El-Bâb Açıklaması 'Suriye'nin Kapısı'
ElBâb gibi küçük bir kasabayı dünyanın ve Türkiye’nin gündemine taşıyan şey, onun Suriye savaşındaki stratejik konumu Ona bu stratejik önemi kazandıran ise ElBâb’ın herkesin ortak düşmanı olan DEAŞ’ın elinde bulunması ve Suriye’de savaşan tüm tarafların konumları itibarıyla bir kavşakta yer alması ElBâbı alanın Kuzey Suriye’nin kapısını açmış olacağını akılda tutarak, bölgede savaşan güçlerin her biri için elBâb’ın öneminin ne olduğunu anlamak gerekiyor.
CENGİZ TOMAR - Bugünlerde haber bültenlerinde en çok duyduğumuz kelime el-Bâb. El-Bâb gibi küçük bir kasabayı dünyanın ve Türkiye’nin gündemine taşıyan şey, onun Suriye savaşındaki stratejik konumu elbette. Aslında savaştan önce el-Bâb, Sünni Araplardan oluşan yetmiş bin nüfusuyla küçük bir yerleşim yeriydi. Arapçada ismi ‘kapı’ demek. İslam’ın ilk döneminde, Hz. Ömer zamanında fethedilen kasaba, Kuzey Suriye’nin en önemli ticaret şehri olan Halep’in yolunun üstünde bulunduğundan, bu isim “Halep’in Kapısı” manasına geliyor, nomenklatüre göre. Ama günümüzde bu isim, savaş nedeniyle “Suriye’nin Kapısı”na dönüşmüş durumda. Aslında el-Bâb’ı bugünlerde önemli yapan şey, kasabanın herkesin ortak düşmanı olan DEAŞ’ın elinde bulunması ve Suriye’de savaşan tüm tarafların konumları itibarıyla bir kavşakta yer alması.
El-Bâb ile çevresindeki yerleşimler arasındaki mesafeye bakıldığında, kasabanın ehemmiyeti daha iyi anlaşılabilir. El-Bâb Türkiye sınırına 35, Dâbık’a 30, Menbic’e 45, Halep’e 40, Tabka’ya 135 ve Rakka’ya 180 km. uzaklıkta. Ama esas önemli olan, yukarıda sayılan her bir yerleşim biriminin, Suriye’de vekâleten veya asaleten savaşan farklı grupların elinde olması ve el-Bâb’ın tam da bu yerleşim birimlerinin ortasında bulunması: Halep Rusya ve İran destekli Suriye rejiminin, Menbiç PYD’nin, Dâbık Türk ordusu destekli Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO), el-Bâb, Tabka ve Rakka ise DEAŞ’ın elinde. Yani el-Bâbı alan Kuzey Suriye’nin kapısını açmış oluyor. Tabi meseleye bir de bölgede savaşan güçler için el-Bâb’ın öneminin ne olduğu açısından bakmakta fayda var.
DEAŞ açısından el-Bâb savaşı, aslında Kuzey Suriye’de, hatta Suriye’de var olma savaşı. Şehir, devletimsi örgütün Kuzey Suriye’deki son kalesi. Üstelik homojen bir Sünni Arap nüfusa sahip olduğundan, el-Bâb sakinlerin bir kısmı DEAŞ’a taraftar dahi olabilir. Bu nedenle Cerablus’ta yaptığı gibi şehri terk edip gitmedi ve sonuna kadar direnmeye devam edecek. Zira burayı kaybederse, 135 km güneydeki Tabka’ya ve sözde başkentleri Rakka’ya kadar, tutunabileceği başka bir yerleşim birimi yok. Şayet el-Bâb DEAŞ’ın elinden çıkarsa, Suriye’nin kuzeyindeki (yani büyük şehirlere yakın) konumunu kaybederek insansız çöl bölgesine çekilmek zorunda kalacak. El-Bâb’dan sonraki hedefler ise DEAŞ tarafından rejimden alınan hava üssünün bulunduğu Tabka ve ardından Suriye’deki sözde başkentleri Rakka olacak.
