Davutoğlu Açıklaması 'Asla Müsaade Etmeyiz'

Sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle bir araya gelen Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Birileri, ‘Türkiye 90’lı yıllara dönebilir’ gibi bir iddiada bulunuyorsa bilsin ki biz 90’lı yıllara da, 80’li yıllara da bu ülkeyi döndürmeyeceğiz. Ama birileri eğer Türkiye’yi Suriye’deki şehirlerin görüntülerine mahkum etmek isterse, bilsinler ki son nefesimize kadar onlara karşı da mücadele eder, Türkiye’nin bir kriz, bir kaos ülkesine çevrilmesine asla müsaade etmeyiz” dedi.

Davutoğlu Açıklaması 'Asla Müsaade Etmeyiz'
Başbakan Davutoğlu, sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle Çankaya Köşkü’nde bir araya geldi. STK temsilcilerine hitap eden Davutoğlu, demokrasi, ekonomik kalkınma ve kamu düzeninin birbirleriyle beraber sağlanabileceğine dikkat çekti. ‘Kamu düzeni’ kavramını özellikle kullandığını belirten Davutoğlu, “Demokrasiden taviz verdiğinizde ekonomik kalkınma olmuyor. Ekonomik kalkınmayı ihmal ettiğinizde demokrasiniz yaşanmaz hale geliyor. Kamu düzeni olmadığında ise ne demokratik özgürlükler yaşanabiliyor ne de ekonomik planlamalar yapılabiliyor. Başbakan olduktan bu yana, daha önce de hep ‘kamu düzeni’ dedim. ‘Kamu düzeni’ kavramını özellikle kullandım. ‘Devlet otoritesi’ demedim. ‘Devlet otoritesi’ dendiğinde bazıları, devlet ile milletin ayrı düşünüldüğünü söyleyebilir ve devletin otorite olarak millet üzerinde tahakküm ettiği dönemlere atıf yapabilir; 12 Eylül ve 28 Şubat’ta olduğu gibi. ‘Kamu düzeni’ dediğimizde, şu masa etrafındaki bütün hepimizin paylaştığı düzen demektir. Hepimizin içinde yaşadığı bir düzen, hepimizin menfaatlerini, ideallerini, özgürlüklerini yaşayabildiği bir düzen. Hepimiz buna sahip çıkarsak bu yaşanabilir olur. Biz 13 yıllık iktidarımız döneminde önce bir zihniyet değişimi yaşadık. Demokratikleşme ile yasaklanan birçok şeyi yasaklı kategorisinden çıkardık ve bütün ülkede herkesin kimliğini rahatlıkla ifade edebildiği, anasından öğrendiği güzel Türkçe’yi, güzel Kürtçe’yi rahatlıkla konuşabildiği, dinlemek istediği türküyü Türkçe ve Kürtçe versiyonuyla dinleyebildiği, siyasi propaganda yaptığında halka Türkçe ve Kürtçe ifade edebildiği, ben de geldiğimde bazı şehirlerde halkımıza bildiğim kadarıyla Kürtçe hitap edebildiğim bir ortam sağlandı. Kimsenin dilinin, örfünün, kültürünün, düşüncesinin, hayat tarzının dışlanmadığı bir Türkiye inşa etmeye çalıştık, çalışıyoruz. 28 Şubat, 12 Eylül şartları yok bu ülkede artık. Hapishaneye gittiğinde kendi oğluyla Kürtçe konuşamayan Kürt analarının duyduğu ıstırap yok artık bu ülkede. Bir zihniyet değişimi yaşadık ve bu zihniyet değişiminden bir adım geri gitmeyeceğiz. Birileri, ‘Türkiye 90’lı yıllara dönebilir’ gibi bir iddiada bulunuyorsa, bilsin ki; biz 90’lı yıllara da, 80’li yıllara da bu ülkeyi döndürmeyeceğiz. Ama birileri eğer Türkiye’yi Suriye’deki şehirlerin görüntülerine mahkum etmek isterse, bilsinler ki son nefesimize kadar onlara karşı da mücadele eder, Türkiye’nin bir kriz bir kaos ülkesine çevrilmesine asla müsaade etmeyiz” ifadelerini kullandı.

