi'nde düzenlenen "Sanayide Teknolojik Dönüşüm ve Türkiye" paneline katılan Alkin, yaptığı konuşmada, iktisadın insanı merkeze koyan bir alan olduğuna işaret ederek, insanı odağa oturtmanın son derece önemli olduğunu vurguladı.
Ülkelerin gelecek döneme, 25 yıla yönelik olarak kendi gerçekleriyle doğrusal orantılı bir strateji ürettiklerini ifade eden Alkin, şunları söyledi:
"Almanya'nın şöyle bir net gerçeği var; Almanya, bir hızlı yaşlanma ve çalışabilir nüfusunu önemli ölçüde kaybetme gerçeğiyle karşı karşıya. Küresel rekabette bilhassa yüksek teknolojiye dayalı alanların çoğunda Asya Pasifik ve ABD'ye göre aslında rekabet edebilme imkanını kaybettiğinin de farkında. Yani bundan sonra yapay zeka başta olmak üzere bazı kritik önemdeki alanlarda Almanya iddialı bir iş yapamayacak. Çünkü bununla ilgili olarak bir süreç vardı, onları bazı tercihlere bağlı olarak, ya da bazı şeyleri kaçırmış olmaları itibarıyla, Almanya'nın bazı belli ki kaçırdığı unsurlar var, o yüzden Almanya pragmatizm yaptı.
Yani işe pratik açıdan baktı, dedi ki; arkadaş benim geçmişten bu yana özelliğim nedir, ben çok iyi çalışan bir makineyim. Almanya çok iyi çalışan bir makinedir. Alman futbol takımına bakın aynı mantaliteyi görürsünüz. Almanya, 'ben önümüzdeki dönemde dünya ekonomisindeki iddiamı, mükemmel üretimdeki başarımı devam ettirerek sürdürmek zorundayım' dedi. Artı, bu ölçüdeki bir endüstriyel dönüşüm, hızla yaşlanan nüfus ve istihdamdaki kayıplar dikkate alındığında Almanya'nın geleceği açısından da risk oluşturmuyor. Velhasıl Almanya bu açıdan doğru. Çünkü insani boyutları itibarıyla onun için bunun bir anlamı, bir pragmatizmi var."
Alkin, ABD, Japonya ve Çin için aynı şeyin söylenemeyeceğini ifade ederek, dolayısıyla Türkiye'nin bu anlamda oturup işe daha geniş bir perspektiften bakması gerektiğini söyledi.
- "Türkiye'nin çalışabilir nüfusu 2030'a kadar ciddi manada artmaya devam edecek"
Öncelikle bütün araştırmaların 2030 yılına kadar çalışabilir nüfusu ciddi manada artırmaya devam edecek bir Türkiye'yi işaret ettiğini bildiren Alkin, 2050-2060 yıllarıyla ilgili olarak Türkiye için öngörülen nüfus büyüklüklerinin yaklaşık 92-96 milyon, çalışabilir nüfusun da 47-52 milyon arasında tahmin edildiğini kaydetti.
Bunun, şu anda 28 milyonun biraz üzerinde olan çalışabilir nüfusun yaklaşık olarak en az bir 20 milyon daha artacağı anlamına geldiğini dile getiren Alkin, şöyle devam etti:
"Bu çerçevede bizim bu dijitalleşmeyle ilgili kurguyu bu kadar ciddi miktardaki bir istihdama katılması gereken nüfusu da öngörerek planlamamız lazım. Süper dijitalleşmeyle ciddi manada bir sıçrama yaptığınızda, bunu tarımda, sanayide, çok kritik önemdeki sektörlerde gerçekleştirdiğinizde, bu şartlar altında doğal olarak nüfusu 96 milyona, çalışabilir nüfusu da en az 47 milyona gidecek olan bir ülkeyle ilgili olarak bir istihdam stratejiniz de olması gerekiyor bu durumda. Dolayısıyla sanayileşmede Türkiye açısından tarihi önem arz eden bir dijitalleşme kurgulayacaksanız, bununla ilgili bir strateji oluşturacaksanız, bunun doğaldır ki Türkiye'nin istihdam stratejisi üzerindeki etkilerini de düşünerek buna göre bir yapılanma yapmanız lazım.
Bununla ilgili olarak bir yerel modellemeniz de olması gerekiyor. Yani bu sürece bağlı olarak Türkiye'deki bütün illerin pozisyonlarını, yerel ekonomik üretim yapılarınızın genel pozisyonlarınızı dikkate alarak, aynı zamanda yerel üretim merkezleri üzerinden bununla ilgili olarak nasıl bir strateji oluşturacaksınız ve dolayısıyla illere bu dijitalleşme sürecinde nasıl bir görev aktarmanız gerekiyor, bunun gerçekleşmesi adına ekosistemi nasıl güçlendireceksiniz, ekosistemi güçlendirmek lazım, o illerdeki paydaşlar nasıl zenginleştirilmeli ve bu değer zinciri, Türkiye'nin kamu tarafında okumakta en büyük hata yaptığı konulardan biri."
- "Müthiş bir dağınıklılık var"
"Kamuda yapılmaya çalışılan, çok saygı duyulması gereken çalışmalara rağmen müthiş de bir dağınıklılık var" diyen Alkin, bunun olmadığını düşündüklerini ama bir başka perspektiften baktıklarında Türkiye'nin bilim ve teknoloji stratejisiyle ilgili olarak artık mutlaka bu sinerjinin bir ana üstlenicide toplanacağı, dolayısıyla bir ana üstlenicinin olduğu yeni bir kurguya ihtiyaç olduğunu söyledi.