Doktrini ve propagandası açısından büyük ehemmiyete sahip olan Dâbık’a 30 km mesafede bulunması, el-Bâb’ı DEAŞ açısından daha da önemli kılıyor. Osmanlıların Arap topraklarındaki 400 yıllık idarelerinin ilk adımını sembolize eden Merc-i Dâbık savaşını 1516 yılında yaptıkları Dâbık, DEAŞ’ın propagandası ve ideolojisinin merkezinde yer alıyor. DEAŞ’ın Hz. Peygamber’den geldiği iddia edilen bir rivayete dayandırdığına göre, kıyametten önce Müslümanlar ile Kafirler (Haçlılar) arasında yapılacak son ‘büyük savaş’ (Kıyamet Savaşı, Melhame-i Kübrâ, Armageddon, Har Megiddo) Dâbık’ta yapılacak ve savaşın sonunda Müslümanlar galip gelerek Mesih yeryüzüne inecek. DEAŞ bu iddiasını Hz. Peygamber’den rivayet edilen: “Rumlar, A'mak ve Dâbık isimli mahallere inmedikçe kıyamet kopmaz” cümlesiyle başlayan ‘melhame/fiten’ hadisine dayandırıyor. Örgütün İngilizce olarak yayımladığı dergisinin adı da “Dâbık”. DEAŞ’ın Dâbık’ı Türk ordusu destekli ÖSO’ya kaybetmesinin ardından, buraya yakın mesafedeki el-Bâb’ı da kaybederek Dâbık’tan uzaklaşması, aynı zamanda propagandasının merkezinde yer alan en önemli unsurunu da kaybetmesi manasına geliyor. Tabi daha da mühimi, bugüne kadar uyguladığı insanlık dışı metotlarla psikolojik harpte önemli bir üstünlük sağlamış olan DEAŞ, şayet el-Bâb’da hezimete uğrarsa büyük ölçüde prestij kaybeder ve bu savaş DEAŞ’ın kendi kıyameti, yani sonunun başlangıcı olabilir.
El-Bâb’ın Türkiye açısından önemine gelince, Türk ordusu tarafından desteklenen ÖSO burayı ele geçirebilirse, DEAŞ unsurları hudutlarımızdan bir daha dönmemek üzere temizlenmiş olacak ve Türkiye DEAŞ unsurlarının sınır bölgelerine fırlattıkları roketlerden ve genelde Türkiye’deki DEAŞ terör eylemlerinden büyük oranda kurtulmuş olacak. Keza uzun süredir Batı medyasında çıkan, Türkiye’nin DEAŞ’ı desteklediğine dair haberlere de en anlamlı cevabı vermiş olacak. Irak ve Musul’da ABD, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, Irak Merkezi Ordusu ve Haşdi Şabi milislerinin büyük kuvvetlerine rağmen Musul’da herhangi bir ilerleme kaydedememeleri; yine ABD destekli PYD’nin Rakka’da DEAŞ’a karşı taarruz dahi edememesine karşılık, 15 Temmuz darbe teşebbüsü badiresini henüz atlatmış ve ordusunun komuta kademesinin önemli kısmını kaybetmiş Türk ordusu ile bugüne kadar sahada büyük başarı elde edememiş olan ÖSO’nun el-Bâb’da DEAŞ’ı yenilgiye uğratmaları, Türkiye ve ÖSO açısından çok büyük bir prestij olacak. Belki de Trump, Rakka’da Obama’nın müttefikleri olan PYD’den vazgeçerek DEAŞ’a karşı mücadelede kadim ve geleneksel müttefiki Türkiye’ye dönecek. Bu da bölgede PYD’nin hamisiz kalması manası gelir ve Türkiye’nin tezleri açısından son derece önemlidir. Türkiye böylece hem Menbiç hem de diğer PYD kantonları hususunda daha rahat hareket edebilir.