“MASANIN ETRAFINDAKİ ARKADAŞLARIMIZA BİR GÜN DAHİ ‘ŞU KÜRT’TÜR, ŞU TÜRK’TÜR’ DİYE BAKARSAM ADLIĞIM NEFES BANA HARAM OLSUN”

AK Parti’nin kurulduğu yıllarda ‘Kürt sorunu’ olarak yazılan raporlardaki neredeyse bütün hususların hayata geçirildiğini kaydeden Davutoğlu, “Ne istendiyse, olağanüstü halin kaldırılmasından, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmasından Kürtçe üzerindeki yasakların kaldırılmasına kadar çok ciddi bir demokratikleşme hamlesini yaptık. Bununla da kalmadık büyük bir ekonomik hamle yaptık. ‘Biz bunları yaptık’ derken kimseye bir lütufta bulunmuyoruz. Biz bunları borcumuz olarak yaptık. Biz Bakanlar Kurulu olarak oturduğumuzda, masanın etrafındaki arkadaşlarımıza bir gün dahi ‘şu Kürt’tür, şu Türk’tür’ diye bakarsam adlığım nefes bana haram olsun. Sol tarafımda Başbakan Yardımcımız Mehmet Şimşek oturur; asil bir Kürt ailesinin çocuğu. Sağ tarafımda Başbakan Yardımcımız Numan Kurtulmuş, hemen yanında Lütfi Elvan; birisi Karadeniz’den, birisi Akdeniz’e yakın Karaman’dan, birisi Ordu’dan. Bütün Bakanlar Kurulu böyledir. Nasıl ben Bakanlar Kurulu’nda sağıma ve soluma baktığımda böyle bir şey düşünmez isem, hiçbir ile, hiçbir vatandaşa baktığımda böyle bir şey düşünmem, düşünmedim, düşünmeyeceğim. Bizim diğer ülkelerden farkımız bu. Diğer ülkeler mezhep ve etnik kimlik üzerinden yönetim kurabilir, biz kurmadık, kurmayacağız. Çünkü bu topraklar Balkanlardan, Kafkaslar’dan, Ortadoğu’dan gelen göçlerle harmanlanmış yiğit insanların toprakları. Bu sebeplerle geçmişte yapılan ayrımcılıklara son verdik. Varsa bir ayrımcılık işte buradayım. Her bir şehre gideceğim, her bir vatandaşı dinleyeceğim, ‘ne istiyorsanız yapmaya hazırız’ diyeceğim, ‘ne şikayetiniz varsa, devletten ne talep ediyorsanız eşit vatandaş olarak.’ Ama sonra da diyeceğim ki; ‘eğer bu taleplerin yerine getirilmesi için biz sizin hizmetkarınız isek, sizler de bu toprağın, bu ülkenin bütünlüğünün sağlanması, bu şehirlerde barikatların, çukurların, mayınların olmaması için bizimle omuz omuza vermelisiniz.’ Vatandaşlarımızla kucaklaşacağız. Yine kamu düzeniyle, ekonomik kalkınmayı hep beraber gerçekleştireceğiz” diye konuştu.



“KOBANİ’DEN GELEN 197 BİN KARDEŞİMİZİ ONLARIN TALİMAT ALDIĞI RUSYA MI AĞIRLADI?”

Milli birlik ve kardeşlik projesinden sonra çözüm sürecinin başlama sürecini anlatan Davutoğlu, sürecin kimsenin canının yanmaması için, bölgeden yeni Aziz Sancar’ların çıkması için başlatıldığını vurguladı. Çözüm süreci başladığında verilen sözlerin tutulmadığına dikkat çeken Davutoğlu, şunları ifade etti:

“Bize dendi ki, ‘silahları mayıs ayında terk edeceğiz. Mayıs ayında çekilmeye başlayacağız ve Türkiye’de silahlı mücadele bitti.’ Biz bunu yaptık ve bütün ülke buna şahit. Mayıs ayının sonunda Türkiye’de barışın geleceğini gören, kardeşin kardeşle kucaklaşacağını gören birileri Gezi provokasyonlarını başlattı ve arkasında öyle bir kıskacın içine soktular ki, ‘çekileceğiz’ diyenler çekilmekten vazgeçti. Sayın Barzani ile kasım ayında Diyarbakır’da yaptığımız o muhteşem buluşmada yeni bir heyecan doğdu, Türkçe ve Kürtçe aynı güzel semalarda buluştu, arkasından 17-25 Aralık kumpasları başladı.