Alkin, "Bizim şu anda bilim ve teknoloji yol haritamızı oluşturmada kendine görev üstlenmiş olan yapımız akıl almaz dağınık. Bunun mutlaka biraz daha odaklı hale gelmesi gerekiyor ve dolayısıyla bazı kurumlarımızın, 'evet, aslında benim bununla ilgili olarak bir görev üstlenmemem lazım, bu görevi şu kurumun üstlenmesi gerekiyor' anlamında bir anlayışa ihtiyacımız var." dedi.
Küresel finans krizinden sonra ülkelerin sanayi, tarım ve inşaat olmak üzere 3 "vatansever" sektörü olduğu gerçeğinin ortaya çıktığını söyleyen Alkin, sözlerini şöyle tamamladı:
"Hiçbir zaman sanayinin mili gelirde katma değer üretimindeki payı yüzde 25'in altında olmamalıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin bundan sonra, Türk sanayisinin mille gelirdeki payının yeniden yüzde 25'e çıkarılmasıyla ilgili bir stratejimiz olması lazım. Türkiye'nin tarım ülkesi olduğunu iddia ediyoruz. Son 10 yıl içerisinde tarım sektörünün milli gelirde aldığı payda çeyrek dönem itibarıyla görebildiği en iyi oran 9,2, bunun maalesef 7'lere kadar düştüğü çeyrekler ve yıllar oluyor, yüzde 10 olması gerekiyor. Bir tarım ülkesi olarak Türkiye'nin milli gelirde tarımın payını yüzde 10'a getirememiş olması üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir konu. Konut endüstrisi, üretiminden kaynaklanan tartışmalar nedeniyle şu anda sıkıntılı bir dönem geçiriyor. İnşaat sektörünün de öyle ya da böyle katma değerde yüzde 7'lik bir payı olması gerekiyor.
Toplamda 3 önemli sektörün yüzde 42'lik bir payı olması gerekiyor, geri kalan kısmın hizmetler sektörü alanında paylaşılmasından söz edilmesi lazım. Amerika bu 3 sektörün payını yüzde 30'ların altına dahi düşürmüştü. İngiltere'nin durumu daha vahimdi. O nedenle son küresel krizde bu iki ülke gittiler duvara tosladılar. Bu vesileyle bunlardan ders alıp, bu 3 kritik önemdeki sektörün, gelecekteki istihdam ihtiyaçlarımız ve katma değerdeki rolleri dikkate alındığında asla bu oranların altına inmemelerine, hele sanayinin payının yüzde 25'in altına inmemesine azami dikkat göstermemiz gerekiyor. Bu da ancak ve ancak sanayinin ürettiği katma değerin kalitesini artıracak bir çok iyi yönetilen dijitalleşme süreciyle olabilir."
- "Bilim ve teknolojide son 50 yıldır icraat yok"
Moderatörlüğünü SETA Ekonomi Araştırmaları Direktörü Nurullah Gür'ün üstlendiği etkinlikte Alkin'in yanı sıra Sabah Gazetesi Yazarı Şeref Oğuz, Altınay Robot firmasından Hakan Altınay ve SETA'dan Sadık Ünay yer aldı.
Şeref Oğuz, Türkiye'de "iyiler ittifakı" olmadığını ve herkesin tek başına hareket ettiğini belirterek, "Sanayiciler tek başlarına acayip işler yapıyorlar, birbirlerinden haberleri yok. İkisi aynı anda aynı uçağın farklı parçalarını yapıyorlar, birbirlerinden haberleri yok. Habuki büyük ihtimalle o maliyetleri azaltacak replikasyonlar var, aynı işi boşuna yapıyorlar. Birbirleriyle iş bölümü olmadığından dolayı bütçeler şişiyor, zamanlar kayboluyor. Daha da önemlisi aralarında asla bir güven yok. Bu güven olmayınca da istediğiniz kadar siz burada paralar yatırın bir şey elde edemiyorsunuz" şeklinde konuştu.
Hakan Altınay da son 20 yıldan beri ülkenin bilim ve teknoloji politikasıyla ilgilendiğini söyledi. Yaklaşık 50 yıldan beri Türkiye'de bilim ve teknoloji konusunda strateji çalışması yapıldığını hatırlatan Altınay, şu ifadeleri kullandı:
"Stratejiyi biz '3 i' kavramıyla tanımlıyoruz. Yani istihbarat, istikamet ve icraat. 50 yıldan beri yapılan çalışmayı analiz ettiğimizde bilgi toplama konusunu iyi yapmışız, son 10 yılda çok güçlü hedefler koymuşuz ama icraat yok. Yani nasıl yapacağımızı bilmiyoruz."
Sadık Ünay ise Türkiye'nin bilim ve teknoloji konusunda bölgesinde hızlı yol aldığına işaret ederek, "Yol aldıkça karşınıza yabancı, küresel güçler de çıkabilir ama belli bir aşamadan sonra siz zaten o rekabete girersiniz. Bu anlamda eğitimin seviyesini çok üst düzeye çekmek, özellikle matematik ve fen eğitiminde sürekli kalitemizi sorgulamak gerekiyor." dedi.