El-Bâb’ın DEAŞ’tan alınması, PYD açısından da büyük bir hayal kırıklığı yaratabilir. Zira el-Bâb dahil olmak üzere A’zâz ile Cerablus arasının ÖSO ve Türk ordusu tarafından alınması, el-Cezire ile Kobani (Aynü’l-Arap [Arap Pınarı]) kantonlarını birleştiren PYD’nin, Afrin kantonu ile asla birleşemeyeceği anlamına gelmekte. Bu durumda PYD ve arkasındaki büyük güçlerin desteklediği, Kuzey Suriye’de Akdeniz’e uzanan bir Kürt kuşağı oluşturmak ve bunu zamanla Kuzey Irak’la birleştirmek, ileride Türkiye ve İran’dan alınacak parçalarla seküler birleşik bir Kürdistan kurmak suretiyle bölgede mevcut sınırları değiştirmek, Türkler, Farslar ve Arapları bu sopayla tedip etmek ve İsrail’i güvence altına almak gibi amaçlara sahip proje büyük yara almış olur. Türkiye’nin El-Bâb’daki başarısı, PYD’nin ABD nezdinde DEAŞ’la karada mücadele eden tek örgüt olma savını da elinden alır ki bu da örgütün yüzüstü bırakılmasıyla sonuçlanabilir.
Esed rejimi, Rusya ve İran açısından ise Halep’e 40 km mesafede her an tehdit oluşturabilecek bir unsur olan DEAŞ’ın bölgeden Türkiye ve ÖSO eliyle uzaklaştırılması (yani düşmanını düşmanına kırdırmak) tercih edilebilir bir durum olmakla birlikte, ÖSO ve Türk ordusunun Halep’e hayli yaklaşmış olması çok da istenen bir durum değil. Şayet el-Bâb’ın alınmasından sonra Esed rejimi (Rusya ve İran) ile ÖSO (Türkiye) arasında kalıcı bir ateşkes sağlanmaz ve ÖSO Halep’e doğru ilerlemeyi düşünürse, bu durumda Esed rejimi ile tekrar çatışma başlayabilir.
Şüphesiz DEAŞ, an azından sözde, herkes tarafından yok edilmesi gereken bir düşman olarak görülmekle birlikte, geçmişte Esed rejiminin bu örgütle işbirliği yaptığı veya en azından çatışmadığı şeklinde iddialar mevcut. Yine Ortadoğu’da etkili olmayı amaçlayan bazı küresel güçlerin, bölgedeki ülkeleri etnik ve mezhebi olarak küçük parçalara bölmek maksadıyla, mevcut toplumsal fay hatlarını kırmak için DEAŞ’ı bir manivela olarak kullandığı hususunda yaygın bir kanaat bulunmakta. Nitekim DEAŞ’a karşı savaştığını iddia eden koalisyon, Türkiye söz konusu olunca el-Bâb’da hava desteği sağlamamakta. Yine DEAŞ’a karşı savaştığını iddia eden Rusya’nın hava saldırılarının büyük kısmı, DEAŞ’tan ziyade diğer muhalif gruplar üzerine yapılmakta.
Şayet Türkiye ve ÖSO el-Bâb’ı ele geçirirse, DEAŞ’tan sonra en büyük darbe, bu örgütü destekleyen güçlere vurulmuş olacak. Her halükârda el-Bâb’ın alınması, Rusya’nın Suriye’de doğrudan harbe girmesi ve Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı ile Suriye’ye müdahil olmasından sonra, üçüncü ‘oyun değiştirici’ hamle olarak Suriye savaşının kaderinde belirleyici rol oynayacaktır.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi]
Kaynak: AA
El-Bâb ile çevresindeki yerleşimler arasındaki mesafeye bakıldığında, kasabanın ehemmiyeti daha iyi anlaşılabilir. El-Bâb Türkiye sınırına 35, Dâbık’a 30, Menbic’e 45, Halep’e 40, Tabka’ya 135 ve Rakka’ya 180 km. uzaklıkta. Ama esas önemli olan, yukarıda sayılan her bir yerleşim biriminin, Suriye’de vekâleten veya asaleten savaşan farklı grupların elinde olması ve el-Bâb’ın tam da bu yerleşim birimlerinin ortasında bulunması: Halep Rusya ve İran destekli Suriye rejiminin, Menbiç PYD’nin, Dâbık Türk ordusu destekli Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO), el-Bâb, Tabka ve Rakka ise DEAŞ’ın elinde. Yani el-Bâbı alan Kuzey Suriye’nin kapısını açmış oluyor. Tabi meseleye bir de bölgede savaşan güçler için el-Bâb’ın öneminin ne olduğu açısından bakmakta fayda var.
