'Anadolu'nun Ruhu'

Prof. Dr. Kılıç: 'Bizim ecdadımız mana ehli idi, mana ehli oldukları için bir bölgeyi İslamlaştırmak, bir bölgeyi Türkleştirmek, bir bölgeyi Kürtleştirmek falan gibi dertleri yoktu, kendileri vardılar sadece. Hangi milletten olurlarsa olsunlar, gittikleri yere 'ilayı kelimetullah' götürme derdindeydiler'

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Daire Başkanlığı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğünce düzenlenen “Doğu-Batı Türkiye” etkinliğinde Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç 'Anadolu'nun Ruhu' başlıklı konuşma yaptı.

Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi'nde gerçekleşen etkinlikte konuşan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, yüzyıllardır birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu’da İslam ve Türk kültürünün yerleşmesi ile yıllar içinde oluşan kültürel değişimleri ele aldı.

Kılıç, Anadolu'yu tanımak için birçok araştırmada bulunduğunu dile getirerek, şunları söyledi:

'Yeryüzünde yaşıyorsak, yeryüzünü bileceğiz. Cennete henüz gitmedik. Cennet nedir, ne vardır, bu konularda yorum yapanlar da var ama, metafiziği bilmiyoruz. Gitmedik, gidersek şayet kendi adıma orada da belki metafizik araştırmacı gazeteciliğimi sürdürürüm. Dünyanın sırrını orada göreceğiz ama şimdi yeryüzündeysek, ayaklarımızı bastığımız bu toprakların üzerinde yürüyorsak, nerede yaşadığımızı bilmemiz, tanımamız gerekiyor.'

'Bu topraklarla bizim güçlü bir irtibatımız var, buna lokasyon diyoruz şimdilerde, eskilerin tabiriyle ise mevkimiz burası. İnsanın üzerinden hak yeryüzünde bulunur, o insanda yeryüzünde yaşıyorsa yaşadığı topraklara ister istemez bir nur saçar yani o topraklarla bir iletişim halindedir' diye konuşan Kılıç, şunları dile getirdi:

'Neticede Anadolu dediğimiz yer bir toprak parçası, yaratılmış bir nesne. Altında ne var ne yok diye, jeolojik bir çalışma yapmadım ama spiritüel antropoloji tabiriyle baktığımız zaman Anadolu bizim için Kuvayi Milliye sınırlarına hapsolmak zorunda kalmışsa da, normalde Anadolu tesir alanı itibarıyla şu anki sınırlardan daha geniş bir alandır. Anadolu dediğimiz esasen bugünkü Balkanları da içerir, Balkanlar Anadolu'da değildir coğrafi olarak ama tesir alanı olarak Balkan İslam'ı, Endülüs İslam'ına bağlı değildir. Balkan insanı Malezya, Endonezya Takım Adaları İslam'ını taşımamaktadır. Anadolu İslamı'nı taşımaktadır, o açıdan Anadolu'dur Balkanlar da.'

Kılıç, Anadolu'nun kültürel tesir alanının Güneydoğu'ya da uzandığını aktararak, Anadolu'nun köken itibarıyla Türkçe bir kelime olmadığının, 1071 yılında Malazgirt Meydan Muhaberesi ile Anadolu'ya gelen Türklerle bölgeye yavaş yavaş Hz. Muhammed'in nurunun girmeye başladığının altını çizdi.

Arapça kaynaklarda Anadolu'nun 'Diyar-ı Rum' olarak geçtiği bilgisini paylaşan Kılıç, şöyle konuştu:

'Roma İmparatorluğu'nun hakim olduğu yer anlamına gelen 'Diyar-ı Rum' kelimesi kullanılırdı Anadolu için. Türkler Anadolu'ya gelmeden evvel 'Diyar-ı Rum' denilen yer, 'Arz-u Rum' oluyor yani Erzurum, en uç noktada olduğu için 'Diyar-ı Rum', 'Arz-u Rum', Erzurum oluyor. Erzurum feth olduktan sonra Sivas oluyor, Sivas’tan sonra Konya oluyor. Yani Anadolu'yu fethettikçe Rumluktan çıkıyor buralar.'

Kılıç, Anadolu kelimesinin anlamını ise şu şekilde anlattı:

'Anadolu, Horasan demektir, yani Farçada 'güneşin doğduğu yer' anlamına gelir. Horasan Rumcada 'Anatolia'dır. Yunanistan tarafından Anadolu'ya baktığınız zaman Ege onlara göre doğu olmaktadır ve ilk sabah güneşi Yunan adaları üzerine bizim İzmir'den geçerek o tarafa gider. Tabi Türkçeleştirmişiz, Anadolu demişiz sonra. Mitolojisini üretip 'Analar Dolu' falan demişiz bu topraklara. Bu bize şöyle bir şey de hatırlatıyor, mana ehli olanlar, bir yere mana vermeye çalışanlar, manayı baki kılmaya çalışanlar, manayı esas alırlar.'

Mana ehli olanların kelimelere çok takılmadığını, hakim kıldıkları ruhu önemsediklerine değinen Kılıç, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:

'Kelimeler neticede tespitlerdir. Kelimelere anlamını, ruhunu veren manadır. Manayı reddederseniz, kelimeyi de reddedersiniz. Bazen de kelimeler korur manayı ama kelimenin içinden mana kaçabiliyor, kelimeler boş bir vagon haline gelebiliyor. Bir tren düşünün, içi dolu, o zaman vagonları manayı taşıyabiliyorlar. Bir yerden bir yere nakledebiliyorlar. Ama bir tren düşünün, vagonlarının içi boş, o zaman 'içi boş kelimeler' diyoruz buna. Bizim ecdadımız mana ehli idi, mana ehli oldukları için bir bölgeyi İslamlaştırmak, bir bölgeyi Türkleştirmek, bir bölgeyi Kürtleştirmek falan gibi dertleri yoktu, kendileri vardılar sadece. Hangi milletten olurlarsa olsunlar, gittikleri yere 'ilayı kelimetullah' götürme derdindeydiler.'
Kaynak: AA