Bu sefer bölücü terör örgütü, Türkiye’yi terk etme sözü verenler, silahları gömme sözü verenler daha fazla silahlanmaya başladılar ve arkalarını da Suriye’de yaşanan krize dayadılar. Suriye’de kardeşi kardeşe kırdıran örgütlerin, yapıların, bir takım devletlerin istihbarat unsurlarının planlarının piyonları haline geldiler. Ben başbakanlık görevini Cumhurbaşkanımızdan devraldıktan hemen sonra 1 ekimde kendileriyle yaptığım görüşmede çok açık bir şekilde ifade ettim. ‘Kamu düzenini tehdit eden faaliyetler içerisindesiniz, kamu düzenini ihtisas edin, çözüm sürecinin son şansıdır.’ Arkasından 6 ekimde Kobani olayları bahane edilerek hepinizin dükkanları, işyerleri, binalar yakıldı, yıkıldı. Bunu niye yaptılar? Kobani’den gelen 197 bin kardeşimizi onların talimat aldığı Rusya mı ağırladı? Yada Washington’da bir araya geldikleri birtakım lobiler mi o 197 bin kardeşimizi yanlarına aldı? Türkiye Cumhuriyeti Devleti aldı, bugün olsa yine alırız. Tek bir kişinin, tek bir tarihi kardeşimizin, açta açıkta, zulümde kalmasına müsaade etmeyiz. O olaylar nedeniyle bütün bir Güneydoğu’yu ateşe bulamak, gencecik çocuğu Yasin Börü’yü dördüncü kattan atmak suretiyle aslında şu mesajı vermek istediler; ‘Burada bizim gibi düşünmeyene hayat yok.’ O zaman hangi iş adamının hangi mezarlık görüntüsü altındaki yerlere çekilip işkence edildiğini, hangi iş adamlarından hangi haraçlarından alındığını, Kandil’e kimlerin götürülüp nasıl baskılar altında inletildiğini biz biliyoruz. Sabırla çözüm süreci işlesin diye, bu sefer 2015 Mart’ında silahları bırakmak için yeni bir hamle yapıldı. Ama onlar Suriye’deki Irak’taki gelişmelerin dünyaya kendilerini meşru gösterdiğini düşünerek, daha fazla terör ve daha fazla şiddet için hayatı karartmaya devam ettiler. 7 Haziran seçimlerinde bu sefer aldıkları oyların verdiği şımarıklık içinde silahlanma dayatmaları yaptılar. 15 temmuzda ben bütün partilerle yaptığım görüşmelerin devamı olarak, eş başkanlarıyla yaptığım görüşmede tekrar uyardım. ‘Bakın nereye doğru gittiğini görüyorum, bu faaliyetlerinize son verin’ diye çağrıda bulundum. Sanki bunlar hiç söylenmemiş gibi 20 temmuzda alçak DEAŞ saldırısı sonrasında Suruç’ta, Ceylanpınar’da 2 polisimizi evlerinde uyurken şehit ettiler. Şimdi hani ‘Cizre’de ambulanslar gitmedi’ diye bir iftira söz konusu, 22 Temmuz günü 112 üzerinden acil diye çağrılan mekana gitmekte olan polisimizi Diyarbakır’ın ortasında şehit ettiler; daha operasyonlar başlamamıştı. O zaman 23 Temmuz’da Huzur ve Demokrasi Operasyonu’nu başlatmak zorunda kaldık.”

Kaynak: İHA