DEAŞ açısından el-Bâb savaşı, aslında Kuzey Suriye’de, hatta Suriye’de var olma savaşı. Şehir, devletimsi örgütün Kuzey Suriye’deki son kalesi. Üstelik homojen bir Sünni Arap nüfusa sahip olduğundan, el-Bâb sakinlerin bir kısmı DEAŞ’a taraftar dahi olabilir. Bu nedenle Cerablus’ta yaptığı gibi şehri terk edip gitmedi ve sonuna kadar direnmeye devam edecek. Zira burayı kaybederse, 135 km güneydeki Tabka’ya ve sözde başkentleri Rakka’ya kadar, tutunabileceği başka bir yerleşim birimi yok. Şayet el-Bâb DEAŞ’ın elinden çıkarsa, Suriye’nin kuzeyindeki (yani büyük şehirlere yakın) konumunu kaybederek insansız çöl bölgesine çekilmek zorunda kalacak. El-Bâb’dan sonraki hedefler ise DEAŞ tarafından rejimden alınan hava üssünün bulunduğu Tabka ve ardından Suriye’deki sözde başkentleri Rakka olacak.
Doktrini ve propagandası açısından büyük ehemmiyete sahip olan Dâbık’a 30 km mesafede bulunması, el-Bâb’ı DEAŞ açısından daha da önemli kılıyor. Osmanlıların Arap topraklarındaki 400 yıllık idarelerinin ilk adımını sembolize eden Merc-i Dâbık savaşını 1516 yılında yaptıkları Dâbık, DEAŞ’ın propagandası ve ideolojisinin merkezinde yer alıyor. DEAŞ’ın Hz. Peygamber’den geldiği iddia edilen bir rivayete dayandırdığına göre, kıyametten önce Müslümanlar ile Kafirler (Haçlılar) arasında yapılacak son ‘büyük savaş’ (Kıyamet Savaşı, Melhame-i Kübrâ, Armageddon, Har Megiddo) Dâbık’ta yapılacak ve savaşın sonunda Müslümanlar galip gelerek Mesih yeryüzüne inecek. DEAŞ bu iddiasını Hz. Peygamber’den rivayet edilen: “Rumlar, A'mak ve Dâbık isimli mahallere inmedikçe kıyamet kopmaz” cümlesiyle başlayan ‘melhame/fiten’ hadisine dayandırıyor. Örgütün İngilizce olarak yayımladığı dergisinin adı da “Dâbık”. DEAŞ’ın Dâbık’ı Türk ordusu destekli ÖSO’ya kaybetmesinin ardından, buraya yakın mesafedeki el-Bâb’ı da kaybederek Dâbık’tan uzaklaşması, aynı zamanda propagandasının merkezinde yer alan en önemli unsurunu da kaybetmesi manasına geliyor. Tabi daha da mühimi, bugüne kadar uyguladığı insanlık dışı metotlarla psikolojik harpte önemli bir üstünlük sağlamış olan DEAŞ, şayet el-Bâb’da hezimete uğrarsa büyük ölçüde prestij kaybeder ve bu savaş DEAŞ’ın kendi kıyameti, yani sonunun başlangıcı olabilir.
El-Bâb’ın Türkiye açısından önemine gelince, Türk ordusu tarafından desteklenen ÖSO burayı ele geçirebilirse, DEAŞ unsurları hudutlarımızdan bir daha dönmemek üzere temizlenmiş olacak ve Türkiye DEAŞ unsurlarının sınır bölgelerine fırlattıkları roketlerden ve genelde Türkiye’deki DEAŞ terör eylemlerinden büyük oranda kurtulmuş olacak. Keza uzun süredir Batı medyasında çıkan, Türkiye’nin DEAŞ’ı desteklediğine dair haberlere de en anlamlı cevabı vermiş olacak. Irak ve Musul’da ABD, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, Irak Merkezi Ordusu ve Haşdi Şabi milislerinin büyük kuvvetlerine rağmen Musul’da herhangi bir ilerleme kaydedememeleri; yine ABD destekli PYD’nin Rakka’da DEAŞ’a karşı taarruz dahi edememesine karşılık, 15 Temmuz darbe teşebbüsü badiresini henüz atlatmış ve ordusunun komuta kademesinin önemli kısmını kaybetmiş Türk ordusu ile bugüne kadar sahada büyük başarı elde edememiş olan ÖSO’nun el-Bâb’da DEAŞ’ı yenilgiye uğratmaları, Türkiye ve ÖSO açısından çok büyük bir prestij olacak. Belki de Trump, Rakka’da Obama’nın müttefikleri olan PYD’den vazgeçerek DEAŞ’a karşı mücadelede kadim ve geleneksel müttefiki Türkiye’ye dönecek. Bu da bölgede PYD’nin hamisiz kalması manası gelir ve Türkiye’nin tezleri açısından son derece önemlidir. Türkiye böylece hem Menbiç hem de diğer PYD kantonları hususunda daha rahat hareket edebilir.
El-Bâb’ın DEAŞ’tan alınması, PYD açısından da büyük bir hayal kırıklığı yaratabilir. Zira el-Bâb dahil olmak üzere A’zâz ile Cerablus arasının ÖSO ve Türk ordusu tarafından alınması, el-Cezire ile Kobani (Aynü’l-Arap [Arap Pınarı]) kantonlarını birleştiren PYD’nin, Afrin kantonu ile asla birleşemeyeceği anlamına gelmekte. Bu durumda PYD ve arkasındaki büyük güçlerin desteklediği, Kuzey Suriye’de Akdeniz’e uzanan bir Kürt kuşağı oluşturmak ve bunu zamanla Kuzey Irak’la birleştirmek, ileride Türkiye ve İran’dan alınacak parçalarla seküler birleşik bir Kürdistan kurmak suretiyle bölgede mevcut sınırları değiştirmek, Türkler, Farslar ve Arapları bu sopayla tedip etmek ve İsrail’i güvence altına almak gibi amaçlara sahip proje büyük yara almış olur. Türkiye’nin El-Bâb’daki başarısı, PYD’nin ABD nezdinde DEAŞ’la karada mücadele eden tek örgüt olma savını da elinden alır ki bu da örgütün yüzüstü bırakılmasıyla sonuçlanabilir.
Esed rejimi, Rusya ve İran açısından ise Halep’e 40 km mesafede her an tehdit oluşturabilecek bir unsur olan DEAŞ’ın bölgeden Türkiye ve ÖSO eliyle uzaklaştırılması (yani düşmanını düşmanına kırdırmak) tercih edilebilir bir durum olmakla birlikte, ÖSO ve Türk ordusunun Halep’e hayli yaklaşmış olması çok da istenen bir durum değil. Şayet el-Bâb’ın alınmasından sonra Esed rejimi (Rusya ve İran) ile ÖSO (Türkiye) arasında kalıcı bir ateşkes sağlanmaz ve ÖSO Halep’e doğru ilerlemeyi düşünürse, bu durumda Esed rejimi ile tekrar çatışma başlayabilir.
Şüphesiz DEAŞ, an azından sözde, herkes tarafından yok edilmesi gereken bir düşman olarak görülmekle birlikte, geçmişte Esed rejiminin bu örgütle işbirliği yaptığı veya en azından çatışmadığı şeklinde iddialar mevcut. Yine Ortadoğu’da etkili olmayı amaçlayan bazı küresel güçlerin, bölgedeki ülkeleri etnik ve mezhebi olarak küçük parçalara bölmek maksadıyla, mevcut toplumsal fay hatlarını kırmak için DEAŞ’ı bir manivela olarak kullandığı hususunda yaygın bir kanaat bulunmakta. Nitekim DEAŞ’a karşı savaştığını iddia eden koalisyon, Türkiye söz konusu olunca el-Bâb’da hava desteği sağlamamakta. Yine DEAŞ’a karşı savaştığını iddia eden Rusya’nın hava saldırılarının büyük kısmı, DEAŞ’tan ziyade diğer muhalif gruplar üzerine yapılmakta.
Şayet Türkiye ve ÖSO el-Bâb’ı ele geçirirse, DEAŞ’tan sonra en büyük darbe, bu örgütü destekleyen güçlere vurulmuş olacak. Her halükârda el-Bâb’ın alınması, Rusya’nın Suriye’de doğrudan harbe girmesi ve Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı ile Suriye’ye müdahil olmasından sonra, üçüncü ‘oyun değiştirici’ hamle olarak Suriye savaşının kaderinde belirleyici rol oynayacaktır.
[Prof. Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi]